Hucurât Sûresi 17. Ayet

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...

Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: “Müslüman olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın. Tam tersine eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı Allah size lütufta bulunmuş oluyor.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَمُنُّونَ başına kakıyorlar م ن ن
2 عَلَيْكَ senin
3 أَنْ
4 أَسْلَمُوا İslam olmalarını س ل م
5 قُلْ de ki ق و ل
6 لَا
7 تَمُنُّوا başıma kakmayın م ن ن
8 عَلَيَّ benim
9 إِسْلَامَكُمْ müslüman olmanızı س ل م
10 بَلِ tersine
11 اللَّهُ Allah
12 يَمُنُّ minnet eder م ن ن
13 عَلَيْكُمْ size
14 أَنْ
15 هَدَاكُمْ size hidayeti nedeniyle ه د ي
16 لِلْإِيمَانِ imana ا م ن
17 إِنْ eğer
18 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
19 صَادِقِينَ doğrulardan ص د ق
 

Yerleşim bölgeleri dışında göçebe olarak yaşayan Arap kabileleri Hz. Peygamber’e geliyor, sosyal yardımlardan pay almak için kendisine boyun eğiyor, teslim oluyorlardı. Bu davranışlarını “iman etmiş olmak için” yeterli saymaları, kendilerini mümin olarak göstermeleri üzerine bu âyetler gelmiştir.

Günlük dilde ve terim olarak İslâm, Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla bildirilen dinin adıdır. Bu dine iman eden ve gereğini yerine getirmeye çalışan kimselere de müslüman denir. Ancak İslâm kelimesinin sözlük mânasında “boyun eğmek, teslim olmak” da vardır. Bedevîlerin yaptığı da İslâm’ın bu sözlük mânasını gerçekleştirmekten ibaret idi. Çünkü 15. âyeti de göz önüne aldığımızda bir kimsenin gerçekten iman etmiş olabilmesi için kendisinde şu inanç ve davranışların gerçekleşmiş olması gerekmektedir: 1. İslâm’ın taleplerini yerine getirirken bunların Allah ve resulünün emirleri olduğuna, Allah’tan geldiğine, O’nun emirlerine itaat etmenin insana, dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacağına kalbi ile de iman etmiş, inanmış olmak. 2. Bu inancında asla şüpheye düşmemek, aklı ve duygularıyla ikna olmuş, bu inanca bağlanmış bulunmak. 3. İslâm’ı ve müslümanları korumak, dininin güçlenmesi için malını ve gerektiğinde canını vererek çalışmak, çabalamak, olanca gücünü harcamak. Bağlamdan anlaşıldığına göre “Biz de müminiz, inandık” diyen bedevîler henüz cihad ile sınanmış ve imanlarını ispat etmiş değillerdi. İmanlarının kalplerine yerleşmiş olmadığı hükmüne gelince, bunu ancak Allah bilirdi ve peygamberine böyle olduğunu bildiriyordu. Şayet Allah bildirmeseydi, peygamber dahil herkesin, “Ben müminim” deyip emirlere itaat edenleri gerçekten ve kalpten inanmış saymaları, böyle bilmeleri gerekecekti.

Bedevîlerin Hz. Peygamber’e teslim olmalarına, onun yanında yer almalarına iki yönden bakılabilir: a) Müminlere düşman olmak yerine dost olup destek sağlamak; b) Ganimetten, sosyal yardımlardan yararlanmak, daha da önemlisi müslümanlar arasında yaşayarak gerçek ve kâmil mânada imana kavuşmak. Bu âyetler geldiği dönemde müslümanların bedevî desteğine ihtiyaçları kalmamıştı; halbuki onların hem maddî yardıma hem de hidayete, doğru ve kurtarıcı bir kılavuza ihtiyaçları vardı. Teslim olmalarının, itaat etmelerinin karşılığını eksiksiz olarak aldılar, Hz. Peygamber ve ashabı tarafından eğitilerek hem medenîleştiler hem de birçoğunun gönlüne iman yerleşti. Şu halde ortada sözü edilecek bir iyilik, bir lutuf varsa bu, onların teslim (İslâm) olmaları değil, bu sayede elde ettikleri idi; bundan dolayı asıl minnettar olması gerekenler kendileriydi.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 100-101
 

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ 

 

Fiil cümlesidir. يَمُنُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir.  عَلَيْكَ  car mecruru  يَمُنُّونَ   fiiline mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَمُنُّونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَسْلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen mansubdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَسْلَمُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سلم ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulul-kavl,  لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ ‘dır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَمُنُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عَلَيَّ  car mecruru  تَمُنُّوا  fiiline mütealliktir.  اِسْلَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ 

 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَمُنُّ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

يَمُنُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  يَمُنُّ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, يَمُنُّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. هَدٰيكُمْ  fiili ي  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لِلْا۪يمَانِ  car mecruru  هَدٰيكُمْ  fiiline mütealliktir.

يَمُنُّ   fiili, muzaaf fiildir. Sülâsîsi  منن ’dir.


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. 

كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’ün haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim  kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

صَادِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ 

 

Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَسْلَمُوا  cümlesi, masdar teviliyle  يَمُنُّونَ  fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْكَ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

اَسْلَمُواۜ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Ayet-i kerîmede geçen ”minnet" kelimesi, kesmek anlamındaki  المَنُّ  kelimesinden türemiştir. Bununla kastedilen: İhtiyaç sahiplerinin bir karşılık vermesini beklemeden, onun ihtiyaçlarını kesmek (gidermek) tir.

Râğıb şöyle demektedir: ”Minnet, bol nimettir. Bu, iki açıdan söz konusudur:

1- Fiilen olur. O zaman, ”falana minnet etti yani ona bol nimet verdi" denir. [”...Allah müminlere büyük nimet verdi..."] (Âl-i İmrân: 164) ayeti bu anlamdadır. Bu mana gerçekte sadece Allah'a hastır.

2- Sözle olur. Bu, insanlar arasında çirkin görülür. Bundan dolayı, ”Minnet (başa kakma) iyiliği yıkar" denilmiştir. Ancak nankörlük yapana söylenirse çirkin görülmez. Nankörlük yapıldığında, minnet iyi olduğu için, ”nankörlük edildiği zaman, minnet (başa kakma) iyi olur" denilmiştir. Bu ayetteki, ”sana minnet ediyorlar (senin başına kakıyorlar)" ifadesinde minnet, onlardan ve söz iledir. Allah'ın onlara minneti ise fiil iledir. O da Allah'ın onlara hidayetidir." (Rûhu’l Beyân)

Minnet o nimettir ki onu veren verdiği kimseden hiç bir sevap istemez, yalnız onun ihtiyacını kesmek ister ki bu ebedi şükre değer bir nimet olur. Veren hiçbir karşılık beklemediği ve hiç bir şey yapmamış gibi kesip attığı için alan kimse ebediyen minnettar kalır. Öyle nimet cana minnet kesilir. İşte fiilen böyle bir nimet ile minnettar etmeye başa kakma denildiği gibi onu hesaba alıp söylemeye, yani başa kakmaya da mennetmek, minnet saymak denilir. İkisi de kesmek manasına  المَنُّ 'den alınmıştır. İn'âm fiili ihtiyacı keser, söylemek de nimeti keser ve şükrün kesilmesini gerektirir. (Elmalılı)


قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيَّ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ  cümlesiyle  يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لَا تَمُنُّوا - يَمُنُّونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

 

بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلِ  idrâb harfi, intikal içindir. 

بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

اللّٰهُ  mübteda,  يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ  cümlesi haberdir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ  cümlesi, masdar teviliyle  يَمُنُّ  fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْكُمْ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

اَسْلَمُواۜ - اِسْلَامَكُمْۚ  ve  يَمُنُّونَ -  تَمُنُّوا - يَمُنُّ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَسْلَمُواۜ - لِلْا۪يمَانِ - هَدٰيكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı  vardır.


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin şart üslubundaki fasılası, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette îcâz-ı hazif vardır. Takdiri  فالله يمنّ عليكم اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ [Aksine sizi imana yönlendirdiği için Allah size iyilik etmiştir.] olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.  Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.   

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi olan  صَادِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

Tabiî, doğru söylüyorsanız!.. şart cümlesinin cevabı, öncesinin buna delâlet etmesi sebebiyle hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: İman iddianızda doğru iseniz, demek ki asıl Allah size lütufta bulunmuş! (Keşşaf)