Temel konusu, savaş belâsından kurtulmak ve barışı devamlı kılabilmek için, barış düşmanlarının savaş gücünü yok edinceye kadar onlarla savaşmaya teşviktir. Bu temel konu çerçevesinde şu hususlara da temas edilmiştir:
1. İman edenler ile etmeyenlerin yapıp ettiklerinin, dünya ve âhiret hayatında işe yaraması ve Allah katındaki değer bakımından karşılaştırılması.
2. Allah’ın yardımı, ödüllendirmesi ve doğru düşünmeye muvaffak kılması bakımından iman edenler ile etmeyenlerin farkları.
3. Münafıkların tipik davranışları.
4. Dünya ve âhiret nimetlerinin karşılaştırılması.
5. Dünya hayatının imtihan hikmeti ile bağlantısı.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَّذ۪ينَ كَـفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ
اَلَّذ۪ينَ كَـفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَدُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru صَدُّوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَضَلَّ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَعْمَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَضَلَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَلَّذ۪ينَ كَـفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ
Surenin fasılla gelen ilk ayeti ibtidaiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَلَّذ۪ينَ müsnedün ileyh, اَضَلَّ cümlesi, müsneddir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
İsm-i mevsûlün sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasına hükümde ortaklık sebebiyle atfedilen وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَضَلَّ fiilindeki müstetir zamir Allah Teâlâ’ya aittir.
اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ ibaresinde sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Çünkü ameller, boşa çıkarmanın sebebidir. Burada sebep zikredilmiş ve sonuç kastedilmiştir.
كَـفَرُوا - صَدُّوا - اَضَلَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. Sebil yol demektir. Allah'ın emir ve yasakları anlamında müstear olmuştur. Vech-i şebeh her ikisindeki nihai amaca ulaştırma özelliğidir.
Surenin ilk ayetinde yer alan اَلَّذ۪ينَ كَـفَرُوا (inkâr edenler) ifadesinde كَـفَرُوا fiilinin mef'ûlü olarak takdir edilen بِاللَّهِ ya da بتوحد اللّٰهِ (Allah'ın birliği) lafzı hazf edilmiştir. Aynı ayette geçen صَدُّوا (alıkoydular) kelimesinin mef'ûlü sayılan غَيرَهُمْ ifadesi hazf edilmiştir. Çünkü صَدَّ (alıkoydu) fiili geçişli fiil olduğundan, kimi alıkoyduğunun belirtilmesinden ibaret olan mef'ulünün varlığını zarurî kılar ki cümlede ya açıkça belirtilir, ya da var kabul edilerek hazf edilir. (Hasan Karal, Kur'an İlimleri Bağlamında Muhammed Suresi)
اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ [amellerini boşa çıkardı] ifadesinde ‘’kim?’’ sorusunun cevabı olan özne (fail) Allah lafzı hazf edilmiştir. Failin hazfı, icazı hazif sanatı vardır. (Hasan Karal, Kur'an İlimleri Bağlamında Muhammed Suresi)
صَدُّ , ‘yüz çevirmek, aldırmamak’ manasına صدود masdarından lâzım, yahut da ‘men etmek, çevirmek’ manasına صدّا 'den müteaddi olabilir. İkisiyle de tefsir edilmiştir. (Elmalılı)
اَلَّذ۪ينَ كَـفَرُوا وَصَدُّو İnkâr edenlerin ve Allah'ın yolundan yani İslâm'dan ve hak yola girmekten yüz çevirenlerin... Bu mana: صَدُّوا fiilinin, صدود mastarından olduğuna göredir. Ama صدّا mastarından geldiği düşünülürse o zaman ayet: ”İnsanları Allah'ın yolundan alıkoyanlar" şeklinde anlaşılır ki, onlar, Bedir Savaşı günü, askerlere yemek veren azgın müşriklerdi. Onlar, Hz Peygamber'e ve Müslümanlara olan düşmanlıklarını göstermek için müşrik ordusuna yemek vermişlerdi. Bu izaha göre, ”ve saddû an sebili ilah" cümlesi, bundan önceki ”İnkâr edenler" cümlesinin ifade ettiği genel manayı tahsis etmektedir. Ama, uygun olanı, onun da tüm kâfirlere şâmil olduğunu kabul etmektir.
Amellerini, Allah boşa çıkarmıştır ( اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ ). Onları iptal etmiş, zayi etmiş, hiç yapılmamış gibi tesirsiz kılmıştır. Bunun anlamı: Allah'ın, o amellerin geçersizliğine hükmetmesidir. Onların sılayı rahim, misafire ikram, esirleri serbest bırakma ve benzeri iyi hareketlerinin, imanları olmadığı için hiçbir etkisi yoktur. Allah (cc) onların Resulullah'a (sav) tuzak kurmak ve doğru yoldan çevirmek için yaptıklarını da, Resulüne yardım etmek ve dinini bütün dinlere üstün kılmak suretiyle boşa çıkarmıştır. (Ruhu’l Beyân)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
2 | امَنُوا | inanan(ların) |
|
3 | وَعَمِلُوا | ve yapanların |
|
4 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
5 | وَامَنُوا | ve inananların |
|
6 | بِمَا |
|
|
7 | نُزِّلَ | indirilene |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | مُحَمَّدٍ | Muhammed’e |
|
10 | وَهُوَ | ki o |
|
11 | الْحَقُّ | gerçektir |
|
12 | مِنْ | tarafından |
|
13 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
14 | كَفَّرَ | örtmüştür |
|
15 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
16 | سَيِّئَاتِهِمْ | günahlarını |
|
17 | وَأَصْلَحَ | ve düzeltmiştir |
|
18 | بَالَهُمْ | hallerini |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ
İsim cümlesidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ismi mevsul mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası آمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlün bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
وَ atıf harfidir. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası نُزِّلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نُزِّلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلٰى مُحَمَّدٍ car mecruru نُزِّلَ fiiline mütealliktir.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُزِّلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ
هُوَ الْحَقُّ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَقُّ haber olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّهِمْ mübtedanın mahzuf ikinci haberine mütealliktir.
كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ
Fiil cümlesidir. كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْهُمْ car mecruru كَفَّرَ fiiline mütealliktir.
سَيِّـَٔاتِهِمْ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.
اَصْلَحَ بَالَهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اَصْلَحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَفَّرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَصْلَحَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صلح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ
Ayet atıf harfi وَ ile ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ve وَاٰمَنُوا cümleleri, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
Birinci ayetle bu ayet arasında, mukabele sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Umum bildiren اٰمَنُوا ifadesinden sonra وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ cümlesinin zikri, Kur’an'a verilen önemi ve saygıyı göstermek amacıyla yapılan, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
نُزِّلَ fiili mef'ûle dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Fasılla gelen وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ cümlesi, mübteda ile haberi arasında mübtedayı açıklamak için gelen itiraz cümlesidir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
İtirâziyye cümlesi Muhammed (sav)’e indirilen şeyin büyüklüğüne işaret etmektedir. Bu işaret Kur’an’ın özelliğidir. Çünkü Kur’an olmadan iman doğru olmaz ve tamamlanmaz. İtiraziyye cümlesinin işaret ettiği başka bir işaret ise umumi olarak Muhammedî şeriattır. Çünkü Allah tarafından gönderilen şeriatı hiçbir şey nesh edemez, şeriat başka şeyleri nesheder (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize Ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler)
Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi içindir. مِنْ رَبِّهِمْۙ car mecruru, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb isminin iman edenlere ait zamire muzâf olmasıyla onlar şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah’ın bahsi geçen kişilerin özelliklerini saymasında ve sonra onların günahlarını örttüğünü ve hallerini düzelttiğini bildirmesinde taksim sanatı vardır.
Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hakk olma vasfı ondan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Allah’ı tasdik edip iman eden ve onun razı olacağı amelleri yapan, Peygamber’i Hz Muhammed’e indirdiği Kur’an’a inananların geçmiş günahlarının silineceğinin müjdelendiği bu ayette, umum bildiren [iman edenler] ifadesinden sonra [Muhammed'e indirilene iman edenler] şeklinde hususi bir ifade gelmesi, Kur’an'a verilen önemi ve saygıyı göstermek, imanın onsuz tam olamayacağını bildirmek ve onun asıl olduğuna işaret etmek içindir. Bundan dolayı Yüce Allah, وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ sözüyle onu vurgulamıştır. Yani Onun, Allah kelamı ve onun katından indirilmiş vahyi olduğu sabit ve kesindir. Bu ifade kasr maksadıyla getirilmiş ara cümledir. Zira haber harf-i tarifli olursa kasr ifade eder. Buradaki kasr, kasr-ı izafi olup sıfatın mevsufa kasrı kabilindendir. Yani hak olma vasfı Kur’an’ın dışındakilere nispetle sadece ona tahsis edilmiştir. Bu takdirde وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ cümlesindeki hasrın anlamı şudur: “Lafız ve mana itibariyle her türlü tahriften korunup kemâl derecesine ulaşan kitap, diğer kitaplar değil sadece Kur’an’dır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nun haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ cümlesine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اٰمَنُوا - كَفَّرَ ve الصَّالِحَاتِ - سَيِّـَٔاتِهِمْ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَصْلَحَ - الصَّالِحَاتِ kelimeleri arasında iştikak cinası, اٰمَنُوا fiilinin tekrarında ıtnab ve bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَالَ , mana olarak القَلْبِ yani kişiye küfrü hatırına getirmeyen العَقْلُ akıl demektir. Ayrıca ‘kişinin hali’ anlamında da kullanılmıştır. Şu hadisi şerif delilidir:
«كُلُّ أمْرٍ ذِي بالٍ لا يُبْدَأُ فِيهِ بِحَمْدِ اللَّهِ فَهو أبْتَرُ» Allah’a hamd ile başlamayan her bâl sahibi kişinin işi, ebterdir (sonuçsuzdur). (Âşûr)
بَالَهُمْ ; hallerini demektir. Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre durumlarını ıslah eder. Katade, hallerini diye açıklarken, İbn Abbâs, işlerini diye açıklamıştır ki; bu üç açıklama birbirine yakındır. Bunlar dünyaları ile ilgili olan hususların düzeltileceği ve ıslah edileceği şeklinde tevil edilir. (Kurtubî)
Peygamberimize (sav) indirilene iman da, makabline dahil olduğu halde onun ayrıca zikre tahsis edilmesi, bunun şânını tazim etmek, iman edilmesi zorunlu olan hususlar içinde bunun yerinin önemine ve hepsinde asıl olduğuna dikkat çekmek içindir. İşte bundan dolayıdır ki, yegâne hak olmakla vasıflandırılmıştır.
Diğer bir görüşe göre ise, onun yegâne hak olması, başka ilâhî kitaplar tarafından nesih edilmemesi, fakat kendisinin, başkalarını nesih edici olması itibarıyladır. Bu görüşe göre hak, zâil'in mukabilidir. Birinci görüşe göre ise hak, bâtılın mukabilidir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hak "(Allah) iman eden kimselerin de günahlarını örtmüş, affetmiş ve hallerini iyileştirmiştir" buyurmuştur. Bu ifadede, كَفَّرَ (yok etti, sildi) kelimeleriyle meydana gelen müjdeye bir işaret vardır. Çünkü bir şeyi silip-yok etmek, başka birşeyin onun yerine konulduğunu ifade etmez. Ama örtme (setr), bunu ifade eder. Çünkü eskimiş yahut kirlenmiş bir elbiseyi örtmek isteyen kimse, onu aynısıyla örtmez. Onu, ancak temiz ve güzel bir elbiseyle örter. Hele hele, cömert bir padişah, herhangi bir kulunun, eskimiş elbiselerini örtmek istediğinde, ancak pek pahalı olan, yüksek kaliteli bir elbisenin getirilmesini emreder. Mağfiret de böyledir. Çünkü mağfiret ve tekfir mana bakımından aynıdırlar. Binaenaleyh bu, ["İşte bunlar, Allah'ın, kötülüklerini iyiliklere değiştirdiği kimselerdir"] (Furkan, 70) ayetinde anlatılan şeyin aynısıdır. Ayetteki, "hallerini iyileştirmiştir" ifadesi de, biraz önce bahsettiğimiz günahların hasenelere (iyiliklere) dönüştürülmesine bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ بِاَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَاَنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ اَمْثَالَهُمْ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bu böyledir |
|
2 | بِأَنَّ | çünkü |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
5 | اتَّبَعُوا | uymuşlardır |
|
6 | الْبَاطِلَ | batıla |
|
7 | وَأَنَّ | ve şüphesiz |
|
8 | الَّذِينَ | ki |
|
9 | امَنُوا | inananlar ise |
|
10 | اتَّبَعُوا | uymuşlardır |
|
11 | الْحَقَّ | hakka |
|
12 | مِنْ | gelen |
|
13 | رَبِّهِمْ | Rablerinden |
|
14 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
15 | يَضْرِبُ | anlatır |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
18 | أَمْثَالَهُمْ | onların durumlarını |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَاَنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اتَّبَعُوا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اتَّبَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْبَاطِلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْۜ cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.
اتَّبَعُوا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اتَّبَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ رَبِّهِمْ car mecruru الْحَقَّ ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ اَمْثَالَهُمْ
Fiil cümlesidir. كَ , harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يَضْرِبُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يَضْرِبُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. لِلنَّاسِ car mecruru
اَمْثَالَهُمْ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذٰلِكَ بِاَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَاَنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْۜ
Önceki ayet için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtida-i kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Suredeki ardarda gelen ayetlerde, muşârun ileyhi kâmil olarak temyiz etmek için işaret ismi dört kere zikredilmiştir. (Âşûr)
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. اَنَّ ‘nin ismi konumundaki mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tahkir ifade eder.
اَنَّ ’nin haberi olan اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ cümlesi, Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi anlama hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar manaları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَ , atıf harfidir. Cümledeki ikinci tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْۜ , masdar tevilinde olup tezat sebebiyle birinci masdar-ı müevvele atfedilmiştir. İkinci masdar-ı müevvel de, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ‘nin ismi konumundaki mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tazim ifade eder.
اَنَّ ’nin haberi olan اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi anlama hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar manaları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
مِنْ رَبِّهِمْۙ car mecruru الْحَقَّ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اتِّباعُ الباطِلِ واتِّباعُ الحَقِّ terkiplerinde istiareyi temsiliye vardır. Yani şirk önderleri var ve dostlarına şirki, batıl işleri emrediyor. Diğer tarafta müminler var, onlar da Kur'an’a, hakka davet ediyor. Bu heyet, temsili istiare diye adlandırılır. (Âşûr)
اَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ cümlesiyle, اَنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. (Âşûr)
رَبِّهِمْۜ izafetinde Rab isminin iman edenlere ait zamire muzâf olmasıyla onlar, şan ve şeref kazanmıştır.
الحَقّ ‘ın مِنْ رَبِّهِمْۜ ile vasıflanması, hem Kur’an’ı hem de müminleri onurlandırma ve şeref kazandırmak içindir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْحَقَّ - الْبَاطِلَ ve كَفَرُوا - اٰمَنُوا gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayet iki grubun hallerini, dikkate değer özellikleri -ki onlar; öncekilerin batıla uymaları, mahrumiyet ve hüsranları, sonrakilerin de hakka uyup kurtulmalarıdır- anlatır. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Allah'ım bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı ihsan et. Batılı batıl olarak göster ve ondan kaçınmayı nasip et."
الْحَقَّ kelimesine birkaç değişik mana verilmiştir. Bunlar:
1- Bir şeyi, hikmetin gereğine uygun olarak yaratan. Bu anlamdan dolayı, Allah Teâlâ hakkında, ”hüve'l-hak- O haktır" denilmiştir.
2- Hikmetin gereğine uygun olarak bulunan, yaratılan şey. Bu anlamda olmak üzere, Allah'ın tüm yaptıkları haktır, denir. Ölüm haktır, öldükten sonra dirilmek haktır, gibi sözlerimiz de bu manadadır. Tüm varlıklar, bu terim altına girerler. Çünkü Allah'ın yaptıklarında abes bulunamaz. Bazı şeylerin batıl oluşu hakiki değil, izafîdir. Şeytan bile böyledir.
3- Kendi içerisinde tutarlı olan bir şey hakkındaki inanca da, hak denir. ”Falanın öldükten sonra dirilmeye, sevap, ceza, cennet, cehenneme dair inancı haktır," dediğimizde bu manada kullanmış oluruz.
4- Gerektiği gibi olan. Olması gereken vakitte gerektiği gibi bulunan söz ve hareket haktır. Sözün haktır, yaptığın haktır, gibi sözler bu kabildendir.
الْبَاطِلَ /Batıl, bütün bu manalarda hakkın zıttıdır. İman haktır. Çünkü Allah'ın emrettiği şeylerdendir. Küfür batıldır. Çünkü Allah'ın yasakladığı şeylerdendir. Tüm salih amelleri ve yasakları buna kıyaslayınız. (Ruhu’l Beyân)
كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ اَمْثَالَهُمْ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili يَضْرِبُ olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَضْرِبُ fiiline müteallik olan car mecrur لِلنَّاسِ , ihtimam için, mef’ûl olan اَمْثَالَهُمْ ‘a takdim edilmiştir.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
اتَّبَعُوا - الَّذ۪ينَ - اَنَّ kelimelerinin tekrarında ıtnâb, كَذٰلِكَ - ذٰلِكَ arasında iştikak cinası ve bu gruplardaki kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Birinci, ikinci ve üçüncü ayetlerin sonunda bulunan sırayla اَعْمَالَهُمْ - بَالَهُمْ - اَمْثَالَهُمْ kelimelerinde seci ve lüzum ma la yelzem sanatı bulunmaktadır.
يَضْرِب ifadesi, إلْقاءُ تَبْيِينٍ (açıklama yapmak) anlamındadır. (Âşûr)
اَمْثَالَهُم (Onların misallerini) ifadesindeki, هُم (Onlar) zamiri ile ilgili şu iki izah yapılabilir:
a) Bütün insanlar ile ilgilidir. Buna göre Cenab-ı Hak, "Allah insanlara, kendilerinin aleyhine misaller getirir" demiş olur.
b) Bu, daha önce bahsedilen iki grupla ilgilidir. Bu durumda da ayetin manası, "Allah insanlara, daha önce bahsedilmiş olan bu iki grubun misallerini açıklar" şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَثْخَنْتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَۙ فَاِمَّا مَناًّ بَعْدُ وَاِمَّا فِدَٓاءً حَتّٰى تَضَعَ الْحَرْبُ اَوْزَارَهَاۚۛ ذٰلِكَۜۛ وَلَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْۙ وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَ۬ا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍۜ وَالَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَنْ يُضِلَّ اَعْمَالَهُمْ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | لَقِيتُمُ | karşılaştığınız |
|
3 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
4 | كَفَرُوا | inkar eden(lerle) |
|
5 | فَضَرْبَ | vurun |
|
6 | الرِّقَابِ | boyunlarını |
|
7 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
8 | إِذَا | zaman |
|
9 | أَثْخَنْتُمُوهُمْ | onları iyice vurup sindirdiğiniz |
|
10 | فَشُدُّوا | sıkıca bağlayın |
|
11 | الْوَثَاقَ | bağı |
|
12 | فَإِمَّا | ister |
|
13 | مَنًّا | iyilikle (bırakırsınız) |
|
14 | بَعْدُ | ondan sonra |
|
15 | وَإِمَّا | veya |
|
16 | فِدَاءً | fidye alırsınız |
|
17 | حَتَّىٰ | kadar |
|
18 | تَضَعَ | bırakıncaya |
|
19 | الْحَرْبُ | harb |
|
20 | أَوْزَارَهَا | ağırlıklarını |
|
21 | ذَٰلِكَ | işte |
|
22 | وَلَوْ | şayet |
|
23 | يَشَاءُ | dileseydi |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | لَانْتَصَرَ | öc alırdı |
|
26 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
27 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
28 | لِيَبْلُوَ | denemek için |
|
29 | بَعْضَكُمْ | bir kısmınızı |
|
30 | بِبَعْضٍ | diğeriyle |
|
31 | وَالَّذِينَ | kimselerin |
|
32 | قُتِلُوا | öldürülen(lerin) |
|
33 | فِي |
|
|
34 | سَبِيلِ | (Allah) yolunda |
|
35 | اللَّهِ | Allah |
|
36 | فَلَنْ | asla |
|
37 | يُضِلَّ | zayi etmeyecektir |
|
38 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıkları işleri |
|
Enfâl sûresinde (8/67) düşmana öldürücü darbeyi vurup savaş güçlerini çökertmedikçe ganimet ve esir alma gibi şeylerle meşgul olunmaması emredilmişti. Bu âyet aynı hükmü teyit ettikten sonra esirlere nasıl muamele edileceğini açıklıyor.
“Esirleri sağlam bağlamak”tan maksat kaçmamaları için gerekli tedbiri almaktır. Bundan sonra onlara ne yapılacağı konusunda yetkililere iki seçenek gösterilmektedir: Ya bedelsiz, bir lutuf olarak salıvermek ya da bir müslüman esir ile değişmek, salmaya karşılık maddî menfaat sağlamak, bu mânada bir bedel karşılığında serbest bırakmak. Âyette esirlere yapılacak başka bir muameleden söz edilmiyor. Bu sebeple büyük hukukçulardan Atâ ve Hasan-ı Basrî, “Esirin öldürülmesi câiz değildir, devlet başkanına böyle bir yetki verilmemiştir” demişlerdir; biz de bu görüşe katılıyoruz. Müctehidlerin çoğunluğu ise esirlerin öldürülmesinin de câiz olduğu kanaatine, âyetin başını (yani kâfirleri öldürün ifadesini) ve bazı uygulamaları delil gösteriyorlar. Bize göre bu deliller de zayıftır. Âyetin başı savaş hali ile ilgilidir, burada ise savaş bitmiş ve düşman esir alınarak etkisiz hale getirilmiştir, ona ne yapılacağı da açıkça anlatılmıştır. Örnek gösterilen uygulamalarda bazı esirlerin öldürülmeleri özel sebeplere ve suçlara dayanmaktadır.
Bu noktada tartışılması gereken bir konu da esirlerin köleleştirilmeleridir (istirkak). Hz. Peygamber’in böyle bir uygulaması yoktur. O, esirleri kurtulacakları güne kadar himaye edilmek ve hizmetinden yararlanılmak üzere bazı ailelere vermiş, fakat köleleştirme yapmamıştır (Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-sünne, II, 688). Ondan sonra gelen halifeler misilleme yoluyla bu uygulamaya nâdir olarak yer vermişlerdir. Daha sonra esirlerin köleleştirilmeleri uygulaması –bize göre Kur’an’ın amacından sapılarak– yaygınlaşınca fıkıhçılar bunun meşruiyetini, zayıf temellere dayandırmışlardır. Bu delilleri tenkit etmeden açıklayan İbn Âşûr, “bedelsiz” mânasında olmak üzere “karşılıksız” diye tercüme ettiğimiz mennen kelimesinin mânasına köleleştirmenin de girdiğini, çünkü öldürmemenin bir lutuf olduğunu ifade etmektedir (XXVI, 81). Bu delillendirmenin zayıf yönü, esiri öldürmenin câiz olduğunu veri olarak almasıdır. Halbuki bunun tartışmalı olduğunu yukarıda ifade etmiş bulunuyoruz. Ayrıca bir kimseyi köleleştirmeyi “lutuf saymak” için kelimeyi ve kavramı iyice zorlamak gerekir. Bizim anladığımıza göre Kur’an’ın hedefi, insanları köleleştirmek, kölelik için meşru kaynak icat etmek değil, bir sosyal krize yol açmadan zaman içinde köleliğe son vermektir (bu konuda farklı görüşler için bk. Kurtubî, XVI, 219 vd.).
Savaşla ilgili tâlimatın bağlandığı gerekçe, İslâm’ın savaş ve barış hakkındaki temel düşüncesini anlamak bakımından oldukça önemlidir: “Ta ki savaş ağırlıklarını indirsin (sona ersin).” Kur’an, haksız yere cana kıymayı sona erdirmek için öldürenin canına kıyılmasını (kısas) istiyor; aynı şekilde yeryüzünde savaşın sona ermesi; barış, hak ve din özgürlüğünün hâkim olabilmesi için de zalim düşmanla savaşılmasını ve onların savaş güçlerinin çökertilmesini emrediyor.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 47-48
Leqaye لقي :
الّلِقاءُ hem bir şeyi karşılama, hem onunla karşılaşmaktır. Duyuyla, gözle ve basiretle idrak anlamında kullanılır. الّلِقاء kavramı yine mülâkât anlamındadır.
Tefe’ul babı kullanımı olan التلقِّي formu ise yüz yüze/karşı karşıya gelmek demektir.
Son olarak if’al babı formu إلقاء ise bir şeyi karşılaşıldığı/görüldüğü gibi fırlatıp atmaktır. Birde söz, görüş, kelam, konuşma ve sevgi göstermek anlamında kullanılır. (Müfredat-Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda toplam 146 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri telâkki etmek ve mülâkâttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا) : şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَق۪يتُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَق۪يتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ضَرْبَ mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, اضربوا (Vurun) dur.
الرِّقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir.
Mef’ûlu mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: 1) Emir ve nehiy fiillerinin yerini alırsa, 2) Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, 3) Sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَثْخَنْتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَۙ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَثْخَنْتُمُوهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَثْخَنْتُمُوهُمْ fiili sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki و işbâ vavıdır. Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez.
Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. اَثْخَنْتُمُوهُمْ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. شُدُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْوَثَاقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَثْخَنْتُمُو fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ثخن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاِمَّا مَناًّ بَعْدُ وَاِمَّا فِدَٓاءً حَتّٰى تَضَعَ الْحَرْبُ اَوْزَارَهَاۚۛ ذٰلِكَۜۛ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَّا ‘daki إنْ şartıyedir, مَّا ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden نَّ ‘u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
مَناًّ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, فإمّا أن تمنّوا منّا (Ya bizden isterler) şeklindedir.
بَعْدُ zaman zarfı damme üzere mebni mahallen mansub olup مَناًّ kelimesine mütealliktir. بَعْدُ kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.
فِدَٓاءً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, تفدون فِدَٓاءً …(fidye alarak serbest bırakırsınız) şeklindedir.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَضَعَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde dört hadise olan الضرب، وشدّ الوثاق، والمنّ والفداء (Vurmak, esir almak, iyilik yapmak, fidye vermek) mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَضَعَ fetha ile mansub muzari fiildir. الْحَرْبُ fail olup lafzen merfûdur. اَوْزَارَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذٰلِكَ mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, الأمر (Durum, iş) dir.
وَلَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْۙ
وَ istînâfiyyedir. لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. انْتَصَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْهُمْ car mecruru انْتَصَرَ fiiline mütealliktir.
انْتَصَرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi نصر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَ۬ا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍۜ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, يَبْلُوَ۬ا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أمركم (Size emretti) şeklindedir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte خَلَقَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْلُوَ۬ا fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بَعْضَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِبَعْضٍ car mecruru يَبْلُوَ۬ا fiiline mütealliktir.
وَالَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَنْ يُضِلَّ اَعْمَالَهُمْ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قُتِلُوا ‘dur. Îraban mahalli yoktur.
قُتِلُوا damme üzere mebni meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru قُتِلُوا fiiline mütealliktir.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَمْوَاتًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ zaiddir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. يُضِلَّ اَعْمَالَهُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُضِلَّ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُضِلَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِۜ
Ayete dahil olan فَ istînâfiyyedir. اِذَا ; şart manası taşıyan zaman zarfı, şart cümlesinin muzâfıdır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
كَفَرُوا ile kastedilenler, müşriklerdir. Çünkü Kur’an’da kâfir lafzı istilah manasında kullanılmaktadır. (Âşûr)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَضَرْبَ الرِّقَابِ , mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Takdiri اضربوا (Vurun!) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَضَرْبَ الرِّقَابِ ifadesinde, kül-cüz alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Âşûr, kinaye olduğunu söyler.
ضَرْبَ lafzının tercih edilmesi, ister kılıç, ister ok, isterse de mızrakla öldürmenin farkının olmayacağını ifade etmek içindir. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kafirlerle karşılaştığınız zaman; savaşta [boyunlarını vurun] ifadesinin aslı فَالضَرْبَ الرِّقَابِۜ ضربا şeklindedir. Fiil hazf edilmiş, mastar başa alınmış ve tekidin yanı sıra kısa olması için mef’ûlüne muzâf olarak gelmiştir. Öldürme yerine gelen boyunlarını vurun ibaresi savaş meydanında öldürmenin en sert ve en şiddetli şeklini ifade eder. (Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 308, Âşûr)
Bu ayet, savaşta mağlup edilen kâfirlerin, öldürülmek ile esir alınmak arasında ve esir alınanların da fidyesiz veya fidye karşılığında salıverilmeleri arasında muhayyerlik hükmünü ifâde etmektedir.
Bu hüküm İmam Şafiî'ye göre sabittir. Biz Hanefîlere göre ise, bu hüküm nesh edilmiştir. Hanefî alimleri derler ki; bu ayet, Bedir Savaşı’nda nazil olmuştur; sonra hükmü nesh edilmiştir. Bu konudaki hüküm ya öldürülmeleridir yahut esir alınıp köle yapılmalarıdır. (Ebüssuûd)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَثْخَنْتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَۙ فَاِمَّا مَناًّ بَعْدُ وَاِمَّا فِدَٓاءً
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. حَتّٰٓى ibtida harfi, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda ve şart cümlesi olan اَثْخَنْتُمُوهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اَثْخَنْتُمُو , galip gelmek, zafer demektir. Çünkü galip gelen, mağlup ettiğini hareket etmesi kolay olmayan katı bir madde gibi bırakır. Donmuş veya donmaya yüz tutmuş, kolay akamayacak gibi boğulmuş bir hale gelen sıvı da bu isimle vasıflanır. Birleştirilmesi zor olacak kadar yıpranmış giysi ve ip için de kullanılır. (Âşûr)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَشُدُّوا الْوَثَاقَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَشُدُّو , sıkıca tutmak demektir. (Âşûr)
الْوَثَاقَۙ , vav harfinin fetha ile okunması ile ‘bağ’ anlamındadır. Vav harfinin esre okunması da caizdir. O takdirde esirden kinayedir. (Âşûr)
الرِّقابِ والوَثاقَ ’daki harf-i tarifin ahd-i zihnî olması da muzâfun ileyhden ivaz olması da mümkündür. (Âşûr)
فَ atıf harfidir. فَاِمَّا مَناًّ بَعْدُ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِمَّا , tahyir harfidir.
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, (Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler.)
مَناًّ بَعْدُ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَناًّ mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Takdiri تمنون ( lütufta bulunursunuz) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
بَعْدُ zaman zarfı, مَناًّ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri أسرهم (esir ettiniz) olan muzâf mahzuftur. Ötre, muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfın ve sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بَعْدُ ‘daki ötre mahzuf muzâfun ileyhinden ivazdır. (Âşûr)
Aynı üslupla gelen وَاِمَّا فِدَٓاءً cümlesi makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir. İkinci اِمَّا da tahyir harfidir. فِدَٓاءً mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Cümlenin takdiri تفدون فِدَٓاءً ( fidye alarak serbest bırakırsınız) şeklindedir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Birbirine atfedilen bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
مَناًّ (karşılıksız) - فِدَٓاءً (fidye olarak) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
İki اِمَّا edatı arasında gelen atıf وَ ’ının ifadeye tahyir/tercih anlamı yüklediğine yönelik en güzel kullanımları bu ayeti kerimede müşahede etmek mümkündür: Savaş meydanında kâfirlere karşı galip geldikten sonra esirlere karşı uygulanacak iki stratejiden birini tercih bağlamında bu ayetteki ifadeleriyle dile getirmektedir. Atıf üslubuna başvurmak suretiyle müminleri, söz konusu esirleri karşılıksız bırakmak veya fidye karşılığı salıvermek arasında muhayyer bırakmakta ve bu konuda serbest olduklarını ve yapacakları tercihin kendi nezdinde de makbul olduğunu ifade ederek onların görüş ve tutumlarına değer verdiğini de söze yansıtmış olmaktadır. (Halil İbrahim Kaçar, Arapça'da Meânî (Semantik) Açısından Atıf (Bağlama) Edatları)
مَناًّ ‘nin (iyilik yapmanın), فِدَٓاءً fidyeden önce zikredilmesi, insan nefsinin hürmetinin, ondan mal istemeden önce geldiğine bir işarettir. Fidye mal cinsinden olabileceği gibi, karşılıklı esir değişimi şeklinde de olabilir Yahut da karşı tarafın tümüne yahut sadece esir edilen şahsa, ileri sürülen bir şart şeklinde de olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
حَتّٰى تَضَعَ الْحَرْبُ اَوْزَارَهَاۚۛ
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı تَضَعَ الْحَرْبُ اَوْزَارَهَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki حَتّٰى ile birlikte الضرب ، وشدّ الوثاق ، المنّ , الفداء fiillerinin mazmûnuna mütealliktir.
Ayetteki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayetteki iki حَتّٰى arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَتّٰى تَضَعَ الْحَرْبُ اَوْزَارَهَاۚ (Savaş, ağırlıklarını bırakıncaya kadar) cümlesinde istiâre-i tebeiyye vardır. Yüce Allah istiâre-i tebeiyye yoluyla, savaşı bırakmayı, savaş aletlerini yere bırakmaya benzetmiş ve yere bırakmak manasına gelen وضَعَ kelimesinden, ‘sona erer, bırakır’ manasına gelen تَضَعَ fiilini türetmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Müsteâr ve müsteârun minh اَوْزَارَهَاۚۛ [ağır yükler/sorumluluklar/günahlar] kelimesidir, aklîdir. Müsteârun leh harp aletleridir, hissîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi, Âşûr)
ayet metninde geçen حَتّٰى kelimesi, karşılıksız veya karşılıklı salıverme için sınırdır. Bu anlayışa göre de mana şöyle olur: ”Bedir Savaşı’na katılan müşrikler silahlarını bırakınca, onlar ya karşılıksız ya da fidye ile salıverilirler." Eğer harbi, genel anlamda savaş cinsine hamledersek cümle, boyun vurma ve sıkı tutma için gaye olur yani sınır olur, bitim noktası olur. O zaman da ayet şöyle anlaşılır: ”Müşriklerin hiçbir gücü kalmayıp da savaş ağırlıklarını atıp son buluncaya kadar onları öldürmeye ve esir etmeye devam edin." Küfür bulunduğu müddetçe, savaş da olacaktır. (Ruhu’l Beyân)
ذٰلِكَۜۛ وَلَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْۙ وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَ۬ا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍۜ
Fasılla gelen müstenefe cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. ذٰلِكَ , takdiri الأمر ذلك (Durum böyledir.) olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
Şart üslubunda gelen وَلَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْۙ cümlesi, makabline matuftur.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشَٓاءُ اللّٰهُ cümlesi şarttır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şartın cevabı olarak لَ karinesiyle gelen لَانْتَصَرَ مِنْهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Genel olarak شَٓاء fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivcilerِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Cümledeki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَ۬ا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ cümlesi atıf harfi وَ ‘la şart cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.
لٰكِنْ istidrâk harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَبْلُوَ۬ا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
البَلْوُ burada الِاخْتِبارُ والتَّجْرِبَةُ (deneme ve imtihan etmek) demektir. Allah’ın müminlerin derecelerini yükseltmek, bu güçleri ile düşmanlarının kalplerine korku salmak ve halk tarafından görülüp işitilmekte olan bu kâfirlerin işlerini aşağılamak için iradesini ortaya koyması anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde, takdiri أمركم (Size emretti) olan mahzuf fiile mütealliktir. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِبَعْضٍ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ, لِيَبْلُوَ۬ا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍۜ "Fakat sizi... imtihan etmesi için" buyurmuştur. Güzel ve nefis şeylerin de, kendisinden dolayı yok olacağı şeylerle denenemeyeceği bellidir. Çünkü, keskin ve bilenmiş kıymetli bir kılıç, kendisinden dolayı kırılması söz konusu olan sert bir şeyle sınanmaz. İnsanoğlu, Allah'ın, kendisini mükerrem kıldığı, kendisine şeref bahşettiği, yücelttiği kıymetli bir varlıktır. Binaenaleyh, Cenab-ı Hak insanoğlunu, çok net bir biçimde, ölüm ve helake sevkeden savaş ile denemiş, sınamıştır ve bu deneme de güzel addedilmiştir. Çünkü öldürülme işi, mümine nispetle bir yok oluş değildir ve şehadet, ebedî hayatı doğurur. Binaenaleyh Cenab-ı Hak, müminin, yapacağı savaş ile denendiğinde, öldürülmesi halinde de öldürülmemesi halinde de, mükerremdir. Bu kimse ister savaşsın isterse savaşmasın, ölüm kaçınılmazdır, ama (savaşmaması halinde), kendisi için söz konusu olan büyük bir ücreti kaçırmış olur. (Fahreddin er-Râzî)
Allah, dileseydi, savaşsız olarak da, bazı helak ve kökten yok etme yollarıyla da o kâfirlerden intikam alırdı. Fakat Allah, sizi birbirinizle denemek için bunu dilemedi. Böylece size savaşı emir buyurdu ve sizi kâfirlerle denedi ki, onlarla cihat edesiniz de, vaadi gereğince büyük sevaplar kazanasınız; kâfirleri de sizinle denedi ki, onların azabının bir kısmını sizin elinizden onlara tattırsın. Ta ki, o kâfirlerin bir kısmı, küfürden caysınlar. (Ebüssuûd)
وَالَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَنْ يُضِلَّ اَعْمَالَهُمْ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. الَّذ۪ينَ , müsnedün ileyh, فَلَنْ يُضِلَّ اَعْمَالَهُمْ cümlesi müsneddir.
Mübteda konumunda olan ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması habere dikkat çekerek vurgulamak ve söz konusu kişilere tazim içindir.
قُتِلُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127, Âşûr)
Âşûr, ayrıca cumhurun قاتَلُوا şeklinde mufaale sıygası ile okuduklarını, bunun da mücahitler için hem hayatlarında hem de ölümden sonrası için bir vaat olduğunu söylemiştir.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Ayette lafzı celalin tekrarı telezzüz ve teberrük içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَب۪يلِ kelimesi din manasında istiaredir. سَب۪يلِ aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي سَب۪يلِ ibaresinde din manasındaki سَب۪يلِ ‘e dahil olan ف۪ي harfinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. سَب۪يلِ içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat dine dahil olmayı mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Dine dahil olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmeye benzetilmiştir. Din ve tabi olmak arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
فَلَنْ يُضِلَّ اَعْمَالَهُمْ cümlesi mübtedanın haberidir. Cümlede فَ zaiddir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkarî kelamdır. لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
Muzari fiil hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
الَّذ۪ينَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Hak, kâfir hakkında, mazi sıygasıyla اَضَلَّ (boşa çıkardı) buyurmuş (Muhammed/1), onun amelinin, meydana gelir gelmez, yok olduğuna ve adeta meydana gelmemiş ve yapılmamış gibi olduğuna işaret etmek için يُضِلَّ (boşa çıkarır) kelimesini kullanmamıştır. Ama mümin kimse hakkında لَنْ يُضِلَّ (asla boşa çıkarmayacak) demiş, mümin kimsenin, ameline devam ettiği sürece, o amelin kendisi için sabit kılınacağına, yok edilmeyeceğine bir işaret olsun diye de, ما أضَلَّ (boşa çıkarmadı) dememiş de, ebedîlik ve süreklilik manasını ifade eden لَنْ يُضِلَّ (asla boşa çıkarmayacaktır) ifadesini getirmiştir. Bu, tıpkı, dine davet edenle; insanların dine girmelerine mani olan kimseler arasındaki alabildiğince mevcut olan fark gibidir. (Fahreddin er-Râzî)سَيَهْد۪يهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْۚ
Bir önceki âyetin sonu, iki farklı okumaya dayalı olarak iki şekilde anlaşılmıştır. “Allah yolunda savaşanlar” mânasındaki okuma ve anlayışı benimseyenlere göre 5 ve 6. âyetlerde zikredilen ilâhî lutuflar dünya hayatında söz konusudur; Allah onlara doğru yolu gösterecek (hidayet verecek) ve durumlarını düzeltecektir. Bizim tercüme ettiğimiz okumaya göre ise Allah yolunda öldürülenlere doğru yol gösterilmekte ve durumları ıslah edilmektedir. Bunu “cennette yerlerini göstermek ve günahlarını bağışlayarak cennete girecek hale getirmek, huzur ve sükûna kavuşturmak” şeklinde yorumlamak mümkün olmakla beraber bu yorumda lafızlar zorlanmaktadır. Bizim tercih ettiğimiz anlayışta âyet, “öldürülmeden önceki oluşu” ifade etmektedir; yani Allah yolunda öldürülenler daha önce, onların şehid olacaklarını bilen Allah’ın lutfu ile bu kıvama gelmekte, öldükten sonra da Allah’ın dünyada iken kitabında anlatarak tanıttığı veya oraya girdikten sonra tanıtacağı cennete girmektedirler.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 48-49
سَيَهْد۪يهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْۚ
Fiil cümlesidir. سَيَهْد۪يهِمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَهْد۪يهِمْ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُصْلِحُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُصْلِحُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُصْلِحُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صلح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
سَيَهْد۪يهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْۚ
Ayet beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin başındaki gelecek zaman bildiren سَ harfi, vaat ve tehdit bildiren muzari fiile dahil olduğunda tekid ifade eder.
Ayetin muhtevasındaki iki cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen وَيُصْلِحُ بَالَهُمْۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُصْلِحُ - سَيَهْد۪يهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hak اَصْلَحَ بَالَهُمْ (Muhammed/2)'de, müminlere, imanları ve salih amelleri sebebiyle vadettiği şeyi vadedip ve iman ile salih amel de onlardan sudur edince, bunun mükâfatını, olmuş bitmişliğe delalet eden mazi sıygasıyla beyan buyurdu.. Burada ise onlara savaşmaları, ölmeleri ve öldürmeleri sebebiyle vaatte bulunmuştur, lafızda da, istikbale delalet eden يُصْلِحُ بَالَهُمْۚ (Muhammed/4) istikbale delalet eden muzari sıygasıyla, 'Ve hallerini iyileştirecek" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ
وَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ
يُدْخِلُهُمُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. يُدْخِلُهُمُ fiili damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْجَنَّةَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَرَّفَهَا لَهُمْ cümlesi الْجَنَّةَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına وَقَدْ gelir. Bazen sadece و gelir. Nadiren و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَرَّفَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لَهُمْ car mecruru عَرَّفَ fiiline mütealliktir.
يُدْخِلُهُمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi دخل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
عَرَّفَهَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عرف ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ
وَ , atıf harfidir. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle سَيَهْد۪يهِمْ cümlesine atfedilmiştir. İlk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَرَّفَهَا لَهُمْ cümlesi, يُدْخِلُهُمُ fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Bu ayette, [işte bu, ... miras kılındığın cennettir.] şeklindeki Zuhruf/72 ayetinin manası kastedilmiştir. Cenab-ı Hak, bu beyanı ile bu cennetlere işaret etmiş ve cennetliklere, o cennetlerin işte bu cennetler olduğunu bildirip, tanıtmıştır. Bu husustaki bir başka izah da şudur: Bu ifadenin manası, Cenab-ı Hak, onlara, öldürülmelerinden önce o cennetleri tanıttı şeklindedir. Çünkü şehit vefat etmeden önce, kendisine cennetteki makamı ve mevkii gösterilir de, böylece o da ona arzu duyar, iştiyak duyar. Bir başka izah da şudur: Cenab-ı Hak onları cennetine sokar; cennetleri niteleyip vasfetmeye hacet de yoktur.. Çünkü Allah Teâlâ o cennetleri onlara defalarca tanıtmış ve pek çok defa tavsif etmiştir." (Fahreddin er-Râzî)
عَرَّفَهَا /Tanıttığı diye ifade ettiğimiz kelimeye Müfredât’ta ‘Onlar için güzelleştirdi ve süsledi’ manası verilmiştir.
Bir kısım alimler de: ‘Sınır koydu, ayırdı, sınırlarını belirledi’ anlamına geldiğini söylemişlerdir. Çünkü cennetliklerin herbirinin yeri sınırlanmış ve ayrılmıştır." Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Her biriniz cennetteki evini dünyadaki evinden daha çok tanır. ” Hadisi Buhârî: ”Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onlardan biri evini daha iyi bilir..." şeklinde bir lafızla tahric etmiştir. Câmiu'l-Usûl, 10/549. (Ruhu’l Beyân)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ
Allah’ın yardıma ihtiyacı bulunmadığı kesin olduğuna göre “Allah’a yardım”, mecazi olarak “O’nun dinine, peygamberine” yardım demektir. Bu âyet bir ilâhî sünnete (imtihan ve sa‘y olarak anılan âdete, kanuna) ışık tutmaktadır: Allah dünya hayatını imtihan için takdir buyurduğundan yardımını da kulun kendisine düşeni yerine getirmiş olmasına, sözlü dua yanında amel ve çabalarıyla fiilî duasını da yapmış bulunmasına bağlamıştır. Kul iyiliğe doğru bir adım atarsa Allah, yardım ve ödül olarak bin adım atmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 49
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ ’dır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تَنْصُرُوا şart fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَنْصُرْكُمْ cümlesi şartın cevabıdır. يَنْصُرْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُثَبِّتْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْاَقْدَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يُثَبِّتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ثبت ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida harfi, اَيُّهَا münadadır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Istînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı olan اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. تَنْصُرُوا اللّٰهَ şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَنْصُرْكُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müşâkele sanatı vardır.
Müşâkele kelimesinin lügat manası benzemektir. Istılah manası ise bir manayı, hakiki veya takdirî olarak refakatinde bulunan bir lafız sebebiyle o manayı ifade eden lafızla değil de başka bir lafızla; lafzın zıddıyla, ya da münasip olan bir lafızla ifade etmek demektir. Müşâkelede lafız lugatta vaz olunduğu mana dışında kullanıldığı için bazı alimler bunu mecâz sayarak Beyân İlmine dahil etmişlerdir. Bazıları ise cinâs kabul etmişlerdir. يَنْصُرْكُمْ kelimesinde sebebiyye alakasıyla mecâz-ı mürsel olduğu görülür. Çünkü sebep zikredilmiş müsebbep murad edilmiştir. Ama bu örnekte mecâz-ı mürsel olmasa da müşâkale sebebiyle belâgat ve güzellik vardır. Diyebiliriz ki müşâkele, mecâz-ı mürsel veya istiâreyle üslup güzelliği ve belâgatta yarışır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَثْبِيتُ الأقْدامِ , burada يَقِينِ sağlam ve ayakları yere sağlam basan ve hareket etmeyen kişinin durumunda kesinliği ve zayıflığın olmayışın; kayma da, sahibini düşürdüğü için yenilgiyi ve hayal kırıklığını temsil eder. (Âşûr)
Burada ayakların zikredilme sebebi; sabit kalmanın aleti olmaları dolayısıyladır. Âliyet (alet) alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Sâbûnî de alakanın cüziyet olduğunu söylemiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
تَنْصُرُوا - يَنْصُرْكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yardım iki türlüdür. Birincisi: Kulun yardımıdır. Bu, dinin delillerini izah, anlamayanların şüphelerini gidermek, hükümlerini, farzlarını, sünnetlerini, helâlini, haramını ve onlarla ameli izah etmek, sonunda da Allah'ın adını yüceltmek için çalışmak ve savaşmakla olur. Bu da ya bizzat savaşarak, veya mücahidlerin bayrağı altında toplanarak onların kalabalığını artırmak suretiyle olur, ya da din düşmanlarını alt etmek, Müslümanların zaferi, kâfirlerin rüsvay olması için: ”Ey Allah'ım! Dine yardım edenlere sen de yardım et. Dine karşı gelenden yardımını kes," diye dua etmekle olur. Bundan sonra da, nefsine karşı Allah'a yardım ederek en büyük cihadı yapar. Nefsini yere çalar, öldürür. Öyle ki, nefsânî arzulardan eser kalmaz.
İkincisi: Allah'ın yardımıdır. Bunun yolu da şudur: Peygamberler gönderir, kitaplar indirir, deliller ve mucizeler gösterir. Cennete ve cehenneme götüren yolları açıklar. Büyük ve küçük cihadı emreder. Hevâsına uyarak değil, Allah'ın rızasını ve dinini düşmanlarının dinine üstün olmasını, Allah'ın adının yücelmesini isteyerek çalışana yardım eder. (Ruhu’l Beyân)
Allah Teâlâ’nın kendisi ihtiyaçtan münezzeh olduğu için burada ‘’Allah'a yardım’’ ifadesi emrini tutmak, dinine ve Resulüne yardım etmek manasından mecazdır. Bunun asıl nüktesi şudur: Dinî fiiller zorla değil, kulların iradeleriyle yapılması matlub olan ihtiyarî yani isteğe bağlı fiillerdir. Onun için kulun cüz'î iradesi harekete geçmeden, istenen netice ve sevap meydana gelmez. O hususta ilâhî irade kulların niyet ve isteklerine bağlıdır. İşte bu şekilde Allah'ın emirlerini yerine getirmek için kulların cüz'î iradelerini sarf etmekle yapacakları hizmetlerine, “Allah'a yardım” denilmiştir ki bu da isnadda mecaz, yahut istiaredir. Yani imandan sonra siz Allah'ın emirlerini yerine getirmek, rızasına ermek için size şart kılmış olduğu niyet ve gayretlerinizi sarf etmek suretiyle dinine hizmet edersiniz. Allah size yardım eder, sizi düşmanlarınıza galip ve muzaffer kılar. Ve ayaklarınızı sıkı bastırır. Savaş alanlarında, cihat mevkilerinde ayaklarınızı kaydırmaz ve metanetle sizi üstün kılar. (Elmalılı)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَتَعْساً لَهُمْ وَاَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَتَعْساً لَهُمْ وَاَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. تَعْساً kelimesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ zaiddir. تَعْساً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, تعسوا (bedbaht oldular) şeklindedir. لَهُمْ car mecruru تَعْساً ‘a mütealliktir. اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اَضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَضَلَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَتَعْساً لَهُمْ وَاَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ
وَ istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
İsm-i mevsûlün sılası olan كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Haber olan فَتَعْساً لَهُمْ وَاَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ cümlesindeki فَ harfi zaiddir, tekid ifade eder. فَتَعْساً mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Takdiri تَعْسوا (bedbaht oldular) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la cümlenin müsnedine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كَفَرُوا - اَضَلَّ - تَعْساً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayet, müminlerin kalplerini takviye etmektedir. Çünkü, Allah Teâlâ, bir önceki ayette, "Ve ayaklarınızı sabit kılar" buyurunca, kâfir kimsenin de, sabredeceği, savaş hususunda sebatlı olacağı, böylece de, kital, harp, süngüleşme ve vuruşmanın devam edeceği; halbuki bunda ise çok büyük bir meşakkat ve zorluğun bulunacağı düşünülebilirdi... İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, "Sizin için sebat; onlar için zeval ve helak vardır. Dolayısıyla onların sebatı olamaz.." buyurmuştur. Bunun sebebi açıktır; çünkü, onların ilâhları, yardımda, kudret ve sebatı olmayan, cansız nesnelerdir. Binaenaleyh o putlar, Allah'ın, kâfirlere takdir etmiş olduğu helak ve yok oluşu savuşturmaya, yetkili değillerdir. İşte bu noktada, mutlaka, ayakların kayması ve tökezlemesi kaçınılmazdır. Cenab-ı Hak, müminler hakkında vaat ifade eden sıyga ile يُثَبِّتْ (sabit kılar) buyurmuştur. Çünkü, Allah'a hiçbir şey vâcip ve zorunlu değildir. Onlar hakkında ise, beddua sıygasını kullanmıştır. Bu sıyga, ihbarî cümlelerden daha beliğdir. Çünkü onların tökezlemeleri kesin ve kaçınılmazdır. Zira, ilâhlarının yardım etmeyeceği, kaçınılmaz bir olgudur. Çünkü, onların kudreti yoktur! Allah'ın sabit kadem kılması ise, O'na vâcip değildir. Zira O, dilediğini yapan, hür bir kādirdir. (Fahreddin er-Râzî)
تَعْساً kelimesi, aslında ayak kayıp yüzükoyun, yahut tepesi üstü düşüp yıkılmak ve kalkamayıp helak olmaktır. Kamus'ta der ki: Helak olmak, kaymak, düşmek, şer, uzaklık, düşüş manalarına gelir. تَعْساً İfadesi kahrolası, canı çıkası veya canı çıksın gibi beddua yerinde de mesel halinde kullanılır. Burada müminlere ayaklarını sağlam bastırma vaadine karşılık kâfirlere yıkım ile tehdittir. (Elmalılı, Âşûr)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَرِهُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَرِهُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
أنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir. هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَرِهُوا fiili أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَرِهُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْبَطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْزَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
اَحْبَطَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبط ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَرِهُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ
Önceki ayet için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtida-i kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Tekid ifade eden masdar harfi اَنَّ ve akabindeki بِاَنَّهُمْ كَرِهُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesi, masdar tevilinde, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfiyle birlikte ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
اَنَّ ’nin haberi olan كَرِهُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ cümlesinin müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
كَرِهُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ’nın sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ifadesinden kasıt, Kur'an'daki önceki alışkanlıklarına ve kötüyü emreden nefsin arzularına ters düşen, tevhidi emreden hükümleridir. (Ruhu’l Beyân)
فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ cümlesi atıf harfi فَ ile كَرِهُوا fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetten sonraki bu tekrar şunu bildirmek içindir ki, bu, Kur'an'ı inkâr etmenin ayrılmaz bir sonucudur, lâzım-ı gayri müfarıkıdır. (Beyzâvî)
Allah (cc) فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ ifadesini, Kur'an'ı inkârın bunu gerektirdiğini bildirmek için tekrar etmiştir. Kur'an'ı inkâr, amellerin boşa çıkmasına sebep olur. Burada söz konusu olan onların iyi amelleri: Kâbe'yi tavaf, Mescid-i Haramı imar, misafire ikram, acı çekenlere ve mazlumlara yardım, yetimlerin ve fakirlerin elinden tutmak ve benzeri iyilik ve hareketleridir. Bunlar, Kureyş kâfirleri açısındandır. Kıyamete kadarki diğer tüm kâfirleri bunlarla kıyasla. (Ruhu’l Beyân)
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ دَمَّرَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۘ وَلِلْكَافِر۪ينَ اَمْثَالُهَا
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَلَمْ |
|
|
2 | يَسِيرُوا | gezip dolaşmadılar mı? |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
5 | فَيَنْظُرُوا | görsünler |
|
6 | كَيْفَ | nasıl |
|
7 | كَانَ | olduğunu |
|
8 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önceki |
|
12 | دَمَّرَ | yıkıp başlarına geçirmiştir |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | عَلَيْهِمْ | onları |
|
15 | وَلِلْكَافِرِينَ | kafirlere de vardır |
|
16 | أَمْثَالُهَا | onun benzeri sonuçlar |
|
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Hemze istifham harfidir. Ayet, فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri, أقعدوا فلم يسيروا (Oturdular ve yürümediler mi?) şeklindedir.
Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَس۪يرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَس۪يرُوا fiiline mütealliktir. يَنْظُرُوا atıf harfi فَ ile يَس۪يرُوا ‘a matuftur.
يَنْظُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ cümlesi يَنْظُرُوا ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَيْفَ istifham harfi كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsû l الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَمَّرَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۘ
Fiil cümlesidir. دَمَّرَ fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. عَلَيْهِمْ car mecruru دَمَّرَ fiiline mütealliktir.
دَمَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi دمر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلِلْكَافِر۪ينَ اَمْثَالُهَا
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَمْثَالُهَا muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Mahzuf cümlenin takdiri, اقعدوا (Oturdular) şeklindedir. Hemze inkarî istifham harfi, لَمْ muzarinin önüne gelerek manasını olumsuz maziye çeviren cezm harfidir.
Menfî muzari fiil sıygasındaki ilk cümle اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkâr ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlenin emir veya haber üslubu yerine istifham üslubunda gelmesi, muhatabın dikkatini çekmek ve düşünmeye teşvik içindir.
İnkârî istifham üslubu; onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 127)
Makabline فَ ile atfedilen فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ cümlesinin, atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle, istifhama dahildir.
كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi, tefekkür manasındaki فَيَنْظُرُوا fiilinin mef’ûlu konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
كَيْفَ istifham ismi كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَانَ ’nin muahhar ismi olan عَاقِبَةُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir kastına matuftur.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قَبْلِ - عَاقِبَةُ kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı, كَيْفَ ve hemze arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Akıbet için müzekker fiil kullanılmıştır. كَانَتْ buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akıbet ‘azap’ manasındadır. Eğer müennes geldiyse cennet manasındadır. Müenneslik ve müzekkerliğin manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Murâatü’l Maqâm, S. 106)
Yüce Allah imanın gereğine dikkat çekmek üzere mümin ve kâfirin hallerini açıkladıktan sonra, ibretle dikkat etmekten söz etmektedir. Yani bunlar Âd, Semud ve Lut kavmi ile diğerlerinin topraklarında, onların hallerinden ibret almak için dolaşmıyorlar mı? Kalpleriyle "kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin" kendilerinden önceki kâfirlerin sonraki hallerinin "nasıl olduğuna bakmadılar mı? buyurmuştur. (Kurtubî)
دَمَّرَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۘ وَلِلْكَافِر۪ينَ اَمْثَالُهَا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
دَمَّرَ fiilinin mef’ûlü, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan düşünmesini sağlamak için hazf edilmiştir.
Ayetin son cümlesi وَلِلْكَافِر۪ينَ اَمْثَالُهَا makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلْكَافِر۪ينَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَمْثَالُهَا muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
دَمَّرَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۘ , ‘Allah onları toptan helâk etmiştir ve kökten imha etmiştir’ demektir. (Kurtubî)
Yüce Allah Mekke müşriklerini tehdit ederek: "Kâfirlere de onların benzerleri vardır." Yani öncekilere yapılan bu işin -yok edip helak etmek- benzeri vardır. buyurmuştur.
Zeccâc ve Taberî dediler ki: " Benzerleri" lazındaki هَا zamiri akıbete racidir. Yani Kureyş kavminden kâfir olanlara, iman etmeyecek olurlarsa, geçmiş ümmetlerin yalanlamalarının akıbetinin benzeri söz konusudur. (Bunların başlarına da onun gibisi gelecektir). (Kurtubî, Âşûr)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ مَوْلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاَنَّ الْكَافِر۪ينَ لَا مَوْلٰى لَهُمْ۟
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ مَوْلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاَنَّ الْكَافِر۪ينَ لَا مَوْلٰى لَهُمْ۟
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. مَوْلَى fiili اَنَّ ’nin haberi olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl , مَوْلَى ‘nın muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. الْكَافِر۪ينَ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. لَا مَوْلٰى لَهُمْ۟ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. مَوْلٰى kelimesi لَا ‘nın ismi olup, ى üzere mukadder fetha ile mansubdur. لَهُمْ۟ car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
Maksur isimdendir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ مَوْلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاَنَّ الْكَافِر۪ينَ لَا مَوْلٰى لَهُمْ۟
Önceki ayet için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Veya beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtida-i kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır. ذٰلِكَ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur … بِاَنَّ اللّٰهَ , bu mahzuf habere mütealliktir.
Tekid ifade eden masdar harfi اَنَّ ve akabindeki بِاَنَّ اللّٰهَ مَوْلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesi, masdar tevilinde, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfiyle birlikte mahzuf habere mütealliktir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَوْلَى için muzâfun ileyh konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki ikinci tekid ve masdar harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu وَاَنَّ الْكَافِر۪ينَ لَا مَوْلٰى لَهُمْ۟ cümlesi masdar teviliyle, önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَا مَوْلٰى لَهُمْ۟ cümlesi اَنَّ ’nin haberidir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. مَوْلٰى , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. Car mecrur لَهُمْ , bu mahzuf habere mütealliktir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayeti kerimede iman edenler ism-i mevsûlle belirtilmiştir. Bu, iman edenleri şereflendirmek içindir. Ayrıca hudûs, sebat ve temekkün ifade eden mazi fiil cümlesi kullanılarak onların imanlarının sabit ve devamlı olduğu vurgulanmıştır.
Kâfirlerden bahsedilirken ise isim sıygası kullanılması, onların küfürlerinin sübutuna delelet etmiştir.
İki masdar-ı müevvel cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اٰمَنُوا - الْكَافِر۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, مَوْلَى - لَا مَوْلٰى kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اَنَّ ve مَوْلَى kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَوْلَى kelimesi burada veli ve yardımcı manasınadır. Mâlik (sahip) manasına da gelir. Nitekim ["Sonra onlar hak olan mevlalarına, Allah'a iade edilirler."] (En'am, 6/62) ayetinde öyledir. Şu halde iki ayet arasında bir zıtlık var zannedilmesin, yani Allah müminin de kâfirlerin de, bütün kulların mâlikidir. Fakat ["Allah müminlerin dostudur."] (Âl-i İmran, 3/68) ayetinin manasınca müminlerin dostu ve yardımcısıdır, kâfirlerin değil. "Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder." şartına ancak müminler sadakat gösterir. (Elmalılı)
Kâfirle mümin arasında hayli fark vardır. Çünkü mümine Allah yardım ediyor ki Allah, yardım edenlerin en hayırlısıdır. Kâfirin ise, ayette; "cinsini nefyeden (tamamen olumsuzluk ifade eden) bir ibare ile, kesinlikle yardımcısının olmadığı ifade edilmiştir. Binâenaleyh kâfirin yardımcısı yoktur, kendisi de, yardım edenlerin en şerlisidir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Sigarasını içerken, en son görmesini isteyeceği kişiye yakalandı. Hemen arkasına sakladı ama bakışlarından aslında bildiğini anladı. Üzerindeki kokunun dağılması için biraz daha dışarıda dolandıktan sonra mescide öyle girdi. Arkadaşı gibi sevdiği, hocası gibi saydığı imamla gözgöze gelmemeye çalışarak arkalarda bir yere oturdu. Allah kendisinden razı olsun; mahalle sakinlerini bilinçlendirmek amacıyla, her hafta ders adı altında sohbet için toplanıyorlardı. İmam besmele çektikten, Allah’a hamd ettikten ve salavat getirdikten sonra sohbetine başladı:
“Kul, her şeyini yani canının çektiği yiyeceği dahi Allah’tan istemelidir. Bu kadar basit bir konuda da mı düşüncesi çok yanlıştır çünkü kendisine her şeyi veren yine Allah’tır. Ancak duaların iki yönü vardır: sözlü ve fiili. Birinden biri olmaz ise dua eksik kalır.
Kaybedilen ya da istenilen üç şekilde aranabilir. Hiçbir çaba göstermeden dua ederek: o anda bulunamaz. Dua etmeden sadece arayarak: bulunsa da Rabbini anmanın sevabından ve bilinmeyen nice bereketten mahrum kalınır. İkisini birden yaparak: o an bulunsa da, bulunmasa da kazanç sağlanır.
Bilinir ki; insan nefsi tembelliğe meyillidir. Bunun dünyalıklardan ahiret meselelerine kadar birçok örneği vardır. Herkes sağlıklı yaşlanmak ister ama birçok kişi yanlış alışkanlıklarından vazgeçmeyi ya da doğru adımları atmayı ya istemez ya da geciktirir. İnananların hepsi cennete gitmek ister ama birçok kişi Allah’ın emirlerinden uzaklaşarak bu dünyayı da keyfinin istediği gibi yaşar.”
Sohbetin geri kalanıyla ilgili pek bir şey hatırlamıyordu. Mescidden çıktıktan sonra cebindekini çıkartıp çöpe attı ve dedi ki:
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Hakkımda hayırlı olanı bana sevdir, kolaylaştır ve istet. Beni, dualarını tam ve doğru edenlerden eyle. Dualarımdaki eksiklikleri nurun ile tamamla, kusurları rahmetin ile gider. Hırsımdan ya da cahilliğimden dolayı yanlışı istemekten koru. Nefsani tembellikten ve onun sebep olacağı imtihanlardan da koru. Bana emanet olan bu bedeni, Senin rızan için korumamda yardımcım ol ve Senin iznin ile son nefesime kadar temel ihtiyaçlarımı kendi kuvvetimle gidermemi ve farz ibadetlerimi yerine getirmemi nasip eyle. Bana maddi ya da manevi olarak zarar veren yanlış alışkanlıklarımdan kurtulmamı ve yerine hayırlar getirecek doğruları yerleştirmemi nasip eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji