نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | نَحْنُ | biz |
|
2 | أَعْلَمُ | biliyoruz |
|
3 | بِمَا | şeyleri |
|
4 | يَقُولُونَ | onların dedikleri |
|
5 | وَمَا | ve değilsin |
|
6 | أَنْتَ | sen |
|
7 | عَلَيْهِمْ | onların üstünde |
|
8 | بِجَبَّارٍ | bir zorlayıcı |
|
9 | فَذَكِّرْ | öğüt ver |
|
10 | بِالْقُرْانِ | Kur’an ile |
|
11 | مَنْ | kimselere |
|
12 | يَخَافُ | korkan |
|
13 | وَعِيدِ | tehdidimden |
|
Müşrikler, Hz. Peygamber hakkında çeşitli söylentiler çıkarıyor, “deli, şair, masalcı...” diyorlar, bu da onu üzüyordu. Allah Teâlâ “Onların ne dediklerini biz daha iyi biliyoruz” buyurarak peygamberini teskin etmekte, bütün yapıp ettikleri karşısında onlara imkân ve özgürlük vermesinin bir hikmeti olduğuna dikkat çekmektedir. Bu arada peygamberin görevi, insanları imana ve dini hayata zorlamak değil, Kur’an’ı durmadan okuyarak, açıklayarak tebliğde bulunmak, insanları dine ve hakka çağırmaktır.
Kur’an’ın Allah nezdindeki değerine dikkat çekerek başlayan sûrenin, yine Kur’an’ın dini tebliğdeki önemine ve yerine işaret ederek son bulması, tebliğ ve telkinde asıl konuyu vurgulama yöntemi bakımından da ilgi çekicidir.
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَعْلَمُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ
وَ istînâfiyyedir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ munfasıl zamir, مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru جَبَّارٍ ‘e mütealliktir. بِ harf-i ceri zaiddir. جَبَّارٍ lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
جَبَّارٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ
Cümle atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّه (Dikkatli ol) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. ف atıf harfidir. ذَكِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِالْقُرْاٰنِ car mecruru ذَكِّرْ fiiline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخَافُ ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. وَع۪يدِ mef’ûlun bih olup mansubdur. Mütekellim ى ‘sı vasıl sebebi ile hazf edilmiştir. Kelimenin sonundaki kesra mütekellim ى ‘sından ıvazdır.
ذَكِّرْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamirine isnad, tazim ifade etmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan اَعْلَمُ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Masdar harfi مَا ve akabindeki يَقُولُونَ cümlesi, masdar teviliyle بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ
Cümle atıf harfi وَ 'la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِمْ , ihtimam için amili بِجَبَّارٍ ‘e takdim edilmiştir.
Müsned olan بِجَبَّارٍ ’deki بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde لِ harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَٓا 'nın haberinin başında gelen بِ harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ
Cümle, takdiri تنبّه (Dikkatli ol) olan mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْقُرْاٰنِ kelimesi, بِ harf-i ceriyle birlikte ذَكِّرْ fiiline mütealliktir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَخَافُ وَع۪يدِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
وَع۪يدِ kelimesinin sonundaki kesra mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamirinin hazfedilmesi fasılaya riayet sebebiyledir.
Kafirlerin hallerini anlatarak başlayan surenin son ayeti Hz. Peygamber (sav) için teselli, kafirler için ise tehdit ifade eder. Surenin başı ile sonu arasındaki bu tenasüb, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Ayrıca bu ayet hüsn-i intihâ sanatının örneklerindendir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ ifadesi, “haşyet” kelimesinin, korkulan varlığın azametine, “havf” kelimesinden daha çok delalet ettiğini gösteren bir cümledir. Çünkü Hak Teâlâ, korkutan şeyin, kendi azabı ve vaîdi olduğunu belirtirken, “havf” kelimesini kullanmış; korkutan şeyin bizzat kendi yüce zatı olduğunu belirtirken ise, “haşyet” kelimesini kullanarak, [“Benden haşyet duyun”] (Bakara, 150) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Sûrenin başında, baş ile sonun, manaca birbirlerine yakın olduğunu, çünkü sûrenin başında, [“Kâf. O şerefli Kur’an’a yemin ederim ki..”] buyurulmuş, sonunda da, [“Kur’an ile öğüt ver..”] buyurulmuş olduğunu söylemiştik. (Fahreddin er-Râzî)