30 Ocak 2026
Ahkaf Sûresi 29-35 (505. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ahkaf Sûresi 29. Ayet

وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ  ...


Hani Kur’an’ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun huzuruna gelince birbirlerine, “Susun!” dediler. Kur’an’ın okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ bir zaman
2 صَرَفْنَا yöneltmiştik ص ر ف
3 إِلَيْكَ sana
4 نَفَرًا bir topluluğu ن ف ر
5 مِنَ -den
6 الْجِنِّ cinler- ج ن ن
7 يَسْتَمِعُونَ dinlemek üzere س م ع
8 الْقُرْانَ Kur’an ق ر ا
9 فَلَمَّا zaman
10 حَضَرُوهُ ona geldikleri ح ض ر
11 قَالُوا dediler ق و ل
12 أَنْصِتُوا susun (dinleyin) ن ص ت
13 فَلَمَّا zaman da
14 قُضِيَ bitirildiği ق ض ي
15 وَلَّوْا döndüler و ل ي
16 إِلَىٰ
17 قَوْمِهِمْ kavimlerine ق و م
18 مُنْذِرِينَ uyarıcılar olarak ن ذ ر

Cinlerin Hz. Peygamber’i dinlemeleri ve ona iman ederek kendi topluluklarını da uyarmak üzere harekete geçmeleri, inkârda direnen müşriklerin ibret ve örnek almaları amacına yöneliktir (cinlerin mahiyet ve sıfatları konusunda bk. Bakara 2/275; En‘âm 6/100; Cin 72/1-3).

Peygamber efendimizin Kur’an’ı dinlemek üzere cinleri davet edip etmediği, bu sırada cinleri görüp görmediği konusunda farklı rivayetler vardır (Kurtubî, XVI, 204 vd.). İbn Kesîr (VII, 272-275), her iki iddianın da sağlam rivayetleri bulunduğunu göz önüne alarak şöyle bir yorum yapmıştır: Hz. Peygamber ile cinlerin bir araya gelmeleri birden fazla olmuş, birincisinde onlar dinlemiş, o görmemiş, diğerlerinde ise Peygamber efendimiz davet etmiş, onları görmüş ve konuşmuş, en azından bir görüşmede İbn Mes‘ûd da bulunmuş, fakat uzakta durduğu için konuşulanları işitmemiştir (ayrıca bk. Buhârî, “Ezân”, 105, “Menâkıbü’l-ensâr”, 32; Müslim, “Salât”, 149-153). 29. âyet, Allah’ın yönlendirmesi ile dinleme arzusunun cinlerden geldiğini ifade etmektedir. Yine bu âyetler grubu, cinlerin de inançları ve dinleri bulunduğuna, inanç ve amellerine göre karşılık göreceklerine delalet etmektedir.

Tevrat ile Kur’an arasında Zebûr ve İncil de gelmiş olduğu halde cinlerin bunlardan söz etmemeleri, Tevrat’ın iman, ibadet ve muâmelât hükümlerini tam olarak ihtiva etmesi bakımından diğerlerinden farklı ve onların da atıf kaynağı olmasına dayanmaktadır. Bazı tefsirciler cinlerin bu ifadelerinden hareket ederek onların da çeşitli dinlere mensup bulundukları, burada sözü geçen cinlerin yahudi oldukları sonucunu çıkarmışlardır (Kurtubî, 209).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 39-40

وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  اِذْ , takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. صَرَفْنَٓا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

صَرَفْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  صَرَفْنَٓا  fiiline mütealliktir. 

نَفَراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  نَفَراً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. يَسْتَمِعُونَ  fiili  نَفَراً ‘in hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْتَمِعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَسْتَمِعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.  

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

حَضَرُوهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  حَضَرُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالُٓوا اَنْصِتُوا  cümlesi şartın cevabıdır.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اَنْصِتُوا ‘dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَنْصِتُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْصِتُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نصت ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

قُضِيَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قُضِيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir.

فَ  karînesi olmadan gelen  وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ  cümlesi şartın cevabıdır.  وَلَّوْا  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِلٰى قَوْمِهِمْ  car mecruru  وَلَّوْا  fiiline mütealliktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُنْذِر۪ينَ  kelimesi  وَلَّوْا ‘deki failin hali olup nasb alameti  ي ‘dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُنْذِر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ ’in takdiri  اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكَ , ihtimam için mef’ûl olan  نَفَراً ‘e takdim edilmiştir.

مِنَ الْجِنِّ  car mecruruنَفَراً ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ  cümlesi  نَفَراً ’ın halidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

نَفَراً  kelimesindeki tenvin tazim ifade eder. نَفَراً  kelimesi nekre olarak gelmiş ve böylece bu grubun cinlerin kerimlerinden, sadıklarından, kavimlerine nasihat edenlerinden olduğuna işaret etmiştir. Onlar hakkı gördükleri zaman hemen bağlanmışlar, sonra hemen kavimlerine gitmişler ve ellerini buldukları bu hayra uzatmışlardır. 

يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَ  [Kur’an'ı dinlemeleri için] cümlesinin hal olması da sıfat olması da uygundur. Hal önceki manayı daha fazla açıklar. Muzari fiil, o anda Kur’an'ı işittikleri gibi, bu işitmenin yenileneceğini ve tekrarlanacağını ifade eder.  افتعال  babı da büyük bir enerji ile isteyerek, özen göstererek, önemseyerek dinlediklerini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.324-325) 

وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ [Hatırla ki cinlerden bir grubu... sana yöneltmiş idik.] ayeti Kureyş müşriklerine bir azardır. Yani cinler Kur'an'ı dinlediler, ona iman ettiler, onun Allah'tan geldiğini bildiler de siz ise hala yüz çevirmekte ve küfür üzere ısrar etmektesiniz.

"Yöneltmiş idik" sana yönlendirmiş, sana doğru göndermiş idik, demektir. (Kurtubî)

Grup diye Türkçeye çevirdiğimiz  نَفَراً  kelimesi, ‘on kişiden daha az olan topluluk’ demektir. Râğıb, bu kelimenin: Savaşa çıkma gücüne sahip olan erkekler topluluğu anlamında olduğunu söyler. (Ruhu’l Beyan)


فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ 

 

فَ  atıf,  لَمَّا  şartiyedir.  لَمَّا  cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  حَضَرُوهُ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُٓوا اَنْصِتُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنْصِتُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu  فَ  harfine haynûne manasındaki  لَمَّا  eklenmiş ve şartın cevabının araya mühlet girmeksizin geldiğini ifade etmiştir. Yani şart ve cevap aynı zamanda gerçekleşmiştir. Onlar gelir gelmez “susun” demişlerdir. Bu cümlede, bundan öncekinde ve bundan sonrakinde müthiş bir îcâz vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.326) 


فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ

 

فَ  atıf harfi,  لَمَّا  şartiyedir.  لَمَّا  cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  قُضِيَ , müspet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قُضِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُنْذِر۪ينَ  kelimesi  وَلَّوْا ‘deki failin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  افعال  babının ism-i fail vezninde gelerek bu halin hudûsuna ve yenilendiğine işaret etmiştir.
Ahkaf Sûresi 30. Ayet

قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Dediler ki: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ’dan sonra indirilen, kendinden önceki kitapları doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 يَا قَوْمَنَا kavmimiz ق و م
3 إِنَّا elbette biz
4 سَمِعْنَا dinledik س م ع
5 كِتَابًا bir Kitap ك ت ب
6 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
7 مِنْ
8 بَعْدِ sonra ب ع د
9 مُوسَىٰ Musa’dan
10 مُصَدِّقًا doğrulayan ص د ق
11 لِمَا
12 بَيْنَ kendinden öncekini ب ي ن
13 يَدَيْهِ kendinden öncekini ي د ي
14 يَهْدِي götüren ه د ي
15 إِلَى
16 الْحَقِّ gerçeğe ح ق ق
17 وَإِلَىٰ ve
18 طَرِيقٍ yola ط ر ق
19 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfi,  قَوْمَنَٓا  münada olup mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً ‘dır.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  سَمِعْنَا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. كِتَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اُنْزِلَ  fiili  كِتَاباً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو dir.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


مُصَدِّقاً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. لِمَا  car mecruru  مُصَدِّقاً ‘a mütealliktir.  

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


بَيْنَ يَدَيْهِ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup cer alameti  يْ ‘dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.  Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَهْد۪ٓي  fiili  كِتَاباً ‘nin hali veya ikinci sıfatıdır. يَهْد۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَى الْحَقِّ  car mecruru  يَهْد۪ٓي  fiiline mütealliktir. 

اِلٰى طَر۪يقٍ  car mecruru atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  طَر۪يقٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   

مُصَدِّقاً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir. 

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا قَوْمَنَٓا  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

يَا  nida harfi,  قَوْمَنَٓا  münadadır. 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı … اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

كِتَاباً ’deki nekrelik herhangi bir veya bilmediğimiz bir kitap anlamındadır, ya da tazim içindir.

اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى  cümlesi  كِتَاباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُنْزِلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin  bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

كِتَاباً  için ikinci sıfat olan  مُصَدِّقاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  مُصَدِّقاً ’a mütealliktir. Sılası mahzuftur.  بَيْنَ يَدَيْهِ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi  كِتَاباً ‘nin hali veya ikinci sıfatıdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  طَر۪يقٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  ifadesinde istiare vardır. طَر۪يقٍ , din manasında kullanılmıştır.

طَر۪يقٍ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) olan İslam hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müsteâr hissî, müsteârun leh aklîdir

Kavimlerinin söyleyecekleri şeyin ne kadar önemli olduğunu ifade etmek için sözlerinin başına,  اِنَّا سَمِعْنَا (doğrusu işittik) şeklinde tekid harfi gelmiştir. Tekid harfinin başka kullanım alanları da vardır. Bunlardan biri de, garip olan haberin başına gelmesi ve onu tekid etmesidir. Bu aynı zamanda haberin ne kadar önemli olduğunu ve kavmin nefsinde yerleşmesi, karar bulması için ne kadar istekli olduklarını ifade eder. 

إستمع  fiili bile isteye dinlemek için,  سمع  ise irade ve istek olmadan gayr-i ihtiyari gelen sesi duymak için kullanılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.333-334) 

وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi ile ıtnâb yapılmıştır. اِلَى الْحَقِّ (hakikat) ve  اِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ (dosdoğru yol) aslında aynı manayı, aynı içeriği barındırmaktadır. Kasıt İslam’dır. Ancak ard arda iki aynı manayı bulunduran kelimeleri getirmek ile Kur’ân-ı Kerîm’in doğruluna te’kid ve İslam’ın yüceliğine vurgu vardır. O halde manayı şu şekilde verebiliriz: Öyle bir kitap ki sadece doğru yola, sadece hakikate ulaştırır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)

Burada haktan murad doğru itikatlardır ve dosdoğru yol da, dinin hükümleri ve salih amellerdir. (Ebüssuûd)

كِتَاباً ‘tan kasıt Kur'an-ı Kerîm'dir. Onu dinleyenler de Musa'ya (as) iman eden kimselerdi. (Kurtubî)

Ayette cinlerin: مِنْ بَعْدِ مُوسٰى (Musa'dan sonra) demeleri; onların önce Yahudi iken sonra Müslüman olmalarından dolayıdır. (Ruhu’l Beyan)

 
Ahkaf Sûresi 31. Ayet

يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ  ...


“Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun, ona iman edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi elem dolu bir azaptan kurtarsın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا قَوْمَنَا kavmimiz ق و م
2 أَجِيبُوا uyun ج و ب
3 دَاعِيَ da’vetçisine د ع و
4 اللَّهِ Allah’ın
5 وَامِنُوا ve inanın ا م ن
6 بِهِ O’na
7 يَغْفِرْ bağışlasın غ ف ر
8 لَكُمْ sizi
9 مِنْ -dan bir kısmını
10 ذُنُوبِكُمْ günahlarınız- ذ ن ب
11 وَيُجِرْكُمْ ve sizi korusun ج و ر
12 مِنْ -dan
13 عَذَابٍ azab- ع ذ ب
14 أَلِيمٍ acıklı ا ل م

يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ

 

يَا   nida harfi, قَوْمَنَٓا  münada olup mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ ‘dır. 

اَج۪يبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  دَاعِيَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اٰمِنُوا  atıf harfi وَ ‘la  اَج۪يبُوا ‘ya matuftur.  اٰمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اٰمِنُوا  fiiline mütealliktir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَغْفِرْ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. يَغْفِرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَكُمْ  car mecruru يَغْفِرْ  fiiline mütealliktir.  مِنْ  teb’ıziyyedir.  مِنْ ذُنُوبِكُمْ  car mecruru يَغْفِرْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُجِرْكُمْ  atıf harfi وَ ‘la يَغْفِرْ ‘e matuftur.  يُجِرْكُمْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ عَذَابٍ  car mecruru  يُجِرْكُمْ  fiiline mütealliktir. اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَج۪يبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  جوب ’dir. 

يُجِرْكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  جور ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. يَا  nidadır. قَوْمَنَٓا  münadadır. Konunun önemini bildiren nida harfi ve münadanın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı  اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

دَاعِيَ اللّٰهِ  izafeti  اَج۪يبُوا  fiilinin mef’ûlüdür. Veciz ifade kastına matuf bu izafette, Allah ismine muzâf olan  دَاعِيَ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Aynı üslupla gelen  وَاٰمِنُوا بِه۪  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabı olan  اَج۪يبُوا ’ya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ  cümlesi talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ  cümlesi aynı üslupla gelerek, hükümde ortaklık nedeniyle يَغْفِرْ  cümlesine atfedilmiştir.

مِنْ ذُنُوبِكُمْ  car mecrurundaki  مِنْ  ba’diyet manasındadır. 

اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Burada Allah Teâlâ  يَغْفِرْ لَكُمْ  ذُنُوبِكُمْ  buyurmamış,  مِنْ  kelimesini zikretmiştir. Böylece onların günahlarından bir kısmını affedeceğini vadetmiştir.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.343) 

Nida harfinin tekrarı, arkasından gelecek sözün bütün konsantrasyonu toplamayı gerektiren önemli bir iş olduğuna dikkat çekmek, hissettirmek içindir. Arkadan kavim kelimesi izafet olarak tekrar edilmiştir ki bu grubun, kavminden olduğuna ve onlar için çabaladıklarına delalet eder. Bütün bunlar davetteki şefkate, davet ettikleri kavmin kalbine hitap ettiklerine ve bunun bu grupta temsil edilen güzel bir hikmet ve öğüt olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.338) 

Dayanılmaz azaptan murad da, kâfirler için hazırlanmış olan azaptır. (Ebüssuûd)

"Günahlarınızı bağışlasın." Burada ba’diyet ifade eden  مِنْ  ile gelmesi dikkat çekicidir. Denilmiştir ki maksat sadece Allah'ın hakkı olan günahlardır. Çünkü kulların hakları sadece iman ile bağışlanı vermez. Gerçi bir gayri müslim kanlar döküp mallar yağma etmiş olup da sonra müslüman olsa müslüman oluşu hiç şüphesiz bütün geçmişlerini keser atar ise de yine o gayri müslimin birkaç sene önce eman yolu ile gelip bir şahıstan borç almış olduğunu farz etsek bu defa sadece İslam'a gelmesiyle o borcun da zimmetinden düşmüş olması gerekmez. yani aynı yurt içinde zimmi ve andlaşma ile orada bulunan gayri müslimlerin İslam'a girmeleri belirli olan kul haklarını düşürmez. Bu cinler de kendi kavimleri içinde imana davet ettikleri için yalnız bazı günahların bağışlanacağını vadetmişlerdir. (Elmalı Hamdi Yazır)

 
Ahkaf Sûresi 32. Ayet

وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...


Kim Allah’ın davetçisine uymazsa, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 لَا
3 يُجِبْ uymazsa ج و ب
4 دَاعِيَ da’vetçisine د ع و
5 اللَّهِ Allah’ın
6 فَلَيْسَ değildir ل ي س
7 بِمُعْجِزٍ aciz bırakacak ع ج ز
8 فِي
9 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
10 وَلَيْسَ ve olmaz ل ي س
11 لَهُ kendisinin
12 مِنْ
13 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
14 أَوْلِيَاءُ velileri و ل ي
15 أُولَٰئِكَ onlar
16 فِي içindedirler
17 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
18 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

Sûre Allah ve âhiret inancına davet, insanları bu inanca götüren delilleri açıklama konularını baştan itibaren işlemişti. Sonunda yine âhirete iman konusuna geçilmekte, kıyas yoluyla bunun mümkün, hatta ilk yaratmadan daha kolay olduğu belirtilmektedir. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 41

عجز Aceze : عَجُزٌ İnsanın arka tarafı (kaba eti). İnsan dışındaki varlıkların da arka kısımları böyle adlandırılmıştır. عَجْزٌ kelimesinin asıl anlamı bir şeyden geri kalmak ve işin sonunda meydana gelmektir. Örfte ise bir şeyi yapma konusunda kusur etmenin ismi olmuştur. Kudret kelimesinin zıddıdır. Kuran- ı Kerim’de geçen عَجُوزٌ kelimesi pek çok işi yapmaktan aciz olması dolayısıyla yaşlı kadın için kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 26 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âciz, acziyet, acûze, mûcize, tâciz ve ucuzdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يُجِبْ  mübteda  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُجِبْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

دَاعِيَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid  بِ harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بِ  harf-i ceri zaiddir. مُعْجِزٍ  lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُعْجِزٍ ‘e mütealliktir. 

لَيْسَ   atıf harfi وَ ‘la ilk  لَيْسَ ‘ye matuftur. 

لَهُ  car mecruru  لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْلِيَٓاءُ  kelimesi  لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfudur.

اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)    

مُعْجِزٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesi olan  مَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنْ , mübtedadır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt  istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

دَاعِيَ اللّٰهِ  izafeti  يُجِبْ  fiilinin mef’ûludur. Veciz ifade kastına matuf bu izafette, Allah ismine muzâf olan  دَاعِيَ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Burada ıtnâb vardır. Normalde  ومَنْ لَا يُجِبْهُ  diyerek bir zamir ile kısaca ifade edebilirdi. Ancak ِ دَاعِيَ اللّٰهِ  terkibinin yeniden zikredilmesinde Allah’ın davetinin, çağrısının önemine vurgu, irşadına kulak vermenin ne yüce olduğuna işaret vardır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)

فَ  karînesiyle gelen  فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ  cümlesi cevaptır.  لَيْسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin haberi olan بِمُعْجِزٍ ’deki  بِ , tekid ifade eden zaid harftir.

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde  ل harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا ‘nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Kur'an-ı Kerim'de  بِ  harfi 22 yerde لَيْسَ ‘nin, 19 yerde de  مَا ‘nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zâidlik)

وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

لَيْسَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

لَهُ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru, mahzuf hale mütealliktir.  اَوْلِيَٓاءُ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.

دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

دُونِه۪  tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah’la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)

لَيْسَ ’nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bundan önceki kelamlarında davete icabet, teşvik edildikten sonra burada ise icabet için uyarı yapılmakta ve icabet etmeyen kimsenin, dünyanın neresine kaçarsa kaçsın veya yerin derinliklerine de girse, Allah'ın azabından kurtulamayacağı belirtilmektedir. (Ebüssuûd)


اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

Ayetin sonunda beyanî istînâf olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması tahkir içindir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ , mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ضَلَالٍ ’deki nekrelik tahkir ve kesret ifade eder.

مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Ayette zarfiye manası taşıyan  ف۪ي  harfi gelmiş, böylece dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi “siz bu dalalete gömülmüşsünüz” manası ifade edilmiştir Müfessirler Kur'an'ın hidayet kelimesi ile  على  harfini, dalalet kelimesi ile ise  ف۪ي  harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.231) 

31 ve 32. ayetlerdeki  دَاعِيَ  kelimeleri arasında cinâs-ı mümâsil vardır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)

Bundan önce davete icabet etmeyen kimsenin kendi imkanlarıyla kurtulamayacağı beyan edildikten sonra burada da, onun, başkasının yardımıyla da kurtulamayacağı beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)

 
Ahkaf Sûresi 33. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 أَنَّ gerçekten
4 اللَّهَ Allah’ın
5 الَّذِي
6 خَلَقَ yaratan خ ل ق
7 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
8 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
9 وَلَمْ ve
10 يَعْيَ yorulmayan ع ي ي
11 بِخَلْقِهِنَّ bunları yaratmakla خ ل ق
12 بِقَادِرٍ kadir olduğunu ق د ر
13 عَلَىٰ
14 أَنْ
15 يُحْيِيَ diriltmeğe ح ي ي
16 الْمَوْتَىٰ ölüleri م و ت
17 بَلَىٰ evet
18 إِنَّهُ şüphesiz O
19 عَلَىٰ üzerine
20 كُلِّ her ك ل ل
21 شَيْءٍ şey ش ي ا
22 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا ولم يروا.. (Gaflet ettiler ve görmediler mi?) şeklindedir.  

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.  يَرَوْا  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  أَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

الْاَرْضَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.


 وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَعْيَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِخَلْقِهِنَّ  car mecruru  يَعْيَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِ  harf-i ceri zaiddir. قَادِرٍ  lafzen mecrur,  أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  عَلٰٓى  harf-i ceriyle قَادِرٍ ‘e mütealliktir. اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

يُحْيِي  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْمَوْتٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

يُحْيِيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حيي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

قَادِرٍ  kelimesi, sülasi mücerredi قدر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ



بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir. Takdiri, بَلٰٓى هوقادرٌ علي إحياءَ الموتي  (Evet, O ölüleri diriltmeye kādirdir) şeklindedir. 

بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  قَد۪يرٌ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

قَد۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ

 

Cümle, takdiri  أغفلوا ولم يروا ...(Gaflet ettiler ve görmediler mi?) olan istinaf cümlesine matuftur. 

Hemze istifham, وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar, azarlama ve uyarı amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ  cümlesi, masdar teviliyle  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi  اَنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafz-ı celâl müsnedün ileyh,  بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ  müsneddir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  االَّذ۪ي ’nin sılası olan  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

الْاَرْضَ  - سَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Arza da şamil olan semavattan sonra arzın zikredilmesi hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi olan  بِقَادِرٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ  cümlesi,  عَلٰٓى  harf-i ceriyle قَادِرٍ ‘e mütealliktir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu ayet istifham hemzesinden sonra  وَ  harfiyle gelen  يروا  fiiliyle başlamıştır. Bu tabirin وَ  harfi olmayan hali de yine bu sûrede 31. ayette geçmiştir. Nahivcilere göre bu  وً  harfi atıf içindir, arkasından zikredilen şeyi zikredilen veya takdir edilen bir şeye atfeder. Kur'an'da geçen أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için وَ  harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.

أولم تر  tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.

ألم تر  tabirinin de çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir.

Burhan'da şöyle yazılıdır: Bu tabir Kur'an'da bazı yerlerde En'âm/6 da olduğu وَ  harfi olmaksızın  ألم يروا كم أهلكنا , bazen de وَ  harfiyle gelmiştir. Bazen de  أفلم يروا  şeklinde  فَ harfiyle gelmiştir. Bu tabir iki şekilde gelir:

●Gözle görülen şeylerle alakalı olarak gelir. Başında hemze ve و  harfi olur. Hemze soru,

و  harfi cümleyi öncesindeki cümleye atfettiğini ifade eder.  ف  harfi de böyle atıf içindir, ama daha sıkı bir ilişkiye işaret eder. 

● Delil çıkarmayla ilgili olarak gelir. Başında sadece soru harfi olan elif olur. Bu durumda و  harfi ve istinaf manasındaki  ف  harfi olmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)

يَرَوْا  fiili ‘bilmek’ anlamındadır. (Âşûr) 

Ayetteki  يَرَوْا (gördüler) fiili, ilmî görüş manasındadır. İnkâr manası, ba‘si inkârları için olup ba‘sin varlığı aklen o kadar açıktır ki bunu inkâr etmek, gözle görülen şeyin inkârı gibidir manası taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.356)  

Bu görme, kalp görmesidir. Yani onlar tefekkür edip de, müşahedeye yalan bir kesinlikle bilmediler mi ki... Allah her şeye kādirdir. (Ebüssuûd)

Bu ayette mecâz-ı mürsel vardır. Ayette geçen  وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ [Gökyüzü ve yeryüzünü yaratma hususunda yorgun düşmedi] cümlesi hakiki mana itibari ile ‘gökyüzü ve yeryüzünü yaratma hususunda aciz olmadı’ anlamına gelmektedir. Buradaki mecaz manayı meydana getiren alaka ise sebebiyettir. Çünkü yorgunluk, aciz kalma ve noksanlık ifade eder. Bu ise bir işin tamamlanmasındaki acziyeti gösterir. Böylesi bir durum Allah Teâlâ için mümkün değildir. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)

يُحْيِيَ  - مَوْتٰىۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

خَلَقَ  -  بِخَلْقِهِنَّ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

بَلٰٓى , cevap harfi, menfi sözü iptal içindir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Yani, بَلٰٓى هوقادرٌ علي إحياءَ الموتي  (Evet, O ölüleri diriltmeye kādirdir) demektir.

Son cümle mukadder cevap cümlesi için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan قَد۪يرٌ ‘e takdim edilmiştir.

اِنَّ ’nin haberi olan  قَد۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir. Bu kalıp, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

شَيْءٍ ‘deki tenvin, kesret ve nev ifade eder. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189)

اِنَّ  ile tekid edilmiş müstenef cümlede harikulade bir îcâz vardır. Çünkü [Her şeye kādirdir] ibaresinin kapsamına girmeyen bir şey yoktur. Bu ibarenin manaları sonsuzdur. Ayrıca ayet onun ölüleri diriltmeye kādir olduğu manasından, her şeye kādir olduğu şeklindeki mübalağa sıygasına geçmiştir. Mananın genişliği,  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ [Her şeye kādirdir] ifadesindeki car mecrurun takdimi sebebiyledir. Asıl yeri  قَد۪يرٌ  şeklindeki haberden sonradır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.363-364)

اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  cümlesi  بَلٰٓى ‘nın tezyîlidir. Çünkü bu cümle, gökleri ve yeri yaratma, ölüleri diriltme ve göklerin ve yerin dışındaki varlıkları diriltme gücüne işaret etmektedir. (Âşûr)

Kelam, Allah'ın ölüleri diriltmesinin mümkün olduğunu inkar etmelerini red için  اِنَّ  harfiyle vurgulanmıştır, çünkü bunu inkâr ettiklerinde Allah’ın her şey üzerindeki kudretini de umumi olarak inkâr etmiş olurlar. (Âşûr)

 
Ahkaf Sûresi 34. Ayet

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  ...


İnkâr edenlere ateşe sunuldukları gün, “Bu gerçek değil miymiş?” denir. Onlar, “Evet, Rabbimize andolsun ki gerçekmiş” derler. Allah, “Öyle ise inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı azabı tadın!” der.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 يُعْرَضُ sunulacakları ع ر ض
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
5 عَلَى karşı
6 النَّارِ ateşe ن و ر
7 أَلَيْسَ değil miymiş? ل ي س
8 هَٰذَا bu
9 بِالْحَقِّ gerçek ح ق ق
10 قَالُوا derler ق و ل
11 بَلَىٰ evet
12 وَرَبِّنَا Rabbimiz hakkı için ر ب ب
13 قَالَ der ق و ل
14 فَذُوقُوا öyleyse tadın ذ و ق
15 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
16 بِمَا dolayı
17 كُنْتُمْ olmanızdan ك و ن
18 تَكْفُرُونَ inkar ediyor(lar) ك ف ر

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  يَوْمَ  zaman zarfı, mahzuf fiile müteallik olup mansubdur. Takdiri,  يقال لهم (Onlara şöyle denir ) şeklindedir. 

يُعْرَضُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُعْرَضُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلَى النَّارِ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir.

 

 اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ 

 

Hemze istifham harfidir. لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

هٰذَا  işaret ismi  لَيْسَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir.  الْحَقِّۜ  lafzen mecrur,  لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, cevap harfinden sonra hazf edilmiştir. Takdiri, بلى هو الحقّ  (Evet, o haktır.) şeklindedir.

بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir.

بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)  

وَ  harf-i cer olup, kasem vav’ıdır.  وَرَبِّنَاۜ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekulü’l-kavli, فَذُوقُوا الْعَذَابَ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri,  إن أقررتم بالكفر فذوقوا (Eğer küfrü kabul itiraf ettiyseniz tadın) şeklindedir.

ذُوقُوا  fiili,  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  بِ  sebebiyyedir.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle ذُوقُوا  fiiline mütealliktir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْفُرُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin ilk cümlesinde îcâzı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri  يقال لهم  (Onlara … denir) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Naib-i fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenin bilinen kişi olmasının yanında ona tahkir ifade eder.

يُعْرَضُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

عَلَى النَّارِۜ  car-mecruru,  يُعْرَضُ  fiiline mütealliktir.

يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ  [Kafirler ateşe arz edilirler] ifadesinde kalb sanatı vardır. Kalb, mana bakımından yapılmıştır. Yani cümledeki kelimenin yerinin değiştirilmesi, manayı da değiştirir. Bu durum, cümlenin manasını anlamak için düşünmeyi gerektirir. Lafız, manaya tab olur. ‘’Kâfirler ateşe sunuldu’’ sözünün aslı ‘’ateş kâfirlere sunuldu’’ şeklindedir. Çünkü görenin şuur sahibi olması gerekir. Böylece gördüğü şeye meyletsin, yönelsin ya da ondan uzaklaşacak bir ihtiyara (seçime) sahip olsun. Bu özellik ise ateşte değil kâfirlerde vardır. Burada kâfirlerin idraksizliği mübalağa ile ifade edilmek istenmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Zemahşerî, Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 297) 

يَوْمَ  zarfının amiline takdim edilmesi, o güne ihtimam ve zihinde yerleştirmek içindir. (Âşûr)  

Zamir makamında ism-i mevsûl gelerek ‘’küfredenler’’ şeklinde zahir isimle anılmaları, izmardan sonra izhar makamında ıtnâb sanatıdır. 

يَوْمَ ‘nin amili olan mukadder  يقال لهم  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقّ  cümlesi, istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

لَيْسَ ’nin ismi, işaret ismiyle marife olmuştur.  لَيْسَ ’nin haberine dahil olan  بِ  harfi zaiddir.

Kâfirlerin hak ettikleri cezaya işaret edilen  هٰذَا ‘da istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir.

Zat, manaya dönüşmüştür. Bu; mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 62) 

[Gerçek değil miymiş bu?!] ifadesi, gizli bir ‘’denilir ki’’ sözünden sonra yapılmış bir nakildir. Zarfı nasb eden amil de bu gizli sözdür. Ayetin devamında gelen

فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Tadın şu azabı!] sözünün delaletiyle هٰذَا (bu), azaba işaret eder. (Keşşâf)

[Bu (azap) hak değil mi imiş?] sözünün başındaki hemzenin inkâr için olması mümkündür. İnkârın manası nefydir. Dolayısıyla nefyin başına gelince olumlu mana kazandırır. Yani  هٰذَا حقٌّ (Bu haktır) demektir. Bu mananın soru şeklinde ifade edilmesi, onların vicdanına dönüp bunun hak olduğunu fark ederek itiraf etmeleri içindir. Bu hemzenin ikrar manasında olması da mümkündür. Yani muhataba önceki kelamın taşıdığı, kendisinin de bildiği manayı itiraf ettirmek, ‘’bu haktır’’ dedirtmek içindir. Her ikisi de uygundur. Bunun yanında azarlama, sert davranma, kınama ve pişmanlık da ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.371)

Bu, onları susturma ve dünyada iken Allah'ın vaat ve tehdidi ile alay ettikleri, ”biz azap edilecek değiliz" dedikleri için onları kınamadır. (Ruhu’l Beyan)

 

 قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  بَلٰى وَرَبِّنَا  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

بَلٰى ; önceki olumsuz cümleyi olumlu hale dönüştürür ve ikrar eder. Kendisinden sonra sibaka uygun olacak şekilde bir cümle takdir edilir. Takdiri; بَلٰى هوا لحقٌّ  (EVet, O haktır.) şeklindedir. 

وَ , kasem harfidir. Car mecrur  رَبِّنَاۜ  izafeti, takdiri  نقسم (yemin ederiz) olan mahzuf kasem fiiline mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kâfirlerin kendilerine ait zamiri Rabb ismine izafe etmeleri, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteklerinin işaretidir.


 قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.  Takdiri, ..إن أقررتم بالكفر (Eğer küfrü kabul ettiyseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

ذُوقُوا  cümlesi emir uslubunda olmasına karşın mana itibariyle istihza ve tevbih anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَذُوقُوا الْعَذَابَ (Azabı tadın) ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azaptan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir. 

فَذُوقُوا الْعَذَابَ  ibaresinde istiâre-i tasrîhiyye-i tebe’iyye vardır. Çünkü  فَذُوقُوا الْعَذَابَ (Azabı tadın) cümlesi  باشر العذاب (Cehennem azabına girin, iç içe olun) anlamında kullanılıp istiare yapılmıştır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)

Zevk almak, tadılan şeyin künhünü anlamak bakımından hissetmenin en son noktasıdır. Azabı tatmak şeklinde Kur’an'da çok kullanılmıştır. Aslında Kur’an'da  ذُقْۙ ۚ  ذُقُوا , فذُوقُوا  ُkelimeleri sadece azap kastedildiğinde kullanılmıştır. Kur’an'da müfred olarak  ذُقْۙ  sözü sadece bu ayette gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.162)

Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyledir. Âlûsî de emrin ihane için olduğunu söyler. Zemahşerî şöyle der: Tadın emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ , nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz önünde canlandırarak dikkatleri artırır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S. 103)

تَكْفُرُونَ -  كَفَرُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْعَذَابَ - النَّارِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ahkaf Sûresi 35. Ayet

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ  ...


(Ey Muhammed!) O hâlde, yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret. Onlar için acele etme. Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur. Ancak yoldan çıkmış olan topluluk helâk edilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْبِرْ o halde sabret ص ب ر
2 كَمَا gibi
3 صَبَرَ sabrettikleri ص ب ر
4 أُولُو sahibi ا و ل
5 الْعَزْمِ azim (ve irade) ع ز م
6 مِنَ
7 الرُّسُلِ elçilerin ر س ل
8 وَلَا ve asla
9 تَسْتَعْجِلْ acele etme ع ج ل
10 لَهُمْ onlar için
11 كَأَنَّهُمْ onlar gibi olurlar
12 يَوْمَ gün ي و م
13 يَرَوْنَ gördükleri ر ا ي
14 مَا şeyi (azabı)
15 يُوعَدُونَ tehdit edildikleri و ع د
16 لَمْ
17 يَلْبَثُوا (sanki) yaşamamışlar ل ب ث
18 إِلَّا dışında
19 سَاعَةً bir sa’at س و ع
20 مِنْ -den
21 نَهَارٍ gündüz- ن ه ر
22 بَلَاغٌ (bu) bir duyurudur ب ل غ
23 فَهَلْ
24 يُهْلَكُ helak mı edilecektir? ه ل ك
25 إِلَّا başkası
26 الْقَوْمُ topluluktan ق و م
27 الْفَاسِقُونَ yoldan çıkmış ف س ق

Hz. Peygamber ve ashabının, müşriklerin inkâr ve zulümleri karşı­sında bunalarak bir an önce iman etmelerini, inanmayanların da cezalarını çekmelerini istedikleri olmuştur; Allah Teâlâ zamanın izâfîliğini veciz bir şekilde ifade buyurarak müminleri teselli etmekte, bir ömür boyu gecikiyor zannedilen mükâfat ve cezanın, –ezel-ebed çizgisinde bu ömür bir güne bile denk düşmediği için– hiç de gecikmediğini açıklamaktadır.

Azim ve kararlılık sahibi (ülü’l-azm) peygamberler” kaydı, bazı tefsirciler tarafından, “Peygamberler azim sahibi olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılır” şeklinde bir anlayışa dayanak kılınmıştır. Bu tefsirciler, peygamberlerin hayat hikâyelerine, mücadelelerine ve Kur’an’da zikredilme yer ve şekillerine bakarak ülü’l-azm peygamberlere ait “Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ, Muhammed” gibi listeler de vermişlerdir. Yorumlarına bizim de katıldığımız diğer tefsirciler ise buradaki ifadeden böyle bir anlam çıkarmamış, “Bütün peygamberler azim ve kararlılık sahibidir, Hz. Muhammed de onlar gibi azimli ve sabırlı olmaya çağırılmış, bir mânada Allah tarafından ona da bu nitelikler bahşedilmiştir” demişlerdir (Kurtubî, XVI, 212-213; Râzî, XXVIII, 35).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 42

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا كانت عاقبة  الكفٌارما ذكري فاصبر (Kâfirlerin akıbeti zikredildiği gibi olduysa sabret)  şeklindedir.

اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.Takdiri, صبرا كصبر أولي العزم (Azim sahiplerinin sabrı gibi bir sabırla) şeklindedir. 

صَبَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اُو۬لُوا  kelimesi fail olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır.  الْعَزْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنَ الرُّسُلِ  car mecruru  اُو۬لُوا الْعَزْمِ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. 

لَا تَسْتَعْجِلْ  atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْتَعْجِلْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لَهُمْ  car mecruru  تَسْتَعْجِلْ  fiiline mütealliktir. 

تَسْتَعْجِلْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عجل ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ

 

كَاَنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  كَاَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

يَوْمَ  zaman zarfı  لَمْ يَلْبَثُٓوا  fiiline mütealliktir. يَرَوْنَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَرَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَرَوْنَ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُوعَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ يَلْبَثُٓوا  fiili  كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَلْبَثُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.

سَاعَةً  zaman zarfı  لَمْ يَلْبَثُٓوا  fiiline mütealliktir. مِنْ نَهَارٍ  car mecruru  سَاعَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

بَلَاغٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هذا  (Bu) şeklindedir.


 فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  هَلْ  istifham harfiidir. Muzari fiile dâhil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.  

يُهْلَكُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. اِلَّا  hasr edatıdır.  الْقَوْمُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

الْفَاسِقُونَ  kelimesi  الْقَوْمُ ‘nün sıfatı olup ref alameti و ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْفَاسِقُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ 

 

 

فَ , takdiri  إذا كانت عاقبة الكفٌارما ذكري (Kâfirlerin akıbeti zikredildiği gibi olduysa) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَاصْبِرْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi, amili  صَبَرَ  olan mahzuf bir masdara mütealliktir. Takdiri, صبرا كصبر أولي العزم (Azim sahiplerinin sabrı gibi bir sabırla) şeklindedir.  ما ’nın sılası olan  صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ  cümlesi, masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مِنَ الرُّسُلِ  car mecruru  اُو۬لُوا الْعَزْمِ ‘in, mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اصْبِرْ صَبَرَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

مِنَ الرُّسُلِ (resullerden) ibaresindeki  مِنَ , beyaniye olup tam da yerinde gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ'nın bütün resulleri  اُو۬لُوا الْعَزْمِ ‘dir. Allah'ın emrini ümmetlere tebliğ etmek azim bir iştir. Peygamberlerin hepsi red, inkâr ve inatla karşılaşmıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.384) 

وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لَا تَسْتَعْجِلْ  fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Takdiri, نزول العذاب  şeklindedir. 

Azim sahibi peygamberlerden murad, şeriat sahibi olup da, onu tesis etmek ve yerleştirmek için büyük gayretler harcayan ve bu uğurda meşakkatlere ve düşmanlarının düşmanlıklarına karşı sabreden büyük peygamberlerdir. Bunların en meşhurları şunlardır: Nûh, İbrahim, Musa ve Îsa peygamberlerdir (as). (Ebüssuûd)


كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ

 

İstînâfiyye veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır. Teşbih ve tekid harfi  كَاَنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

يَوْمَ  zaman zarfı  لَمْ يَلْبَثُٓوا  fiiline mütealliktir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , ihtimam için amili olan لَمْ يَلْبَثُٓوا ‘ya takdim edilmiştir.

يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan  يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يُوعَدُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan  لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ  cümlesi,   كَاَنَّ ’in haberidir.  لَمْ  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille zaman zarfı arasındadır. 

يَلْبَثُٓوا  maksûr/sıfat,  سَاعَةً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. ‘Günün sadece bir saati kaldık’ anlamını tekid eder.

سَاعَةً ’deki tenvin, nev ve kıllet (azlık) ifade eder.

يَوْمَ - سَاعَةً - نَهَارٍۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ey Resulüm! Sen, Mekke kâfirleri için acele azap isteme. Onlar, kendilerine vadedilen azabı gördükleri gün, o azabın şiddetinden ve süresinin uzun olmasından dolayı, sanki dünyada gündüzün sadece bir saati kadar kaldıklarını sanacaklar. (Ebüssuûd)


 بَلَاغٌۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır.  بَلَاغٌ  , takdiri  هذا  (Bu) olan mukadder bir mübtedanın haberidir. 

Bu takdire göre mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ

 

فَ , istînâfiyyedir.  هَلۡ  inkârî istifham harfi nefy manasındadır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Muzari fiil teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Nefy harfi  لَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille naib-i fail arasındadır.  يُهْلَكُ  maksûr/sıfat,  الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur. 

يُهْلَكُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an’da genellikle vaîd ifade eden fiiller meçhul bina edilmiştir.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الْفَاسِقُونَ  kelimesi  قَوْمُ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْقَوْمُ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

İstifham harfi, ayetin indiği günden teklifin kalkacağı güne kadarki her okuyucuya yöneliktir. Aklı olan herkesin bu soruya vereceği cevap “evet, asla fasık kavimden başkası helak olmaz” şeklindedir. Bu cevabın altında bu hakikati kesinlikle kabul manası vardır. Bu öyle bir hakikattir ki aklı olan hiç kimse bu konuda tereddüt etmez.

يُهْلَكُ (Helak edilir) şeklindeki fiilin meçhul olarak gelişi, faili üzerinde fikir yürütmeyi, dolayısıyla helakın açıklanmasını çoğaltır. Muzari oluşu fiilin yenilendiğine işaret eder. Çünkü nesiller ve olaylar yenilendikçe fasık olan kavimlerin helakı da tekrar ederek yenilenir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.410) 

Konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayette, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlaması şeklinde tarif edilen, hüsn-i intihâ sanatı vardır.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Bu sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, surenin genelinde olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.  

Hâ-Mîm Surelerinin yolculuğu, mücadele ile başlayıp helak ile son bulma arasındaki iki mihver arasındadır. Bunun tafsilatı Fussilet Suresindedir. Uyarıldıkları şeyin pekiştirilmesi ve bunun Allah'ın Resulullah'a (sav) ve ondan öncekilere indirdiği vahiy ve eski  bir uyarı olduğu ise Şûrâ Suresinde anlatılmıştır. Râzî'nin dediği gibi, küfürlerinin tafsilatı da Zuhruf Suresinde anlatılmıştır. Oyuna dalmaları, şüphe etmeleri ve bayılmaları da Duhan Suresinde gelmiştir. İnsanların inanmadığı ayetler de, en açık olarak Câsiye Suresinde gelmiştir:

فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ [Artık onlar Allah'ın ayetlerinden sonra hangi söze inanırlar?]. (Câsiye/6)

Câsiye bu mana üzerine kurulmuştur. Sonra tebliğden yüz çevirenler gelmiştir. İşte Hâ-Mîm Surelerindeki manalar bu minvaldedir. Nihayet bu ayetle de bu sureler son bulmuştur. İşaret ettiğimiz gibi böylecereddü'l-acüz ale's-sadr, bu yedi sure bütününde gerçekleşmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.407)

 
Günün Mesajı
29. ayette bahsedilen olay Resulullah sav Taif dönüşü Mekke dışında batn-i nahle denilen yerde dua ederken meydana gelmiştir.
Cin; kelime manası olarak görünmeyen, gizli demektir.
Kur'an'da cin isminde bir sure vardır.
Peygamber efendimiz insanların yanı sıra cinlere de gönderilmiş bir peygamberdir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bu dersten sonra bir daha görmeyeceği öğrencilerine bakarken, kafasının içinde cümlelerini toparlamaya çalışıyordu. Söylediklerinin kimin cebinde kalacağını bilmiyordu ama Allah’tan en güzel ihtimali dileyerek dedi ki:

Dininizi yaşayanlardan ve yaşatanlardan; Allah yolunda yürüyenlerden ve yürütenlerden olun. Taklidi imandan, tahkiki imana taşınmak ve ibadetlerinizi bedeninizle yapmaktan, kalbinizle yaşamaya yükselmek için İslam’ı öğrenin. 

Asla ‘zaten biliyorum’ havasına girmeyin. Kur’an-ı Kerim’i ‘ben anlıyorum’ diye düşünmeyin. Bunları demek, ilimde ve ibadette bulunduğunuz noktadan ilerisinin olmadığını iddia etmektir ki, bu da bir yalandır. 

Zira; insan okuduğu her şeyi, o anda idrak edemez. İdrak ettiği her şeyi, o anda sindiremez. Sindirdiği her şeyi de, o anda hayatına geçiremez. Bu yüzdendir ki; temel İslami bilgileri devamlı tekrar etmek ve sohbet meclislerinde bulunmak gerekir. 

İnsanın hatırlatılmaya ve teşvik edilmeye ihtiyacı vardır çünkü insan unutkandır ve üşengeçtir. Bu yüzden de; bildiklerinin içinde barınan birçok detay kaybolup gider; tekrar işitene ya da okuyana kadar farkına bile varmaz. 

Bilgileri tazelemenin ve imanı diri tutmanın bir diğer faydası ise; İslam’ı yaşayarak anlatabilecek dereceye ulaşmaktır. Neyi neden yaptığınızı o kadar öz ve net bilin ki; hayatınızın her evresinde, sizi görenler, İslam’ın yansımasını da görsünler. 

İslam, farz ibadetlerinizi yerine getirme çabasının yanında; hayatınızın her alanını şekillendirsin. Sosyal medyada takip etmeyi seçtiğiniz insanlardan, izlemeye vakit ayırdığınız filmlere, arkadaş seçimlerinizden, ağzınızdan çıkan kelimelere kadar. 

Bu da zamanla İslam yolundaki eksiklerinizi bulma ve düzeltme çabasıyla olur. Bu çaba da ancak Allah’ın dinini daha iyi öğrenme hevesiyle ortaya çıkar. Böylece, hakiki manada yaşayarak ve haliyle örnek olarak başkalarının da yaşamasına vesile olursunuz.

Allah yar ve yardımcınız olsun. Kalplerinizi kibrin zerresinden muhafaza buyursun. İslam yolunda, İslami bilgileri sindirerek ve hayatınıza işleyerek yürümek nasip olsun. Allah sizi affetsin, iki cihanda da iyilik versin ve sizi azabından korusun.

Amin.

***

Yeryüzünde herhangi bir sıkıntının veya bir ağrının en şiddetli noktasında bulunan kişi için hayatının ne öncesi, ne de sonrası kalır. Sadece o şiddetli andan kurtulmayı diler. Daha biraz önce yediği yemek lezzetini ya da ettiği sohbet coşkusunu kaybetmiştir. Ne dostlukların, ne de nimetlerin güzelliği görülür. Her şey adeta kararır, aydınlıklar sanki hiç yaşanmamıştır.

Allah’a hamd olsun, yeryüzünde hiçbir şey kalıcı değildir. Sıradan bir insan bile bir şekilde inişli çıkışlı yaşama devam eder. Huzur kırıntılarına tutunmaya çalışır. Tutunamıyorsa anlatarak bir nebze olsun rahatlatır. Sebep ne olursa olsun, beyni ve kalbi, o en şiddetli ana aynı şekilde tepki vermeyecektir. Bu sadece hüzün için değil, mutluluk için de geçerlidir. 

Rasulullah (s.a.) 16 aylıkken kaybettiği evladını toprağa gömerken ağladığına şaşıranlara şöyle buyurur: “Göz yaş döker, kalb teessür duyar. Biz, Yüce Rabbimizin râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Vallahi, ey İbrahim! Senin ayrılığın bizi fazlasıyla mahzun etti!” (Müslim) O, bu şekilde en şiddetli anların nasıl yaşanması gerektiğini ümmetine göstermiştir.

Yani ortaya: hüznünü ya da sevincini gözlerine yansıt, yüreğinde hisset ama dilin daima Allah’ın razı olacağı ifadeleri söylesin anlamı çıkar. Gözün yaşları ya da ışıltısı diner, yüreğin ateşi ya da aşırı sevinci sakinleşir. Ancak dilin döktüklerinin maddi ve manevi izi kalır. Ömrün en şiddetli anlarında Allah’ı hatırlamak isteyen, günlük hayatında da devamlı Allah’ı anmalıdır.

Allah’ın iman davetine icabet etmeyen ve Allah’ı dost bilmeyen kişinin sonu ise akılların alması mümkün olmayan en şiddetli azap anına hapsolmaktır. Öyle ki yeryüzünde yaşadıkları ve yaptıkları her şey anlamını yitirir. Elleri iki cihanda da boşa çıkmış olur. En şiddetli anın hafiflemesi gibi bir fırsat ya da alışmak gibi ferahlık sebebi nimet yoktur.

Ey Allahım! Şüphesiz ki yaşadığımız her andan haberdar olansın ve yardımcıların en hayırlısısın. Sıradan ya da şiddetli duygulara ve düşüncelere kapıldığımız her anımızda, bizi Seni anan kullarından eyle. Yanlış ifadeler söylemekten ve yanlış hareket etmekten muhafaza buyur. Her anımızda Senin rızanı gözetenlerden eyle.

Ey Allahım! Şüphesiz ki Sen dostların en güzelisin. Bizi Seni dost bilenlerden eyle. İslam yolunda Senin adın ile inandık ve itaat ettik sözleriyle yürüyenlerdeniz. Kalplerimizi ve ayaklarımızı sağlam kıl ve bizi Senin yolundayken ölenlerden eyle. Kusurlarımızı affet, eksikliklerimizi gider ve bizden razı ol. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji