4 Şubat 2026
Muhammed Sûresi 20-29 (508. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Muhammed Sûresi 20. Ayet

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌۚ فَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُۙ رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ فَاَوْلٰى لَهُمْۚ  ...


İnananlar, “Keşke bir sûre indirilse!” derler. Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُ ve derler ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَوْلَا değil miydi?
5 نُزِّلَتْ indirilmeli ن ز ل
6 سُورَةٌ bir sure س و ر
7 فَإِذَا zaman
8 أُنْزِلَتْ indirildiği ن ز ل
9 سُورَةٌ bir sure س و ر
10 مُحْكَمَةٌ hükmü açık ح ك م
11 وَذُكِرَ ve söz edilince ذ ك ر
12 فِيهَا onda
13 الْقِتَالُ savaştan ق ت ل
14 رَأَيْتَ görürsün ر ا ي
15 الَّذِينَ kimselerin
16 فِي bulunan
17 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
18 مَرَضٌ hastalık م ر ض
19 يَنْظُرُونَ baktıklarını ن ظ ر
20 إِلَيْكَ sana
21 نَظَرَ bakışı gibi ن ظ ر
22 الْمَغْشِيِّ baygınlık çökmüş غ ش و
23 عَلَيْهِ üzerine
24 مِنَ -den
25 الْمَوْتِ ölüm- م و ت
26 فَأَوْلَىٰ daha yakın و ل ي
27 لَهُمْ onlara
Müminler cihadın şeref ve ecrine nâil olmak, düşmanları yenerek müminlerin güvenlik içinde hayatlarını sürdürmelerini sağlamak, müslüman olmayanlara da din hürriyeti getirmek için içtenlikle savaşa izin verilmesini, hatta cihadın farz kılınmasını isterler. Münafıklar da bu isteğe katılmış gibi görünürler. Ancak cihadı farz kılan âyetler gelince münafıkların gerçek yüzleri ortaya çıkar, korkularından bayılmışçasına bakışları donuklaşır. Ama korkunun ecele faydası yoktur, korktuklarının başlarına gelmesi mukadderdir. Bazı tefsirciler 20. âyetin sonu ile 21. âyetin başını birbirine bağlamış ve oluşan cümleye şu mânayı vermişlerdir: Onlara yaraşan itaattir, dinin ve kamu vicdanın iyi bulduğu sözdür. Münafıklar görünüşte itaat etmekte ve yadırganmayacak, şüphe çekmeyecek sözler söylemektedirler. İş uygulamaya gelince göründükleri gibi olsalar, söylediklerini yapsalar şüphesiz bu onlar için hayırlı olacaktır.

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir.  يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, لَوْلَا نُزِّلَتْ ‘dir. يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

نُزِّلَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  سُورَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

نُزِّلَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُۙ رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اُنْزِلَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  سُورَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  مُحْكَمَةٌ  kelimesi  سُورَةٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذُكِرَ  atıf harfi  وَ ‘la  اُنْزِلَتْ ‘e matuftur. ذُكِرَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  ف۪يهَا  car mecruru  ذُكِرَ  fiiline mütealliktir. الْقِتَالُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  karinesi olmadan gelen  رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  cümlesi şartın cevabıdır.  

رَاَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَرَضٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ  cümlesi ism-i mevsulün hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. 

نَظَرَ  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْمَغْشِيِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye ‘kere, defa’ diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَيْهِ  car mecruru ism-i mef’ûl  الْمَغْشِيِّ ‘nin naib-i faili olup mahallen merfûdur.  مِنَ الْمَوْتِ  car mecruru  الْمَغْشِيِّ ‘ye mütealliktir. 

İsm-i mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

İsm-i mef’ûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُحْكَمَةٌ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür. 

الْمَغْشِيِّ  sülasi mücerredi  غشو  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

 فَاَوْلٰى لَهُمْۚ

 

فَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اَوْلٰى  mübteda olup mahzuf elif üzere mukadder  damme ile merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  اَوْلٰى ‘ya mütealliktir. Veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, الهلاك أو العقاب لهم ... أي أقرب وأدنى.. (Ceza veya helak onlara daha layıktır) şeklindedir.

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌۚ

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli  olan  لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَوْلَٓا  tahdid (تحضيض ) harfidir.

لَوْلاَ  ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لَوْلَٓا  harfi burada temenni manasında gelmiştir. Asıl manası tahdid, yani teşviktir. Tahdid, temenni manasında kullanılmıştır. Çünkü temenni hırsı gerektirir. Hırs da tahdide davetiye çıkarır. (Âşûr) 

نُزِّلَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.

Meçhul bina, naibu failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سُورَةٌ  kelimesindeki nekrelik tazim ve muayyen olmayan nev ifade eder.


 فَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُۙ رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ

 

فَ , atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

اُنْزِلَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سُورَةٌ  kelimesindeki nekrelik tazim ifade eder. Kelimenin önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُحْكَمَةٌ  kelimesi  سُورَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

مُحْكَمَةٌ , yani müteşabih olmayan, savaşın farziyetini beyandan başka bir veche ihtimali olmayan, açık, net demektir. (Keşşâf)

Aynı üslupta gelen  وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sıla cümlesi olan  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede  îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  مَرَضٌ ’daki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ  cümlesi, ism-i mevsûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكَ , ihtimam için mef’ûlu mutlak olan  نَظَرَ ‘ya takdim edilmiştir. 

عَلَيْهِ  ve  مِنَ الْمَوْتِۜ  car mecrurları, نَظَرَ ’nın muzâfun ileyhi olan  الْمَغْشِيِّ ‘ye mütealliktir.  الْمَغْشِيِّ ‘nin ism-i mef’ûl vezninde gelmesi müteallik almasına olanak sağlamıştır.

Savaşla ilgili ayet indirildiğinde kalplerinde hastalık olanların bakışları ölüm anındaki bakışa benzetilmiştir. Ayetteki teşbih, teşbih-i müekkeddir. Benzetme edatı zikredilmeyerek teşbihte mübalağa yapılmıştır. Vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Teşbih-i beliğ olmuştur. Vech-i şebeh gözlerin tek bir yöne hareketsiz ve sabit olarak yönelmesidir. Yani sure nazil olduğunda onun meclisindeyken gözlerini Peygamber Efendimiz (sav)'e çeviriyorlar ve bakmak istemedikleri için başka şeylere bakmıyorlar, vahiyden söylenenleri almak istiyorlardı. Ama savaşın söylendiğini duyunca şaşkına döndüler. Bu teşbihte kastedilen benzerliktir. Ve bu ayet Yüce Allah'ın, [Korku geldiğinde, ölümden bayılanlar gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürdün] manasındaki Ahzab/19 ayeti ile aynıdır. (Âşûr)

 مِنَ الْمَوْتِۜ  ifadesindeki  مِنَ , ta’liliyyedir. Ölümün gelişi sebebiyle demektir. (Âşûr)

Ölüm esnasında gözü yerinden kayan kimse gibi gözlerini irileştirerek, keskin bakarak, öfkeli ve mütereddit bir şekilde baktıklarını görürsün. Buna sebep ise savaştan korkmaları ve savaşa karşı direnemeyişleri, tahammül gösteremeyişleri, içten içe de kâfirlere meyilli olmalarından dolayıdır. (Kurtubî)

يَنْظُرُونَ  -  نَظَرَ  ve  نُزِّلَتْ  -  اُنْزِلَتْ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَاَيْتَ  -  نَظَرَ  ve  يَقُولُ - ذُكِرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


 فَاَوْلٰى لَهُمْۚ

 

فَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Âşûr itiraz cümlesi olduğunu söylemiştir. 

اَوْلٰى  mübtedadır. Haber sonraki ayetteki  طاعة ‘dur.  لَهُمْۚ  car mecrurunun müteallakı  اَوْلٰى ‘dır.

 Cümle haberî formda gelmiş olmasına rağmen muktezâ-i zâhirin hilafına tehdit ve beddua anlamına gelerek vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاَوْلٰى لَهُمْۚ  ifadesi ‘Yazıklar olsun bunlara!’ anlamında bir tehdittir.  اَوْلٰى  kelimesi yakınlık anlamındaki  ويل ‘den  أفعل  kalıbında bir kelimedir. Bu ifade; “Hoşlanmadıkları şeyler peşlerini bırakmasın!” anlamında bir bedduadır. (Keşşâf)

اُنْزِلَتْ  -  نُزِّلَتْ  fiillerinin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı, cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Muhammed Sûresi 21. Ayet

طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠ فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ  ...


İtaat ve güzel bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah’a verdikleri söze bağlı kalsalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 طَاعَةٌ ita’at etmektir ط و ع
2 وَقَوْلٌ ve söylemektir ق و ل
3 مَعْرُوفٌ güzel ع ر ف
4 فَإِذَا zaman
5 عَزَمَ azmedildiği ع ز م
6 الْأَمْرُ işe ا م ر
7 فَلَوْ şayet
8 صَدَقُوا sadık kalsalardı ص د ق
9 اللَّهَ Allah’a
10 لَكَانَ elbette olurdu ك و ن
11 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
12 لَهُمْ kendileri için

طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠

 

İsim cümlesidir.  طَاعَةٌ  ve  قَوْلٌ  mübtedadır. Haberi mahzuftur. Takdiri, أمثلٌ  (Misali mi?) şeklindedir. Veya haberdir mübteda mahzuftur. Takdiri, أمرنا طاعة.. أو هو (Durum veya durumumuz itaattir) şeklindedir. Veya önceki ayetteki  اَوْلٰى  kelimesinin haberi olup lafzen merfûdur.

قَوْلٌ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  مَعْرُوفٌ۠  kelimesi  قَوْلٌ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعْرُوفٌ۠  kelimesi, sülasi mücerredi  عرف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


 فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

عَزَمَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَزَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْاَمْرُ۠  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  صَدَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. خَيْراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  لَهُمْ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr) 

طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠ 

 

Fasılla gelen ayette  طَاعَةٌ , önceki ayetteki  فَاَوْلٰى ’nın haberidir.

وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠ , haber olan  طَاعَةٌ ’a matuftur. 

مَعْرُوفٌ۠  kelmesi  قَوْلٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bu cümle, öncesinden bağımsız müstakil bir sözdür; yani itaat etmeleri ve uygun söz söylemeleri onlar için daha hayırlıdır. Denilmiştir ki bu onların “Bize düşen, itaat etmek ve uygun söz söylemektir.” anlamındaki sözlerinin aktarılmasıdır. (Keşşâf)


 فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ

 

 

فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  عَزَمَ الْاَمْرُ۠  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

الْاَمْرُ۠ kelimesinin başındaki lamıtarif ahid içindir.  

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ , şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  صَدَقُوا اللّٰهَ  cümlesi şarttır.

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu  لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. 

كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124) 

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠  [İş ciddiye binince] cümlesinde mecâz-ı aklî vardır. Zira, azim (ciddiye binme), işi yapana ait olduğu halde işe nispet edilmiştir. Bu, نهارُهُ صائمٌ (Onun gündüzü oruçludur.) sözüne benzer. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

 
Muhammed Sûresi 22. Ayet

فَهَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ تَوَلَّيْتُمْ اَنْ تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَتُقَطِّعُٓوا اَرْحَامَكُمْ  ...


Demek, yüz çevirdiğinizde yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَهَلْ öyle mi?
2 عَسَيْتُمْ belki de ع س ي
3 إِنْ eğer
4 تَوَلَّيْتُمْ işbaşına gelecek olursanız و ل ي
5 أَنْ
6 تُفْسِدُوا bozgunculuk yapacaksınız ف س د
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
9 وَتُقَطِّعُوا ve koparacaksınız ق ط ع
10 أَرْحَامَكُمْ rahimleri (akrabalık bağlarını) ر ح م

Bizim “İktidara gelmiş olsanız...” şeklinde çevirmeyi tercih ettiğimiz kısmı, “küfre döndüğünüzde” şeklinde çevirmek de mümkündür. Her iki mânaya göre de imandan ve ilâhî irşaddan yüz çevirenlerin sosyal, siyasî ve ahlâkî faaliyetlerde başarılı olamayacaklarına, imkânları kötüye kullanacaklarına, tabii ve sosyal düzeni bozacaklarına işaret edilmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 57

فَهَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ تَوَلَّيْتُمْ اَنْ تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَتُقَطِّعُٓوا اَرْحَامَكُمْ

 

فَ  istînâfiyyedir. هَلْ  istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.  

عَسَى  terecci fiili, elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir. كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamir  عَسَى ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.

اِنْ تَوَلَّيْتُمْ  cümlesi itiraziyyedir. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَلَّيْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  عَسَى ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

تُفْسِدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تُفْسِدُوا  fiiline mütealliktir.  تُقَطِّعُٓوا  atıf harfi  وَ ‘la  تُفْسِدُوا ‘ye matuftur. تُقَطِّعُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَرْحَامَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَوَلَّيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

تُفْسِدُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

تُقَطِّعُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَهَلْ عَسَيْتُمْ

 

فَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  هَلْ  istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kınama ve azarlama anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Nakıs fiil  عَسَيْ ‘nın dahil olduğu isim cümlesinde haber, sonraki cümledeki masdar-ı müevveldir. 

Önceki ayetteki gaib sıygasından bu ayette muhatab sıygasına, kınama ve azarlamayı şiddetlendiren iltifat sanatı vardır.

Bu ayet-i kerîmede  هَلْ عَسَيْتُمْ  ifadesi, münafıkların davranışlarını ihbarî yapıdan istihbarî yapıya taşımıştır. Meallerin çoğunun anlama yansıtamadıkları bu ifade aslında tedrîcî olarak siz idareyi ele alıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayı ve akrabalık bağlarını parçalamayı mı umuyorsunuz? şeklindeki cevabı malum bir soru ile “siz idareyi ele alıp yeryüzünde bozgunculuk yaparsınız” şeklindeki bir ihbarî kipten daha dokunaklı hale gelmiş, onları yaptıkları davranışları düşünmeye, insaflı davranmaya sevk etmiş ve hak söze kulak vermeye çağırmış olmaktadır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Zuhaylî’nin ifadesine göre ayet-i kerîmedeki  فَهَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ تَوَلَّيْتُمْ  ifadesinde kınamayı pekiştirmek ve azarlama hususunda daha beliğ olması için gaib sıygasından muhatap sıygasına geçmek suretiyle iltifat yapılmıştır. Aynı zamanda burada belâgatta Kur’an dışında tecâhül-i ârif diye isimlendirilen haber isteme yoluna gitme durumu vardır. عَسَى kelimesi kendisinden sonra gelen hususların vukuunun beklenilmesine delalet eder. Bununla birlikte Allah Teâlâ hakkında bir şeyi ummak/olmasını beklemek tasavvur edilemez. Zira O, olmuş ve olacak her şeyi bilmektedir. Dolayısıyla  عَسَى  burada tahkik ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)


اِنْ تَوَلَّيْتُمْ اَنْ تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَتُقَطِّعُٓوا اَرْحَامَكُمْ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  تَوَلَّيْتُمْ اَنْ تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an)

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesi,  عَسٰٓى  fiilinin haberi konumundadır.  Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَتُقَطِّعُٓوا اَرْحَامَكُمْ  cümlesi  وَ  atıf harfiyle  تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Cümlede fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, istimrar, teceddüt, tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَرْحَامَ  kelimesi  رحم  kelimesinin çoğuludur. Rahim, esasen kadının çocuk yeri olan cihazıdır. Yakınlık kaynağı olması itibariyle akrabalığa da rahim denir. Bu mana ile akrabaya ulul-erham (rahim sahibi) denildiği gibi erham da denilir ki burada bu manayadır. Yani çoluğunuzu çocuğunuzu, kadınlarınızı, hısım ve akrabalarınızı parçalatabilir misiniz? Çünkü müslüman ordusunda bozgun çıkarıp, düşman istilasına sebep olunduğu takdirde meydana gelecek sonuç budur. Öbür manaca nasıl o korkaklıkla iş başına geçer, kumandayı elinize alır da vatanınızı cahiliye devri gibi bozguna verir, ihtilal içinde hısım ve akrabalarınızı yine öyle perişan edebilir misiniz? Bu ayetle yakınlarla ilgiyi kesmenin haramlığına delil getirilir. (Elmalılı)

 
Muhammed Sûresi 23. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ  ...


İşte bunlar, Allah’ın lânetleyip, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 لَعَنَهُمُ la’netlediği ل ع ن
4 اللَّهُ Allah’ın
5 فَأَصَمَّهُمْ sağır yaptığı ص م م
6 وَأَعْمَىٰ ve kör ettiği ع م ي
7 أَبْصَارَهُمْ gözlerini ب ص ر

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَعَنَهُمُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَعَنَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَصَمَّهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَعْمٰٓى  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اَبْصَارَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَصَمَّهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صمم ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda,  الَّذ۪ينَ  haberdir, mahallen merfudur. 

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  لَعَنَهُمُ اللّٰهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tehditi artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üsluptaki  فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ  cümleleri, sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ  ifadesinde temsilî istiare vardır. Onları sağır ve kör etmek hidayete nail olamayacakları anlamında müstear olmuştur.

اَعْمٰٓى  - اَبْصَارَ  ve  اَصَمَّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, اَعْمٰٓى - اَبْصَارَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Önceki ayetteki  عَسَيْتُمْ  ile bu ayetteki  اُو۬لٰٓئِكَ  kelimeleri arasında muhataptan gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Burada bunları bu şekilde kınarken, böyle kınama yoluyla bile hitaba layık olmadıklarını anlatılmaktadır. (Elmalılı)

Bu ayette şöyle bir incelik bulunmaktadır: Allah teâlâ, "onları sağır yaptı" buyurmuş, "onların kulaklarını sağırlaştırdı" dememiştir. Halbuki buna karşılık, "Allah onların gözlerini kör yaptı" buyurmuş, "Allah onları kör etti" dememiştir. Bu böyledir, zira göz, görmenin aletidir. Dolayısıyla, o göze şayet bir musibet isabet ederse, görme olmaz. Ama kulağa, onu dilme, ya da kökünden kesme gibi bir bela isabet ederse, kulak, sözü yine duyar. Çünkü kulak, dalgalanan hava çok bulunsun ve ansızın kulak zarına çarpıp da böylece, tıpkı güçlü bir sesin eziyyet vermesi gibi eziyyet vermesin diye, onda birtakım kıvrımlar ve girinti çıkıntılar bulunacak şekilde yaratılmıştır. İşte bu sebeple, hiç kulak ifadesine yer vermeksizin, "onları sağır etti" buyurmuş, gözü zikrederek de "onların gözlerini kör yaptı" buyurmuştur. Çünkü buradaki اَبْصَارَ  kelimesi "göz, gözler" anlamındadır. Bu manaya olduğu için, Cenab-ı Hak onu, çoğul olarak " اَبْصَارَ /gözler" şeklinde söylemiştir. Şayet masdar (görmek) anlamında olsaydı, çoğul olarak gelmezdi. Binâenaleyh, "sağır-sapma"da kulağın bir payı olmadığı için, "kulak" ifadesine yer verilmemiş, gözün, görmede bir payı bulunduğu, hatta görmenin tamamen kendisi olduğu için, "göz" zikredilmiştir. Bunun böyle oluşunun delili şudur: Cenab-ı Hak, bu ayetin dışındaki yerlerde, kulakla ilgili bela ve musibetlerden bahsettiğinde, o belayı kulaklara nispet eder ve ona, وقر "ağırlık" adını verir. Nitekim Cenab-ı Hak bir ayette, ["...Ve kulaklarımızda sağırlık vardır"] (Fussilet, 5); bir başka ayetinde de ["Sanki kulaklarında ağırlık vardır..."] (Lokman, 7) buyurmuştur.  وقر  kelimesinin ifade ettiği mana,  الصَّمِّ  kelimesinin ifâde ettiği mananın altındadır. الطَّرَشُ  kelimesi de böyledir. (Fahreddin er-Râzî)
Muhammed Sûresi 24. Ayet

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا  ...


Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَلَا
2 يَتَدَبَّرُونَ düşünmüyorlar mı? د ب ر
3 الْقُرْانَ Kur’an’ı ق ر ا
4 أَمْ yoksa
5 عَلَىٰ üzerinde
6 قُلُوبٍ kalbler(inin) ق ل ب
7 أَقْفَالُهَا kilitleri (-mi var?) ق ف ل

Kalp kelimesi Kur’an’da “akıl ve sağduyu” mânalarında da kullanıl­maktadır. Kur’an insanlara doğru yolu gösteriyor, ancak ondan yararlanabilmek için peşin hükümlerden, kökleşmiş inançlardan, dengeyi bozan kin ve nefret gibi duygulardan kurtularak Kur’an’ı okumak, dinlemek ve üzerinde düşünmek gerekiyor. Kalplerinin üzerinde kilitler bulunan kimselerden maksat, şartlanmışlık ve peşin hükümler yüzünden akıllarını doğru kullanamaz hale gelmiş olanlardır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 57

  Qafele قفل :

  قُفْلٌ kelimesi bildiğimiz kilit demektir ve çoğulu أقْفالٌ şeklindedir.

  Bu köke ait if'al babı formundaki أقْفَلَ fiilinin manası kilitlemek anlamındadır ve kişiyi bir fiili yapmaktan alıkoyan her türlü şey için de kullanılmaktadır. Örneğin cimri kimse elleri kilitli anlamında bu kök ile de ifade edilebilmektedir.

  قُفُولٌ sözcüğü yolculuktan dönmeyi manasına gelir. Türkçede de kullanılan قافِلَةٌ'de yolculuktan dönen topluluk demektir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli kafiledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا

 

Hemze isitifham harfidir. Ayet atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا (Gafil mi oldunuz) şeklindedir. Veya istînâfiyyedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتَدَبَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلٰى قُلُوبٍ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَقْفَالُهَا  muahhar mübteda olup lafzen merf’ûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَتَدَبَّرُونَ   fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi دبر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ 

 

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, takdiri  أغفلتم (Gafil mi oldunuz) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kınama ve taaccüp (Âşûr) anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin ( تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

يَتَدَبَّرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ ; munkatı’ istifham harfidir. Burada hemze ve  بَلْ  manasındadır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve istihza amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İsim cümlesi formunda gelen cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  عَلٰى قُلُوبٍ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَقْفَالُهَا  muahhar mübtedadır. 

Bu ayet-i kerîmedeki hemze tasdik içindir.  اَمْ  de munkatıadır. Çünkü öncekinden daha kuvvetli bir şeye dönülmüştür. Yani ayetin manası şöyledir: Kur’an’ı iyice düşünüp anlamazlar mı? İşin doğrusu onların kalpleri üzerinde kilitler vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قُلُوبٍ (kalpler) kelimesinin nekre olması iki şekilde açıklanabilir: Birincisi, ‘durumu müphem olan katı kalpler üzerinde’ anlamının kast edilmesidir. İkincisi, ‘bazı kalpler -yani münafıkların kalpleri- üzerinde’ anlamının kastedilmesidir. (Keşşâf ve Âşûr)

Ayette yer alan  قُلُوبٍ  lafzı nekre gelmiştir. Beyzâvî bu lafzın nekre gelişinin inceliklerini şu şekilde açıklar: “Kalpler kelimesinin nekre gelmesi onların bazılarının kalpleri murad edildiği içindir veya onların katılıktaki durumlarının belli olmadığını bildirmek içindir ya da aşırı cahil ve silik olduklarından sanki tanınmaz gibi nekre kılınmışlardır. Kilitlerin onlara izafe edilmesi de kilitlerin onlara has ve uygun olduğunu ve başka kilitlere benzemediğini bildirmek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı ve Âşûr)

Kalpler kelimesinin nekre gelmesi, kısım, ba'diyet ifade etmiştir. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, "Bazı kalpler üzerinde kilitler vardır.." buyurmuştur. Çünkü nekre, umumilik ifade etmez. Zira sen, "Bana, bazı adamlar geldi" dediğinde, bundan kısmîlik anlamı anlaşılır. "Bana, o adamların hepsi geldi" dediğinde ise, bütün herkes manası anlaşılır

Bu iyice anlaşıldığına göre marifelik ya elif lâm ile yahut da izafetle olur. Elif lâm'ın sağladığı marifelik ya cinsin marifeliği yahut da ahd için olur. Burada, cinsin murad edilmiş olması mümkün değildir. Çünkü her kalbin üzerinde kilit yoktur. Burada, ahdin marifeliği de kastedilmemiştir. Çünkü böylesi bir kalbe kalp denilmesi uygun olmaz. Bu marifeliğin izafet ile olmasına gelince, bunu şu şekilde ifâde edebiliriz: "Bazı kalpler üzerinde, kilitleri bulunur.." Böyle denilmesi de umulan faydanın, onlara rücû etmemesi sebebiyledir. Bu durumda o faydalar adeta o kalpler için değilmiş gibi olur. (Fahreddin er-Râzî)

Tâhir b. ‘Âşûr’a göre isti‘âre-i mekniyye vardır. Kalpler yani akıllar manaları anlayamama konusunda kapalı kapı veya sandıklara benzetilmiştir.

Ayette müstearün leh (müşebbeh) olan kalplerin katılığı müstearün minh (müşebbehün bih) olan kapıların kilitlenmesine benzetilmiş, müşebbehün bih kapılar hazf edilmiş ve onun yerine müşebbehün bihin mülazımı (kendisi ile ilgili bir husus) olan kilitler kullanılmıştır. Burada da müsteârün leh ile müsteârün minh arasındaki alaka müşabehettir. İstiâre olduğu durumdan ve sözün gelişinden anlaşıldığından hakiki anlama gelmesini engelleyen karînesi “karîne-i lafziyye” olup  عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا  ifadesidir. Çünkü kalplerin hakiki anlamda kilitleri olmaz.  (Süleyman Recep Çıbıklı , Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
Muhammed Sûresi 25. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ ارْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَىۙ الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْۜ وَاَمْلٰى لَهُمْ  ...


Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş, ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimselere
3 ارْتَدُّوا dönen(lere) ر د د
4 عَلَىٰ üzerine
5 أَدْبَارِهِمْ arkaları د ب ر
6 مِنْ
7 بَعْدِ sonra ب ع د
8 مَا
9 تَبَيَّنَ belli olduktan ب ي ن
10 لَهُمُ kendilerine
11 الْهُدَى doğru yol ه د ي
12 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
13 سَوَّلَ sürüklemiştir س و ل
14 لَهُمْ onları
15 وَأَمْلَىٰ ve uzun emellere düşürmüştür م ل و
16 لَهُمْ onları

Burada sözü edilen münafıklar, önce iman etmiş iken sonra eski hallerine dönenlerdir. Bunlar ve genellikle münafıklar vahiyden ve onun getirdiği İslâm’dan hoşnut değillerdi. Bu yüzden İslâm düşmanlarıyla iş birliği yapıyor, bazı konularda onlara yardım ediyorlardı (Haşr 59/11); bütün bunların mânevî sebebi de şeytana uymaları, bâtılı hak, çirkini güzel, kötüyü iyi görmeleri idi.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 57

اِنَّ الَّذ۪ينَ ارْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَىۙ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ارْتَدُّوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

ارْتَدُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ  car mecruru  ارْتَدُّوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  ارْتَدُّوا  fiiline mütealliktir.  مَا  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَبَيَّنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمُ  car mecruru  تَبَيَّنَ  fiiline mütealliktir.  الْهُدَىۙ  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

ارْتَدُّوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  ردد ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

تَبَيَّنَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بين ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 


الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْۜ وَاَمْلٰى لَهُمْ

 

İsim cümlesidir.  الشَّيْطَانُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  سَوَّلَ لَهُمْ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

سَوَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُمْ  car mecruru  سَوَّلَ  fiiline mütealliktir.  اَمْلٰى لَهُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

اَمْلٰى  fiili ى  üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.   

سَوَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سول ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اَمْلٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ملو ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنَّ الَّذ۪ينَ ارْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَىۙ الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْۜ وَاَمْلٰى لَهُمْ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  ارْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَىۙ , Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

عَلٰٓى اَدْبَارِ  ve  مِنْ بَعْدِ  car mecrurları, ارْتَدُّوا  fiiline mütealliktir.

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَىۙ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Masdar-ı müevvel  بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

ارْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ [arkalarına döndüler] cümlesi, iman ettikten sonra inkâr etmelerinden kinayedir. (Safvetü’t Tefâsir)   

اِنَّ ’nin haberi olan  الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْۜ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَمْلٰى لَهُمْ  cümlesi  سَوَّلَ ’ye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

“Şeytan onları azdırıyor; ben de onlara mühlet veriyorum.” anlamındadır. Tıpkı [‘’Onlara mühlet veriyoruz.’’] (Al-i İmran 3/178) ayetindeki gibi. Meçhul olarak “Onlara mühlet verildi de azgınlıklara dalıp gittiler” anlamında ve  أُمْلِيَ لهم  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)

ارْتَدُّوا -  اَدْبَارِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Muhammed Sûresi 26. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ  ...


Bu, münafıkların, Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde size itaat edeceğiz” demelerindendir. Allah, onların gizlice konuşmalarını bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu böyledir
2 بِأَنَّهُمْ çünkü onlar
3 قَالُوا dediler ق و ل
4 لِلَّذِينَ kimselere
5 كَرِهُوا hoşlanmayan(lara) ك ر ه
6 مَا
7 نَزَّلَ indirdiğinden ن ز ل
8 اللَّهُ Allah’ın
9 سَنُطِيعُكُمْ size ita’at edeceğiz ط و ع
10 فِي
11 بَعْضِ bazısında ب ع ض
12 الْأَمْرِ işin ا م ر
13 وَاللَّهُ oysa Allah
14 يَعْلَمُ biliyor ع ل م
15 إِسْرَارَهُمْ onların gizlediklerini س ر ر

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

قَالُوا  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  قَالُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَرِهُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَرِهُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَزَّلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  سَنُط۪يعُكُمْ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  نُط۪يعُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي بَعْضِ  car mecruru  نُط۪يعُكُمْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْاَمْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

نَزَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

نُط۪يعُكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ

 

اللّٰهُ يَعْلَمُ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.  وَ  haliyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  يَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِسْرَارَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ 

 

Ayetin ilk cümlesi, önceki ayet için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır. 

Âşûr, bu cümlenin beyânî istînâf olduğu görüşündedir. Kendilerine hidayet apaçık belli olduktan sonra niçin şeytanın kendilerini ayartarak dinden dönmelerine sebep olduğu sorusuna cevap niteliğindedir. (Âşûr)

ذٰلِكَ  mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Tekit ifade eden  أَنَّ  ve akabindeki  بِاَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ  cümlesi, masdar tevilinde, sebep bildiren  بِ  harfiyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  

اَنَّ ’nin haberi olan  قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  قَالُوا  fiiline mütealliktir.

Sılası olan  كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

كَرِهُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ’nın sılası olan  نَزَّلَ اللّٰهُ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin başındaki  سَ  istikbal ve tekid ifade eder. 

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)


وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi tehdit ve ikaz içindir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Lafza-i celâl ayette tekrar edilerek hem müminlerin, hem de kâfirlerin kalbine heybet hissettirme amacıyla ıtnâb yapılmıştır. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Muhammed Sûresi 27. Ayet

فَكَيْفَ اِذَا تَوَفَّتْهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ  ...


Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken hâlleri nasıl olacak?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكَيْفَ nice olur? ك ي ف
2 إِذَا
3 تَوَفَّتْهُمُ canlarını alırken و ف ي
4 الْمَلَائِكَةُ melekler م ل ك
5 يَضْرِبُونَ vurarak ض ر ب
6 وُجُوهَهُمْ yüzlerine و ج ه
7 وَأَدْبَارَهُمْ ve arkalarına د ب ر

Kulun vazifesi Allah’ın razı olduğuna razı olmak, O’nun istemediği hal ve davranıştan uzak durmaktır. Açık ve gizli kâfirler ise tam bunun tersini yapmakta, âdeta Allah’a karşı bir muhalefet bayrağı açmaktadırlar. Bu tavır ve amelin dünyadaki sonucu başarısızlık, ölüm anından başlamak üzere âhiretteki sonucu ise rezillik ve azaptır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 57

فَكَيْفَ اِذَا تَوَفَّتْهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ

 

فَ  istînâfiyyedir.  كَيْفَ  istifham ismi mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, حالهم (onların durumu nasıl) şeklindedir. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَفَّتْهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَوَفَّتْهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  يَضْرِبُونَ  fiili  الْمَلٰٓئِكَةُ ‘nin veya mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَضْرِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  وُجُوهَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَدْبَارَهُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

فَكَيْفَ اِذَا تَوَفَّتْهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ

 

فَ  istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İstifham ismi  كَيْفَ , mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri, كَيْفَ حالهم  (Onları hali nasıldır) şeklindedir. 

Âşûr; tefrî’ veya fasiha olduğunu söylemiştir. (Âşûr)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Şarttan mücerret zaman zarfı  اِذَا , mukadder mübtedaya veya mahzuf fiile mütealliktir.

Soru isminin delalet ettiği bir kelimeye mütealliktır. Takdiri: كَيْفَ حالُهم أوْ عَمَلُهم حِينَ تَتَوَفّاهُمُ المَلائِكَةُ. (Melekler onları vefat ettirirken onların halleri ve amelleri nasıldır?) şeklindedir. (Âşûr)

تَوَفَّتْهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ  cümlesi  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhidir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

يَضْرِبُونَ وُجُوهَهم وأدْبارَهُمْ  cümlesi meleklerden haldir. (Âşûr)

يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ  cümlesi,  الْمَلٰٓئِكَةُ ’nin veya mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَدْبَارَهُمْ  -  وُجُوهَهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَوَفَّتْهُمُ  de okunmuştur ki, maziye de, iki  تْ 'sinden biri hazf edilmiş muzariye de ihtimali vardır. (Beyzâvî) 

Eğer savaşsalardı vurma yeri olan sırtlarına vururlardı ki, bu da savaşacak olsalardı kaçacakları manasında tarizdir. Çünkü darb (dayak) sadece sırtlarına olmaktadır. (Âşûr)

 
Muhammed Sûresi 28. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَٓا اَسْخَطَ اللّٰهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ۟  ...


Bu, Allah’ı gazaplandıran şeylere uydukları ve O’nun hoşnut olduğu şeyleri beğenmedikleri içindir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu böyledir
2 بِأَنَّهُمُ çünkü onlar
3 اتَّبَعُوا ardınca gittiler ت ب ع
4 مَا şeylerin
5 أَسْخَطَ kızdıran س خ ط
6 اللَّهَ Allah’ı
7 وَكَرِهُوا ve hoşlanmadılar ك ر ه
8 رِضْوَانَهُ O’nu razı edecek şeylerden ر ض و
9 فَأَحْبَطَ ve boşa çıkardı ح ب ط
10 أَعْمَالَهُمْ onların amellerini ع م ل

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَٓا اَسْخَطَ اللّٰهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ۟

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اتَّبَعُوا  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اتَّبَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسْخَطَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَسْخَطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

كَرِهُوا  atıf harfi وَ ‘la  اتَّبَعُوا ‘ya matuftur. كَرِهُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  رِضْوَانَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  atıf harfidir.  اَحْبَطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَعْمَالَهُمْ۟  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ۟  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اتَّبَعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَسْخَطَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سخط ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَٓا اَسْخَطَ اللّٰهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ۟

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır. 

ذٰلِكَ  mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Tekid ifade eden  أَنَّ  ve akabindeki  بِاَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَٓا اَسْخَطَ اللّٰهَ  cümlesi, masdar tevilinde, sebep bildiren  بِ  harfiyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

اَنَّ ’nin haberi olan  اتَّبَعُوا مَٓا اَسْخَطَ اللّٰهَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ’nın sılası olan  اَسْخَطَ اللّٰهَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السُّخْطُ  kelimesi, fiile rızanın olmadığı manasında müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ  cümlesi, aynı üslupla gelerek … اتَّبَعُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

فَ , atıf harfidir.  فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ۟  cümlesi … كَرِهُوا  cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf  رِضْوَانَهُ  izafetinde, Allah’a ait zamire izafe edilmesi  رِضْوَانَ  için tazim ve teşrif ifade eder.

Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Ayette geçen اَحْبَطَ , amelin sevabını giderip hiçe indirmektir. Güzel amel günaha kefaret olup kötü ameli örttüğü gibi kötü ameller de iyi amelleri boşa çıkarır. Bu şekilde  اَحْبَطَ , kefaret ve mağfiretin zıddı demek olur. Anlaşılıyor ki onların iyi amelleri de yok değildi. Fakat Allah'ın gazabını davet eden şeyler yapıp rızasını gözetmediklerinden dolayı iyi amelleri boşa gitmiştir. (Elmalılı)

الإحْباطُ : amelin iptal olmasıdır. Yani müminlerle yaptıkları amellerden, kelime-i tevhid sözünden, namazdan, zekattan ve benzeri şeylerden faydalanmamışlardır. Surenin başında da bu manalar zikredilmiştir. (Âşûr)

 
Muhammed Sûresi 29. Ayet

اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَنْ لَنْ يُخْرِجَ اللّٰهُ اَضْغَانَهُمْ  ...


Yoksa, kalplerinde hastalık olanlar Allah’ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 حَسِبَ sandılar (mı?) ح س ب
3 الَّذِينَ
4 فِي bulunanlar
5 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
6 مَرَضٌ hastalık م ر ض
7 أَنْ
8 لَنْ asla
9 يُخْرِجَ ortaya çıkarmayacağını خ ر ج
10 اللَّهُ Allah’ın
11 أَضْغَانَهُمْ kinlerini ض غ ن
İslâm’ın açık düşmanları duygularını açıkça ortaya koyuyor, gizli düşmanları, yani münafıklar ise durumlarını gizlemeye çalışıyorlardı. Allah bunların kalplerindeki kin ve düşmanlığı birçok vesile ile ortaya çıkardı, zaman içinde pek çoğunun foyası meydana çıktı. Davranışlarını kontrol ederek duygularını gizleyenlerin ise listesi verilmedi, herkes tarafından kolayca tanınmaları için yüzlerine bir nişan konmadı. Fakat Hz. Peygamber ile yakınındaki birkaç kişi Allah’ın yardımı ile onları hem simalarından hem de konuşma tarzlarından anlar ve tanırlardı.

اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَنْ لَنْ يُخْرِجَ اللّٰهُ اَضْغَانَهُمْ

 

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ  Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. حَسِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olup mahallen merfûdur. 

حَسِبَ  kalp fiillerinden olup, sanmak anlamındadır. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. ‘Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek’ gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَرَضٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  حَسِبَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. يُخْرِجَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  اَضْغَانَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يُخْرِجَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَنْ لَنْ يُخْرِجَ اللّٰهُ اَضْغَانَهُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki   اَمْ , inkâri manada hemze ve  بل  manasında munkatıadır. (Âşûr)

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve tehdit kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

حَسِبَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  cümlesinde îcâz-ı hazif ve tekdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  مَرَضٌ ’daki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’ân Işığında Belâğat Dersleri)

Cümledeki  اَنْ  harfi  اَنَّ ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri  اَنّهُ  olan isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  لَنْ يُخْرِجَ اللّٰهُ اَضْغَانَهُمْ  cümlesi, masdar tevili ile  حَسِبَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنْ ’nin haberi olan  لَنْ يُخْرِجَ اللّٰهُ اَضْغَانَهُمْ  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Cümleye dahil olan  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çevirmiştir. Ayrıca ‘asla’ manası katarak tekid etmiştir.

لَنْ  harfi nefyi tekid içindir. Yani geçmişte inkâr edildiği gibi gelecekte de kinlerinin ortaya çıkmayacağını düşünmüyorlar. Belki de Allah onların iki yüzlülüğünü ortaya çıkaracaktır. (Âşûr)

اَنَّ ‘nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi korkuyu artırmak ve ikaz içindir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerîmede  مَرَضٌ  kelimesinde istiâre yapılmıştır. (Âşûr)  مَرَضٌ bedenî bir hastalıktır, kalbî bir hastalık olan nifak için müsteâr olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmesidir. Maraz bedeni, nifak kalbi ifsad eder. Bu kelimenin hakiki manasında kullanılmayıp müsteâr olduğunun delili, yani karîne-i mania ayet-i kerîmenin münafıkları zem siyakında olmasıdır. Bedenî hastalıkları değil kalbî fesatları zemmedilmektedir. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi

Bu sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin fasılalarındaki  م  ve  هِ  harfleriyle  oluşan ahenk, surenin genelinde olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır. 
Günün Mesajı
Nefse itaat, onun arzularına boyun eğme ve dünya adına uzun emellere düşüp, beklentilere girme, özellikle Allah yolunda infak ve bilhassa da savaş gibi İlâhi emirlere itaat konusunda insanı tökezletir ve insana ölüm korkusu verir. Bu da, kalbin ölmesine, onun duyularının işlemez hale gelmesine, kulağının sağır, gözlerinin kör olmasına açar. Âyet, önceki âyetlerde sözü edilen manevi ölümün sebebini ortaya koymaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünyalıklar için yaşayan nefsin ve onların sevgisiyle dolan kalbin sahibi; sözlerinde ve hayallerinde gayet cesurdur. Belki, gerçekten de cesur olmak-görünmek istiyordur ya da öyle olduğuna inanıyordur. Ancak şöyle bir gerçek vardır ki; kendisini korkak diye düşünenler bile (eğer kendilerini alıkoyan zaruri bir mesele içinde değillerse) yeri gelince cesur kararlar alabilirken, dünyaya bağlananlar cesur olamaz. Zira, onların korkusu daha derindir: sevdiği dünyalıkları kaybetmek.

Bunu küçümsenecek bir hal olarak değerlendirmek yerine, (kendi ya da başkalarının) geçmişinde yaşananları ve uyarıları dikkate almak da fayda vardır. İmtihan dünyasında yaşayan insanın nefsani zayıflıkları vardır, bu zayıflıklardan doğan geçmiş hataları da vardır ama bunlar direkt kötü diye nitelenip kenara atılacak şeyler değildir. Zira, asıl kötü olan, nefsini, Allah rızası için terbiye etmek yerine nefsinin keyfine göre hareket etmektir. Yani, Allah’ın kendisine bahşettiği halini geliştirerek ya da hatalarını düzelterek doğru yola yönelme fırsatlarını elinin tersiyle itmektir.

Ey Allahım!
Yaşamadığımız ve bilmediğimiz durumlarla ilgili büyük laf söylemekten ya da kaldıramayacağımız yükleri kendi dilimizle istemekten Sana sığınırız. Bizi; dünyalıklara bağlanmadan, sadece nefsimizle ihtiyacımız kadarını severek ve kalbimizle nimetlerinin şükrünü eda ederek yaşayanlardan eyle. Kalplerimizi, iman cesareti ve huzuru ile doldur. Karşımıza çıkan hayırlı fırsatları kolaylaştır ve onları hayırla değerlendirmemizi nasip eyle. Zorlu anlarımızı gönüllerimize kolaylaştır, gözlerimize güzelleştir ve bizi yalnız Sana sığınanlardan eyle. İki cihanda da rahmetin ile kuşatılanlardan ve Senin adın ile ferahlayanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji