3 Şubat 2026
Muhammed Sûresi 12-19 (507. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Muhammed Sûresi 12. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْاَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ  ...


Şüphesiz Allah, inanıp salih ameller işleyenleri, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. İnkâr edenler ise (dünya zevklerinden) yararlanırlar ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların kalacakları yer ateştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 يُدْخِلُ sokar د خ ل
4 الَّذِينَ kimseleri
5 امَنُوا inanan(ları) ا م ن
6 وَعَمِلُوا ve yapanları ع م ل
7 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
8 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
9 تَجْرِي akan ج ر ي
10 مِنْ
11 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
12 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
13 وَالَّذِينَ kimseler ise
14 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
15 يَتَمَتَّعُونَ (dünyada) biraz yaşarlar م ت ع
16 وَيَأْكُلُونَ ve yerler ا ك ل
17 كَمَا gibi
18 تَأْكُلُ yediği ا ك ل
19 الْأَنْعَامُ hayvanların ن ع م
20 وَالنَّارُ ve ateştir ن و ر
21 مَثْوًى yerleri ث و ي
22 لَهُمْ onların

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

يُدْخِلُ  fiili  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يُدْخِلُ   damme üzere mebni muzari fiiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

الصَّالِحَات  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من تحت أشجارها  (Ağaçlarının altından) şeklindedir.

تَجْر۪ي  fiili  جَنَّاتٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur. 

يُدْخِلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل  ’dir. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْاَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la istînâfiyeye matuftur. İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَتَمَتَّعُونَ  fiili mübteda  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَتَمَتَّعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَأْكُلُونَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle amili  يَأْكُلُونَ ‘nin mahzuf mef’ûlü mutlakına mütealliktir. 

تَأْكُلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْاَنْعَامُ  fail olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّارُ  mübteda olup lafzen merfûdur. مَثْوًى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. مَثْوًى  maksur isimdir.  لَهُمْ  car mecruru  مَثْوًى ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin marife halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse (yani kelimenin üçlü kökünün üçüncü harfini oluşturuyorsa) de veya kök harflerinden biri değilse de bütün îrab halleri takdiren olur.

Maksur isimlerin nekre halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse bütün îrab halleri takdiren olur ve tenvinli fetha ile yazılır ve okunur. Eğer ki kök harflerinden biri değilse bütün îrab halleri yine takdiren olur, ancak tek fetha ile yazılır ve okunur. Çünkü sondaki illet harfi ilave olunca kelime gayri munsarif olup cer ve tenvini kabul etmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَتَمَتَّعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  متع ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ 

 

Ayet, istînâfi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr) اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُدْخِلُ  fiilinin mef’ûlu konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, sonraki habere dikkat çekmenin yanında, onlara tazim amacı taşır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُۜ ‘ya takdim edilmiştir.

يُدْخِلُ  filinin ikinci mef’ûlü olan  جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.


وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْاَنْعَامُ 

 

Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi  وَ ’la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.

Müsnedün ileyh konumundaki ism-i mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

الَّذ۪ينَ ’nin haberi olan  يَتَمَتَّعُونَ , müspet muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْاَنْعَامُ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la يَتَمَتَّعُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا , amili  تَأْكُلُ  olan mahzuf bir masdara mütealliktir. Masdarın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

ما ’nın sılası olan  تَأْكُلُ الْاَنْعَامُ  cümlesi masdar tevilinde, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh kâfirler, müşebbehün bih hayvanların yemesidir.

Ayeteki bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.

اٰمَنُوا  - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, يَأْكُلُونَ  -  تَأْكُلُ  kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet-i kerîmede kendilerini bekleyen cezadan gafil olarak yaşayan ve yiyen kâfirler, kasabın bıçağından gafil bir halde dörtnala koşan ve yiyen hayvanlara benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْاَنْعَامُ  ifadesinde tebeî istiare vardır. Müstear kelime  يَأْكُلُونَ ‘dir. Kâfirlerin dünya malı hakkındaki hırsları hayvanların yemek yemesine benzetilmiştir. Vech-i şebeh hızla ve düşünmeden tüketmektir. Kafirlerin dünyadaki halleri kınanmış ve zemmedilmiştir. 


وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

النَّارُ  mübtada, مَثْوًى  haberdir.  لَهُمْ  car mecruru  مَثْوًى ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

النَّارُ , cehennemden kinayedir.

فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ  ifadesinde istiare vardır. الثُّواءِ ’nın ism-i mekanı olan  مَثْوًى , aslında sığınılacak yer demektir. Burada ateş yani Cehennemin, insanın huzur bulmak, rahatlamak için gittiği bir yere benzetilmesi, cehennemin korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. 

Ayette iman edenler zikredildikten sonra onlarla ilgili, kâfirler zikredildikten sonra da kâfirlerle ilgili bilgilerin verilmesi taksim ve tefrik sanatıdır.

جَنَّاتٍ  ve النَّارُ , tıbâka mülhak kelimelerdir.
Muhammed Sûresi 13. Ayet

وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ اَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّت۪ٓي اَخْرَجَتْكَۚ اَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ  ...


(Ey Muhammed!) Seni çıkaran kendi memleket halkından daha güçlü nice memleket halkları vardı ki, biz onları helâk ettik. Onların hiçbir yardımcısı da olmadı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَأَيِّنْ nicesini
2 مِنْ -den
3 قَرْيَةٍ kent(ler)- ق ر ي
4 هِيَ (öyle ki)
5 أَشَدُّ daha şiddetliydi ش د د
6 قُوَّةً kuvvet bakımından ق و ي
7 مِنْ -den
8 قَرْيَتِكَ senin kentin- ق ر ي
9 الَّتِي
10 أَخْرَجَتْكَ seni çıkardıkları خ ر ج
11 أَهْلَكْنَاهُمْ biz yok ettik ه ل ك
12 فَلَا ve olmadı
13 نَاصِرَ yardım eden ن ص ر
14 لَهُمْ onlara

Kurtubî’nin sahih olduğunu açıklayarak naklettiği bir rivayete göre Hz. Peygamber Mekke’yi terketmek mecburiyetinde bırakılınca, Sevr mağarasına geldiğinde geriye dönüp Mekke’ye bakarak hüzünlenmiş ve “Ey Mekke! Sen Allah’ın en çok sevdiği, benim de en çok sevdiğim şehirsin. Eğer senin müşriklerden oluşan halkın beni çıkarmamış olsalardı, seni asla terketmezdim” demiş, bunun üzerine onu ve ümmetini teselli için bu âyet inmiştir (XVI, 226). Mekke müşriklerinin de âkıbeti Allah’ın dediği gibi olmuş, ileri gelenleri yok edilmişler, güvendikleri güçleri onlara fayda vermemiş, acı sonu engelleyememiştir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 51

Kurtubî’nin sahih olduğunu açıklayarak naklettiği bir rivayete göre Hz. Peygamber Mekke’yi terketmek mecburiyetinde bırakılınca, Sevr mağarasına geldiğinde geriye dönüp Mekke’ye bakarak hüzünlenmiş ve “Ey Mekke! Sen Allah’ın en çok sevdiği, benim de en çok sevdiğim şehirsin. Eğer senin müşriklerden oluşan halkın beni çıkarmamış olsalardı, seni asla terketmezdim” demiş, bunun üzerine onu ve ümmetini teselli için bu âyet inmiştir (XVI, 226). Mekke müşriklerinin de âkıbeti Allah’ın dediği gibi olmuş, ileri gelenleri yok edilmişler, güvendikleri güçleri onlara fayda vermemiş, acı sonu engelleyememiştir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 51

وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ اَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّت۪ٓي اَخْرَجَتْكَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَاَيِّنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

كَاَيِّنْ , ‘nice, çok’ manalarına gelen çokluk edatıdır. Kendisinden sonra temyizi olan kelime  مِنْ  ile mecrur olur. (M.Meral Çörtü)  

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  قَرْيَةٍ  kelimesi lafzen mecrur, mahallen mansub  كَاَيِّنْ ‘nin temyizidir. هِيَ اَشَدُّ  cümlesi  قَرْيَةٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ  haber olup lafzen merfûdur. قُوَّةً  kelimesi  اَشَدُّ ‘nin temyizi olup fetha ile mansubdur. مِنْ قَرْيَتِكَ  car mecruru  اَشَدُّ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. قُوَّةً  melfûz mümeyyezdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّت۪ٓي  müfred müennes has ism-i mevsûl  قَرْيَتِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَخْرَجَتْكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَخْرَجَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘ dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَخْرَجَتْكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ

 

اَهْلَكْنَاهُمْ  cümlesi, mübteda  كَاَيِّنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَهْلَكْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. نَاصِرَ  kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  لَهُمْ  car mecruru  لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.

اَهْلَكْنَاهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  هلك ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

نَاصِرَ  kelimesi, sülasi mücerredi نصر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ اَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّت۪ٓي اَخْرَجَتْكَۚ اَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İlk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Çokluktan kinaye olan  كَاَيِّنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَرْيَةٍ  temyizidir.

Ayet-i kerime’de geçen  كَاَيِّنْ  lafzı,  كم  manasındadır. Bu kelime, teşbih edatı  ك  ile sayıda çokluk ifade eden tenvinli  اىّ  kelimesinden meydana gelir. Bu kelime; devamlı cümle başında bulunan, temyize muhtaç olarak müphem halde gelen, temyizi çoğunlukla  من  harf-i ceri ile yapılan mebni bir kelimedir. (Süyûtî, el-İtkan, c. 1, s. 463) 

كَاَيِّنْ , ‘nice, çok’ manalarına gelen çokluk edatıdır. Kendisinden sonra temyizi olan kelime مِنْ  ile mecrur olur. (M. Meral Çörtü)

هِيَ اَشَدُّ قُوَّةً  cümlesi  قَرْيَةٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قُوَّةً  temyizdir.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV, Tekid)

الَّت۪ٓي اَخْرَجَتْكَۚ  cümlesi  قَرْيَتِ  için sıfattır.  Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sılası olan  اَخْرَجَتْكَ  cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

 مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ اَشَدُّ  ifadesinde mecâzî isnad vardır. Kuvvetli olan karye değil, orada yaşayan insanlardır.

قُوَّةً - اَشَدُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَرْيَ  (şehir) kelimesiyle orada bulunan insanlar murad edilmektedir. Bu sebeple, devamında çoğul olarak “Biz onları helak ettik.” buyurmuştur. Sanki şöyle demektedir: Seni yurdundan sürüp çıkaran kavminden daha güçlü nice kavimleri helak ettik. Seni çıkardılar ifadesinin anlamı, Senin oradan çıkmana sebep oldular demektir. (Keşşâf)

Aslı  أهل القريتك  olan ifadede muzâf hazf edilmiş, hükmü muzâfun ileyhe verilmiştir. (Beyzâvî) 

اَهْلَكْنَاهُمْ  cümlesi  كَاَيِّنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır. 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile haber cümlesine atfedilmiştir. Cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  نَاصِرَ , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. Car mecrur  لَهُمْ , bu mahzuf habere mütealliktir.  لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَلَا نَاصِرَ  sözündeki ism-i fail, cinsini nefyeden لَا ‘dan sonra vaki olduğu için cins kastedilmiştir. Zamanla alakası yoktur. (Âşûr) 

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Yok etme işi, geçmişte olmuştur. Halbuki bu ifade, hal ve istikbali anlatır. Binaenaleyh Cenab-ı Hak niçin, [‘’Onların hiçbir yardımcısı bulunmaz’’] buyurmuştur? Buna şöyle cevap verilir: Bu ifade, hikaye edilen bir olayla ilgilidir. Adeta “Onları hiç kimseden yardım göremedikleri bir halde helak ettik.” buyurulmuştur. (Keşşâf)

 
Muhammed Sûresi 14. Ayet

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ  ...


Rabbinin katından açık bir belgesi olan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen ve nefislerinin arzularına uyan kimseler gibi midir?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse olur mu?
2 كَانَ olan ك و ن
3 عَلَىٰ üzerinde
4 بَيِّنَةٍ bir delil ب ي ن
5 مِنْ -nden
6 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
7 كَمَنْ kimseler gibi
8 زُيِّنَ süslendirilen ز ي ن
9 لَهُ kendilerine
10 سُوءُ kötü س و ا
11 عَمَلِهِ işi ع م ل
12 وَاتَّبَعُوا ve uyan ت ب ع
13 أَهْوَاءَهُمْ keyiflerine ه و ي

Hz. Peygamber ve diğer müminler Mekke’den Medine’ye göç ederken her şeylerini kaybetmiş, zarara uğramış, şirk ve inkârda ısrar eden müşrikler ise kazanmış gibi görünüyorlardı. Bu görüntünün geçici ve aldatıcı olduğu, biri dünyaya diğeri âhirete ait iki önemli değer üzerinden yapılan bir mukayese ile anlatılıyor. Dünyada müminlerin değerli kazanımları kesin iman ve bilgidir; bu iman ve bilginin aydınlattığı bir hayat yolunda ilerlemeleridir. Buna karşılık müşriklerin inançları kanıtsız, bilgileri temelsizdir; gece karanlığında el yordamıyla yol bulmaya çalışmaktadırlar. Müminlerin âhiretteki değerli kazançları, âyette misal verilerek anlatılan cennettir, Allah tarafından bağışlanmaktır, O’nun rızasının tecellisini yaşamaktır. İnkârcıların âhirette elde ettikleri şey ise acılarla dolu cehennemdir.

Cennetin doğrudan kendisini anlatmak, onu dünya hayatına ait kelimeler ve kavramlarla tanıtmak, insan zihninin yapısı bakımından mümkün değildir. Orası ayrı bir âlem, ayrı bir varlık boyutu, farklı bir mahiyetler bütünüdür. Ama yine de insanları imrendirmek ve özendirmek için bir şekilde anlatılması gerekir. Kur’an’ın âhiret hallerini anlatmak için seçtiği anlatım yolu, insanların en azından kendi yaşadıkları, algıladıkları dünya hallerinden örnekler vererek onların âhiret hakkında kıyaslama yoluyla bir fikre varmalarını sağlamak, bunun için mecazlar kullanmak ve misaller vermektir. Âyette verilen misaller sonuçta cennet hayatının, çeşitli zevklerle dolu, insanın mutluluk içinde yüzeceği bir hayat olduğu noktasına varır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 51-52

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.  عَلٰى بَيِّنَةٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

 مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  بَيِّنَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf- ceriyle ilk  مَنْ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  زُيِّنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

زُيِّنَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهُ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline mütealliktir. سُٓوءُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

عَمَلِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اتَّبَعُٓوا  atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. 

اتَّبَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

زُيِّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اتَّبَعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ


فَ  istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. 

Mevsûlün sılası olan  كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪  cümlesi,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

عَلٰى بَيِّنَةٍ ’in müteallakı olan  كَانَ ’nin haberi mahzuftur.  بَيِّنَةٍ ’deki nekrelik tazim ifade eder.

رَبِّه۪  izafeti, muzâfun ileyhe şeref kazandırmıştır.

عَلٰى بَيِّنَةٍ ‘deki  عَلٰى harf-i ceri, temekkün manasında mecâzi istilâ içindir.(Âşûr) 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette mütekellim Allah Teala olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.  

بَيِّنَةٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallik olan  مِنْ رَبِّه۪  izafeti,  ه۪  zamirinin ait olduğu kişiye şeref kazandırmıştır. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ  ibtidâiyyedir. Rabb kelimesinin muzâf olduğu bir gruba ait zamir; Allah’ın delillerine yapışan grubun Allah’a olan yakınlığına dikkat çekmek içindir. (Âşûr) 

Bu kelam, iki fırkanın yani müminler ile kâfirlerin birbirine zıt olduğunu, müminlerin, âlâ-i iIliyyînde (yüceler yücesinde), kâfirlerin ise, esfeli safilinde (aşağıların aşağısında) olduklarını ve her birinin bu halinin sebebini açıklamaktadır. (Ebüssuûd) 

Ayetteki, كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ [Kötü ameli, kendisine süslü gösterilmiş kimse…] ifadesinde, fiil ve zamirlerin müfred getirilmeleri,  مَنْ  edatının lafzından dolayı;  اتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ [Hevâ-ü heveslerine uyanlar…] ifadesindeki fiil ve isimlerin çoğul getirilişi ise, yine  مَنْ  edatının, mana itibariyle çoğul sayılışından ötürüdür. Çünkü  مَنْ  edatı, çoğul ve umumîlik manalarını da ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)  

Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  كَمَنْ , ilk mevsûlün mahzuf haberine mütealliktir.  مَنْ ’in sılası olan  زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , konudaki önemine binaen fail olan  سُٓوءُ عَمَلِه۪ ’ye takdim edilmiştir.

Ayetteki müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh kötü ameli süslü gösterilen kimse, müşebbehün bih inanan kimsedir. 

زُيِّنَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Atfedildiği cümledeki müfret zamirden bu cümlede, cemi zamire iltifat edilmiştir.

تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ  [Hevaya tabi olmak] ibaresinde istiare vardır. Onların kötü arzuları helake çağıran davetçiler, dalalet yollarını gösteren rehberler yerine konmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

Farklı kişileri belirten  مَنْ ’lerde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu süslü gösterme, yaratılış itibariyle Allah tarafındandır. Şeytan tarafından da davet ve vesvese suretinde olması mümkün olabileceği gibi, kafir tarafından da olması mümkündür. Yani kâfirin kendisi yaptığı kötü işi kendi kendisine süslü göstermiş ve küfür üzere ısrar etmiş olur. (Kurtubî)
Muhammed Sûresi 15. Ayet

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ وَلَهُمْ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْۜ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ  ...


Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu (şudur) م ث ل
2 الْجَنَّةِ cennetin ج ن ن
3 الَّتِي
4 وُعِدَ söz verilen و ع د
5 الْمُتَّقُونَ muttakilere و ق ي
6 فِيهَا içinde vardır
7 أَنْهَارٌ ırmakları ن ه ر
8 مِنْ -dan
9 مَاءٍ su- م و ه
10 غَيْرِ olmayan غ ي ر
11 اسِنٍ bozulma ا س ن
12 وَأَنْهَارٌ ve ırmakları ن ه ر
13 مِنْ -ten
14 لَبَنٍ süt- ل ب ن
15 لَمْ
16 يَتَغَيَّرْ değişmeyen غ ي ر
17 طَعْمُهُ tadı ط ع م
18 وَأَنْهَارٌ ve ırmakları ن ه ر
19 مِنْ -tan
20 خَمْرٍ şarap- خ م ر
21 لَذَّةٍ lezzet veren ل ذ ذ
22 لِلشَّارِبِينَ içenlere ش ر ب
23 وَأَنْهَارٌ ve ırmakları ن ه ر
24 مِنْ -dan
25 عَسَلٍ bal- ع س ل
26 مُصَفًّى süzme ص ف و
27 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
28 فِيهَا orada
29 مِنْ -ten
30 كُلِّ her çeşit- ك ل ل
31 الثَّمَرَاتِ meyvalar ث م ر
32 وَمَغْفِرَةٌ ve bağışlama (vardır) غ ف ر
33 مِنْ -nden
34 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
35 كَمَنْ kimseler gibi olur mu?
36 هُوَ o
37 خَالِدٌ ebedi kalan خ ل د
38 فِي
39 النَّارِ ateşte ن و ر
40 وَسُقُوا ve içirildiği س ق ي
41 مَاءً suyun م و ه
42 حَمِيمًا sıcak ح م م
43 فَقَطَّعَ parça parça kesen ق ط ع
44 أَمْعَاءَهُمْ barsaklarını م ع ي

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

İsim cümlesidir.  مَثَلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, في ما يتلى عليكم مثل الجنّة- أو مثل الجنّة ما تقرؤون (Size Cennette okunanlarda olduğu gibi) şeklindedir.

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  جَنَّةِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  وُعِدَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وُعِدَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  الْمُتَّقُونَ  naib-ifail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْمُتَّقُونَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir. İftiâl babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. 

Kökü  وقي  olup, iftiâl babından gelmiştir. İftiâl babı fiile şu manaları kazandırabilir:

1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek. Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.

İlgili Tefsir Yorumu: Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.

Muttaki: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ

 

ف۪يهَٓا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْهَارٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْ مَٓاءٍ  car mecruru اَنْهَارٌ  mahzuf sıfatına mütealliktir. 

غَيْرِ  ikinci sıfat olup kesra ile mecrurdur.  اٰسِنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰسِنٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  أسن  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la ilk  اَنْهَارٌ ‘a matuftur. اَنْهَارٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْ لَبَنٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. لَمْ يَتَغَيَّرْ  fiili  لَبَنٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَتَغَيَّرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  طَعْمُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İkinci  اَنْهَارٌ , atıf harfi وَ ‘la birincisine matuftur. مِنْ خَمْرٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  لَذَّةٍ  kelimesi  خَمْرٍ  sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

لِلشَّارِب۪ينَ  car mecruru  لَذَّةٍ ‘e mütealliktir. Üçüncü  اَنْهَارٌ , atıf harfi وَ ‘la birincisine matuftur.  مِنْ عَسَلٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  مُصَفًّى  kelimesi  عَسَلٍ ‘in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

يَتَغَيَّرْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi غير ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

لشَّارِب۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  شرب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُصَفًّى  kelimesi, sülasi mücerredi  صفو  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


 وَلَهُمْ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la ilk  اَنْهَارٌ ‘a matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda mahzuftur. Takdiri, أصناف (sınıflar) şeklindedir.

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  مِنْ كُلِّ  car mecruru mukadder mübtedanın mahzuf sıfatına mütealliktir.  الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَغْفِرَةٌ  atıf harfi وَ ‘la mukadder mübtedaya matuftur.  مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  مَغْفِرَةٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ

 

İsim cümlesidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri, أمن هو في هذا النعيم   (Bu nimetlerin içinde olan gibi mi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ خَالِدٌ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَالِدٌ  haber olup lafzen merfûdur. فِي النَّارِ  car mecruru  خَالِدٌ ‘e mütealliktir.  سُقُوا  atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. 

سُقُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  حَم۪يماً  kelimesi  مَٓاءً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  قَطَّعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَمْعَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَطَّعَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

خَالِدٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

İstînâfi beyâniyye olarak (Âşûr) fasılla gelmiş ayetin ilk cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsnedün ileyh olan  مَثَلُ الْجَنَّةِ ‘nin haberi mahzuftur.

Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.

الْجَنَّةِ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  الَّت۪ي ‘nin sılası olan  وُعِدَ الْمُتَّقُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi, tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وُعِدَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

Burada takdir,  أ مَثَلُ  şeklindedir. Bu hazifte; inatçıların inadını, kibirlenmelerini, hakla batılı bir tutmalarını, apaçık delillere tutunanlarla hevâsına uyanları bir tutmalarını daha iyi tasvir etme gayesi vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada müminlerin, takva sahipleri olarak ifade edilmeleri, bize bildiriyor ki, iman ve salih ameller de, takvanın kapsamına dahildir. Takva ise, bütün vâcipleri îfa etmekten ve bütün kötülükleri terk etmekten ibarettir. (Ebüssuûd) 


 ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪يهَٓا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْهَارٌ  muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyh olan  اَنْهَارٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, nev ve kesret ifade etmiştir.

مِنْ مَٓاءٍ  car mecruru اَنْهَارٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

 غَيْرِ اٰسِنٍ  izafetiاَنْهَارٌ  için ikinci sıfattır.  اٰسِنٍۚ ‘deki nekrelik umum içindir.

اَنْهَارٌ , öncesindeki  اَنْهَارٌ ’a atfedilmiştir.  مِنْ لَبَنٍ  car mecruru, اَنْهَارٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ  cümlesi  لَبَنٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.

Üçüncü  اَنْهَارٌ  kelimesi, atıf harfi  وَ  ile öncesindeki  اَنْهَارٌ ’a atfedilmiştir. مِنْ خَمْرٍ  car mecruru اَنْهَارٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. لِلشَّارِب۪ينَ  car mecruru, خَمْرٍ  için sıfat olan  لَذَّةٍ ’e mütealliktir.

وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ  ibaresindeki dördüncü  اَنْهَارٌ  da diğerlerine matuftur. Hepsi farklı nehirlerdir. Aralarındaki cihet-i câmia, temâsüldür. 

مِنْ عَسَلٍ  car mecruru,  اَنْهَارٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. مُصَفًّى  kelimesi,  عَسَلٍ için sıfattır. 

مَٓاءٍ - لَبَنٍ - خَمْرٍ - عَسَلٍ  kelimelerinin nekreliği nev, tazim ve kesret ifade eder.

Cennet şarabının sadece lezzet vermesi, kötü tadı, kötü kokusu, sarhoşluğu ve baş ağrısı olmaksızın, sırf zevk ve lezzet vermesi demektir. Cennet balının safi olması, bal mumu, arının pisliği ve diğer şeylerden safi olmasıdır. (Ebüssuûd) 

ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ [Orada ırmaklar vardır.] diye başlayan cümle de sıla tekrar ediliyormuş gibi sılanın hükmüne dahildir. Dikkat edersen, الَّت۪ي ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ (Öyle bir cennet ki orada ırmaklar var.) demen doğru olmaktadır. Bunun; هي فيها أنهار (O [cennet], içinde ırmaklar bulunan bir yerdir.) şeklinde gizli bir mübtedanın haberi olması da caizdir. Sanki biri; “O cennetin misali nasıldır?” diye sormuş da; “Orada ırmaklar vardır.” denmiştir. فيها أنهار  ifadesinin; ‘içinde ırmaklar bulunduğu halde’ anlamında hal konumunda olması da mümkündür. (Keşşâf)

Zuhaylî’nin beyanına göre ayet-i kerîmede cennet nimetlerine teşvik etmek maksadıyla اَنْهَارٌ  lafzı dört kere tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Cennetteki nehirlerin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Bu ifadelerde, temsil yoluyla dünya içeceklerinin en lezzetlileriyle cennete üstün bir şekilde teşvik vardır. Çünkü bu sayılanlar, bolluk ve süreklilik özelliklerinin yanı sıra, değerlerini düşüren ve bulandıran şeylerden soyutlanmış olarak, bildiğimiz içeceklerin en değerlileridir. Allah (cc), bu nimetleri sayarken önce su nehirlerini andı. Çünkü bunlar, Arap topraklarının tamamen yabancısı olduğu ve Arapların son derece ihtiyaç duydukları şeylerdir. Bu nehirlerin suyu bozulmadığı için, ”bozulmayan" diye nitelenmiştir. Süt az olduğu için, onun nehirlerde akması son derece gariptir. Bu yüzden, ikinci olarak süt anılmıştır. Şarap pahalı olduğu için üçüncü olarak anılmış, en azı ve en şereflisi olduğu için de son olarak bal zikredilmiştir. (Ruhu’l Beyân)


وَلَهُمْ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْۜ 

 

 

Atıf harfi  وَ  ile … ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  ve  ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Takdiri, أصناف (sınıflar) olan mübteda mahzuftur

مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  car mecruru, mukadder mübtedanın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  ifadesi, meyve cinslerinin tümünü içine alır.  الثَّمَرَاتِ  marifeliği cins içindir.  كُلِّ kuşatıcı şeklindeki hakiki anlamında kullanılmıştır.  مِنْ  teb’ıziyyedir.(Âşûr) 

مَغْفِرَةٌ , mahzuf mübtedaya matuftur. 

مَغْفِرَةٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.  مِنْ رَبِّهِمْۜ  car mecruru, مَغْفِرَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Ayette  مَغْفِرَةٌ  kelimesi, belirsiz olarak gelmiş ve bunun Allah tarafından olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu, tekid ifade etmektedir. Aslında bağışlanma, cennetten önce olur. Burada murad edilen mana şudur: ”Bağışlamanın verdiği ve sebep olduğu nimetler..."(Ruhu’l Beyân)

Car mecrurların müteallaklarının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Veciz ifade kastına matuf   رَبِّهِمْۜ  izafetinde, Rabb isminin muzâf olmasıyla  هِمْۜ  zamirinin ait olduğu cennettekiler şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette müttakilere cennette verilecek nimetler sayılarak taksim sanatı yapılmıştır. 

Müttaki, cennete zaten mağfiret olunduktan sonra girer. Dolayısıyla müminler için cennette bir de mağfiret olması ne manadadır? Deriz ki: Bunun manalarından biri, "Onlar için orada mağfiret vardır, yani artık onlardan mükellefiyet ve külfetler kaldırılmıştır. Binaenaleyh onlar, dünyadakinin aksine, hesapsız olarak yer, içerler. Çünkü dünyadaki yiyecek ve meyveler hususunda insanlar için, birtakım sınırlar ve cezalar söz konusudur. (Fahreddin er-Râzî) 


كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, mahzuf habere mütealliktir. Takdiri,  أمَنْ هو في نعيم (Bir nimet içinde olan gibi mi) şeklindedir.

Veya bu cümle  مَثَلُ ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.

مَنْ ’in sılası olan  هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سُقُوا مَٓاءً  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

سُقُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

حَم۪يماً  kelimesi  مَٓاءً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Aynı üslupta gelen  فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً  cümlesine atfedilmiştir.

Ayetteki müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh ateşte olan kimse, müşebbehün bih cennette olan kimsedir. 

لَبَنٍ  -  خَمْرٍ -  عَسَلٍ  -  ثَّمَرَاتِ  ve اَنْهَارٌ - مَٓاء -  لِلشَّارِب۪ينَۚ -  سُقُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr;  مَٓاء , اَنْهَارٌ , مَنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Muhammed Sûresi 16. Ayet

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِــعُ اِلَيْكَۚ حَتّٰٓى اِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ اٰنِفاً۠ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ  ...


Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıktıkları zaman (alay ederek), kendilerine bilgi verilmiş olanlara, “Az önce ne söyledi?” derler. İşte bunlar, Allah’ın, kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْهُمْ ve onlardan
2 مَنْ kimisi
3 يَسْتَمِعُ seni dinler س م ع
4 إِلَيْكَ gelip
5 حَتَّىٰ nihayet
6 إِذَا zaman
7 خَرَجُوا çıktıkları خ ر ج
8 مِنْ -dan
9 عِنْدِكَ senin yanın- ع ن د
10 قَالُوا derler ق و ل
11 لِلَّذِينَ olanlara
12 أُوتُوا verilmiş ا ت ي
13 الْعِلْمَ bilgi ع ل م
14 مَاذَا ne?
15 قَالَ söyledi ق و ل
16 انِفًا az önce ا ن ف
17 أُولَٰئِكَ onlar
18 الَّذِينَ kimselerdir
19 طَبَعَ mühürlediği ط ب ع
20 اللَّهُ Allah’ın
21 عَلَىٰ üzerini
22 قُلُوبِهِمْ kalbleri ق ل ب
23 وَاتَّبَعُوا ve ardına düşmüş ت ب ع
24 أَهْوَاءَهُمْ keyiflerinin ه و ي

Burada mukayese münafıklar ile müminler arasındadır. Müna­fıklar Hz. Peygamber’in yanında ve yakınında bulunuyor ve onu dinliyorlardı, ama kalplerinde iman bulunmadığı için bu beraberlik ve ondan duydukları şeyler kendilerini rahatsız ediyor, yeri geldikçe alay ederek, olmadık sorular sorarak, problemler çıkararak rahatlamaya çalışıyorlardı. Hem dinleyip hem de başkalarına “O şimdi ne dedi!” diye soru sormak, bir yandan dinlediklerini alaya almak, bir yandan da söyleyeni önemsememektir. Bu tavır ve davranışın sonu kalbin kararması, zihnin şartlanması, doğruyu arama ve bulma kabiliyetinin körleşmesidir. Müminler ise peygamberlerini dinleyerek onun açıklamalarından yararlanmakta, akıllarını düzgün çalıştırmakta, doğru yolda ilerlemeye devam ederken davranışlarında Allah’a itaati merkeze almaktadırlar.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 52

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِــعُ اِلَيْكَۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَسْتَمِــعُ  ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَسْتَمِــعُ  damme üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَيْكَ  car mecruru  يَسْتَمِــعُ  fiiline mütealliktir. 

يَسْتَمِــعُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

   

حَتّٰٓى اِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ اٰنِفاً۠

 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَرَجُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَرَجُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مِنْ عِنْدِكَ  car mecruru  خَرَجُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالُوا لِلَّذ۪ينَ  cümlesi şartın cevabıdır. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  قَالُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُو۫تُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْعِلْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Mekulü’l-kavli  مَاذَا قَالَ اٰنِفاً۠ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَاذَا  istifham ismi  قَالَ ‘nin mukaddem mef’ûlü olarak mahallen mansubdur. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اٰنِفاً۠  hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۫تُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اٰنِفاً۠  kelimesi, sülasi mücerredi  أنف  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  طَبَعَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

طَبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâil fail olup lafzen merfûdur. عَلٰى قُلُوبِهِمْ  car mecruru  طَبَعَ  filine mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اتَّبَعُٓوا  atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّبَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اتَّبَعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِــعُ اِلَيْكَۚ 

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

Muahhar mübteda müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

حَتّٰٓى اِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ اٰنِفاً۠ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  حَتّٰٓى  ibtidâ harfi, اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda ve şart cümlesi olan  خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُوا لِلَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ اٰنِفاً۠ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  قَالُوا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اُو۫تُوا الْعِلْمَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اُو۫تُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَاذَا قَالَ اٰنِفاً۠  cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَاذَا  istifham ismi  قَالَ  fiilinin mukaddem mef’ûlü konumundadır. 

اٰنِفاً۠  kelimesi  قَالَ ’nin zamirinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

قَالُوا - قَالَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümlenin başındaki حَتّٰٓى  kelimesi, müfessirlerin görüşüne göre, atıf içindir. Buna göre, حَتّٰٓى  ile atfetmek, ancak, matufun (atfedilenin) matufun aleyhten bir cüz olması halinde ancak güzel olur. Bu cüz oluş, daha üstün veya daha alt derecede olma tarzında olabilir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  اٰنِفاً۠  ifadesi için kimi müfessirler manasının, "Az önce, demin" şeklinde olduğunu; başlamak anlamına gelen "istinaf" kökünün de bu kökten geldiğini söylerler. Buna göre evlâ olan, şöyle denmesidir: "O münafıklar, tıpkı, bir kimseden bir şeyin tekrarını isteyen kimsenin, "Hele, sözünü yeni baştan söyle de, böylece bir şeyi kaçırmış olmayayım!.." demesi gibi, sözünü, yeni baştan tekrarlamalarını istemeleri manasında, "Sahi, o demin ne söyledi?" derler. (Fahreddin er-Râzî)


 اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişileri tahkir ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  cümlesi,  müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi bu kişilerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması korkuyu ve haşyet duygularını artırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

طَبَعَ  -  اتَّبَعُٓوا  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  ifadesinde istiare vardır. Müstear lafız  قُلُوبِهِمْ  olmak üzere meknî istiaredir. Onların kalpleri içine herhangi bir şeyin girmesine izin verilmeyen mühürlü bir kaba benzetilmiştir.
Muhammed Sûresi 17. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَاٰتٰيهُمْ تَقْوٰيهُمْ  ...


Hidayete erenlere gelince, Allah onların hidayetini artırır. Onların Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını sağlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimselere gelince
2 اهْتَدَوْا hidayet bulan(lara) ه د ي
3 زَادَهُمْ onların artırmıştır ز ي د
4 هُدًى hidayetlerini ه د ي
5 وَاتَاهُمْ ve onlara vermiştir ا ت ي
6 تَقْوَاهُمْ korunmalarını و ق ي

وَالَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَاٰتٰيهُمْ تَقْوٰيهُمْ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اهْتَدَوْا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اهْتَدَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

زَادَهُمْ  fiili, mübteda olan  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  زَادَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هُدًى  ikinci mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

اٰتٰيهُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اٰتٰيهُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَقْوٰيهُمْ  ikinci mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اهْتَدَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اٰتٰيهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَالَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَاٰتٰيهُمْ تَقْوٰيهُمْ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek ve tazim içindir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.

İsm-i mevsûlün sılası olan  اهْتَدَوْا  müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

زَادَهُمْ هُدًى  cümlesi, mübtedanın haberidir. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

وَاٰتٰيهُمْ تَقْوٰيهُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  زَادَهُمْ هُدًى  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

تَقْوٰي - اهْتَدَوْا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

هُدًى - اهْتَدَوْا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Muhammed Sûresi 18. Ayet

فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةًۚ فَقَدْ جَٓاءَ اَشْرَاطُهَاۚ فَاَنّٰى لَهُمْ اِذَا جَٓاءَتْهُمْ ذِكْرٰيهُمْ  ...


Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَهَلْ -mı?
2 يَنْظُرُونَ bekliyorlar- ن ظ ر
3 إِلَّا yalnızca
4 السَّاعَةَ sa’atin س و ع
5 أَنْ
6 تَأْتِيَهُمْ kendilerine gelmesini ا ت ي
7 بَغْتَةً ansızın ب غ ت
8 فَقَدْ işte
9 جَاءَ geldi ج ي ا
10 أَشْرَاطُهَا onun belirtileri ش ر ط
11 فَأَنَّىٰ neden mümkün olsun? ا ن ي
12 لَهُمْ onlara
13 إِذَا sonra
14 جَاءَتْهُمْ kendilerine geldikten ج ي ا
15 ذِكْرَاهُمْ öğüt almaları ذ ك ر

Hz. Peygamber’in şahsiyeti, ahlâkı, tebliğ ettiği Kur’an’daki ikna edici deliller ve kıyamet alâmetleri, aklını iyi kullanan kimselerin imana gelmeleri için yeterli etkenler ve delillerdir. Ancak inkâra saplanıp kalanlar bir türlü iman etmemekte, âdeta kıyameti beklemektedirler. Kıyamet kopunca iman etmenin de, ibret almanın da faydası yoktur, o zaman artık imtihan bitmiş, cevaplar açıklanmış olmaktadır.

Kıyamet alâmetleri, kıyametin yaklaştığını gösteren olaylar ve oluşlar­dır. İman konularını içeren kaynaklarda, ilgili rivayetlere dayanılarak bu alâmetlerin küçükleri ve büyükleri hakkında geniş bilgiler verilmiştir. Burada “geldiği bildirilen alâmetler”in neler olduğu konusunda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Muhammed aleyhisselâm son peygamber, İslâm da son dindir. Şu halde gelmiş bulunan en önemli ve objektif alâmetler bunlardır. Hz. Peygamber bir hadislerinde, orta ve işaret parmaklarını birleştirerek, “Benim gönderilmem ile kıyamet birbirine şu iki parmak kadar yakındır” buyurmuşlardır (Buhârî, “Talâk”, 25; Müslim, “Cum‘a”, 43; “Fiten”, 135). Tabii buradaki yakınlık izâfî bir yakınlıktır, dünyanın ve insanlığın ömrünün son dilimidir. Bu dilim bütüne nisbetle küçüktür, ama kendisi bizim ölçülerimize göre önemli ölçüde uzun ve büyük olabilir. Cibrîl hadisi diye bilinen hadisin sonunda Peygamber efendimize, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorulduğunda onu bilmediğini ifade etmiş, alâmet olarak şunları zikretmiştir: Savaşların artması, köleliğin yayılması, ayağın baş olması, kırsal bölge insanlarının kent hayatının lüksüne kapılmaları ve bu konuda yarışa girmeleri (Müslim, “Îmân”, 1, 5, 7).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 52-53

   Şerata شرط :

  شَرْطٌ bir meseleyle ilgili bu meselenin vuku bulmasının kendi vuku bulmasına bağlı olduğu her türlü hüküm/şarttır. Bu mesele onun bir alameti/nişanı mesabesindedir. Buradan hareketle alamet, işaret veya nişana da شَرْطٌ denmiştir. Çoğulu أشْراطٌ olarak gelir. 

  Fiil olarak kullanılan إشْتَرَطَ formu şart koşmak anlamında kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri şart, şerâit, şerit ve meşrutiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةًۚ

 

فَ  istînâfiyyedir.  هَلْ  istifham harfidir. Muzari fiile dâhil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dâhil olmaz. 

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un subutuyla merfu muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  السَّاعَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  السَّاعَةَ ‘den bedel olup mansubdur. Takdiri, ينظرون إتيان الساعة (Kıyametin gelmesini bekliyorlar.) şeklindedir.

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

تَأْتِيَهُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بَغْتَةً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.   

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَقَدْ جَٓاءَ اَشْرَاطُهَاۚ 

 

فَ  ta’liliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir. جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَشْرَاطُهَا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 فَاَنّٰى لَهُمْ اِذَا جَٓاءَتْهُمْ ذِكْرٰيهُمْ

 

فَ  istînâfiyyedir. اَنّٰى  istifham ismi, mahzuf mübtedanın haberine müteallik olup mahallen mansubdur. Takdiri, ذكراهم  (Onlara hatırlatma) şeklindedir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَتْهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَٓاءَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ذِكْرٰيهُمْ  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ذِكْرٰي  maksur isimlerdendir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, كيف يتذكرون (Nasıl tezekkür ediyorlar) şeklindedir.

فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةًۚ

 

فَ , istînâfiyyedir.  هَلۡ  istifham harfi, nefy manasındadır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Nefy manasında gelen  هَلْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır.

يَنْظُرُونَ  maksûr/sıfat,  السَّاعَةَ  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başkasına değil bu mef’ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

İstisnanın ifade ettiği kasr, iddaî kasrdır. (Âşûr) 

Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden  تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً  cümlesi, masdar teviliyle  السَّاعَةَ ‘den bedel-i iştimâl konumundadır. (Âşûr) Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bedel; atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

بَغْتَةً  kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümleler muzari fiil sigasıyla gelmiştir. Çünkü muzari fiil, aslen olayın canlandırılmasına delalet eder. Bizi olayın içinde geçtiği zamana götürür, böylece okuyucu her ne kadar geçmişte gerçekleşmiş olsa da olayı kolayca zihninde canlandırır. Muzari fiil geçmiş zamanda olan bir şeyi canlandırır ve şimdiki zamana getirir ya da gelecekte olacak bir olayı canlandırıp şimdiki zamana getirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.305)

السَّاعَةَ  kıyamet gününden kinayedir.

Kıyamet, dirilme, haşr (toplanma) ve hesaba çekilme gibi, onda meydana gelecek işlerin zamanı ve saati olduğu için, "saat" diye isimlendirilmiştir.(Fahreddin er-Râzî)


 فَقَدْ جَٓاءَ اَشْرَاطُهَاۚ 

 

فَ , fasiha olup, ta’lil manasındadır. (Âşûr) Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

اَشْرَاطُهَا  izafeti  جَٓاءَ  fiilinin failidir. İzafet, kısa yoldan izah içindir.

اَشْرَاطُ  kelimesi, ‘alametler’ manasındadır. Müfessirler bu alametlerin, ayın ikiye ayrılması ve Hazret-i Muhammed (sav)'in risaleti gibi şeyler olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)  


 فَاَنّٰى لَهُمْ اِذَا جَٓاءَتْهُمْ ذِكْرٰيهُمْ

 

فَ , istînâfiyyedir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda mahzuftur.  اَنّٰى , mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Car mecrur  لَهُمْ , mahzuf habere mütealliktir. ذِكْرٰيهُمْ , muahhar mübtedadır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve tevbih kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.  

Bu kelam, onların, ibret almayı kıyametin gelmesine tehir etmekle hata işlediklerine ve fikirlerinin sakat olduğuna hükmederek, kıyamet geldiğinde ibret almanın imkânsız olduğunu beyân etmektedir. (Ebüssuûd)

Mübteda ve haber arasında itiraziyye olan  اِذَا جَٓاءَتْهُمْ ذِكْرٰيهُمْ  cümlesinde  اِذَا , şart ismidir. Muzâfun ileyh olan  جَٓاءَتْهُمْ ذِكْرٰيهُمْ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  كيف يتذكرون  (Nasıl tezekkür ediyorlar) şeklindedir.

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

جَٓاءَ - تَأْتِيَهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, جَٓاءَ  - جَٓاءَتْهُمْ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 
Muhammed Sûresi 19. Ayet

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوٰيكُمْ۟  ...


Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاعْلَمْ bil ki ع ل م
2 أَنَّهُ ki o
3 لَا yoktur
4 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
5 إِلَّا başka
6 اللَّهُ Allah’tan
7 وَاسْتَغْفِرْ ve mağfiret dile غ ف ر
8 لِذَنْبِكَ kendi günahın için ذ ن ب
9 وَلِلْمُؤْمِنِينَ ve inanan erkekler için ا م ن
10 وَالْمُؤْمِنَاتِ ve inanan kadınlar için ا م ن
11 وَاللَّهُ ve Allah
12 يَعْلَمُ bilir ع ل م
13 مُتَقَلَّبَكُمْ dönüp dolaşacağınız yeri ق ل ب
14 وَمَثْوَاكُمْ ve varıp duracağınız yeri ث و ي

Hz. Peygamber’in şahsında insanlara dinin özü olan tevhid kelimesi bir daha hatırlatılmakta ve herkes, kıyamet gelip çatmadan günahlardan tövbe etmeye, Allah’tan af dilemeye davet edilmektedir. Bunu da geciktirmeden yapmak gerekir; çünkü biraz sonra ne yapacağını ve nerede olacağını hiçbir kimse bilemez.

Peygamberler mâsumdurlar; ümmetlerine örnek olacakları için Allah onları günah işlemekten korumuştur, hatalarını da zamanında tashih ederek kalıcı olmasını engellemiştir. İslâm inancının önemli bir ilkesi olan ismet (peygamberlerin mâsumluğu), Hz. Peygamber’in günah işlediğini kabul etmemizi engellemektedir. Bu sebeple âyette geçen “Günahının... bağışlanmasını dile!” cümlesini bu inanç esası çerçevesinde anlamlandırmak gerekmektedir. Yapılan yorumlar şöyledir: 

1. Sözün muhatabı Hz. Peygamber olmakla beraber asıl hedef ümmettir. 2. Hz. Peygamber tevazu gereği kendi hata ve günahından bahseder ve devamlı Allah’tan af diler olduğu için bu güzel davranışa uygun bir ifade kullanılmıştır. 3. Hz. Peygamber için günah olan veya onun günah saydığı şey, sıradan insanlar için tabii ve mubah olan davranışlardır. Nitekim kendisi şöyle buyurmuştur: “Kalbimin perdelendiği oluyor ve ben günde yüz defa Allah’tan af ve mağfiret diliyorum” (Müslim, “Zikr”, 41). Burada “perdelenme” diye çevirdiğimiz kelime, “Allah’ı anma ve hatırda tutma konusundaki kesiklik” olarak açıklanmıştır. Yani Hz. Peygamber her an Allah şuuru içinde yaşamaktadır, bu şuurda anlık kesintileri günah sayıp onlara da tövbe etmektedir. 4. Tabâtabâî Mîzân isimli tefsirinde (XVIII, 258, 274) farklı bir yorum yapmış, burada geçen “zenb” kelimesinin günah değil, suç mânasında olduğunu, Mekke müşrikleri nezdinde Hz. Peygamber ve müminler suçlu ve ölüme mahkûm olduklarından bu durumun ortadan kalkması ve onlara karşı kesin bir zafer için rabbine dua etmesi istendiğini ileri sürmüş, bu sûreden sonra gelecek olan Fetih sûresinin başında açıklanan “fetihle zenbin ortadan kaldırılması” arasındaki sebep-sonuç ilişkisini de delil olarak kullanmıştır.

Hz. Peygamber’den, bütün müminler için Allah’tan af dilemesinin istenmesi, onun şefaat yetkisinin bir delili olarak da değerlendirilmiştir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 53-54

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا علمت سعادة   المؤمنين وشقاوة الكافرين فخذ العلم بوحدانية الله  (Eğer müminlerin mutluluğunu, kâfirlerin sıkıntısını biliyorsan, Allah'ın birliğini kabul et.) şeklindedir.

اعْلَمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel amili  اعْلَمْ ‘in mef’ûlun bihi olup mahallen mansubdur. 

اعْلَمْ , ‘bilmek’ mansında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ  cümlesi  أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَغْفِرْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اسْتَغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لِذَنْبِكَ  car mecruru اسْتَغْفِرْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup cer alameti  ي ‘dir.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الْمُؤْمِنَاتِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اسْتَغْفِرْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوٰيكُمْ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  للّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  يَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مُتَقَلَّبَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَثْوٰيكُمْ۟  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  مُتَقَلَّبَكُمْ  kelimesi  تَفَعَّلَ  babının ism-i mef’ûlüdür.

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ

 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan  فَاعْلَمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  إذا علمت سعادة  المؤمنين وشقاوة الكافرين فخذ العلم بوحدانية الله. (Eğer müminlerin mutluluğunu, kâfirlerin sıkıntısını biliyorsan, Allah'ın birliğini kabul et.) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

فَاعْلَمْ  sözündeki emir, ilim talep etmekten kinayedir. O bilinen ameldir. (Âşûr) 

İlim, amelden önce zikredilmiştir. Buna sebep, O'nun üstünlüğünü ve Allah'ın birliğini bilmek başta olmak üzere bilginin, meziyet bakımından eşsizliğine dikkat çekmektedir. Çünkü, Allah'ın tek olduğunu bilmek, herkesin ilk vazifesidir. İlim, marifetten daha üstündür. Onun için ayette  فَاعْلَمْ (bil ki) denilmiş, فاعرف  denilmemiştir. Çünkü insan bazen bir şeyi tanır ama tam anlamıyla bilemez. Fakat bir şeyi iyice bilir, künhüne vakıf olursa onu tanır. Allah'ın ulûhiyetini bilmek, sıfatlarını bilmek kabilindendir. Çünkü ulûhiyet sıfatlardan birisidir. İnsana, Allah'ın hakikatini bilmesi lazım değildir. Zaten bu imkânsızdır. (Ruhu’l Beyân)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ , faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

 لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberidir. Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Lafz-ı celâl, cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Nefy harfi  لَاۤ  ve istisna harfi  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  اللّٰهُ  arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf, hakiki kasrdır. 

 وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  اعْلَمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır

Ayet-i kerime müminlerin günahlarının çokluğundan dolayı istiğfara ne kadar çok muhtaç olduklarına işaret etmektedir. اسْتَغْفِرْ : Bağış ve günahın örtülmesini dilemek demektir. Bu ya günah işlemekten korunmakla olur. O zaman bunun manası, günaha girmekten korunmak ve muhafaza edilmek olur. Ya da günahın cezasını çekmekten korunmakla olur. O zaman da bunun manası af ve günahın silinmesini istemek olur. (Ruhu’l Beyân, Fahreddin er-Râzî)

لِ  harf-i cerinin tekrarında ve muzâfın hazfinde buna çok ihtiyaçlarının olduğuna ve günahlarının da çok bulunduğuna, aynı zamanda başka cinsten olduğuna işaret vardır. Çünkü Efendimiz'in günahı, evlayı terk cinsindendir. (Fahreddin er-Râzî)

لِذَنْبِكَ ‘deki  لِ  harfi  اسْتَغْفِرْ  fiilinin ikinci mef’ûlünün açıkladığı tayin lâmıdır.  لِلْمُؤْمِن۪ينَ ‘deki  لِ , illet lâmı veya  عَنْ  manasındadır. Mef’ûlü mahzuftur. (Âşûr)  

مُؤْمِنَاتِۜ  (mümin kadınlar)‘ın  مُؤْمِن۪ينَ (mümin erkekler)’den sonra zikredilmesi bu makamdaki öneminden dolayıdır. Genellikle Kur’an mümin erkekleri zikrederek, tağlîb yoluyla kadınları da ifade eder. Çünkü şer’i hükümler yerine getirmekte zorlananlar hariç hem kadınlar hem de erkekler içindir. (Âşûr)  

لِذَنْبِكَ  car mecruru اسْتَغْفِرْ  fiiline mütealliktir.  لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ  car mecrurları, ذَنْبِكَ ’ye matuftur. 

مُؤْمِن۪ينَ  -  مُؤْمِنَاتِۜ  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.  


 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوٰيكُمْ۟

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve ikaz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُتَقَلَّبَكُمْ  izafeti  يَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlüdür.  مَثْوٰيكُمْ۟  izafeti  مُتَقَلَّبَكُمْ ’ye matuftur.

مُتَقَلَّبَ  kelimesi  تَفَعَّلَ  babındandır. Sülasisi قلب ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve taleb anlamları katar.

يَعْلَمُ  - اعْلَمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لِلْمُؤْمِن۪ينَ - الْمُؤْمِنَاتِۜ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُتَقَلَّبَكُمْ - مَثْوٰيكُمْ۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 
Günün Mesajı
Şarap, tabii ki dünya şarapları gibi olmayıp, onunla kastedilen, Cennet'e has, sarhoşluk ve baş ağnsı vermeyen tertemiz içeceklerdir. Aynca, onunla Cennet içeceklerinin lezzetine ve mükemmeliyetine de işaret edilmektedir.
Âhiretteki her şey, o âlemin şartlarına göre olacaktır. Bununla birlikte, “Cennet nimetleri, orada insanlar yabancılık çekmesin, Cennet'le ünsiyet etsinler diye renk, şekil, isim gibi yönlerden dünyadaki mukabillerine benzese de, tat, koku, lezzet gibi özellikleri itibariyle tamamen ahirete has olacak ve cennet eylesin sürekli yenilenerek verilecektir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Nefs;

Meraklıdır. Kıyamet gününü konuşur ve alametlerini araştırır. Sanki kendi aklıyla bulabilecekmiş gibi hakkında bigi verilmemişin ardına düşer. Kanıtlanması mümkün olmayacak detaylarla ilgili tartışmalara kapılır. 

Halbuki, asıl gerekli olan, bilinmeyen konuların detaylarından çok, müslümanın nasıl özelliklere sahip olması gerektiğinin ve Allah yolunda kendisini nasıl geliştirebileceğinin konuşulmasıdır. Zira; bazı detayları bilmek ya da bilmemek insanın yaşamına pek bir şey katmayacaktır.

Halbuki, asıl önemli olan, insanın kıyameti olan ölümüne hazırlanmasıdır. Kendisinden sonra isterse daha yıllarca kıyamet kopmasın, sadece ölmeden önce yaptıkları kayda değerdir. Belki, bu da nefsin oyunlarından biridir; gereksiz yerlerde oyalanarak, yapılması gerekenleri erteledikçe erteler.

Dalgındır. Kendisini sevindiren dünyalıklarla neşelenir durur ya da batıllara gözü kayar gider. Hakikat hatırlatıldığında ya da konuşulduğunda, ne denmişti diye sorar. Ne yazık ki, dedikodu gibi faydasız meseleleri ise en ince ayrıntılarına kadar hatırlar. 

Halbuki, asıl gerçek olan, insanın iman ile itaat ettiği, azim ile hayatına işlediği, haya ile hareketlerine yansıttığı ve ahiretinde kurtulmasına vesile olacak hakikatlerdir. Belki de, faydasızları hatırlama sebebi başkalarıyla paylaşma hevesinden dolayıdır. Öyleyse, hakikatleri de yaşama ve anlatma heyecanı ile dinlemelidir.

Halbuki, asıl faydalı olan, nefsinin heves algısını terbiye ile kısarak, kalbinin hakikat algısını keskinleştirmektir. Zira; Allah vergisi kabiliyetler ancak kullanılmaya niyet edildiği ve kullanıldığı zaman gelişme gösterir. İslam yolunda ilerlemeye çalışan kullarına yardım eden ve onlara takva bahşeden Allah’tır.

Ey Allahım!

Bizi, nefsimizin merakından ve dalgınlığından muhafaza buyur. Batıllara ve faydasızlara olan ilgimizi, hakikatlere ve faydalılara yönlendir. Kalplerimizin algısını kuvvetlendir. Senin, bize dünya üzerinde bahşettiğin kabiliyetlerimizi; rızana uygun şekilde geliştirmemizi nasip eyle. Bizi, hem dünyada, hem de ahiretinde, nimetlerinden faydalanan, rahmetine mazhar olan ve kendisini takva ile süslediğin kullarından eyle. 

Amin.

***

İnsan, devamlı zamanlar arası bölünme yaşadığı için dikkati dağınık bir varlıktır. Bulunduğu andaki sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken geleceğe yönelik hayaller kurar ya da planlar yapar ve geçmişten kalmış derinlerde ya da yüzeyde dolanan gerekli gereksiz yüklerini gözden geçirir. Bu özelliği bir elektrik düğmesini açıp kapatır gibi kontrol altına almak gerekir. Aksi takdirde faydadan çok zarar sebebidir; mesela geçmişteki ya da gelecekteki bir noktaya saplanıp kalınabilir ve şimdiki zamanın verimi düşebilir.

Zihnin bu yorucu akışından sıyrılmak ve ana dönmek için birçok modern yöntem sayılabilir. Ancak müslümanların çok uzaklara bakmasına ya da batıl yollara başvurmasına gerek yoktur çünkü onları dünya hayatının karmaşasından dinlendiren günlük namazları vardır. Yeter ki kişi namazı esnasında ne söylediğinin farkında olmaya ve sesinin dinlendiğinin bilinciyle okumaya çalışsın. Buna samimiyetle Allah’a dua etmek ve O’nun adını anmak da dahil edilebilir. 

İnsanın zihnini dinlendirmeyi öğrenmesi kadar dinlemeyi bilmesi de önemlidir. Sadece etrafındakileri değil; namaz esnasında ne okuduğunu dinlemeli, günlük hayatındaki sözlerinin ve düşüncelerinin akışını da filtreden geçirmelidir. Ancak o zaman iç dünyasında da Allah’ın rızasını gözetmeye çalışır. Ancak o zaman namazdayken okuduğu sureler ve zikirler, kalbine ve ömrüne işlenir. Dinlemesini bilen insan; doğru arkadaş seçimleri yapar, hak ile batılı rahatlıkla ayırır, yeni bilgiler öğrenir ve öğrendikleriyle amel eder.

Ey Allahım! Bizi kulaklarını ve kalplerini açarak dinlemesini bilen kullarından eyle. Edebe aykırı sözleri telaffuz etmekten ve düşünceleri içimizde tekrarlamaktan Sana sığınırız. 

İç ve dış alemimizi aydınlatacak şekilde ahlakımızı güzelleştir. Kelamın Kur’an-ı Kerim’i namazın içinde ve dışında hakkını vererek okuyanlardan, üzerinde düşünenlerden ve ilmek ilmek hayatına işleyenlerden eyle. Yanlış anlamaktan ve yanlışında ısrar edenlere benzemekten Sana sığınırız. Kötü yönlerimizi terbiye etmemiz, iyi yönlerimizi güçlendirmemiz ve çoğaltmamız için yar ve yardımcımız ol. 

Ey Allahım! Hayvanlar gibi yaşayıp ölmekten Sana sığınırız. Bizi Sana layığıyla kul olanlardan, Senin adın ile Senin dininin ve kelamının rehberliğinde Senin yolunda yaşayıp ölenlerden ve Senin rızana kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji