6 Şubat 2026
Fetih Sûresi 1-9 (510. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fetih Sûresi 1. Ayet

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ  ...


Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 فَتَحْنَا açtık (fetih verdik) ف ت ح
3 لَكَ sana
4 فَتْحًا bir fetih ف ت ح
5 مُبِينًا apaçık ب ي ن

 

Fetih Suresi (1-3) Nouman Ali Khan tefsiri

 

https://youtu.be/eIX6lXSlK9g

 

 

Sûreye adını veren fethin Hudeybiye Antlaşması mı yoksa Mek­ke’nin fethi mi olduğu konusunda farklı değerlendirmeler vardır. Fetih kelimesinin “savaş yoluyla bir toprağı ele geçirmek” mânasında kullanıldığını dikkate alan tefsirciler burada, Mekke’nin fethinden söz edildiğini ileri sürmüşlerdir. Sağlam rivayetler yanında (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1) bu sûrede geçen ve yeri geldikçe açıklanacak olan işaretlere dayanan tefsirciler ise haklı olarak burada Hudeybiye sulhunun anlatıldığı kanaatine varmışlardır. Bunlara göre fetih kelimesi, bir çözüm getirdiği ve tıkanıklığı açtığı için sulh için de kullanılabilir. Ya da sebepten söz edip bununla sonucu kastetmek şeklindeki “mürsel mecaz” üslûbunun kullanıldığı düşünülebilir. Çünkü Hudeybiye sulhunun yol açtığı gelişmeler birden fazla fethi beraberinde getirmiştir: 1. Bu antlaşmadan sonra Hayber fethedilmiştir. 2. Mekkeli müşriklerle savaş ihtimali geçici olarak kalktığı için iki tarafın halkı birbirine gidip gelmişler, görüşmüşler, İslâm hakkında bilgi alışverişi yapılmış ve birçok müşrik ihtida etmiş, İslâm ile müşerref olmuştur. 3. İki yıl sonra on bin kişilik bir ordu ile Mekke üzerine yürüyen müminler burayı kolayca fethetmişlerdir. 4. Daha önceleri müslümanları muhatap kabul etmeyen ve çözümü savaşta arayan müşrikler ilk defa bu antlaşmada karşı tarafı tanımışlar, onlardan güvenlik talep etmişler, müslümanların o yıl yapmak istedikleri umre ibadetini bir yıl sonra gelip yapmalarını kabul etmişlerdir ( Kurtubî, XVI, 250 vd. Hudeybiye ile ilgili özet bilgi için bk. Bakara 2/194).

Bu fethin sağladığı faydalar, doğurduğu sonuçlar ilk üç âyette veciz bir şekilde açıklanmaktadır. 12. âyette işaret edildiği üzere bu sefere çıkmak, Mekkeli müşriklere bir mânada meydan okumak demekti, bu da bir cesaret meselesiydi. Bu yüzden münafıklar “Bunların işi bitti, müşrikler tamamını yok edecek” demişlerdi. Ancak 27. âyette sözü edilen rüyayı bir işaret ve emir sayan Peygamber efendimiz, çeşitli faydalarını da gözeterek, kendisine sadık 1500 kadar sahâbî ile bu meşakkatli ve tehlikeli seferi göze almışlardı. Başta hesap edilmeyen gelişmeler oldu; sahâbe sabır, cesaret, bağlılık ve fedakârlık imtihanlarına tâbi tutuldular. Bütün bunlar olurken ve olduktan sonra Allah Teâlâ’nın şu lutufları tecelli etti: 1. Hz. Peygamber, kendisinin dışında hiçbir ümmet ferdine bahşedilmeyen bir iltifata nâil oldu, “geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlanmış olduğu” rabbi tarafından ilân edildi. Esasen bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber de ismet (Allah tarafından günah işlemekten korunmuş olma) özelliğine sahiptir, dolayısıyla zaten günahsızdır. Şu halde Peygamberimizin, bağışlandığı bildirilen günahı, fiilen işlediği yahut işleyeceği bir günah olmayıp, beşer olması hasebiyle kendisinde bulunan günah işleme potansiyelidir. İsmet sıfatı, peygamberlerdeki bu potansiyel günah işleme imkânının fiiliyata geçmesini önleyen ilâhî bir koruma ve esirgemedir; âyetteki af bu anlamdadır. Bir önceki sûrenin tefsirinde geçen (Muhammed 47/19) farklı bir yoruma göre bu antlaşma ile Mekkeliler nezdinde suçlu (zenb kelimesinin suç mânası için bk. Şuarâ 26/14) ve ölüme mahkûm bulunan Hz. Peygamber bu antlaşma sonunda barış ve güvenlik antlaşmasının tarafı haline geldi, böylece müşrikler tarafından suçluluk hükmü kaldırılmış oldu. 2. En büyük nimet ve dosdoğru yol olan İslâm dini sulh ortamında tamamlanarak yayılma imkânı buldu. 3. Yolculukta, sulh müzakerelerinde ve dönüşte Allah’ın büyük yardımları görüldü.

Peygamberler ümmetlerine örnek olduklarından Allah onları günah işlemekten korumuştur. Buna rağmen Peygamber efendimiz gece gündüz nâfile ibadetler yaparak ve özellikle çok namaz kılarak, hem bu konuda da ümmetine örnek olmuş hem de ibadetin cennet ümidi veya cehennem korkusundan değil, Allah buna lâyık olduğu, kul bununla mânevî hayat ve huzur bulduğu için yapılacağını göstermiştir. Nitekim kendisine, günahlarının peşinen bağışlanmış olduğu hatırlatılarak niçin bu kadar çok namaz kıldığı sorulduğunda şu cevabı vermişlerdir: “Elimden geldiğince Allah’a şükreden bir kul olabilmem için” (Buhârî, “Tefsîr”, 48/2; peygamberlerin günahsızlığı (ismet) konusunda geniş bilgi için bk. Mehmet Bulut, “İsmet”, DİA, XXIII, 134-136).

4. âyette müminlere, olağan üstü sıkıntılı durumlarında Allah’ın moral yardımından söz ediliyor, arkasından da O’nun askerlerinden bahsediliyor. Öyle anlaşılıyor ki bu askerlerden maksat, müminlerin yanında olan ve ilâhî yardımı onlara ileten meleklerdir. Buna göre 7. âyette zikredilen askerler ise ilâhî cezayı icra eden melekler olmalıdır.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 65-67

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  فَتَحْنَا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  فَتَحْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لَكَ  car mecruru  فَتَحْنَا  fiiline mütealliktir.  فَتْحاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪يناً  kelimesi  فَتْحاً ‘nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪يناً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ

 

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Mef’ûlü mutlak  فَتْحاً , cümleyi tekid etmiştir.

Müsned olan  فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  فَتَحْنَا ’ya müteallik olan car mecrur  لَكَ , ihtimam için  فَتْحاً ‘a takdim edilmiştir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

مُب۪يناً  kelimesi  فَتْحاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

فَتَحْنَا - فَتْحاً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mekke’nin fethiyle ilgili bu ayette henüz gerçekleşmemiş olay için mazi fiil kullanılması, vukuunun kesinliğine delil olmuştur. Bu kullanımda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Fetih, مُب۪يناًۙ  olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Fetih, açıklayan gerçeği ortaya koyan bir canlıya  benzetilmiştir. Fetihle  مُب۪يناًۙ (açıklayan, ortaya koyan) arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Burada sebep zikredilmiş, sonuç kastedilmiştir. Çünkü fetih, açıklama ve ortaya koymanın sebebidir. Bu üslup, fethin ne kadar önemli olduğuna delalet eden mecazî bir üsluptur.

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناً  [Gerçekten sana apaçık bir fetih verdik.] Mekke'nin fethini vaattir, mazi sıygası ile tabir edilmesi ya gerçekleşeceği içindir ya da o seneye tesadüf eden şeylerin vaadidir. (Beyzâvî)

Mazi fiil lafzıyla söylenmiştir. Çünkü o gerçekleşmesi hususunda meydana gelmiş fiil derecesindedir. Bunda (bu üslupta) kendisinden haber verilen şeyin şanının ve kadrinin yüceliğine delalet vardır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

Fetih, Allah'a isnad edilmiş, çünkü kulların fiilleri, yaratma ve icat olarak Allah’a istinad etmektedir. Bu fetihten murad, Mekke’nin fethidir. (Ebüssuûd)

 
Fetih Sûresi 2. Ayet

لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ  ...


2-3. Ayetler Meal  :   
Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيَغْفِرَ ki bağışlasın (diye) غ ف ر
2 لَكَ senin
3 اللَّهُ Allah
4 مَا ne varsa
5 تَقَدَّمَ geçmiş ق د م
6 مِنْ -dan
7 ذَنْبِكَ günahların- ذ ن ب
8 وَمَا ve ne varsa
9 تَأَخَّرَ gelecek (günahlarından) ا خ ر
10 وَيُتِمَّ ve tamamlasın (diye) ت م م
11 نِعْمَتَهُ ni’metini ن ع م
12 عَلَيْكَ sana olan
13 وَيَهْدِيَكَ ve seni iletsin (diye) ه د ي
14 صِرَاطًا bir yola ص ر ط
15 مُسْتَقِيمًا doğru ق و م
Aişe Radiyallahu anhadan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz gece ayakları şişinceye kadar  teheccüt namazı kılardı.  Hazreti Aişe diyor ki:” Niçin kendini bu kadar yoruyorsun, ey Allah’ın Resulü ? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır” dedim.  Resulü Ekrem Efendimiz cevaben:” Şükreden bir kul olmak istemez miyim?” buyurdu.  Efendimiz biraz kilo alınca gece namazını oturarak kılmaya başladı. Rükûa varacağı zaman ayağa kalkar, bir süre daha okumaya devam eder ,sonra rükû ederdi. 
(Buhari, Tefsir 48/2, Teheccüd 6, Rikak20; Müslim, Münafikin 81).

  Ehara أخر :

  آخِرٌ sözcüğü bir ve ilk sözcüklerinin karşıtı olarak kullanılır.

  İkinci hayat/yaratılış için دارُ الآخِرَة deyimi kullanılır.

  Te'hir تَاْخِيرٌ kelimesi, takdimin zıddıdır ve geciktirmek ve geride olmasını sağlamak manalarına gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de 250 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri âhir, ahiret, (bil)ahare, tehir ve uhrevîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ

 

لِ  harfi, يَغْفِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte  فَتَحْنَا  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَغْفِرَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  لَكَ  car mecruru  يَغْفِرَ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَقَدَّمَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَقَدَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ ذَنْبِكَ  car mecruru  تَقَدَّمَ  ‘nin failinin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ‘la birinci  مَا ‘ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılası تَاَخَّرَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَاَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  يُتِمَّ  atıf harfi وَ ‘la يَغْفِرَ  fiiline matuftur.

يُتِمَّ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  نِعْمَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَلَيْكَ  car mecruru  يُتِمَّ  fiiline mütealliktir.  يَهْدِيَكَ  atıf harfi  وَ ‘la  يَغْفِرَ  fiiline matuftur. 

يَهْدِيَكَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

صِرَاطاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُسْتَق۪يماًۙ  kelimesi  صِرَاطاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقَدَّمَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  قدم ‘dir. 

تَاَخَّرَ   fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi أخر ‘dır.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُتِمَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  تمم ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُسْتَق۪يماًۙ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ

 

Önceki ayetin devamı olan bu ayette, sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle,  فَتَحْنَا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكَ , ihtimam için fail olan lafz-ı celâle takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ’nın sılası olan  تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

İkinci mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası, öncekine tezat nedeniyle atfedilmiştir.

Sıla cümleleri arasında ihtibâk sanatı vardır.  تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ  dedikten sonra sadece  تَاَخَّرَ  lafzıyla yetinilmiş,  مِنْ ذَنْبِكَ  hazf edilmiştir. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ  cümlesiyle تَاَخَّرَ  cümlesi arasında mukabele,  تَقَدَّمَ - تَاَخَّرَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette lafz-ı celâle iltifat sanatı vardır.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Cümlede sarih masdar değil, masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Aksine bu fiilin tekrarlandığı anlatılmak istenmiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 283) 

وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ  cümlesi, masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastına matuf  نِعْمَتَهُ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نِعْمَتَ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

عَلَيْكَ  car mecrur  يُتِمَّ  fiiline mütealliktir.

Aynı üslupta gelen  وَيَهْدِيَكَ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  يُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

مُسْتَق۪يماً  kelimesi  صِرَاطاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً  ifadesinde istiare vardır.  صِرَاطاً  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)  Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhîyyedir. 

صِرَاطاً 'deki tenvin tazim içindir. (Âşûr)

لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ [Ki Allah senin bağışlasın] ifadesi de fethin gerekçesidir, şöyle ki, o kâfirlerle cihadın, şirki ortadan kaldırma çabasının, dini yüceltmenin ve nefisleri zorla olgunlaştırmanın bir sonucudur ki, sonunda aşama ile isteyerek olgunlaşsın ve zayıfları zalimlerin ellerinden kurtarma gayretinin sonucudur. (Beyzâvî)

Resulullah'ın (sav) gelmiş ve gelecek günahlarından maksat, terki evlâ olan şeyleri yapmasıdır. Bunların ”günah" diye isimlendirilmesi, Efendimizin yüce makamına göredir. Çünkü iyilerin hasenatı, Allah dostları için seyyiât sayılır. Peygamberlerin istiğfarları, bizim günahlarımız gibi, gerçek günahlardan dolayı olmaz. Onlar bizim aklımıza göre çok basit olan şeylerden dolayı istiğfarda bulunurlar. Çünkü bizim, onların makamını anlamamız mümkün değildir. O halde onların günahlarını kendi günahlarımız gibi değerlendirmemiz caiz değildir. Allah'ın kullarını dünyada ve ahirette muaheze etmesi, onlar için bir nevi temizlik ve rahmettir. Peygamberler açısından ise koruma ve muhafazadır. (Ruhu’l Beyan)

 
Fetih Sûresi 3. Ayet

وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْراً عَز۪يزاً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَنْصُرَكَ ve sana yardım etsin (diye) ن ص ر
2 اللَّهُ Allah
3 نَصْرًا bir yardımla (zaferle) ن ص ر
4 عَزِيزًا şanlı ع ز ز

وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْراً عَز۪يزاً

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la  يَغْفِرَ  cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. 

يَنْصُرَكَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  نَصْراً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَز۪يزاً  kelimesi  نَصْراً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْراً عَز۪يزاً

 

Atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Hükmün  illetini belirtmek ve Hz.Peygamberin güven duygusunu artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَز۪يزاً  kelimesi, mef’ûlu mutlak olan  نَصْراً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

عَز۪يزاً , mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Zafer,  عَز۪يزاً  olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Aslında aziz olan zafer değil zafer kazanandır. Zaferle aziz olmak arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Burada sebep zikredilmiş, sonuç kastedilmiştir. Çünkü zafer, aziz olmanın sebebidir. Bu üslup, mübalağa yoluyla zaferin ne kadar önemli ve mübarek olduğuna delalet eden mecazî bir üsluptur. 

نَصْراً  -  يَنْصُرَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Allah’ın son iki ayette Hz. Peygambere fetih vermesinin sebeplerini sıralaması, taksim sanatıdır.

وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْراً عَز۪يزاً [Ve Allah, sana çok güçlü bir yardımla yardım etsin.] içinde izzet (onur) ve iktidar olan bir yardım etsin yahut yardım edilenin izzet kazanacağı bir yardım etsin. Yardımın böyle nitelenmesi mübalağa içindir (öyle bir yardım ki, yardımın kendisi yardım görmüş, izzet kazanmıştır).

 
Fetih Sûresi 4. Ayet

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَاناً مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماًۙ  ...


O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 الَّذِي ki
3 أَنْزَلَ indirendir ن ز ل
4 السَّكِينَةَ huzur س ك ن
5 فِي
6 قُلُوبِ kalblerine ق ل ب
7 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlerin ا م ن
8 لِيَزْدَادُوا artırmak için ز ي د
9 إِيمَانًا imanlarını ا م ن
10 مَعَ beraber
11 إِيمَانِهِمْ imanlarıyla ا م ن
12 وَلِلَّهِ Allah’ındır
13 جُنُودُ askerleri ج ن د
14 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
15 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
16 وَكَانَ ve ك و ن
17 اللَّهُ Allah
18 عَلِيمًا bilendir ع ل م
19 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَاناً مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  السَّك۪ينَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

ف۪ي قُلُوبِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

لِ  harfi,  لِيَزْدَادُٓوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَزْدَادُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ا۪يمَاناً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعَ  mekân zarfı  ا۪يمَاناً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  ا۪يمَانِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

يَزْدَادُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  زيد ’dir.İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جُنُودُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.


 وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماًۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.

عَل۪يماً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.  حَك۪يماً  kelimesi  كَانَ ‘nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur. 

عَل۪يماً - حَك۪يماًۙ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَاناً مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ , mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَاناً مَعَ ا۪يمَانِهِمْ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

مَعَ  mekan zarfı, temyiz olan  ا۪يمَاناً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ا۪يمَاناً  -  مُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid) 

Bu kelamda, Allah'ın, fetihten önce müminlere bahşettiği sebat ve kararlılık gibi fethin ön hazırlıkları beyan edilmektedir.

Yani yakinî imanlarına bir yakinî iman daha ilave etsinler diye, sulh ve emniyet sebebiyle müminlerin yüreklerine huzur ve güven indirip de korkudan sonra emniyeti müyesser kılmak suretiyle müminlere lutfunu gösteren de ancak Allah'tır. (Ebüssuûd)

Bu ayette yer alan  السَّك۪ينَةَ ‘in ne olduğu hususunda şunlar söylenebilir:

a) Sükûnet demektir.

b) Allah ve Resulullah’a karşı bir sükûnet türüdür.

c) Yakın (kesin inanç) demektir, ki, hepsi de yine, "sükûn" köküne varıp dayanır. (Fahreddin er-Râzî) 


 وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جُنُودُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır. Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  لِلّٰهِ  maksurun aleyh/sıfat,  جُنُودُ السَّمٰوَاتِ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Müsnedin müsnedin ileyhe takdimi, kasr ifade etmek içindir. İddiaî kasrdır. (Âşûr) 

Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

Cümlede müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَالْاَرْضِ  kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


 وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماًۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

كَانَnin dahil olduğu zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَل۪يماً حَل۪يماً  şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani  Allah ezelde  عَل۪يماً  ve  حَك۪يماًۙ  olduğu gibi gelecekte de Alîm ve Hakîm’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu ayetteki  كَانَ  kelimesi, süreklilik bildiren  ما زال  anlamındadır. Allah'ın bu özelliklerinin geçmişteki muayyen bir vakte has olmayıp, tüm zamanlarda sürekli olduğuna işaret etmektedir. (Ruhu’l Beyan)

 
Fetih Sûresi 5. Ayet

لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزاً عَظ۪يماًۙ  ...


Bütün bunlar Allah’ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيُدْخِلَ soksun diye د خ ل
2 الْمُؤْمِنِينَ inanan erkekleri ا م ن
3 وَالْمُؤْمِنَاتِ ve inanan kadınları ا م ن
4 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
5 تَجْرِي akan ج ر ي
6 مِنْ
7 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
8 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
9 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
10 فِيهَا içinde
11 وَيُكَفِّرَ ve örtsün diye ك ف ر
12 عَنْهُمْ onların
13 سَيِّئَاتِهِمْ kötülüklerini س و ا
14 وَكَانَ ve (gerçekten) ك و ن
15 ذَٰلِكَ bu
16 عِنْدَ katında ع ن د
17 اللَّهِ Allah
18 فَوْزًا bir başarıdır ف و ز
19 عَظِيمًا büyük ع ظ م

لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ

 

لِ  harfi, يُدْخِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, أمر الله بالجهاد (Allah cihadı emretti.)  şeklindedir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُدْخِلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُؤْمِنَاتِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. تَجْر۪ي  fiili  جَنَّاتٍ ‘nin

sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi  يُدْخِلَ ‘deki mef’’ulün hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. يُكَفِّرَ  atıf harfi وَ ‘la  يُدْخِلَ ‘ye matuftur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُكَفِّرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْهُمْ  car mecruru  يُكَفِّرَ  fiiline mütealliktir. 

سَيِّـَٔاتِهِمْ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır.Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُدْخِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

يُكَفِّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزاً عَظ۪يماًۙ

 

وَ  itiraziyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  ذٰلِكَ  işaret ismi  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.

عِنْدَ  zarfı mekân  فَوْزاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فَوْزاً  kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. 

عَظ۪يماً  kelimesi  فَوْزاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat.

Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, takdiri, أمر الله بالجهاد (Allah cihadı emretti) olan cümlesindeki fiile mütealliktir.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُۜ ‘ya takdim edilmiştir.

يُدْخِلَ  filinin üçüncü mef’ûlü olan  جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا  ibaresi  يُدْخِلَ ‘deki mef’’ulün halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.  خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, car mecrur  ف۪يهَا ’ya müteallak olmasını sağlamıştır.

وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزاً عَظ۪يماًۙ

 

وَ , itiraziyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ذٰلِكَ , nakıs fiil  كَانَ ’nin ismidir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin, gözle görülür birşey menziline konularak önemsendiğini ve tazmini ifade eder. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عِنْدَ اللّٰهِ  car mecruru siyaktaki önemine binaen amili olan  كَانَ ’nin haberi  فَوْزاً ’e, takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Duruma işaret eden  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

عِنْـدَ اللّٰهِ  izafeti kısa yoldan izah ve  عِنْـدَ ’nin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عَظ۪يماً  ise  فَوْزاً ’in sıfatı olarak gelmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

عَظ۪يماً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.  عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, icaz-ı hazif sanatıdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
Fetih Sûresi 6. Ayet

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً  ...


Bir de, Allah’ın, hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük girdabı onların başına olsun! Allah onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir varış yeridir!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيُعَذِّبَ ve azabetsin diye ع ذ ب
2 الْمُنَافِقِينَ münafık erkeklere ن ف ق
3 وَالْمُنَافِقَاتِ ve münafık kadınlara ن ف ق
4 وَالْمُشْرِكِينَ ve ortak koşan erkeklere ش ر ك
5 وَالْمُشْرِكَاتِ ve ortak koşan kadınlara ش ر ك
6 الظَّانِّينَ zanda bulunan ظ ن ن
7 بِاللَّهِ Allah hakkında
8 ظَنَّ zan ile ظ ن ن
9 السَّوْءِ kötü س و ا
10 عَلَيْهِمْ başlarına gelsin!
11 دَائِرَةُ çemberi (olaylar) د و ر
12 السَّوْءِ kötülük س و ا
13 وَغَضِبَ gazab etmiştir غ ض ب
14 اللَّهُ Allah
15 عَلَيْهِمْ onlara
16 وَلَعَنَهُمْ ve onları la’netlemiştir ل ع ن
17 وَأَعَدَّ ve hazırlamıştır ع د د
18 لَهُمْ onlara
19 جَهَنَّمَ cehennemi
20 وَسَاءَتْ ve orası ne kötü س و ا
21 مَصِيرًا bir varılacak yerdir ص ي ر

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  يُدْخِلَ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir.

يُعَذِّبَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْمُنَافِق۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

الظَّٓانّ۪ينَ  kelimesi الْمُنَافِق۪ينَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat.

Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بِاللّٰهِ  car mecruru  الظَّٓانّ۪ينَ ‘ye mütealliktir. ظَنَّ  kelimesi amili ism-i fail olan  الظَّٓانّ۪ينَ ‘nin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّوْءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُعَذِّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

الظَّٓانّ۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظنن  olan fiilin ism-i failidir.

مُنَافِق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i failidir. 

مُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ 

 

İsim cümlesidir. عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. دَٓائِرَةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّوْءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

 وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘ la دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ ‘ ye matuftur. Fiil cümlesidir. غَضِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  غَضِبَ  fiiline mütealliktir.  لَعَنَهُمْ  atıf harfi وَ ‘la  دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ ‘ye matuftur. 

لَعَنَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَعَدَّ  atıf harfi وَ ‘la  دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ ‘ye matuftur. اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  اَعَدَّ  fiiline mütealliktir.  جَهَنَّمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَعَدَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عدد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  سَٓاءَتْ  zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. تْ  te’nis alametidir. مَص۪يراً  kelimesi  سَٓاءَتْ ‘deki zamirin temyizi olup fetha ile mansubdur.

Zem fiili; bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı İsme Muzâf Olarak Gelmesi   2. سَاءَ ’nin Temyiz Alması  3. سَاءَ  Fiilinin  مَا  Harfi ile Gelmesi (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَٓاءَتْ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, جهنّم  (cehennem) şeklindedir.

وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ 

 

Atıf harfi  وَ  ile  يُدْخِلَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُشْرِكَاتِ - مُشْرِك۪ينَ  ve  مُنَافِقَاتِ  -  مُنَافِق۪ينَ  ve  ظَنَّ  - الظَّٓانّ۪ينَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Azab edilecek olanların münafık erkek ve kadınlar ile müşrik erkek ve kadınlar olarak sayılması taksim sanatıdır.

الظَّٓانّ۪ينَ  kelimesi  مُنَافِق۪ينَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

بِاللّٰهِ  car mecruru, الظَّٓانّ۪ينَ ’ye mütealliktir.  ظَنَّ , ism-i fail olan  الظَّٓانّ۪ينَ ’nin mef’ûlu mutlakıdır.

Önceki ayetteki … لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ  cümlesiyle, … يُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Burada münafıkların, müşriklerden önce zikredilmesi, açıkça gösteriyor ki, münafıklar, müşriklerden daha çok azaba müstahaktır. (Ebüssuûd)


عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.   عَلَيْهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  دَٓائِرَةُ السَّوْءِ  ise muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ  cümleleri atıf harfi  وَ  ile  عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebepleri hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Her iki cümle de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

لَعَنَ - غَضِبَ - السَّوْءِۚ - عَذِّبَ - جَهَنَّمَۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

السَّوْءِۚ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette zamir yerine ismin gelmesi, ifadede anlam karmaşasını ortadan kaldırmak içindir. Ayette,  عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ  ifadesi yerine  عَلَيْهِمْ دَٓائِرَتِهِ  ifadesi zamiri şeklinde kullanılmış olsaydı zamirin Allah’a lafzına mı yoksa  لسَّوْءِ  lafzına mı döndüğünde şüpheye düşülürdü. (Ömer Özbek , Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslûbu)

وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَ [Allah onlara gazap ve lanet etti, onlara cehennemi hazırladı.] bu da ahirette hak ettiklerinin dünyada lazım kıldıklarına atfıdır. Son ikisinde ( لَعَنَ  ve  اَعَدَّ  fiilleri)  فَ  yerine وَ  kullanılması lanetin hazırlamaya sebep, gazabın da ona sebep olmasındandır. Çünkü hepsi de sebebi nazar-ı dikkate almaksızın tehditte müstakil rol oynamaktadır. (Beyzâvî) 


وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Gayri talebî inşâî isnaddır.  سَٓاءَتْ , zem anlamı taşıyan camid fiildir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سَٓاءَتْ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  جهنّم ’dir.  مَص۪يراً  temyizdir.

سَٓاءَتْ  - لسَّوْءِۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Fetih Sûresi 7. Ayet

وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً  ...


Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ Allah’ındır
2 جُنُودُ askerleri ج ن د
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَكَانَ ve ك و ن
6 اللَّهُ Allah
7 عَزِيزًا azizdir ع ز ز
8 حَكِيمًا hakimdir ح ك م

وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جُنُودُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.


وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.

عَز۪يزاً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.  حَك۪يماً  kelimesi  كَانَ ‘nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur. 

عَز۪يزاً - حَك۪يماًۙ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جُنُودُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır. 

Cümlede müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَالْاَرْضِ  kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bundan önce geçen bu cümle burada yine tekrar edilmiştir. Tefsir alimleri derler ki; bu tekrarın faydası, Allah’ın rahmet orduları olduğu gibi, azap orduları da olduğuna dikkat çekmektir. Buradaki ordulardan murad, azap ordularıdır. Nitekim burada Allah'ın, Azîz sıfatının zikredilmesinden de anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)

İbn Abbâs dedi ki: جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  [Göklerle yerin orduları]  ayetindeki  جُنُودُ السَّمٰوَاتِ göklerin orduları‘ndan kasıt meleklerdir,

جُنُودُ الْاَرْضِ  yerin orduları ise müminlerdir. Yüce Allah'ın bunu tekrarlamasının sebebi, daha önce geçen bu ayetler Kureyşli müşriklerin sözkonusu edilmesinden sonra geçmişti. Bu da burada münafıklarla diğer müşriklerin söz konusu edilmesinin akabinde geçmiştir. Her iki yerde de maksat korkutmak ve tehdittir. Yüce Allah eğer münafıklarla müşrikleri helak etmeyi murad ederse, bu konuda o acze düşmez. Fakat onları belirlenmiş bir süreye kadar erteler. (Kurtubî)


 وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 

وَ , istînâfiyyedir.  كَانَnin dahil olduğu zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve hükmün illetini bildirmek içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَز۪يزاً حَك۪يماً  şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah ezelde  عَز۪يزاً ve  حَك۪يماً  olduğu gibi gelecekte de Aziz ve Hakimdir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Fetih Sûresi 8. Ayet

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ  ...


(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 أَرْسَلْنَاكَ seni gönderdik ر س ل
3 شَاهِدًا şahid ش ه د
4 وَمُبَشِّرًا ve müjdeleyici ب ش ر
5 وَنَذِيرًا ve uyarıcı ن ذ ر

Hz. Peygamber’in, Câhiliye kültür ortamı içinde yetişmiş olmasına rağmen ortaya koyduğu kişilik ve ahlâk, tebliğ ettiği dinin Allah’tan olduğuna canlı ve güçlü bir tanıktır. Onun eğitim kurallarına uygun uyarıları, müjdeleri, açıklamaları insanları etkilemiş; Allah’a iman ve yalnızca O’na ibadet etmelerine, O’nun dinini desteklemelerine, uğrunda canlarını ve mallarını ortaya koyarak çaba göstermelerine sebep olmuştur.

Bazı tefsirciler, 9. âyetteki zamirlerin kime yönelik bulunduğu konusunda farklı bir anlayış ileri sürmüş, “O’nu tenzih ederek...” kısmındaki “O” zamirinden maksadın Allah olduğunu, diğer iki zamirin ise Pey­gamber efendimize ait bulunduğunu ifade etmişlerdir. Bu son yoruma göre, “büyüklüğü karşısında eğilesiniz” kısmını “O’na saygı gösteresiniz” diye çevirmek gerekecektir.

18. âyette ek bilgiler de verilerek tekrar değinilecek olan, “yeminle bağlılık sözü”nün Arapça’daki karşılığı biattır (bey‘at). 10. âyetteki ilgili fiil de bu köktendir. Buradaki biattan maksat, meşhur Hudeybiye biatıdır. Hz. Peygamber bu sûrenin 27. âyetinde bahsi gelecek bir rüyası üzerine hicrî 6. yıl Zilkadesinin başında (Mart 628), 1500 kadar sahâbî ile umre ibadeti yapmak üzere yola çıkmış, Mekke’nin 17 km. batısında yer alan Hudeybiye’ye gelip konaklamıştı. Daha önce bilgi almak üzere gönderilen görevliler, Mekkeli müşriklerin müslümanları engelleme kararı aldıkları ve bu maksatla Hâlid b. Velîd’i 200 kişilik bir güçle yola çıkardıkları haberini getirmişlerdi. Hz. Peygamber maksadını açıklamak ve ziyaret izni almak üzere önce Hırâş’ı, onun kötü karşılanması hatta ölüm tehlikesi geçirmesi üzerine, Mekkeliler arasında yakınları ve itibarı bulunan Hz. Osman’ı Mekke’ye elçi olarak gönderdi. Bir müddet sonra onun müşrikler tarafından öldürüldüğü haberi geldi. İşin renginin değiştiğini ve savaş ihtimalinin belirdiğini gören Resûlullah, ashabından biat almayı uygun buldu. Oradaki bir mugaylân veya sakız ağacının (şeceretü’r-rıdvân) altında, teker teker ellerini tutarak 1500 kişi ile biatlaştı; yani her bir sahâbî Peygamberimize bağlılık ve itaat sözü verdi. Bu biatta söz verilirken neyin üstlenildiği konusunda “cihad, itaat, ölüm pahasına sebat ve sabır” gibi ifadeler nakledilmiştir (Müslim, “İmâre”, 41, 42, 80). Bu biatı haber alan Mekkeliler telâşa kapılarak Süheyl b. Amr başkanlığında bir heyet gönderdiler. Hz. Peygamber düşmanı azaltmak ve güneyi emniyete almak, Mekkeliler ise ticaret yollarını açmak için bir barış istiyorlardı. Tartışmalardan sonra “müslümanların o yıl geri dönüp ertesi yıl umre için gelmeleri, Mekkeli bir kimse kaçıp Medine’ye sığınırsa istendiği takdirde iade edilmesi, aynı şey Medine’den Mekke’ye olursa geri verilmemesi, diğer Arap kabileleri ile tarafların serbestçe antlaşma yapabilmeleri, üçüncü bir tarafla savaş yapılması halinde antlaşmanın ikinci tarafının pasif kalması” üzerinde antlaşma sağlandı ve on yıllık bir antlaşma imzalandı (Muhammed Hamîdullah, “Hudeybiye Antlaşması”, DİA, XVIII, 297-299 ). 

Birçok âyette resulüne itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağı ifade buyurulmuştur. 10. âyette de Allah’ın elçisi olan peygambere itaat gibi ona biat da dolaylı olarak Allah’a verilmiş bir bağlılık ve itaat sözü olarak değerlendirilmektedir.

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ

 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَرْسَلْنَاكَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

شَاهِداً  kelimesi  اَرْسَلْنَاكَ ‘deki mef’ûlun hali olup fetha ile mansubdur. مُبَشِّراً  ve  نَذ۪يراً  kelimeleri atıf harfi وَ ‘la  شَاهِداً ‘e matuftur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

شَاهِداً  kelimesi, sülasi mücerredi  شهد  olan fiilin ism-i failidir. 

مُبَشِّراً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ

 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye ifade etmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

اَرْسَلْنَاكَ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Önceki ayetteki Allah lafzından bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Ayet-i kerimede Hz. Peygamberin risaletinin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

شَاهِداً  kelimesi,  اَرْسَلْنَاكَ  fiilinin mef’ûlu olan, Hz. Peygambere ait muhatap zamirinden haldir.  وَمُبَشِّراً  ve  نَذ۪يراًۙ , tezâyüf nedeniyle  شَاهِداً ’e atfedilmiştir.  

شَاهِداً - مُبَشِّراً - نَذ۪يراً  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada Allah Teâlâ Resulüne, kendisini gönderme sebebini tekidli olarak ifade etmiştir. Bunun sebebi O’nu rahatlatmak yani sonuçtan sorumlu olmadığını hatırlatmak olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَذ۪يراً (korkutucu) - مُبَشِّراً (müjdeleyici) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Kelam ibtidaî istînâf ile başlamıştır. Tekid harfi ile vurgulanması ihtimam içindir. (Âşûr)

 
Fetih Sûresi 9. Ayet

لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً  ...


Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i gönderdik.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِتُؤْمِنُوا ki inanasınız ا م ن
2 بِاللَّهِ Allah’a
3 وَرَسُولِهِ ve Resulüne ر س ل
4 وَتُعَزِّرُوهُ O’nu destekleyesiniz ع ز ر
5 وَتُوَقِّرُوهُ Ona saygı gösteresiniz و ق ر
6 وَتُسَبِّحُوهُ ve O’nu tesbih edesiniz س ب ح
7 بُكْرَةً sabah ب ك ر
8 وَأَصِيلًا ve akşam ا ص ل

لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً

 

لِ  harfi,  تُؤْمِنُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَرْسَلْنَاكَ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir. 

رَسُولِه۪  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تُعَزِّرُوهُ  atıf harfi وَ ‘la  تُؤْمِنُوا ‘ye matuftur.  تُعَزِّرُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تُوَقِّرُوهُۜ  ve  وَتُسَبِّحُوهُ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘la  تُؤْمِنُوا ‘ye matuftur. 

بُكْرَةً  zaman zarfı  تُسَبِّحُو  fiiline mütealliktir. اَص۪يلاً  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

تُؤْمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

تُعَزِّرُوهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عزر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً

 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, önceki ayetteki  اَرْسَلْنَاكَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُوا  fiiline mütealliktir.  رَسُولِه۪ , lafza-i celâle matuftur.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

رَسُولِللّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Aynı üslupta gelen  وَتُعَزِّرُوهُ  ve  وَتُوَقِّرُوهُۜ  cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. 

Cümlede sarih masdar değil, masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Aksine bu fiilin tekrarlandığı anlatılmak istenmiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 283) 

لِتُؤْمِنُوا (iman etsinler) deki zamir insanlara aittir. O’nu desteklesinler, yardım ederek O’nu güçlendirsinler, O’na saygı göstersinler, tazimde bulunup, yüceltsinler, O’nu tesbih etsinler manasındadır. (Keşşâf) 

وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً  cümlesi de atıf harfi  وَ ’la  تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بُكْرَةً  ve  اَص۪يلاً  zaman zarfıdır.  تُسَبِّحُوهُ  fiiline mütealliktir.

اَص۪يلاً  -  بُكْرَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

Ayetteki cümlelerin hepsi muzari sıygada gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُسَبِّحُوهُ  fiili  تسبيح  veya  سبحان  kökünden gelmektedir. Ayette ‘’Onu’’ zamirleri Allah’a râcidir. Allah’ı desteklemek ile kastedilen ise, O’nun dinini ve Resulü’nü desteklemektir. Zamirleri ayıran yani bir kısmını Allah’a, bir kısmını Peygamber’e gönderen, doğrudan uzak bir iş yapmış olur. Fiiller; لِتُؤْمِنُوا , ve  تُعَزِّرُوهُ  ve  تُوَقِّرُوهُۜ  ve  تُسَبِّحُوهُ   şeklinde  تُ  ile de okunmuştur ki bu durumda, Peygamber ve ümmetine hitap edilmektedir. (Keşşâf)

Bu hitap, Peygamberimiz ile ümmeti içindir. Burada tesbih, ya tenzih anlamındadır, yahut namaz kılmak anlamındadır. İbn Abbâs'tan (ra) rivayet olunduğuna göre, burada sabah akşam tesbihinden kastedilen sabah, öğle ve ikindi namazlarıdır. (Ebüssuûd)

“O'na” ve “O'nu” şeklindeki zamirler Allah Teâlâ'ya aittir. Allah'ın (cc) yüceltilmesiyle kastedilen dininin ve peygamberinin yüceltilmesidir. zamirleri ayırıp ilk ikisini Peygamber (sav)’e ait kılan manadan uzaklaşmıştır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

 
Günün Mesajı
2. ayette Rasulullah sav'e izafeten sözü edilen günah, sûrenin son ayetinde anılan ve esasen Müslümanlar tarafından işlenen günahlardır. Yani ayet, bir bakıma İslâm öncesi ve sonrasında, ayrıca Allah Rasülü'nün vefatından sonra sahâbe-i kiramın, içlerinden bazılarının işlemiş oldukları günahları söz konusu etmektedir. Kur'ân, çok ayetinde Rasülüllah'ın şahsında Müslümanlara hitap eder. Şu kadar ki, bu hitapta Allah Rasülü'nün de elbette bir payı vardır. Dolayısıyla, O'na günah atfeder gibi bir mana ihtiva eden ayetler, peygamberlerin masumiyeti ışığında şu şekilde değerlendirilmelidir:
Masumiyet, yani günahlardan uzak olma, peygamberliğin ayrılmaz bir vasfıdır. Bu, hem nakle (ayetlere ve hadislere dayanır), hem de akıl bunun böyle olmasını gerektirir. Çünkü peygamberler Allah'ın mesajını tebliğ için gelmiştir. Hem peygamberde, hem de ona vahiy getiren melekte oluşacak herhangi bir leke dine de geçer. Diğer taraftan peygamberler, iman ve davranış düsturlarını insanlara öğrettiği için bunları kusursuz olarak temsil etmelidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Fetih suresini dinlemeyi ayrı severdi. Dinlerken de gözyaşlarıyla dudakları şükür ile kıpırdardı. Tülbentinin beyazıyla, yanaklarının pembeliğinin uyumunu seyretmeye doyulmazdı. Torunları, en çok da, dua ederken başlarını ve sırtlarını sıvazlamasını severlerdi. Ettiği dualar üzerlerine yağıyormuşcasına huzurla dolarlardı.

Torunlarından biri, hepsinin merak ettiği soruyu sordu: ‘neden Fetih suresi?’

Dedi ki: Hayatımız nice umduğumuz fetihlerle dolu. Allah’ın rızasını kazanan kul olmak, anne babanın gönüllerini hoş tutmak, evlatlarını Allah yolunda yetiştirmeye çalışmak, imtihanlarını kucaklarken Allah’ın yardımını beklemek, zikir ile kalbini huzurla doldurmak ve daha nice dünyevi - uhrevi meselelerde başarılı olmak. Bazı dünyevi fetih görünümlüler vardır ki, gerektiğinde kendisinden vazgeçebilmek de bir fetihtir. Bunların hepsi bir çeşit fetihtir çünkü hepsinin yolu çeşitli mücadelelerden geçer. Gönüllerimize fetih isteğini düşüren ve onlarla sevindiren Allah’tır.

İnsan ilişkilerinde ya da işlerinde sıkıntı varsa, fethedebilmek için Allah’tan yardım istemeli. Mesela annem derdi ki: ‘her kalbin bir anahtarı vardır, uymayan anahtarı zorlayarak kendini de, karşındakini de hırpalama.’ O anahtarı bulmayı Allah’tan istemeli çünkü bulduran O. Dünyadaki her savaş aynı tekniklerle kazanılmamış ya da kaybedilmemiştir. Bize farklı mücadele yöntemlerini öğreten, gösteren ya da ilham eden Allah’tır. Bazen elindeki soruna farklı yaklaşmak bile tek başına çözümün başlangıcı olabilir. Bunları düşünür ve ihtiyacım olan yardımı isterim. Hayattaki fetihlerimi hatırlar ve hamd ederim. Asıl fethime kavuşmak için de niyaz ederim.

Ey göklerdeki ve yerdeki orduların sahibi olan Allahım! Derdimizi ve halimizi bilen Sensin. İsteklerimizi ve dualarımızı işitensin. Hakkımızda hayırlı olmayan hayallerimizi zihnimizden ve gönlümüzden uzaklaştır, hayırlı olanları ise sevdir ve kolaylaştır. Başaramadığımız ya da onaramadığımız hallerimizin şifasını ver. Bu mücadeleleri başarıyla kazanmak için doğru teknikleri, doğru zamanlarda ve mekanlarda kullanmamızı nasip eyle. Kalplerimizi güven ve huzurla doldur, nurun ve rahmetinle genişlet. İki cihanda da; fetihlerle gönüllerimizi ve yüzlerimizi aydınlat. Asıl fethimizin müjdesiyle; Sana ve cennetine kavuştur.

Amin.