Zâriyât Sûresi 53. Ayet

اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ  ...

Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَتَوَاصَوْا tavsiye mi ettiler? و ص ي
2 بِهِ bunu
3 بَلْ doğrusu
4 هُمْ onlar
5 قَوْمٌ bir topluluktur ق و م
6 طَاغُونَ azgın ط غ ي
 

Resûlullah’ın, çevresinden gördüğü kötü muameleyi ve inkârcı­ların onun hakkında kendisiyle asla bağdaşmayan sıfatlar uydurmalarını yadırgamayıp üzülmemesi için geçmiş toplumların tutumlarından örnek verilmektedir. 54-55. âyetlere göre Resûlullah’ın gerçekleri anlatmak uğruna ortaya koyduğu bunca çabaya rağmen direnişlerini sürdürenlere karşı yapması gereken şey, onlara aldırış etmeden doğru yolda yürümesi ve öğütten yararlanma yeteneğini yitirmemiş olanlara öğüt vermeyi sürdürmesidir. Vahiy alan ve mûcizelerle donatılan peygambere karşı bile böyle davranıldığına, buna rağmen ondan âyette belirtilen yolu izlemesi istendiğine göre, dini tebliğ görevi yapan müminlerin de benzer olumsuzluklarla karşılaştıklarında aynı yöntemi izlemeleri gerektiği anlaşılmaktadır. 

Râzî, peygamberler tarihinden örnekler vererek 52. âyette bütün peygamberlerin değil “resul” sıfatını taşıyanların kastedildiğini, ayrıca burada kapsamlı bir ifade kullanılmış olmasından bu ithamların herkes tarafından yapıldığı mânasının çıkmayacağını belirtir (XXVIII, 229-230; “nebî” ile “resul” arasındaki fark için bk. Bakara 2/61; A‘râf 7/157). Bu ve benzeri yerlerde “mecnun” kelimesini –yaygın anlamıyla– “akıl hastası, deli” şeklinde açıklamak mümkün olduğu gibi, o günkü inanışlar ışığında “cinlenmiş, cinin hâkimiyetine girmiş” şeklinde yorumlamak da mümkündür (bk. Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 158-165; ayrıca bk. A‘râf 7/184; Hicr 15/6). 53. âyette, müşriklerin Resûlullah’a karşı tutumları ile önceki toplumların kendi peygamberlerine karşı tutumları arasındaki benzerliğin sebebi olarak hatıra gelebilecek bir düşünceye, yani bunun bir hars, öncekilerden tevârüs edilmiş bir kültür olması ihtimaline değinildikten sonra “hayır!” veya “daha doğrusu...”buyurularak –muhtemelen, öncekilerle güçlü bir kültür etkileşimi içinde olmadıkları için– buna imkân bulunmadığına işaret edilmekte; hemen ardından da asıl sebebin öncekilerle bunların “azgınlık, taşkınlık etme” şeklinde özetlenebilecek ortak bir özellik taşımaları olduğu belirtilmektedir. Onları bu taşkınlığa ve mütecaviz davranmaya yönelten temel âmil de ön yargıyla hareket edip inkârda taassup göstermeleridir. Taberî âyetin ilk cümlesini “Bu, nesilden nesile aktarılan bir telakki mi?” şeklinde anlarken, müfessirlerin çoğu bunu hayretle karışık bir istihzâ ifadesi olarak kabul edip aynı zaman diliminde yaşamadıkları için böyle bir etkileşimin imkânsız olduğu açıklamasını yaparlar. Biz de bu anlayışa uygun olarak âyeti, “Sanki nesiller boyu birbirlerine hep bunu tavsiye etmişler! Daha doğrusu onlar azgın bir topluluk!” şeklinde çevirdik (bk. Taberî, XXVII, 9-10; Zemahşerî, IV, 32; İbn Atıyye, V, 182; Râzî, XXVIII, 230). 

54. âyette yer alan “Artık onlarla ilgilenme” anlamındaki buyruğun, bazı insanlara karşı tebliğ görevinin terkedilmesinin istendiği şeklinde yorumlanması doğru olmaz. Zira bu buyruk, âyetin devamında belirtildiği üzere Resûl-i Ekrem’in, herkesin hidayete ermesi için gösterdiği canhıraş çabaya rağmen bu sonuca ulaşamamaktan ötürü duyduğu üzüntüyle ilgilidir ve kendisinin bu sonuçtan sorumlu olmadığını bildirme amacı taşımaktadır. Nitekim müteakip âyette Hz. Peygamber’den (alanlar için) öğüt vermeye devam etmesi istenmiş, başka âyetlerde de her şart altında tebliğ görevinin yerine getirilmesi için azim ve sebat göstermenin önemi üzerinde durulmuştur. Şu var ki aydınlanmaktan rahatsızlık duyup bağnaz bir tutum sergileyenlerden ilginin kesilmesi bir noktadan sonra kaçınılmaz olacağı için, “Artık onlarla ilgilenme; bundan ötürü kınanacak değilsin” buyurularak Hz. Peygamber’e teselli verilmektedir. 55. âyette “öğüdün inananlara fayda vereceği”nin belirtilmesini ise şöyle anlamak uygun olur: Öğüt, iman sahiplerinin imanlarının güçlenmesine ve daha güzel davranmalarına; imana yatkınlığı olanların yani gözlerini, kulaklarını, gönüllerini hakikat çağrısına kapatmayanların da iman etmelerine ve bunun devamında mümine yaraşır davranışlar içine girmelerine vesile olur. İkinci grubu belirtmek üzere Zemahşerî, “Allah’ın imana gireceklerini bildiklerine” ifadesini kullanır (IV, 32).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 135-137
 

اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  تَوَاصَوْا   mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪  car mecruru  تَوَاصَوْا  fiiline mütealliktir. 

تَوَاصَوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Sülâsisi وصي ‘dır. Tefâ’ul babındandır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.

Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve mefûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ  haber olup lafzen merfûdur. طَاغُونَ  kelimesi  قَوْمٌ ‘ün sıfatı olup ref alameti و ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi 

طَاغُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  طغي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze, inkarî istifham harfidir. İlk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Ayetin başındaki "elif" (soru edatı), azarlamak ve yapılan işin hayret edilecek bir iş olduğunu ifade etmek (taaccüp) içindir. (Kurtubî)

Bu istifham teşbihi beliğ yoluyIa onların yaptıkları gizli anlaşmaya olan şaşkınlığı anlatmak için kullanılmıştır. Yani, sanki onlar birbirlerine bunu söylemeyi tavsiye etmişlerdir. Buradaki istifham, lazımı olan taaccüpten kinayedir. Çünkü acayip şeylerin soruşturulması gerekir. (Âşûr) 


 بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen de bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, c.1, s. 437) Burada  بَلْ , intikal için gelmiş idrâb harfidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu kelam, onların şer üzerinde ittifak etmelerinin, bunu birbirlerine vasiyet etmelerinden ileri gelmediğini, fakat bundan daha çirkin ve şen’i olan ve hepsini kapsayan bir azgınlıktan kaynaklandığını ve bu azgınlığın da, birbirlerine vasiyetleri sebebiyle olmayıp, habis karakterlerinin icabı olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)  

طَاغُونَ  kelimesi  قَوْمٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

طَاغُونَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80) 

İsm-i fail kalıbı, insanların bilinçli, bile isteye sahip oldukları, genellikle sürekli olmayan özellikleri belirten kalıptır. İsm-i fâil, yapılıp yapılmaması kişinin elinde olan fiillerden yapılır, yazan, okuyan gibi ism-i failler, insanın elindedir. İnsanın elinde olmayan, insan iradesinin dışında oluşan fiillerden ism-i fail olmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri)