Zâriyât Sûresi 41. Ayet

وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ  ...

Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve (ibret) vardır
2 عَادٍ Ad’de ع و د
3 إِذْ hani
4 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
5 عَلَيْهِمُ onlara
6 الرِّيحَ bir rüzgar ر و ح
7 الْعَقِيمَ köklerini kesen ع ق م
 

Âd Hûd peygamberin, Semûd da Sâlih peygamberin kavminin adı olup Kur’an-ı Kerîm’de bu toplumların ve Nûh kavminin yapılan bütün ilâhî uyarıları hafife almaları ve inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle helâk edilmelerine değişik vesilelerle dikkat çekilmiştir (Âd hakkında bk. A‘râf 7/65-72; Hûd 11/50-60; Semûd hakkında bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68; Nûh kavmi hakkında bk. A‘râf 7/59-64; Yûnus 10/71-74; Hûd 11/25-49).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 132
 
Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:” Bana Saba rüzgârıyla yardım edildi. Âd kavmi de Batı rüzgârıyla (Debur) helâk edildi. 
( Buhari, İstiska 26; Müslim, İstiska 17)
 

وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  ف۪ي عَادٍ  car mecruru önceki ayette  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı olup takdiri  تَرَكْنَا  olup müteallakı mahzuftur.  

اَرْسَلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir.  الرّ۪يحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْعَق۪يمَ  kelimesi  الرّ۪يحَ ‘nin sıfatı oup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

عَق۪يمٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ

 

 وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

ف۪ي عَادٍ  car mecruru 38. ayetteki  تَرَكْنَا  fiilinin delaletiyle takdiri  تَرَكْنَا  olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman zarfı  اِذْ , mukadder  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

اَرْسَلْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

الرّ۪يحَ  için sıfat olan  الْعَق۪يمَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olarak gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الرّ۪يحَ  kelimesini cumhur tekil olarak, Nâfi de cemi sıygası ile okumuştur. Cumhurun kıraatine göre  الرِّيحَ  şeklinde tekil okunması hayır getiren rüzgara delalet eder. Cemi olan  الرِّياحَ  geldiği yerlerde çoğunlukla hayır, tekil gelen yerlerde azap getiren rüzgara delalet eder de denilmiştir. Kur’an’da bazı ayetlerde hayr siyakında hem müfred hem cemi olarak gelmiştir. (Âşûr, Şura/33) 

الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ  ibaresinde istiare vardır. Onların helak olmasına rüzgar sebep olduğu için  الْعَق۪يمَ ’le sıfatlanmıştır. Rüzgar, nesli olmayan, akîm bir insana benzetilmiştir. Müşebbeh hazf edilerek, müşebbehün bihin zikredilmesiyle istiare oluşmuştur. 

Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır da diyebiliriz. 

Âşûr bu ifadenin teşbih-i beliğ olduğunu söylemiştir. 

الْعَق۪يمَ , yağmur oluşturmak veya meyve aşılamak gibi herhangi bir fayda içermeyen demektir ki  الرّ۪يحَ  kelimesiyle birlikte helak edici rüzgar anlamına gelmektedir. Bunun hangi rüzgar olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. (Keşşâf)

الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَ [Kasıp kavuran rüzgar] sözünde istiare-i tebeiyye vardır. Kâfirlerin yok edilip köklerinin kesilmesi, kadınların kısırlığına ve hamile kalmayışlarına benzetilmiştir. Müşebbehün bih müşebbeh yerinde kul­lanıldı ve ondan  عَق۪يمَ kelimesi türetilip istiare yoluyla teşbih yapıldı. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Burada kasdolunan, Hz Muhammed (sav)'in kalbini teselli etmek ve ona, peygamberlerin genel durumunu hatırlatmaktır. Cenab-ı Hak, önceki ayetlerde İbrahim (as) ve Musa (as) peygamberlerden bahsetmesine rağmen, burada, Âd ve Semûd kavmin ile birlikte, onların peygamberlerini zikretmemiştir, şöyle ki: Ayetlerin zikredilmesi hususunda, altı kıssa anlatılmıştır: İbrahim (as)'in kıssası ve müjdelenmesi; Lut (as) kavminin kıssası ve beldesindeki mü'minlerin kurtarılması, bir de Musa'nın kıssası... Bu üç kıssada Cenab-ı Hak, hem peygamberleri, hem de müminlerini ve kavimlerini zikretmiştir. Çünkü bunların kavimlerinden kurtulanlar daha çok idi. İbrahim ve Musa (as) için bunun böyle oluşu açıktır. Lût (as) kavmi hakkında bunun böyle olması ise şundan dolayıdır: Çünkü kurtulanlar, tek bir ev halkı idi ise de, helak edilenler de bir mıntıka halkı idiler. Ad, Semûd ve Nûh kavmine gelince, bunlardan kurtulanlara nispetle helak olanların sayısı, Lût kavminden helak olanların sayısının, kurtulanlara nisbetle sayısından kat kat fazlaydı. Böylece Cenab-ı Hak, İlk Üç kıssayı, müminlerin kurtuluşu vesilesiyle, Hz Peygamber (sav)'in kalbini teselli için, son üç kıssayı da, düşmanları helak etmesi sebebiyle, yine onun kalbini tesellî için zikretmiştir. Böylece bütün bu ayetler (kıssalar), ["Onlardan evvelkilere de her ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka ona böylece, sihirbaz yahut mecnun dediler... Sen, hatırlat. Çünkü şüphesiz hatırlatma, öğüt müminlere fayda verir"] (Zâriyat/52-65) ayetinin de delaletiyle, Hz Peygamber (sav)'i teselli için zikredilmiş olur.  Hûd (as) hakkında da, bunları anlattıktan sonra, ["İşte bunlar, sana kıssa olarak bildirdiğimiz o memleketlerin haberlerindendir. Onların kimi ayakta kalmış, kimi biçilmiş ekin gibi (yok olmuştur)... Rabbinin yakalayışı İşte böyledir..."] (Hûd, 100-102) buyurmuş ve böylece kıssadan sonra, tehdidi kuvvetlendiren ifadeyi, burada ise, kıssalardan sonra teselliyi ifade eden ayetleri zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)