Hucurât Sûresi 16. Ayet

قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ  ...

(Ey Muhammed!) De ki: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَتُعَلِّمُونَ siz mi öğreteceksiniz? ع ل م
3 اللَّهَ Allah’a
4 بِدِينِكُمْ dininizi د ي ن
5 وَاللَّهُ Allah
6 يَعْلَمُ bilir ع ل م
7 مَا olanları
8 فِي
9 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
10 وَمَا ve olanları
11 فِي
12 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
13 وَاللَّهُ Allah
14 بِكُلِّ her ك ل ل
15 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
16 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
 

Yerleşim bölgeleri dışında göçebe olarak yaşayan Arap kabileleri Hz. Peygamber’e geliyor, sosyal yardımlardan pay almak için kendisine boyun eğiyor, teslim oluyorlardı. Bu davranışlarını “iman etmiş olmak için” yeterli saymaları, kendilerini mümin olarak göstermeleri üzerine bu âyetler gelmiştir.

Günlük dilde ve terim olarak İslâm, Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla bildirilen dinin adıdır. Bu dine iman eden ve gereğini yerine getirmeye çalışan kimselere de müslüman denir. Ancak İslâm kelimesinin sözlük mânasında “boyun eğmek, teslim olmak” da vardır. Bedevîlerin yaptığı da İslâm’ın bu sözlük mânasını gerçekleştirmekten ibaret idi. Çünkü 15. âyeti de göz önüne aldığımızda bir kimsenin gerçekten iman etmiş olabilmesi için kendisinde şu inanç ve davranışların gerçekleşmiş olması gerekmektedir: 1. İslâm’ın taleplerini yerine getirirken bunların Allah ve resulünün emirleri olduğuna, Allah’tan geldiğine, O’nun emirlerine itaat etmenin insana, dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacağına kalbi ile de iman etmiş, inanmış olmak. 2. Bu inancında asla şüpheye düşmemek, aklı ve duygularıyla ikna olmuş, bu inanca bağlanmış bulunmak. 3. İslâm’ı ve müslümanları korumak, dininin güçlenmesi için malını ve gerektiğinde canını vererek çalışmak, çabalamak, olanca gücünü harcamak. Bağlamdan anlaşıldığına göre “Biz de müminiz, inandık” diyen bedevîler henüz cihad ile sınanmış ve imanlarını ispat etmiş değillerdi. İmanlarının kalplerine yerleşmiş olmadığı hükmüne gelince, bunu ancak Allah bilirdi ve peygamberine böyle olduğunu bildiriyordu. Şayet Allah bildirmeseydi, peygamber dahil herkesin, “Ben müminim” deyip emirlere itaat edenleri gerçekten ve kalpten inanmış saymaları, böyle bilmeleri gerekecekti.

Bedevîlerin Hz. Peygamber’e teslim olmalarına, onun yanında yer almalarına iki yönden bakılabilir: a) Müminlere düşman olmak yerine dost olup destek sağlamak; b) Ganimetten, sosyal yardımlardan yararlanmak, daha da önemlisi müslümanlar arasında yaşayarak gerçek ve kâmil mânada imana kavuşmak. Bu âyetler geldiği dönemde müslümanların bedevî desteğine ihtiyaçları kalmamıştı; halbuki onların hem maddî yardıma hem de hidayete, doğru ve kurtarıcı bir kılavuza ihtiyaçları vardı. Teslim olmalarının, itaat etmelerinin karşılığını eksiksiz olarak aldılar, Hz. Peygamber ve ashabı tarafından eğitilerek hem medenîleştiler hem de birçoğunun gönlüne iman yerleşti. Şu halde ortada sözü edilecek bir iyilik, bir lutuf varsa bu, onların teslim (İslâm) olmaları değil, bu sayede elde ettikleri idi; bundan dolayı asıl minnettar olması gerekenler kendileriydi.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 100-101
 

قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istîfham harfidir. تُعَلِّمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِد۪ينِكُمْ  car mecruru  تُعَلِّمُونَ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  mübteda olup lafzen merfûdur. يَعْلَمُ  fiili  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ  mahzuf sılaya mütealliktir. 

مَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline atfedilmiştir.

Ayet-i kerîme’de geçen  اَتُعَلِّمُونَ  lafzı,  شعر  manasındaki  علم fiilinin şeddelenmiş şeklidir. (Celâleyn)

عَلَّمَ  fiili,  أعْلَمَ  fiili gibi ‘bildirdi’ manasındadır ve bunun içindir ki  بِد۪ينِكُمْ  kavlinde  بِ  gelmiştir. Mana da şöyledir: Üzerinde bulunduğunuz dini Allah’a mı bildiriyorsunuz? Yani O bunu bilmektedir, haber vermenize muhtaç değildir. (Ez-Zâdu’l-Mesîr)

تُعَلِّمُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. 

بِكُلِّ  car mecruru  عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَل۪يمٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.

عَل۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze istifham harfidir. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَتُعَلِّمُونَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Hal  و ’ıyla gelen  وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan, vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Tevbih ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir olarak Allah isminin  tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ’nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَالْاَرْضِ , tezâyüf nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir.

السَّمٰوَاتِ -  الْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

تُعَلِّمُونَ - يَعْلَمُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette öğretme manasında  اَتُعَلِّمُونَ  kelimesinin kullanılması onların yaptıklarının ne derece çirkin olduğunu göstermek, soru da, onları kınamak ve yaptıklarını reddetmek içindir. Anlam şudur: Allah'a dininizi öğretmeye kalkmayın. Şüphesiz O, bunu bilmektedir, O’na hiçbir şey gizli kalmaz. (Rûhu’l Beyân)

 

 وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

 

 

Ayetin son cümlesi hal cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  ٱللَّه  ismiyle gelmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِكُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan  عَل۪يمٌ ‘a takdim edilmiştir.  شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

عَل۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayetin son cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde aynen veya ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, s. 189)