Fetih Sûresi 6. Ayet

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً  ...

Bir de, Allah’ın, hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük girdabı onların başına olsun! Allah onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir varış yeridir!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيُعَذِّبَ ve azabetsin diye ع ذ ب
2 الْمُنَافِقِينَ münafık erkeklere ن ف ق
3 وَالْمُنَافِقَاتِ ve münafık kadınlara ن ف ق
4 وَالْمُشْرِكِينَ ve ortak koşan erkeklere ش ر ك
5 وَالْمُشْرِكَاتِ ve ortak koşan kadınlara ش ر ك
6 الظَّانِّينَ zanda bulunan ظ ن ن
7 بِاللَّهِ Allah hakkında
8 ظَنَّ zan ile ظ ن ن
9 السَّوْءِ kötü س و ا
10 عَلَيْهِمْ başlarına gelsin!
11 دَائِرَةُ çemberi (olaylar) د و ر
12 السَّوْءِ kötülük س و ا
13 وَغَضِبَ gazab etmiştir غ ض ب
14 اللَّهُ Allah
15 عَلَيْهِمْ onlara
16 وَلَعَنَهُمْ ve onları la’netlemiştir ل ع ن
17 وَأَعَدَّ ve hazırlamıştır ع د د
18 لَهُمْ onlara
19 جَهَنَّمَ cehennemi
20 وَسَاءَتْ ve orası ne kötü س و ا
21 مَصِيرًا bir varılacak yerdir ص ي ر
 

 

Fetih Suresi (1-3) Nouman Ali Khan tefsiri

 

https://youtu.be/eIX6lXSlK9g

 

 

Sûreye adını veren fethin Hudeybiye Antlaşması mı yoksa Mek­ke’nin fethi mi olduğu konusunda farklı değerlendirmeler vardır. Fetih kelimesinin “savaş yoluyla bir toprağı ele geçirmek” mânasında kullanıldığını dikkate alan tefsirciler burada, Mekke’nin fethinden söz edildiğini ileri sürmüşlerdir. Sağlam rivayetler yanında (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1) bu sûrede geçen ve yeri geldikçe açıklanacak olan işaretlere dayanan tefsirciler ise haklı olarak burada Hudeybiye sulhunun anlatıldığı kanaatine varmışlardır. Bunlara göre fetih kelimesi, bir çözüm getirdiği ve tıkanıklığı açtığı için sulh için de kullanılabilir. Ya da sebepten söz edip bununla sonucu kastetmek şeklindeki “mürsel mecaz” üslûbunun kullanıldığı düşünülebilir. Çünkü Hudeybiye sulhunun yol açtığı gelişmeler birden fazla fethi beraberinde getirmiştir: 1. Bu antlaşmadan sonra Hayber fethedilmiştir. 2. Mekkeli müşriklerle savaş ihtimali geçici olarak kalktığı için iki tarafın halkı birbirine gidip gelmişler, görüşmüşler, İslâm hakkında bilgi alışverişi yapılmış ve birçok müşrik ihtida etmiş, İslâm ile müşerref olmuştur. 3. İki yıl sonra on bin kişilik bir ordu ile Mekke üzerine yürüyen müminler burayı kolayca fethetmişlerdir. 4. Daha önceleri müslümanları muhatap kabul etmeyen ve çözümü savaşta arayan müşrikler ilk defa bu antlaşmada karşı tarafı tanımışlar, onlardan güvenlik talep etmişler, müslümanların o yıl yapmak istedikleri umre ibadetini bir yıl sonra gelip yapmalarını kabul etmişlerdir ( Kurtubî, XVI, 250 vd. Hudeybiye ile ilgili özet bilgi için bk. Bakara 2/194).

Bu fethin sağladığı faydalar, doğurduğu sonuçlar ilk üç âyette veciz bir şekilde açıklanmaktadır. 12. âyette işaret edildiği üzere bu sefere çıkmak, Mekkeli müşriklere bir mânada meydan okumak demekti, bu da bir cesaret meselesiydi. Bu yüzden münafıklar “Bunların işi bitti, müşrikler tamamını yok edecek” demişlerdi. Ancak 27. âyette sözü edilen rüyayı bir işaret ve emir sayan Peygamber efendimiz, çeşitli faydalarını da gözeterek, kendisine sadık 1500 kadar sahâbî ile bu meşakkatli ve tehlikeli seferi göze almışlardı. Başta hesap edilmeyen gelişmeler oldu; sahâbe sabır, cesaret, bağlılık ve fedakârlık imtihanlarına tâbi tutuldular. Bütün bunlar olurken ve olduktan sonra Allah Teâlâ’nın şu lutufları tecelli etti: 1. Hz. Peygamber, kendisinin dışında hiçbir ümmet ferdine bahşedilmeyen bir iltifata nâil oldu, “geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlanmış olduğu” rabbi tarafından ilân edildi. Esasen bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber de ismet (Allah tarafından günah işlemekten korunmuş olma) özelliğine sahiptir, dolayısıyla zaten günahsızdır. Şu halde Peygamberimizin, bağışlandığı bildirilen günahı, fiilen işlediği yahut işleyeceği bir günah olmayıp, beşer olması hasebiyle kendisinde bulunan günah işleme potansiyelidir. İsmet sıfatı, peygamberlerdeki bu potansiyel günah işleme imkânının fiiliyata geçmesini önleyen ilâhî bir koruma ve esirgemedir; âyetteki af bu anlamdadır. Bir önceki sûrenin tefsirinde geçen (Muhammed 47/19) farklı bir yoruma göre bu antlaşma ile Mekkeliler nezdinde suçlu (zenb kelimesinin suç mânası için bk. Şuarâ 26/14) ve ölüme mahkûm bulunan Hz. Peygamber bu antlaşma sonunda barış ve güvenlik antlaşmasının tarafı haline geldi, böylece müşrikler tarafından suçluluk hükmü kaldırılmış oldu. 2. En büyük nimet ve dosdoğru yol olan İslâm dini sulh ortamında tamamlanarak yayılma imkânı buldu. 3. Yolculukta, sulh müzakerelerinde ve dönüşte Allah’ın büyük yardımları görüldü.

Peygamberler ümmetlerine örnek olduklarından Allah onları günah işlemekten korumuştur. Buna rağmen Peygamber efendimiz gece gündüz nâfile ibadetler yaparak ve özellikle çok namaz kılarak, hem bu konuda da ümmetine örnek olmuş hem de ibadetin cennet ümidi veya cehennem korkusundan değil, Allah buna lâyık olduğu, kul bununla mânevî hayat ve huzur bulduğu için yapılacağını göstermiştir. Nitekim kendisine, günahlarının peşinen bağışlanmış olduğu hatırlatılarak niçin bu kadar çok namaz kıldığı sorulduğunda şu cevabı vermişlerdir: “Elimden geldiğince Allah’a şükreden bir kul olabilmem için” (Buhârî, “Tefsîr”, 48/2; peygamberlerin günahsızlığı (ismet) konusunda geniş bilgi için bk. Mehmet Bulut, “İsmet”, DİA, XXIII, 134-136).

4. âyette müminlere, olağan üstü sıkıntılı durumlarında Allah’ın moral yardımından söz ediliyor, arkasından da O’nun askerlerinden bahsediliyor. Öyle anlaşılıyor ki bu askerlerden maksat, müminlerin yanında olan ve ilâhî yardımı onlara ileten meleklerdir. Buna göre 7. âyette zikredilen askerler ise ilâhî cezayı icra eden melekler olmalıdır.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 65-67
 

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  يُدْخِلَ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir.

يُعَذِّبَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْمُنَافِق۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

الظَّٓانّ۪ينَ  kelimesi الْمُنَافِق۪ينَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat.

Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بِاللّٰهِ  car mecruru  الظَّٓانّ۪ينَ ‘ye mütealliktir. ظَنَّ  kelimesi amili ism-i fail olan  الظَّٓانّ۪ينَ ‘nin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّوْءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُعَذِّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

الظَّٓانّ۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظنن  olan fiilin ism-i failidir.

مُنَافِق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i failidir. 

مُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ 

 

İsim cümlesidir. عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. دَٓائِرَةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّوْءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

 وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘ la دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ ‘ ye matuftur. Fiil cümlesidir. غَضِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  غَضِبَ  fiiline mütealliktir.  لَعَنَهُمْ  atıf harfi وَ ‘la  دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ ‘ye matuftur. 

لَعَنَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَعَدَّ  atıf harfi وَ ‘la  دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ ‘ye matuftur. اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  اَعَدَّ  fiiline mütealliktir.  جَهَنَّمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَعَدَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عدد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  سَٓاءَتْ  zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. تْ  te’nis alametidir. مَص۪يراً  kelimesi  سَٓاءَتْ ‘deki zamirin temyizi olup fetha ile mansubdur.

Zem fiili; bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı İsme Muzâf Olarak Gelmesi   2. سَاءَ ’nin Temyiz Alması  3. سَاءَ  Fiilinin  مَا  Harfi ile Gelmesi (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَٓاءَتْ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, جهنّم  (cehennem) şeklindedir.
 

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ 

 

Atıf harfi  وَ  ile  يُدْخِلَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُشْرِكَاتِ - مُشْرِك۪ينَ  ve  مُنَافِقَاتِ  -  مُنَافِق۪ينَ  ve  ظَنَّ  - الظَّٓانّ۪ينَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Azab edilecek olanların münafık erkek ve kadınlar ile müşrik erkek ve kadınlar olarak sayılması taksim sanatıdır.

الظَّٓانّ۪ينَ  kelimesi  مُنَافِق۪ينَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

بِاللّٰهِ  car mecruru, الظَّٓانّ۪ينَ ’ye mütealliktir.  ظَنَّ , ism-i fail olan  الظَّٓانّ۪ينَ ’nin mef’ûlu mutlakıdır.

Önceki ayetteki … لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ  cümlesiyle, … يُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Burada münafıkların, müşriklerden önce zikredilmesi, açıkça gösteriyor ki, münafıklar, müşriklerden daha çok azaba müstahaktır. (Ebüssuûd)


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.   عَلَيْهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  دَٓائِرَةُ السَّوْءِ  ise muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ  cümleleri atıf harfi  وَ  ile  عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebepleri hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Her iki cümle de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

لَعَنَ - غَضِبَ - السَّوْءِۚ - عَذِّبَ - جَهَنَّمَۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

السَّوْءِۚ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette zamir yerine ismin gelmesi, ifadede anlam karmaşasını ortadan kaldırmak içindir. Ayette,  عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ  ifadesi yerine  عَلَيْهِمْ دَٓائِرَتِهِ  ifadesi zamiri şeklinde kullanılmış olsaydı zamirin Allah’a lafzına mı yoksa  لسَّوْءِ  lafzına mı döndüğünde şüpheye düşülürdü. (Ömer Özbek , Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslûbu)

وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَ [Allah onlara gazap ve lanet etti, onlara cehennemi hazırladı.] bu da ahirette hak ettiklerinin dünyada lazım kıldıklarına atfıdır. Son ikisinde ( لَعَنَ  ve  اَعَدَّ  fiilleri)  فَ  yerine وَ  kullanılması lanetin hazırlamaya sebep, gazabın da ona sebep olmasındandır. Çünkü hepsi de sebebi nazar-ı dikkate almaksızın tehditte müstakil rol oynamaktadır. (Beyzâvî) 


وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Gayri talebî inşâî isnaddır.  سَٓاءَتْ , zem anlamı taşıyan camid fiildir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سَٓاءَتْ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  جهنّم ’dir.  مَص۪يراً  temyizdir.

سَٓاءَتْ  - لسَّوْءِۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.