Muhammed Sûresi 20. Ayet

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌۚ فَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُۙ رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ فَاَوْلٰى لَهُمْۚ  ...

İnananlar, “Keşke bir sûre indirilse!” derler. Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُ ve derler ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَوْلَا değil miydi?
5 نُزِّلَتْ indirilmeli ن ز ل
6 سُورَةٌ bir sure س و ر
7 فَإِذَا zaman
8 أُنْزِلَتْ indirildiği ن ز ل
9 سُورَةٌ bir sure س و ر
10 مُحْكَمَةٌ hükmü açık ح ك م
11 وَذُكِرَ ve söz edilince ذ ك ر
12 فِيهَا onda
13 الْقِتَالُ savaştan ق ت ل
14 رَأَيْتَ görürsün ر ا ي
15 الَّذِينَ kimselerin
16 فِي bulunan
17 قُلُوبِهِمْ kalblerinde ق ل ب
18 مَرَضٌ hastalık م ر ض
19 يَنْظُرُونَ baktıklarını ن ظ ر
20 إِلَيْكَ sana
21 نَظَرَ bakışı gibi ن ظ ر
22 الْمَغْشِيِّ baygınlık çökmüş غ ش و
23 عَلَيْهِ üzerine
24 مِنَ -den
25 الْمَوْتِ ölüm- م و ت
26 فَأَوْلَىٰ daha yakın و ل ي
27 لَهُمْ onlara
 
Müminler cihadın şeref ve ecrine nâil olmak, düşmanları yenerek müminlerin güvenlik içinde hayatlarını sürdürmelerini sağlamak, müslüman olmayanlara da din hürriyeti getirmek için içtenlikle savaşa izin verilmesini, hatta cihadın farz kılınmasını isterler. Münafıklar da bu isteğe katılmış gibi görünürler. Ancak cihadı farz kılan âyetler gelince münafıkların gerçek yüzleri ortaya çıkar, korkularından bayılmışçasına bakışları donuklaşır. Ama korkunun ecele faydası yoktur, korktuklarının başlarına gelmesi mukadderdir. Bazı tefsirciler 20. âyetin sonu ile 21. âyetin başını birbirine bağlamış ve oluşan cümleye şu mânayı vermişlerdir: Onlara yaraşan itaattir, dinin ve kamu vicdanın iyi bulduğu sözdür. Münafıklar görünüşte itaat etmekte ve yadırganmayacak, şüphe çekmeyecek sözler söylemektedirler. İş uygulamaya gelince göründükleri gibi olsalar, söylediklerini yapsalar şüphesiz bu onlar için hayırlı olacaktır.
 

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir.  يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, لَوْلَا نُزِّلَتْ ‘dir. يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

نُزِّلَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  سُورَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

نُزِّلَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُۙ رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اُنْزِلَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  سُورَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  مُحْكَمَةٌ  kelimesi  سُورَةٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذُكِرَ  atıf harfi  وَ ‘la  اُنْزِلَتْ ‘e matuftur. ذُكِرَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  ف۪يهَا  car mecruru  ذُكِرَ  fiiline mütealliktir. الْقِتَالُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  karinesi olmadan gelen  رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  cümlesi şartın cevabıdır.  

رَاَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَرَضٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ  cümlesi ism-i mevsulün hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. 

نَظَرَ  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْمَغْشِيِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye ‘kere, defa’ diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَيْهِ  car mecruru ism-i mef’ûl  الْمَغْشِيِّ ‘nin naib-i faili olup mahallen merfûdur.  مِنَ الْمَوْتِ  car mecruru  الْمَغْشِيِّ ‘ye mütealliktir. 

İsm-i mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

İsm-i mef’ûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُحْكَمَةٌ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür. 

الْمَغْشِيِّ  sülasi mücerredi  غشو  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

 فَاَوْلٰى لَهُمْۚ

 

فَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اَوْلٰى  mübteda olup mahzuf elif üzere mukadder  damme ile merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  اَوْلٰى ‘ya mütealliktir. Veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, الهلاك أو العقاب لهم ... أي أقرب وأدنى.. (Ceza veya helak onlara daha layıktır) şeklindedir.

 

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌۚ

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli  olan  لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَوْلَٓا  tahdid (تحضيض ) harfidir.

لَوْلاَ  ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لَوْلَٓا  harfi burada temenni manasında gelmiştir. Asıl manası tahdid, yani teşviktir. Tahdid, temenni manasında kullanılmıştır. Çünkü temenni hırsı gerektirir. Hırs da tahdide davetiye çıkarır. (Âşûr) 

نُزِّلَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.

Meçhul bina, naibu failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سُورَةٌ  kelimesindeki nekrelik tazim ve muayyen olmayan nev ifade eder.


 فَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُۙ رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ

 

فَ , atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

اُنْزِلَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سُورَةٌ  kelimesindeki nekrelik tazim ifade eder. Kelimenin önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُحْكَمَةٌ  kelimesi  سُورَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

مُحْكَمَةٌ , yani müteşabih olmayan, savaşın farziyetini beyandan başka bir veche ihtimali olmayan, açık, net demektir. (Keşşâf)

Aynı üslupta gelen  وَذُكِرَ ف۪يهَا الْقِتَالُ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ  يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sıla cümlesi olan  ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede  îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  مَرَضٌ ’daki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri sonradan gelen habere dikkat çekmenin yanında bu kişileri tahkir ifade eder.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۜ  cümlesi, ism-i mevsûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكَ , ihtimam için mef’ûlu mutlak olan  نَظَرَ ‘ya takdim edilmiştir. 

عَلَيْهِ  ve  مِنَ الْمَوْتِۜ  car mecrurları, نَظَرَ ’nın muzâfun ileyhi olan  الْمَغْشِيِّ ‘ye mütealliktir.  الْمَغْشِيِّ ‘nin ism-i mef’ûl vezninde gelmesi müteallik almasına olanak sağlamıştır.

Savaşla ilgili ayet indirildiğinde kalplerinde hastalık olanların bakışları ölüm anındaki bakışa benzetilmiştir. Ayetteki teşbih, teşbih-i müekkeddir. Benzetme edatı zikredilmeyerek teşbihte mübalağa yapılmıştır. Vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Teşbih-i beliğ olmuştur. Vech-i şebeh gözlerin tek bir yöne hareketsiz ve sabit olarak yönelmesidir. Yani sure nazil olduğunda onun meclisindeyken gözlerini Peygamber Efendimiz (sav)'e çeviriyorlar ve bakmak istemedikleri için başka şeylere bakmıyorlar, vahiyden söylenenleri almak istiyorlardı. Ama savaşın söylendiğini duyunca şaşkına döndüler. Bu teşbihte kastedilen benzerliktir. Ve bu ayet Yüce Allah'ın, [Korku geldiğinde, ölümden bayılanlar gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürdün] manasındaki Ahzab/19 ayeti ile aynıdır. (Âşûr)

 مِنَ الْمَوْتِۜ  ifadesindeki  مِنَ , ta’liliyyedir. Ölümün gelişi sebebiyle demektir. (Âşûr)

Ölüm esnasında gözü yerinden kayan kimse gibi gözlerini irileştirerek, keskin bakarak, öfkeli ve mütereddit bir şekilde baktıklarını görürsün. Buna sebep ise savaştan korkmaları ve savaşa karşı direnemeyişleri, tahammül gösteremeyişleri, içten içe de kâfirlere meyilli olmalarından dolayıdır. (Kurtubî)

يَنْظُرُونَ  -  نَظَرَ  ve  نُزِّلَتْ  -  اُنْزِلَتْ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَاَيْتَ  -  نَظَرَ  ve  يَقُولُ - ذُكِرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


 فَاَوْلٰى لَهُمْۚ

 

فَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Âşûr itiraz cümlesi olduğunu söylemiştir. 

اَوْلٰى  mübtedadır. Haber sonraki ayetteki  طاعة ‘dur.  لَهُمْۚ  car mecrurunun müteallakı  اَوْلٰى ‘dır.

 Cümle haberî formda gelmiş olmasına rağmen muktezâ-i zâhirin hilafına tehdit ve beddua anlamına gelerek vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاَوْلٰى لَهُمْۚ  ifadesi ‘Yazıklar olsun bunlara!’ anlamında bir tehdittir.  اَوْلٰى  kelimesi yakınlık anlamındaki  ويل ‘den  أفعل  kalıbında bir kelimedir. Bu ifade; “Hoşlanmadıkları şeyler peşlerini bırakmasın!” anlamında bir bedduadır. (Keşşâf)

اُنْزِلَتْ  -  نُزِّلَتْ  fiillerinin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı, cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.