Zâriyât Sûresi 20. Ayet

وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ  ...

Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?  (20 - 21. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve vardır
2 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
3 ايَاتٌ nice ibretler ا ي ي
4 لِلْمُوقِنِينَ kesin inanacaklar için ي ق ن
 

Kur’an-ı Kerîm insanın kendi varlık sebebi üzerinde düşünmesi için bazan ayrıntılara inerek bazan da genel bakış sağlayarak onu ilâhî kudretin evrendeki işaretlerine dikkatle bakmaya davet eder. Bu işaretleri iki ana grupta toplamak mümkündür: İnsanın kendi varlığındakiler ve dış âlemdekiler (özellikle bk. Fussılet 41/53). Cenâb-ı Allah’ın şuurlu varlıkları yaratmasındaki temel gayenin kendisine kulluk etmeleri olduğuna dair kapsamlı bir açıklamaya yer verilen bu sûrede de (bk. 56. âyet), aklını vicdanının kontrolü altında çalıştırabilen, muhâkeme gücünü iyi niyetle kullanabilen insanlar hem kendilerindeki hem de yeryüzündeki sayısız kanıtlar üzerinde düşünmeye çağırılmaktadır. 20. âyette geçen ve “sağlam düşünce ve inanç sahipleri” diye çevirdiğimiz mûkınîn kelimesini müfessirler genellikle “ibret gözüyle bakıp sağlam bir düşünce ile kesin bir inanca ulaşanlar yahut bu yolla inançlarını pekiştirenler” şeklinde anlamışlardır. Zemahşerî bu bakışla iman arasındaki ilişkiyi özetle şöyle açıklar: Bunlar, kesin delile dayalı ve gerçeğe ulaştıran doğru yolu izleyen muvahhidlerdir (Allah’ın birliğine inananlar). Çünkü onlar basiret sahibidirler, ibret gözüyle ve derinlere nüfuz eden bir anlayışla bakarlar; bir kanıt gördüklerinde onun üzerinde nasıl fikir yürütüleceğini bilirler ve imanlarına iman katarlar (Taberî, XXVI, 204; Zemahşerî, IV, 28; İbn Atıyye, V, 175). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 126
 

وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

اٰيَاتٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. لِلْمُوقِن۪ينَ  car mecruru  اٰيَاتٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir.

مُوقِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اٰيَاتٌ , muahhar mübtedadır.

لِلْمُوقِن۪ينَ  car mecruru, اٰيَاتٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فِي الْاَرْضِ  şeklindeki haberin mübtedaya takdimi, müsnedün ileyhin zikrine teşvik ve ihtimam içindir.(Âşûr) 

Müsnedün ileyhin tenkiri, kesret, nev ve tazim ifade eder.

لِلْمُوقِن۪ينَ (Yakînen inananlar için…), yani Allah’a ulaştırıcı, delile dayalı, dosdoğru yolu tutan tevhit ehli için; çünkü gören gözlerle ve ibret alan anlayışlarla bakanlar bunlardır. Bunlar her bir delili gördüklerinde üzerinde nasıl düşüneceklerini bilirler. Dolayısıyla imanlarına iman, teslimiyetlerine teslimiyet katarlar. (Keşşâf)

وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَ  [Yakînleri olanlar için yeryüzünde ayetler vardır"] ayeti ile yeryüzünde öldükten sonra diriltmeye ve mükellefleri hesaba çekmeye kadir oluşuna delalet eden alametlerin bulunduğunu açıklamaktadır. Çerçöp oluşundan sonra tekrar bitkinin yeşermesi, canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri için bu bitkilerde gıda unsurunu takdir buyurması, yalanlayıcı ümmetlerin başına inen helakin etkilerini görebildikleri ülkelerde, topraklarda gezip dolaşmaları hep bu ayetler (delil ve belgeler) arasındadır. (Kurtubî)