بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاذْكُرْ | ve an |
|
2 | أَخَا | kardeşini (Hud’u) |
|
3 | عَادٍ | Ad’ın |
|
4 | إِذْ | hani |
|
5 | أَنْذَرَ | uyarmıştı |
|
6 | قَوْمَهُ | kavmini |
|
7 | بِالْأَحْقَافِ | Ahkaf’taki |
|
8 | وَقَدْ | gelip geçti |
|
9 | خَلَتِ | gelip geçti |
|
10 | النُّذُرُ | nice uyarıcılar |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | بَيْنِ | onun önünden |
|
13 | يَدَيْهِ |
|
|
14 | وَمِنْ | ve |
|
15 | خَلْفِهِ | ardından |
|
16 | أَلَّا |
|
|
17 | تَعْبُدُوا | kulluk etmeyin |
|
18 | إِلَّا | başkasına |
|
19 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
20 | إِنِّي | elbette ben |
|
21 | أَخَافُ | korkuyorum |
|
22 | عَلَيْكُمْ | sizin |
|
23 | عَذَابَ | azabına uğramanızdan |
|
24 | يَوْمٍ | bir günün |
|
25 | عَظِيمٍ | büyük |
|
İnancın en önemli üç unsuru tevhid, nübüvvet ve âhirettir. Bütün hak dinlerde bu üç unsur üzerinde önemle durulmuş, insanların bir tek Allah’a iman ve kulluk etmeleri, gönderdiği peygamberin yolundan gitmeleri ve öldükten sonra dirileceklerine, hesap vereceklerine inanarak yaşamaları istenmiştir. Bu sûrenin de temel konuları arasında bunlar vardır. Hz. Peygamber’in muhatabı olan Arap müşrikleri bu üç inanç unsuru karşısında direndikçe hem onları ikna etmek hem de peygamberi ve müminleri rahatlatmak için aynı şekilde davranan geçmiş ümmetlerden örnekler verilmiş, onların peygamberleriyle tartışmaları, ileri sürdükleri deliller, peygamberlerin mukabil davranışları ve ortaya koydukları kanıtlar anlatılmıştır. Burada açık örnek Âd kavmi ile “onların kardeşi” şeklinde ifade edilen Hûd aleyhisselâm, kapalı örnek ise 27. âyette zikredilen, o bölgede yaşamış diğer kavimler, ümmetler ve peygamberlerdir. Hz. Nûh’tan sonra kendilerine peygamber gönderilen ilk Arap topluluğu Âd olduğu için burada açık örnek olarak onlar seçilmiştir.
“Âd’ın kardeşi”nden maksat o kavimden gelen, soy olarak o kavme mensup bulunan kimsedir ki, burada Hûd peygamber kastedilmektedir (Hûd ve Âd hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/65-72).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 38وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اَخَا mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biri olduğu için nasb alameti ا ’dır. عَادٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı اَخَا ‘dan bedel olup mahallen mansubdur. اَنْذَرَ قَوْمَهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْذَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. قَوْمَهُ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْاَحْقَافِ car mecruru قَوْمَهُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
اَنْذَرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
Cümle hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece و gelir. Nadiren و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَلَتِ fetha üzere (mukadder olmalı değil mi?) mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. النُّذُرُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ بَيْنِ car mecruru خَلَتِ fiiline mütealliktir.
يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ خَلْفِه۪ٓ car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اَنْ harfi masdariyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَعْبُدُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf پ harf-i ceri ile birlikte اَنْذَرَ fiiline mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan mütekellim ي ‘sı اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَخَافُ fiili اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri أنا ‘dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru اَخَافُ fiiline mütealliktir. عَذَابَ mefûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٍ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَخَا عَادٍ izafeti, Hûd (as)’dan kinayedir. اذْكُرْ fiilinin mef’ûlu olarak mansubdur.
اِذْ zaman zarfı, اَخَا عَادٍ ‘den bedel-i iştimâldir. (Âşûr) Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26)
بِالْاَحْقَافِ car mecruru قَوْمَهُ ‘den mahallen mansubdur.
الْاَحْقَافِ kelimesi خقف ‘in çoğuludur, yüksek uzunca kum yığınıdır. احْقَوْقَفَ الشَّيْءُ deyiminden gelir ki, eğrilmek demektir. Onlar Yemen'in Şihr bölgesinde denize nazır kumlar arasında otururlardı. (Beyzâvî)
Surenin ismi olan bu kelime, bu sureden başka bir yerde geçmemiştir. Kaynaklarda bu kelimenin sadece burada gelişinin sırrı ile alakalı Bikâî, lügat manasını açıkladıktan sonra şunu söylemiştir: “Burada önemli olan şey bu suretin, rüzgârın çoğunlukla şiddetli olarak estiği bir ülkede dahi vaki olmamasıdır.” (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 7, s. 253)
الْاَحْقَافِ , aslında uzun ve eğrili büğrülü yüksekçe kum yığını demek olan حقف kelimesinin çoğuludur ki eğri büğrü kum tepeleri demek olup Âd kavminin o uyarı sırasında bulundukları yer bu adla anılmıştır.
الْاَحْقَافِ kelimesi anlam itibarıyla Âd kavminin kuvvetlerine rağmen yerlerindeki çürüklüğe işaret eden ve uyarıya uygun olan bir kelimedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Burada الإرْسالِ veya الدَّعْوَةِ yerine الإنْذارِ fiilinin kullanılması Hûd kavminin halinin Hz. Muhammed’in kavminin haline benzemesi dolayısıyladır. (Âşûr)
وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
,
Hal olarak gelen وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ cümlesi, tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir.
مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ (önlerindekiler) - مِنْ خَلْفِه۪ٓ (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
بَيْنِ - خَلْفِه۪ٓ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَنْذَرَ - النُّذُرُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ ibaresinde, masdar harfi اَنْ ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen بَ harfiyle birlikte اَنْذَرَ fiiline mütealliktir. Nehiy harfi لا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasrla tekid edilmiş masdar-ı müevvel cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اَلَّا edatı, اَنْ ve lâm-ı nafiyenin birleşmesiyle oluşmuş harftir. Olumsuzluk bildiren لا ile istisna harfi اِلَّا birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, “Allah’tan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr fiil ve mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Fiil, mef’ûle kasredilmiştir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.
أَنْ için üç vecih vardır. Birinci olarak أنَّ ’den tahfif edilmiş أَنْ olabilir. Bu durumda şan zamirinde amel eder ve لا nâfiye olur. İkincisi, nasb eden masdar harfidir. Masdar-ı müevvel mukadder harf-i cerle takdiri olan mahzufa müteallik olur. Üçüncü olarak ise bu ayetteki أَنْ müfessire olabilir. Bu durumda ise لا nâhiye olur. (https://tafsir.app/, İ’râbül Müyesser)
Lafza-i celâl, Allah Teâlâ’nın bütün kemâl vasıflara sahip olduğunu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu ifade eder. Bu da tevhidin delilidir ve Vâhidü'l-Ehad'a ibadeti gerektirir, O'nun dışındakilere yapılan kullukları iptal eder. Çünkü bütün kemal vasıflara sahip olmak, bu kâinatta birden fazla ilâh olmasını imkânsız kılar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.258)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمْ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
عَذَابَ يَوْمٍ izafetinde azap, güne isnad edilmiştir. Aslında azabın kaynağı gün değil Allah Teâlâ’dır. Azapla gün arasında, zamana isnad alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
يَوْمٍ ’deki nekrelik tazim ifade eder.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu cümle, önceki cümlenin sebebidir. Beyânî istinaf cümlesi olarak gelmiştir. Tekid harfi ile başlamıştır. İstînâfın manası, önceki cümle ile birlikte düşünülmemesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.259)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | أَجِئْتَنَا | sen geldin mi? |
|
3 | لِتَأْفِكَنَا | bizi çevirmek için |
|
4 | عَنْ | -dan |
|
5 | الِهَتِنَا | tanrılarımız- |
|
6 | فَأْتِنَا | o halde bize getir |
|
7 | بِمَا | şeyi |
|
8 | تَعِدُنَا | bizi tehdidettiğin |
|
9 | إِنْ | eğer |
|
10 | كُنْتَ | isen |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | الصَّادِقِينَ | doğrular- |
|
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اَجِئْتَنَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir.
جِئْتَنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, تَأْفِكَنَا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. ( تَأْفِكَنَا irabı açık olarak yazılmamış)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْ اٰلِهَتِنَا car mecruru لِتَأْفِكَنَا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنت صادقا فأتنا (Eğer doğru sözlüysen bize getir) şeklindedir.
أْتِنَا illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte أْتِنَا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعِدُنَٓا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعِدُنَٓا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir نا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri; فأتنا بما تعدنا ( Bize vadettiğiniz şeyi getirin.) şeklindedir.
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا cümlesinin îrabdan mahalli yoktur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede sarih masdar değil, masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Aksine bu fiilin tekrarlandığı anlatılmak istenmiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 283)
اَجِئْتَنَا , önce yokken sonradan gelen kişi için kullanılır. Onlar bu sözle adeta Peygamber'i inkâr etmektedirler. لِتَأْفِكَنَا (Bizi döndürmek için) kelimesi, اَجِئْتَنَا (geldin mi?) kelimesinden daha serttir. Çünkü إفك , “bir şeyi hakkı olan şeyden hakkı olmayan bir şeye çevirmek, doğrudan yanlışa, haktan batıla, güzelden çirkine dönmek” demektir. Onlar bütün bu manalarla, güzelden çirkine, doğrudan yanlışa, haktan bâtıla değil; şirkten tevhide çağıran Allah'ın peygamberine hitap etmektedirler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.261)
فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا
فَ , takdiri إن كنت صادقا فأتنا (Eğer doğru sözlüysen bize getir) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi olan فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , emir fiil olan فَأْتِنَا ’ya mütealliktir. Sılası olan تَعِدُنَٓا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiş istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi, fiilin vuku bulma ihtimali zayıf olduğu durumlarda kullanılır. Burada da peygamberin doğru söyleme ihtimali azmış gibi düşündüklerini ifade etmişlerdir.
Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كاِن ’nin haberinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. مِنَ الصَّادِق۪ينَ , bu mahzuf habere mütealliktir.
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri; فأتنا بما تعدنا (Bize vadettiğini getir.) şeklindedir.
Bu takdire göre cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
لِتَأْفِكَنَا - الصَّادِق۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْـهَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | إِنَّمَا | sadece |
|
3 | الْعِلْمُ | bilgi |
|
4 | عِنْدَ | katındadır |
|
5 | اللَّهِ | Allah |
|
6 | وَأُبَلِّغُكُمْ | ve ben size tebliğ ediyorum |
|
7 | مَا | şeyi (mesajı) |
|
8 | أُرْسِلْتُ | gönderildiğim |
|
9 | بِهِ | onunla |
|
10 | وَلَٰكِنِّي | fakat ben |
|
11 | أَرَاكُمْ | sizi görüyorum |
|
12 | قَوْمًا | bir kavim |
|
13 | تَجْهَلُونَ | cahillik eden |
|
Beleğa بلغ :
بَلاغٌ ve بُلُوغٌ sözcükleri bir mekan ya da zaman olsun veya takdir edilmiş ve kararlaştırılmış/belirlenmiş herhangi bir iş, durum ya da olay olsun, onda en nihai amaca ve en nihai noktaya ulaşmak/varmak ya da gelmektir. Bazen nihai noktaya ulaşılmamış olsa da ulaşılmak üzere olunduğunu ifade etmek için de kullanılır.
بَلاغٌ ise bir mesaj, selam ya da haberi tebliğ etme/ulaştırma anlamına gelir. Yine bu kelime yeterlilik demektir.
Son olarak belagat بَلاغَةٌ kelimesi iki anlamda kullanılır: Birincisi, sözün bizzat kendisinin beliğ olmasıdır. Bu da sözde üç özelliğin bir arada bulunması demektir. Bunlar sözün dil açısından tamamen doğru olması, kast edilen manaya tamamen uygun olması ve kendi içinde doğruluğu dile getirmesidir. İkincisi, sözün söyleyen ya da söylenen açısından beliğ olmasıdır. Bu da sözü söyleyenin söylemek istediği şeyi sözün kendisine söylendiği kişinin kabul edeceği bir şekilde söylenmesidir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda 77 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri buluğ, bâliğ, meblağ, beliğ, belağat, tebliğ ve mübalağadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili ise müstetir zamir هو ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
عِلْمُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪
Fiil cümlesidir. اُبَلِّغُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlü ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلْتُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اُرْسِلْتُ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اُرْسِلْتُ fiiline mütealliktir.
اُبَلِّغُكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بلغ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اُرْسِلْتُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْـهَلُونَ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir.
İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَـٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder. ى mütekellim zamiri لَـٰكِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لٰكِنَّ ’nin haberi اَرٰيكُمْ cümlesi olup mahallen merfûdur. اَرٰيكُمْ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قَوْماً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. تَجْـهَلُونَ fiil cümlesi قَوْماً ‘ın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْـهَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayette Allah Teâlâ, Hûd Peygamberin sözlerini bildirmektedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الْعِلْمُ ’nun haberi mahzuftur. Mekân zarfı عِنْدَ , bu mahzuf habere mütealliktir.
İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. الْعِلْمُ maksûr/sıfat, عِنْدَ اللّٰهِۘ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz ifade kastıyla gelen müsned عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan عِنْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamı içeren kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا ile tekid edilmiş, azîm azabın ilmi Allah'a tahsis edilmiştir. Bu kasrda dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır. Birincisi kasr edatlarından اِنَّمَا ‘nın kullanılması, ikincisi de Allah katında olmasıdır. Madem ki bu bilgi Allah katındadır, o halde O'ndan başka bilen yoktur. Ayetteki kasr cümlesinde başkasının sahip olmadığı ilmi bilen Allah Teâlâ'dır ve O, hak mabuddur. Cümlede lafza-i celâlin zikri, yaratıldıkları fıtratı harekete geçirir.
اِنَّمَا kelimesi muhatabın bildiği, inkâr etmediği bir konuda kullanılır. Sanki bu, onlar tarafından kabul edilen bir hakikattir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.265-266)
وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mekulü’l-kavle dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ’nın sılası olan اُرْسِلْتُ بِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُرْسِلْتُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Bu cümle اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ sözüne matuftur. Dolayısıyla اِنَّمَا 'nın kapsamındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.266)
وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْـهَلُونَ
Cümle atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. لٰكِنّ۪ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنّ۪ٓ ’nin haberi olan اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْـهَلُونَ cümlesi, muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَجْهَلُونَ cümlesi قَوْماً için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Arş. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
قَوْماً kelimesin nekreliği, nev ve tahkir ifade eder.
الْعِلْمُ - تَجْـهَلُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضاً مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | nihayet |
|
2 | رَأَوْهُ | onu görünce |
|
3 | عَارِضًا | geniş bir bulut halinde |
|
4 | مُسْتَقْبِلَ | yönelerek geldiğini |
|
5 | أَوْدِيَتِهِمْ | vadilerine |
|
6 | قَالُوا | dediler |
|
7 | هَٰذَا | bu |
|
8 | عَارِضٌ | bir buluttur |
|
9 | مُمْطِرُنَا | bize yağmur yağdıracak |
|
10 | بَلْ | hayır |
|
11 | هُوَ | o |
|
12 | مَا | şey |
|
13 | اسْتَعْجَلْتُمْ | sizin acele gelmesini istediğinizdir |
|
14 | بِهِ | onun |
|
15 | رِيحٌ | bir rüzgardır |
|
16 | فِيهَا | içinde bulunan |
|
17 | عَذَابٌ | azab |
|
18 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضاً مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَاَوْهُ mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir ه mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَارِضاً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَقْبِلَ kelimesi عَارِضاً ‘ın sıfatı olup fetha ile mansubdur. اَوْدِيَتِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَقْبِلَ kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karînesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَا ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. عَارِضٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُمْطِرُنَا kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur
مُمْطِرُنَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlü mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَعْجَلْتُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتَعْجَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اسْتَعْجَلْتُمْ fiiline mütealliktir. ر۪يحٌ kelimesi مَا ‘dan bedel olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi ر۪يحٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهَا car mecruru عَذَابٌ ‘un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
اسْتَعْجَلْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi عجل ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضاً مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ
فَ , istînâfiyyedir.
لَمَّا şartiyyedir. لَمَّا cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi رَاَوْهُ عَارِضاً مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْ , müspet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
عَارِضاً kelimesi haldir. Hal, anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ izafeti عَارِضاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Arş. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ ,vadilerinin karşısında; vadilerine bakar vaziyette demektir. İzafet lafzîdir onun için عَارِضاً 'a sıfat olmuştur. (Beyzâvî)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَا cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması, işaret edilene tazim ifade ederek önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.
هٰذَا mübteda, عَارِضٌ haberdir. مُمْطِرُنَا izafeti عَارِضٌ ‘un ikinci haberidir.
مُمْطِرُ ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)
عَارِض kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَارِض kelimesi asıl olarak bir yanı görülen demek olup bundan çeşitli manalarda kullanılmıştır. Bu cümleden olmak üzere ufukta yerden çıkan buluta da ârız denilir ki, burada bu mana ile tefsir edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ idrâb harfidir.
بَلْ harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوَ mübtedadır. Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ر۪يحٌ kelimesi مَا ‘dan bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi ر۪يحٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
عَذَابٌ için sıfat olan اَل۪يمٌۙ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪يهَا ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ر۪يحٌ ,içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü rüzgâr, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumda mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ [Onda elem verici bir azap vardır] ibaresindeki zarf harfinde bir mana vardır. Bikâî bu manaya çok düşkündür. Çünkü bu harf rüzgârın bir zarf/kap olduğunu ve içinde elim bir azap olduğunu anlatır. Bu rüzgâr, insanların alışık olduğu rüzgâr değildir. İçinde elim bir azabın bulunduğu bir rüzgârdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.271-272)تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تُدَمِّرُ | yıkar mahveder |
|
2 | كُلَّ | her |
|
3 | شَيْءٍ | şeyi |
|
4 | بِأَمْرِ | emriyle |
|
5 | رَبِّهَا | Rabbinin |
|
6 | فَأَصْبَحُوا | onlar o hale geldiler ki |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يُرَىٰ | görülmez oldu |
|
9 | إِلَّا | başka bir şey |
|
10 | مَسَاكِنُهُمْ | konutlarından |
|
11 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
12 | نَجْزِي | biz cezalandırırız |
|
13 | الْقَوْمَ | toplumu |
|
14 | الْمُجْرِمِينَ | suç işleyen |
|
تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا
Fiil cümlesidir. تُدَمِّرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِاَمْرِ car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir. رَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُدَمِّرُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi دمر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cümle, mukadder isti’naf cümlesine matuftur. Takdiri, فدمّرتهم فأصبحوا (Böylece onları helak ettim ve onlar …. oldular.) şeklindedir.
اَصْبَحُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
Zamir olan çoğul و ’ı اَصْبَحُوا ’nun ismidir. لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْ cümlesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُرٰٓى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir.
اِلَّا istisna harfidir. مَسَاكِنُهُمْ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَصْبَحُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صبح ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili نَجْزِي olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
نَجْزِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup nasb alameti fethadır. الْمُجْرِمِينَ kelimesi الْقَوْمَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُجْرِم۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا
Ayet istînafiye olarak fasılla gelmiştir. تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا cümlesi, önceki ayetteki ر۪يحٌ kelimesinin ikinci sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَيْءٍ ‘deki nekrelik kesret, nev ve tazim içindir.
بِاَمْرِ رَبِّهَا izafeti, muzâfun ileyh olan هَا zamirinin ait olduğu ر۪يحٌ ve Rabb ismine muzâf olan اَمْرِ için tazim ve teşrif ifade eder.
بِاَمْرِ رَبِّهَا car mecrurundaki بِ harfi, sebebiyyedir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teala’dır, dolayısıyla رَبِّ isminde tecrîd sanatı vardır.
Şayet “Kasırganın Rabbe izafe edilmesinin faydası nedir?” dersen şöyle derim: Bu rüzgâr ve onun dizginlerini elde tutma, Allah’ın kudretinin azametine şahitlik etmektedir; zira kasırga O’nun hayranlık verici mahlukatından ve büyük ordularındandır. اَمْرِ ’den bahsedilmesi ve kasırganın Allah’tan emir alması bu görüşü destekler, kuvvetlendirir. (Keşşâf)
Muzari fiilde bu sahneyi canlandırmak maksadı vardır. Bu sayede adeta Âd ülkesindeki her şeyi helak eden rüzgârı görürüz. Bu fiil muzari olarak Kur’an'da bu ayetten başka bir yerde gelmemiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.273)
فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ
Ayet, takdiri فدمّرتهم (Onları helak ettim.) olan, mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ cümlesi اَصْبَحُوا ‘nun haberidir. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Nefy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille naib-i fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
فَاَصْبَحُوا ‘nın haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُرٰٓى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ
Ayetin son cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur كَذٰلِكَ , amili نَجْزِي olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
نَجْزِي fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
رَبِّهَا - نَجْزِي kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
الْقَوْمَ için gelen الْمُجْرِم۪ينَ sıfatı, افعال babının ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, s. 177, 205)
Ayette geçen الْقَوْمَ kelimesi ümmetlerin başına gelen azabın ferdî günahlar ve dalalet sebebiyle değil, Âd kavminde olduğu gibi umumi olarak mübtela olduğu günahlar ve dalalet sebebiyle indiğine işaret eder.
‘’Biz böyle cezalandırırız’’ sözünde, azamet zamiri gelerek ceza Allah Teâlâ'ya isnad edilmiştir. Kur’an cezanın Rabbimiz tarafından tavizsiz bir şekilde sınırlarının belirlendiği bir görevli tarafından tam bir titizlikle yerine getirildiğini tekid ederek bildirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s. 279,280)
وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعاً وَاَبْصَاراً وَاَفْـِٔدَةًۘ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | مَكَّنَّاهُمْ | onlara imkan vermiştik |
|
3 | فِيمَا | şeyi |
|
4 | إِنْ |
|
|
5 | مَكَّنَّاكُمْ | size vermediğimiz |
|
6 | فِيهِ | onu |
|
7 | وَجَعَلْنَا | ve yaratmıştık |
|
8 | لَهُمْ | onlara |
|
9 | سَمْعًا | kulaklar |
|
10 | وَأَبْصَارًا | ve gözler |
|
11 | وَأَفْئِدَةً | ve gönüller |
|
12 | فَمَا | fakat |
|
13 | أَغْنَىٰ | sağlamadı |
|
14 | عَنْهُمْ | kendilerine |
|
15 | سَمْعُهُمْ | kulakları |
|
16 | وَلَا | ne de |
|
17 | أَبْصَارُهُمْ | gözleri |
|
18 | وَلَا | ne de |
|
19 | أَفْئِدَتُهُمْ | gönülleri |
|
20 | مِنْ | bir |
|
21 | شَيْءٍ | şey (yarar) |
|
22 | إِذْ | zira |
|
23 | كَانُوا |
|
|
24 | يَجْحَدُونَ | bile bile inkar ediyorlardı |
|
25 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
26 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
27 | وَحَاقَ | ve kuşatıverdi |
|
28 | بِهِمْ | kendilerini |
|
29 | مَا | şey |
|
30 | كَانُوا | oldukları |
|
31 | بِهِ | onunla |
|
32 | يَسْتَهْزِئُونَ | alay edip duruyor(lar) |
|
İnsanlara verilen duyu organları ve akıl yoluyla elde edilen bilgilerin duyu üstü konular bakımından yorumlanması, değerlendirilmesi ve bunlardan sonuçlar çıkarılması hususunda inancın belirleyici bir etkisi vardır. İnanmayanlar, kendilerinde ve çevrelerinde gördükleri iman işaretlerini, insanı Allah’ın varlık ve birliğine götüren bilgileri, inananlara göre farklı yorumladıkları için inkârlarında ısrar etmekte, bu bakımdan onların duyu organları ve âyette “kalpler” (ef’ide) şeklinde ifade edilen aklî ve zihnî melekeleri, ebedî kurtuluşları açısından bir işe yaramamaktadır.
وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
مَكَّنَّاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte مَكَّنَّاهُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَكَّنَّاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪يهِ car mecruru مَكَّنَّاكُمْ fiiline mütealliktir.
مَكَّنَّا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi مكن ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعاً وَاَبْصَاراً وَاَفْـِٔدَةًۘ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru جَعَلْنَا fiiline mütealliktir.
سَمْعاً mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. اَبْصَاراً ve اَفْـِٔدَةًۘ kelimeleri atıf harfi وَ ile سَمْعاً ‘e matuftur.
جَعَلْنَا değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَغْنٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru اَغْنٰى fiiline mütealliktir.
سَمْعُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَبْصَارُهُمْ ve اَفْـِٔدَتُهُمْ kelimeleri atıf harfi و ‘la سَمْعُهُمْ ‘a mütealliktir. مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mef’ûlu mutlaktan naib olarak mahallen mansubdur.
اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ
اِذْ zaman zarfı اَغْنٰى fiiline mütealliktir. كَانُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَجْحَدُونَ fiili كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. يَجْحَدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِ car mecruru يَجْحَدُونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
وَ atıf harfidir. حَاقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِهِمْ car mecruru حَاقَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. بِهٖ car mecruru يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiiline mütealliktir. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek südâsi mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili هزأ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ
وَ , kasem harfidir. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا harf-i cerle birlikte مَكَّنَّاهُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki اِنْ edatı, nefy manasındadır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Verilen imkan ve gücü ifade eden مَٓا ‘ya dahil edilmiş ف۪ي harfinde istiare vardır. Burada zarfiye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. İmkan ve güç, içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat ellerindeki imkanları mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Verilen imkanlara sahip olmaları, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. İnkârcılarla, onlara verilen nimetler arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
مَكَّنَّا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ [Size bile vermediğimiz imkanlardan (cihetlerden)] sözündeki اِنْ nafiyedir. Önündeki مَٓا da ism-i mevsûldür. Müfessirlerin dediğine göre مَٓا kelimesinin tekrarıyla dile ağırlık olmaması için اِنْ harfi kullanılmıştır. Olumsuzluk manasında مَٓا yerine اِنْ daha az kullanılır. Aradaki fark çok açık değildir.
Burada geçen مَكَّنَّ ve تَمَكَّنَ fiilleri de مكان kelimesinden türemiştir. Çünkü mekan, kişinin bulunduğu yeri kuşatır, sağlamca yerleştirir. Arza yerleştirmenin manası arzı ele geçirmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s. 284)
Burada olumsuzluk manasında ما harfinden daha az kullanılmasına rağmen إنِ harfi gelmiştir. Mevsule ve nafiye ما harflerinin manaları farklı olsa da kelamda aynı kelimeyi tekrar kullanmak kerih görülür. Bilindiği gibi Araplar أيْنَما gibi şart ifade eden ve
biri zarfiye diğeri zaid iki ما harfinden mürekkep olan ما ما kelimesini مَهْما şeklinde kullanırlar.
وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعاً وَاَبْصَاراً وَاَفْـِٔدَةًۘ
Cümle kasemin cevabına وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ , ihtimam için mef’ûl olan سَمْعاً ‘e takdim edilmiştir.
اَبْصَاراً ve اَفْـِٔدَةًۘ kelimeleri tezâyüf nedeniyle سَمْعاً ’a atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı, bahşedilen bu nimetlerin sıralanması taksim sanatıdır. Kelimelerdeki nekrelik, nev ve tazim içindir.
سَمْعاً ve اَبْصَاراً (Kulak ve gözler) ibaresinde kulak tekil, göz ise çoğul olarak gelmiştir. Bu, tefennün (çeşitleme) sanatıdır. Bu kelimelerde müfred-cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ
Bu cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ , ihtimam için mef’ûl olan سَمْعُهُمْ ‘a takdim edilmiştir.
وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ ve وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ , tezâyüf nedeniyle fail olan سَمْعُهُمْ ’a atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı, bahşedilen bu nimetlerin sıralanmasında taksim sanatı vardır.
Atfedilenlere dahil olan nefy harfi لَٓا , olumsuzluğu tekid eden zaid harftir.
Amili اَغْنٰى olan mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib olan شَيْءٍ ‘e dahil olan مِنْ harfi de zaiddir. Tekid ifade eder.
Zamir makamında zahir isim gelerek görmek, işitmek ve gönül kelimelerinin tekrar edilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَيْءٍ ‘in kelimesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Olumsuz siyakta nekre selbin umumuna işaret eder. ‘Hiçbir şey’ anlamındadır. مِنْ شَيْءٍ yani faydadan bir şey, az bir fayda. (Keşşâf)
سَمْعُ - اَبْصَارُ - اَفْـِٔدَتُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَمْعُ - اَبْصَارُ - اَفْـِٔدَتُ kelimeleri tekrar getirilerek ıtnâb yapılmıştır. Kur’an-ı Kerîm gereksiz uzatmalardan, tatvillerden münezzehtir. Burada bir zamir ile bu kelimelere gönderme yapılarak ayet daha kısa hale getirilebilirdi. Ancak böyle yapmamasında Yüce Allah’ın bir hikmeti ve bir maksadı vardır. İşitme, görme ve kalp hassalarının fayda vermeyişinin ne feci, ne kötü, ne felaket bir durum olduğunu ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in ayetlerini, uyarılarını, vaazlarını kulakları olmasına rağmen işitmemek, kainattaki ve insandaki açık delilleri gözleri olmasına rağmen görmemek, Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren sonsuz burhanları kalplerinin varlığına rağmen anlamamak, ancak bu kadar dehşet verici olarak anlatılabilirdi. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)
اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ibaresindeki اِذْ zaman zarfı اَغْنٰى fiiline mütealliktir. اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُ ’nin haberi olan يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve bu durumun ne kadar kötü olduğunu ifade etmek için lafz-ı celâle izafe edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayetin başındaki azamet zamirinden bu ifadede lafz-ı celâle dönülmesi, iltifat sanatıdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, adet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)
‘Bilerek inkâr’ manasında olan جْحَدُ fiilinin muzari gelmesi teceddüde, yani bu fiilin tekrarlandığına, كَانُوا kelimesi de bu işin onların âdeti ve genel durumu haline geldiğine delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.86)
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَانُوا kelimesi, bu inkârın onlarda yerleştiğini ve alışkanlık haline geldiğini ifade eder. Çünkü bu makamda gelen kelime, haberin isminin mahiyeti olduğuna delalet eder. Muzari olarak gelişi de bu inkârın onlarda tekrarlandığını, yenilendiğini ve bu konuda ısrarcı olduklarını, bu görüşten dönmediklerini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.292)
وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Bu cümle وَ ile … فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
حَاقَ fiilinin faili olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَاقَ fiilinin مَا ’ya yani, alay edip durdukları şeye isnadı, mecâz-ı aklîdir. Sebebiyet alakasıyla mecâz-ı mürseldir. Alay ettikleri şey onları kuşatmış değildir, alay etmeleri sebebiyle helak edilmişlerdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için amili olan يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiiline takdim edilmiştir.
Cümlenin müsnedi olan بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ‘nin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
Burada حَاقَ fiilinin faili, alay etmekte oldukları şeydir. Yani alay ettikleri şey onları helak etmiştir. Burada mecâz-ı aklî vardır. Çünkü onları, alay ettikleri şey sebebiyle helak eden Allah’tır. Dolayısıyla hakiki fail Allah’tır. Onların alay ettikleri şey ise, yalanladıkları, inatlaştıkları ve resullerini öldürmeye niyetlendikleri zaman resullerin onları Allah’ın azabı ve bu azap sebebi ile helak olmakla korkutmalarıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 396)
Ahiret azabı henüz başlarına gelmemişken, gelmiş gibi ifade edilmiştir. Buradaki حَاقَ fiili, mecazî olarak kullanılmıştır. Çünkü açıkça görüldüğü gibi henüz vaki olmamış bir azab hakkında kullanılmıştır. Onları saran, kuşatan şey de, yaptıkları şeyin kendisi değil cezasıdır. Onların azabında hardal tanesi kadar artış olmadığına işaret etmek için, ceza yerine amel zikredilmiştir. Sanki ceza amelin kendisi olmuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.292)وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَوْلَكُمْ mekan zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الْقُرٰى car mecruru مَا ’nın temyizidir.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. صَرَّفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
لَعَلّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَرْجِعُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَرْجِعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
صَرَّفْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi صرف ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ
Kasem üslubunda gelen ayet … وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası mahzuftur. حَوْلَكُمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنَ الْقُرٰى car mecruru mevsûlün mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la … اَهْلَكْنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Fiillerin, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
‘Karyenin helak edilmesi’ ifadesinde mekana isnad yoluyla yapılmış mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Burada geçen الْقُرٰى (karyeler) kelimesi, ashabından/ehlinden mecaz olarak gelmiştir. Maksat, o şehirde yaşayanların helak olduğudur. أهل yerine الْقُرٰى kelimesinin kullanılması, hepsinin yok edildiğini ifade etmek içindir. Çünkü şehrin helak olması demek, onun içinde olan her şeyin helakı demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.299)
لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ‘nin haberi يَرْجِعُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur'an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)
Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
Ayetin son cümlesi, adeta Allah'ın rahmetinin dolup taştığı bir pınardır. Öncesindeki cümlenin mefulün lieclih olarak (sebebini bildirmek üzere) gelmiştir. Yani “yaptığınızdan geri dönmeniz için ayetleri açıkladık” demektir. Bu cümlenin “ümit etme” manasında inşa ve müstenef bir cümle olarak geldiği söylenmiştir. Tabii ki Allah Teâlâ'nın ümit etmesi, insanların ümit etmesi gibi değildir. Çünkü Allah Teâlâ'nın benzerinin benzeri bile yoktur, O mahlukata benzemekten münezzehtir. Ancak Allah mahlukatı ile mahlukatının dilinden konuşur. Allah Teâlâ’nın ümit etmesinin talep manasında olduğunu veya bu cümlenin mefulün lieclih, yani “dönmeleri için” manasında olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu mananın ümit etme şeklinde ifade edilmesi, O'nun mahlukatına olan merhametiyle, rahmân ve rahîm oluşuyla ilişkilidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.305)فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ قُرْبَاناً اٰلِهَةًۜ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْۚ وَذٰلِكَ اِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَوْلَا | olmaz mıydı? |
|
2 | نَصَرَهُمُ | kendilerine yardım etselerdi |
|
3 | الَّذِينَ | şeyler |
|
4 | اتَّخَذُوا | edindikleri |
|
5 | مِنْ | -tan |
|
6 | دُونِ | başka |
|
7 | اللَّهِ | Allah- |
|
8 | قُرْبَانًا | yakınlık sağlamak için |
|
9 | الِهَةً | tanrı |
|
10 | بَلْ | hayır |
|
11 | ضَلُّوا | kaybolup gittiler |
|
12 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
13 | وَذَٰلِكَ | işte budur |
|
14 | إِفْكُهُمْ | onların yalanları |
|
15 | وَمَا | ve şeyler |
|
16 | كَانُوا | oldukları |
|
17 | يَفْتَرُونَ | uydurmuş |
|
فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ قُرْبَاناً اٰلِهَةًۜ
فَ atıf harfidir. لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلاَّ yani “değil mi?” manasındadır. لَوْلاَ meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak, bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
نَصَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اتَّخَذُوا değiştirme mansında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِ car mecruru اٰلِهَةً ‘in mahzuf haline mütealliktir.
قُرْبَاناً kelimesi اتَّخَذُوا ‘nun ikinci mef’ûlü olup fetha ile mansubdur. Birinci mef’ûl mahzuftur. Takdiri, اتّخذوهم şeklindedir. اٰلِهَةً kelimesi قُرْبَاناً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْۚ
Fiili cümlesidir. بَلْ , idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُمْ car mecruru ضَلُّوا fiiline mütealliktir.
وَذٰلِكَ اِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir. اِفْكُهُمْ haber olup lafzen merfudur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü atıf harfi وَ ‘la اِفْكُهُمْ ‘e matuftur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يَفْتَرُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَفْتَرُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi فرى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ قُرْبَاناً اٰلِهَةًۜ
Ayet atıf harfi فَ ile kasemin cevap cümlesine atfedilmiştir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart harfidir. لَوْلَا tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir. هلا manasındadır. Şart üslubundaki cümlede لَوْلَٓا , gayrı cazim şart harfidir.
لَوْلَٓا , tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.
Bu harf hep maziye dahil olur ve pişmanlığa delalet eder. Sanki muhatabın yaptığı işe pişman olmasını ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muahhar fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اتَّخَذُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi tahkir ifade eder.
اٰلِهَةًۜ ‘den mahzuf hale müteallik olan مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, kısa yoldan izah ve gayrıyı tahkir içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
Amili اتَّخَذُوا fiili olan قُرْبَاناً , hal veya mef’ûlun lieclih olarak mansubdur.
اتَّخَذُوا fiili iki mef’ûl alır. İlki mahzuftur ve öncesindeki ism-i mevsule aiddir. قُرْبَاناً (yakınlık) kelimesi mef’ûlun lieclihtir, اٰلِهَةًۜ (ilahlar) da ikinci mef’ûlüdür.
Zemahşerî bu ayette قُرْبَاناً kelimesinin ikinci mef’ûl, اٰلِهَةً kelimesinin de ondan bedel olmasının manayı bozacağını söylemiştir. Ancak bunun sebebini açıklamamıştır. İbn Münîr bunu şöyle açıklamıştır: “Azarlama putları ilâh edinmek yüzündendir, yoksa kendilerini Allah'a yaklaştırmaları cihetinden değildir.” (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.311)
لَوْلَا kelimesi, fiil cümlesinin başında gelirse ve fiil muzari veya muzari fiil tevîlinde olursa, لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ [Allah'a istiğfar etmeli değil misiniz?] (Neml/46) ve لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ [Bizi yakın bir zamana kadar geciktirmeli değil miydin?] (Nisâ/77) ayetlerinde olduğu gibi, tahdid (teşvik) ve arz ifade eder. Teşvik, kışkırtarak ve taciz ederek talep eder, arz ise hoşgörü ve edeple talep eder. Bu İbn Hişâm'ın sözüdür. Teşviğin manası için şahit, istiğfara teşvik etmesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.310)
لَوْلَا , mazi fiilin başında gelirse azarlama ve pişmanlık ifade eder. Buradaki azarlama ve pişmanlık, söylemedikleri şeyler içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.310)
Kelamda fail muhatap olmazsa azarlamaya delalet eder, çünkü muhatabı başka bir fiile teşvik etmenin bir anlamı yoktur. (Âşûr)
بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
عَنْهُمْۚ car mecruru ضَلُّوا ’ya mütealliktir.
Bu cümle müstenef bir cümledir. Yani öncesindeki cümlenin manasını tamamlamaz. Sadece o cümleyi takip ederek gelmiştir. ضَلُّوا عَنْهُمْ (Kendilerinden dall/kayb olup) sözü ile sona ermiştir. Bu, surenin cüzî manalarından ve onu oluşturan tuğlalardan biridir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.314)
ضَلَّ عَنْهُ ‘kaybolmak’, ضَلَّ ف۪ي ‘ölüp toprağa gömülmek’ manasında kullanılır. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belâgî Tefsiri)
وَذٰلِكَ اِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Müsnedün ileyh olan işaret ismi ذٰلِكَ ‘de cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. اِفْكُهُمْ haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. Bu cümlede inkârcıların düşüncelerine işaret edilmiştir. Dolayısıyla işaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
İşaret ismi Zemahşerî'ye göre yardım etmekten kaçınan ilâhlara aittir. O şöyle demiştir: “İşaret ismi, onlara yardım etmekten kaçınan ve onlardan kaybolup giden ilâhlara aittir. Yani bu, Allah'ın dışında ilahlar edinmek, şirk koşmak ve Allah'ın ortakları olduğu şeklindeki uydurdukları yalanlarının sonucudur demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.315)
اِفْكُهُمْ ‘e atfedilen müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan كَانُوا يَفْتَرُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberi olan يَفْتَرُونَ ‘nin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S. 103)
27-28. ayetlerdeki اَهْلَكْنَا - اللّٰهِ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
اِفْكُهُمْ - يَفْتَرُونَ ve اللّٰهِ - اٰلِهَةًۜ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Cümlenin bu şekilde gelmesi bunun onların bir şanı, alışkanlığı olduğunu ifade etmek içindir. İftira atmak onların ahlakı olmuştur ve yalana o kadar alışmışlardır ki, artık onların mahiyetinden bir cüz olmuştur. Muzari fiil bu fiilin zaman zaman tekrarlandığını ve yenilendiğini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.316)
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.Nefsi için yaşayan, istediklerine ya da sevdiklerine kavuştuğu zaman hakkettiğini söyler. Bu yüzden de, başına kötü bir şey geldiğinde, bunu hakkedecek ne yaptığını sorgular ve umutsuzluğa kapılır. Zira; nefsine dalan için hayat sadece dünyadan ibaret gibidir.
Halbuki, dünya nimetleri tek tarafı aynalı cama benzer. Arkasında neler gizlediği belirsizdir. Kendisine bakan gözleri, nefsinin ışıltılı hayalleriyle oyalar. Yani dünyayı gözleyen kişi, aynada, o nimete kavuştuğu zaman olacaklara dair kendi nefsinde biriktirdiği hayallerin yansımasını görür.
Dünya nimetlerini, hülyalı gözlerle süzmekle, onlara sahip olmak aynı derecede mutluluk getirmez. Hatta, bazen beklentilerle gerçekler arasında öyle bir uçurum olur ki, kişi hayal kırıklığında boğulur. Önceden istediklerini, elde etmek için çabaladıklarını, şimdi istemez hale gelir.
Allah yolundan sapmışların halleri de buna benzer. Sapkınlıklarıyla, her geçen gün kendilerine yaklaşan cezaları büyürken, onlar nefsani hayallerle eğlenmeye devam ederler. Yağmurun geldiğini sandıkları bulutlarla beraber sonları gelen Ad kavmi gibidir. Artık geri dönüş yoktur.
Ey Allahım! Bizi; dönüşü olmayan pişmanlıktan, nefsani hayallere dalmaktan, faydasız dünyalıklarla oyalanmaktan, kendisine şer mi yoksa hayır mı getireceğinden emin olamayacaklarını ısrarla istemekten ve dünyadan ahirete eli boş çıkmaktan muhafaza buyur. Bizi; iki cihanda da kazançlı çıkanlardan, yaşadığı her günüyle beraber rızanı kazananlardan ve rahmetin ile mağfiretine yaklaşanlardan eyle. Salih kul olarak yaşama ve ölme yolunda yürümeyi; bize sevdir, kolaylaştır, her adım atma çabamızı kabul buyur ve her kusurumuzu affeyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji