Kaf Sûresi 30. Ayet

يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ  ...

O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha var mı?” der.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ (o) gün ي و م
2 نَقُولُ deriz ق و ل
3 لِجَهَنَّمَ cehenneme
4 هَلِ -mu?
5 امْتَلَأْتِ doldun- م ل ا
6 وَتَقُولُ ve der ق و ل
7 هَلْ -mu?
8 مِنْ hiç (yok)-
9 مَزِيدٍ daha ز ي د
 

Ölümden sonra diriliş ve âhiret hayatı hakkındaki haberler kar­şısında tereddüde düşen ve bunları inkâr edenlere önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiş ve bu düşünceyi sağlıklı bir sonuca ulaştırabilmeleri için de bazı ipuçları verilmişti. Bu gruptaki âyetlerde ise, “bir şeyin fiilen gerçekleşmiş bulunması (vuküu), onun olabilirliğini (imkânını) gösteren en güçlü kanıt” olduğu için insanın ölümünden başlayarak karşılaşacağı olaylar ve oluşlar sıralanmıştır. 

Muhammed Esed gibi bazı yorumcular, bu âyetlerde geçen “iki alıcı, arkadaş, sürücü ve tanık” gibi kelimeleri insanın dışındaki şuurlu varlıklar olarak değil, içindeki duygular, içgüdüsel dürtüler ve arzular ile akıl olarak yorumlamışlardır. İfade (lafız) bu yoruma müsait olmadığı için de zorlanmışlardır. Bize göre Kur’an’da, insanın içindeki duygular, içgüdüler, dürtüler ile sağduyu, kendilerine mahsus kelimelerle (nefis, kalp, basar, basiret, hevâ, tefekkür, akıl ...) anlatılmış, bunların işlevleri ve işleyiş biçimleri hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Yine Kur’an’da insanı dışarıdan etkileyen insan, cin, şeytan, arkadaş ve meleklerden de söz edilmiştir. Bunların birini diğerine indirgemek, bir kısmıyla diğerlerinin kastedildiğini söylemek için mâkul ve haklı bir sebep yoktur. Melek başka, akıl ve sağ duyu başkadır; şeytan başka, nefis ve hevâ başkadır.

Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, “hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil”, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) âleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb âlemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur’an’ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir “sürücü” (âdeta zaptiye görevi yapan melek) bir de “tanık” (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilâhî huzura alınacak, suçu başkalarına (meselâ şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir. Cehenneme gireceklerin yüzlerine karşı hüküm okunurken hangi suçlardan ve günahlardan dolayı bu cezayı hak ettikleri ibret verici bir üslûpla açıklanmaktadır: Küfür ve inkârda inat ve ısrar etmek, iyiliği engellemek, hak tanımamak, hakka tecavüz etmek, insanların inançlarını sarsmak için faaliyet göstermek, hepsinden ağır olarak da tevhid inancından sapmak, Allah’a ortak koşmak.

27. âyette insanın yandaşı ile aralarında geçen tartışma, İbrâhim sûresinde (14/22), yandaşın kim olduğu da açıklanarak şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.”

35. âyette, “Üstelik katımızda fazlası da vardır” buyuruluyor. İnsanlar dünyada kendilerine verilen bilme ve anlama kabiliyetine göre nimet talebinde bulunuyor, mutluluğa vesile olacak şeyler istiyorlar. Halbuki ebedî âlemde insanları mutlu kılacak mânevî nimetler, dünyada bilinen, düşünülen, hayal edilen ve istenenlerle sınırlı değildir; orada rıdvân (Allah’ın razı olduğunu ilân etmesinden hâsıl olan hal, kemal ve zevk), müşâhede-i cemâl (Allah’ı nasıllık ve niceliğin ötesinde bir idrak ile görmek) gibi saadet vesileleri vardır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 109-111
 
Riyazus Salihin, 616 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennet ile cehennem münakaşa ettiler.
Cehennem:
- Bende zorbalar ve kibirliler var, dedi.
Cennet:
- Bende yalnız zayıflar ve yoksullar var, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ onların çekişmesini şöyle halletti:
- Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim.
Ey cehennem! Sen de benim azâbımsın. Dilediğime seninle azâb ederim. Ben her ikinizi de dolduracağım.”
(Müslim, Cennet 34; Buhârî, Tefsîru sûre (50), 1, Tevhid, 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 22)
 

يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ

 

يَوْمَ  zaman zarfı  ظَلَّامٍ ‘e müteallik olup mansubdur. نَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  لِجَهَنَّمَ  car mecruru نَقُولُ  fiiline mütealliktir. 

جَهَنَّمَ  gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Mekulü’l-kavl, هَلِ امْتَلَأْتِ ‘dir.  نَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هَلِ  istifham ismidir. امْتَلَأْتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. 

امْتَلَأْتِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  ملأ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la  نَقُولُ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur. تَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.

هَلِ  istifham ismidir. مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  مَز۪يدٍ  lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, هل هناك مزيد (Orada daha fazlası var mı?) şeklindedir.
 

يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ 

 

Zaman zarfı  يَوْمَ , önceki ayetteki  ظَلَّامٍ ‘e mütealliktir.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ  cümlesindeki mütekellim zamirinden bu ayette azamet zamirine dönülmesi iltifat sanatıdır. 

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

نَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلِ امْتَلَأْتِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

Zemahşerî’ye göre tahyîl ve tasvîr öğelerini de içinde barındıran ayet; her şeyi bilen Allah’ın, melekler, insanlar ve cinler sınıfı dışındaki bir varlık olan cehenneme soru sorması gibi ilginç bir yapıyla başlayıp, cehennemin Allah’a soruyla cevap vermesi şeklinde son buluyor. Buradaki sorular gerçekte bilgi istemiyle ilgili değildir. Her iki soru da direkt olarak dinleyicilerin düşünce ve duygu dünyalarına yönlendirilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Kur’an’da cehenneme hitap edilmesini ve cehennemin cevabını tahyîl babı içerisinde değerlendirerek, Allah’ın cehennemden bilgi alması düşünülmeyeceğine göre bu soru ve cevap cehennemin büyüklüğü ve cehenneme gireceklerin çokluğunu vurgulayan bir ifade tarzı olarak belirtilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

هَلِ امْتَلَأْتِ  sorusu, tariz yoluyla azap görenleri bu soruyla uyarmak için kullanılmıştır. (Âşûr)

"O gün Cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz. O da: "Daha da var mı?" diyecektir."

Bu temsili sual ve cevap, Cehennemin korkunç durumunu muhataplarının tahayyülünde canlandırarak anlatmak içindir. Yani Cehennem bunca genişliğine rağmen, doluncaya kadar insanlar ve cinler bölük bölük içine atılır.  (Ebüssuûd) 

 هَلْ مِن مَزِيدٍ  (daha var mı?) sorusu teşvik ve temenni için kullanılmıştır. (Âşûr) 


 وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile  نَقُولُ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

تَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubundaki isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsnedün ileyh konumundaki  مِنْ مَز۪يدٍ ‘deki  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. Cümlede takdiri  هناك (Orada) olan müsned mahzuftur.

هَلْ  istifham harfidir.  مِنْ مَز۪يدٍ ’deki  مِنْ  zaiddir.  مَز۪يدٍ , lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen mansubdur. 

مَز۪يدٍ , mimli masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsm-i mekan olması da caizdir.

المَزِيدُ ; mimli masdardır.  المَجِيدِ  ve  الحَمِيدِ  kelimesindeki gibi ziyadedir.  زادَ  kelimesinin ism-i mef’ûlü olması caizdir. (Âşûr)

تَقُولُ - نَقُولُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هَلْ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

امْتَلَأْتِ - مَز۪يدٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Soru cevap şeklindeki ayette temsîli anlatımla cehennem kişileştirilmiştir. Bu üslupla cehennemin, dünyada hidayet çeğrısına kulak tıkayanların hepsini alabilecek kapasitede olduğu bedî’ bir şekilde ifade edilmiştir.