Zâriyât Sûresi 39. Ayet

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  ...

O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَوَلَّىٰ çevirdi و ل ي
2 بِرُكْنِهِ yanını ر ك ن
3 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
4 سَاحِرٌ büyücüdür س ح ر
5 أَوْ veya
6 مَجْنُونٌ cinlidir ج ن ن
 

İlk âyetteki sultân kelimesi bu bağlamda “açık kanıt” anlamına gelmektedir (İbn Atıyye, V, 179) ve bununla Hz. Mûsâ’nın Firavun’un önünde sergilediği mûcizeler kastedilmektedir (İbn Âşûr, XXVII, 10). 39. âyetin “saltanatı sebebiyle” diye çevrilen kısmı, daha çok “sahip olduğu bütün güçleri, askerlerini, iktidarı elinde bulunduruyor olmayı kullanarak” veya “var gücüyle” mânalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 31; İbn Atıyye, V, 179-180). 40. âyetin son cümlesi –meâlde tercih edilen mânaya göre– Firavun’un can verirken duyduğu pişmanlığa işaret etmektedir (krş. Yûnus 10/90-92). Müfessirlerin bir kısmı bu cümleyi, “O, kınanacak işler yapmaktaydı” şeklinde anlamışlardır ki, bu takdirde Firavun’un daha önce yaptığı kötülüklere işaret edilmiş olur (Taberî, XXVII, 3-4; Firavun ve Hz. Mûsâ’nın ona karşı mücadelesi hakkında bk. A‘râf 7/103 vd.; Yûnus 10/75-93; Kasas 28/31-32).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 131-132
 

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بِرُكْنِه۪  car mecruru  تَوَلّٰى ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

سَاحِرٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو (O) şeklindedir.

مَجْنُونٌ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَاحِرٌ  kelimesi, sülasi mücerredi سحر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَجْنُونٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki … اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

التَّوَلِّي ‘nın hakiki manası, bir yerden ayrılmaktır.

الرُّكْنُ ‘nün hakiki manası ise, bina ve benzeri şeylerin dayanağı olmaktır. İnsan bedenine de rükun denir, çünkü insanın işlerini yapabilmesi için gerekli olan dayanağıdır. (Âşûr)

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪  sözünde temsili istiare vardır. Çünkü Musa (as)’ın davetini reddetme heyeti; bir şahıstan ayrılma heyetine benzetilmiştir. Burada  بِرُكْنِه۪  ile temsil tamamlanmaktadır. Eğer bu ifade olmasaydı  التَّوَلِّي  sözü sadece bir istiare olacaktı. (Âşûr)

بِرُكْنِه۪  car mecruru  تَوَلّٰى  fiilindeki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

بِرُكْنِه۪ , az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafet formunda gelmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  وَ  ile makabline  atfedilmiştir.

Ebû Ubeyde, اَوْ (veya) anlamındaki bağlacın  وَ (ve) anlamında olduğunu, çünkü Hz. Mûsa'yı sihirbazlık ve deliliğe birlikte nispet ettiklerini söyler. (Rûhu’l Beyân)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هُوَ  olan mübteda mahzuftur. مَجْنُونٌ , habere matuftur. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  سَاحِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪  [Orduları sebebiyle yüz çevirdi.] cümlesinde istiare var­dır. Yüce Allah  بِرُكْنِه۪  kelimesini ordular için müstear olarak kullandı. Çünkü kuvvet ve güven onların sayesinde meydana gelmektedir. Nitekim binada da temele dayanılır. Veya rükün kelimesi kuvvet ve şiddet için müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Tüm benliği ile yüz çevirdi, yani Firavun imandan yüz çevirdi. ”Tüm benlik" diye tercüme ettiğimiz ”rükn" kelimesi; yan, taraf manasınadır. Burada onun kendisi murad edilmiştir. Çünkü çok kere, bir şeyin yanı ve tarafı ile tüm benliği ifade edilir. Sıhah'da: ”Bir şeyin rüknü, onun kuvvetli tarafıdır. İnsana nispetle omuz gibidir," denilmektedir. Ayetin ”mülk ve askerlerinden, kendileri ile kuvvet buldukları ile yüz çevirdi" anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Çünkü rükn, insanın kendisine dayandığı şeydir. (Rûhu’l Beyân)

Cenb-ı Hak, "(Firavun),  قَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ   "(Bu), ya bir sihirbaz, ya bir mecnun" demişti" buyurmuştur". سَاحِرٌ  ifadesi, "sihriyle cinlere gelir, veya onlara yaklaşır, cinler de ona yaklaşır, o onlara isteyerek yönelmese bile, cinler isteyerek ona yönelir" . demektir. Şu halde, hem büyücünün hem de mecnunun cinlerle ilgisi vardır. Fakat sihirbaz, kendi iradesiyle cinlere giderken, mecnuna iradesi dışında olarak cinler gelir. Buna göre sanki, Firavun, kendi sözünü yalandan korumak istemiş ve "onu cinler çarpmıştır" veya "o büyücüdür, her ne kadar onun bundan haberi yoksa da ve kasden yönelmiyorsa da cinler ona gelmektedir" demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)