Kaf Sûresi 29. Ayet

مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟  ...

“Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 يُبَدَّلُ değiştirilmez ب د ل
3 الْقَوْلُ söz ق و ل
4 لَدَيَّ benim huzurumda
5 وَمَا ve değil(im)
6 أَنَا ben
7 بِظَلَّامٍ zulmedici ظ ل م
8 لِلْعَبِيدِ kullara ع ب د
 

Ölümden sonra diriliş ve âhiret hayatı hakkındaki haberler kar­şısında tereddüde düşen ve bunları inkâr edenlere önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiş ve bu düşünceyi sağlıklı bir sonuca ulaştırabilmeleri için de bazı ipuçları verilmişti. Bu gruptaki âyetlerde ise, “bir şeyin fiilen gerçekleşmiş bulunması (vuküu), onun olabilirliğini (imkânını) gösteren en güçlü kanıt” olduğu için insanın ölümünden başlayarak karşılaşacağı olaylar ve oluşlar sıralanmıştır. 

Muhammed Esed gibi bazı yorumcular, bu âyetlerde geçen “iki alıcı, arkadaş, sürücü ve tanık” gibi kelimeleri insanın dışındaki şuurlu varlıklar olarak değil, içindeki duygular, içgüdüsel dürtüler ve arzular ile akıl olarak yorumlamışlardır. İfade (lafız) bu yoruma müsait olmadığı için de zorlanmışlardır. Bize göre Kur’an’da, insanın içindeki duygular, içgüdüler, dürtüler ile sağduyu, kendilerine mahsus kelimelerle (nefis, kalp, basar, basiret, hevâ, tefekkür, akıl ...) anlatılmış, bunların işlevleri ve işleyiş biçimleri hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Yine Kur’an’da insanı dışarıdan etkileyen insan, cin, şeytan, arkadaş ve meleklerden de söz edilmiştir. Bunların birini diğerine indirgemek, bir kısmıyla diğerlerinin kastedildiğini söylemek için mâkul ve haklı bir sebep yoktur. Melek başka, akıl ve sağ duyu başkadır; şeytan başka, nefis ve hevâ başkadır.

Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, “hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil”, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) âleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb âlemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur’an’ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir “sürücü” (âdeta zaptiye görevi yapan melek) bir de “tanık” (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilâhî huzura alınacak, suçu başkalarına (meselâ şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir. Cehenneme gireceklerin yüzlerine karşı hüküm okunurken hangi suçlardan ve günahlardan dolayı bu cezayı hak ettikleri ibret verici bir üslûpla açıklanmaktadır: Küfür ve inkârda inat ve ısrar etmek, iyiliği engellemek, hak tanımamak, hakka tecavüz etmek, insanların inançlarını sarsmak için faaliyet göstermek, hepsinden ağır olarak da tevhid inancından sapmak, Allah’a ortak koşmak.

27. âyette insanın yandaşı ile aralarında geçen tartışma, İbrâhim sûresinde (14/22), yandaşın kim olduğu da açıklanarak şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.”

35. âyette, “Üstelik katımızda fazlası da vardır” buyuruluyor. İnsanlar dünyada kendilerine verilen bilme ve anlama kabiliyetine göre nimet talebinde bulunuyor, mutluluğa vesile olacak şeyler istiyorlar. Halbuki ebedî âlemde insanları mutlu kılacak mânevî nimetler, dünyada bilinen, düşünülen, hayal edilen ve istenenlerle sınırlı değildir; orada rıdvân (Allah’ın razı olduğunu ilân etmesinden hâsıl olan hal, kemal ve zevk), müşâhede-i cemâl (Allah’ı nasıllık ve niceliğin ötesinde bir idrak ile görmek) gibi saadet vesileleri vardır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 109-111
 

مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُبَدَّلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْقَوْلُ  fail olup lafzen merfûdur. 

لَدَيَّ  mekân zarfı mebni olup  يُبَدَّلُ  fiiline mütealliktir. 

يُبَدَّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  يُبَدَّلُ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنَا۬  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  ظَلَّامٍ  lafzen mecrur,  مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

لِ  zaid olup takviye içindir.  عَب۪يدِ۟  kelimesi lafzen mecrur,  ظَلَّامٍ  mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. Burada kendinden önce nefy edatı vardır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ظَلَّامٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Önceki ayetteki mekulü’l-kavle dahildir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُبَدَّلُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

لَدَيَّ  mekan zarfı, مَا يُبَدَّلُ  fiiline mütealliktir.

Veciz ifade kastına matuf  لَدَيَّ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لَدَي , tazim ve şeref kazanmıştır. لَدَيَّ  kelimesinin önemine binaen tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟

 

وَ  atıf harfidir. Cümle hükümde ortaklık nedeniyle makabline, atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا  nefy harfi,  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  لَيْسَ  harfi isim cümlesinin başına gelir, manasını olumsuz yapar. İsmini ref, haberini nasbeder.  لَيْسَ ’nin haberinin başına gelen  بِ  harf-i ceri (zaid) olarak gelebilir ve tekid ifade eder.

Mübalağa veznindeki  بِظَلَّامٍ ‘ın mef’ûlü olan  لِلْعَب۪يدِ۟  kelimesindeki  لِ , takviye için gelmiş zaid harftir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ظَلَّامٍ , mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

ظَلَّامٍ  kelimesi mübalağa sigasıdır ve nefy mübalağaya yöneliktir, yani mübalağanın nefyini ifade eder. Çünkü mübalağa kayıttır, kaydın nefyi de mukayyedi (kayıtlanan şeyi) baki kılar. Ancak nefy burada olduğu gibi hem kayda hem de mukayyede yönelik de olabilir. Ayetteki mübalağa sıygası zulmün azının da çoğu gibi olduğunu ifade eder. Yani Allah ne çok ne de az zulmeder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.256)

"Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim."

Ehli Sünnet itikadına göre, Allah'ın, günahsız kullara azap etmesi de ifratlı bir zulüm olması söyle dursun, hiç zulüm sayılmadığı halde böyle ifade edilmesi, Allah'ın bundan son derece münezzeh olduğunu beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)

27. 28. ve 29. ayet sonlarındaki  عَب۪يدِ۟  -  وَع۪يدِ  -  بَع۪يدٍ  kelimeleri arasında lüzûm mâ lâ yelzem sanatı vardır.