Tûr Sûresi 21. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ  ...

İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
3 وَاتَّبَعَتْهُمْ ve kendilerine uyanlar ت ب ع
4 ذُرِّيَّتُهُمْ zürriyetleri de ذ ر ر
5 بِإِيمَانٍ imanda ا م ن
6 أَلْحَقْنَا kattık ل ح ق
7 بِهِمْ kendilerine
8 ذُرِّيَّتَهُمْ zürriyetlerini ذ ر ر
9 وَمَا ve
10 أَلَتْنَاهُمْ eksiltmedik ا ل ت
11 مِنْ -nden
12 عَمَلِهِمْ kendi amelleri- ع م ل
13 مِنْ hiçbir
14 شَيْءٍ şey ش ي ا
15 كُلُّ her ك ل ل
16 امْرِئٍ kişi م ر ا
17 بِمَا şeye
18 كَسَبَ kendi kazandığı ك س ب
19 رَهِينٌ bağlıdır ر ه ن
 

Kur’an’ın genel yöntem ve üslûbu doğrultusunda, inkârcılara yapılan uyarı ve ceza bildirimini takiben müminlere de müjdeler verilmekte ve âhirette kendileri için hazırlanmış bulunan nimetler tasvir edilmektedir (cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Nebe‘ 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376-386).

21. âyette, müminlerin âhirette yakınlarıyla beraber olup olamayacakları konusuna değinilerek cennet hayatının güzelliklerini düşünenlerin hatırından geçebilecek önemli bir soruya cevap verilmiş olmaktadır. Bu âyetten ve başka birçok delilden anlaşıldığına göre cennete girmenin ön şartı iman sahibi olmaktır. Burada ayrıca, yüce Allah’ın müminlere, âhiret mutluluğunu, iman konusunda aynı yolu izleyen nesilleriyle birlikte yaşama imkânı lutfedeceği, bunun için onların iyi amellerinden bir eksiltmeye de ihtiyaç olmayacağı bildirilmektedir. İman konusunda sonraki nesillerin öncekilere uymasını, “Allah’a yürekten inanıp bu inancın gereklerini yerine getirmek yani O’na samimi kul olmak ve erdemli davranışlarda bulunmak hususunda geçmişlerini izlemek” şeklinde anlamak uygun olur. Âyette, cennette bir araya getirilecek yakınların mümin olma özelliğinde birleştikleri açıkça belirtildiği dikkate alınarak burada, böyle bir ortak noktada birleşmiş olanlar arasında dünyadaki sevgi, ilgi ve yakınlıkların cennette de devam edeceğine, bu noktada birbirinden ayrılmış olanların ise –muhtemelen oraya özgü algılama biçimine göre– zaten aynı sevgi hisleriyle dolu olamayacaklarına, dolayısıyla bu ayrılığın bir ıstırap sebebi oluşturmayacağına işaret edildiği söylenebilir. Nitekim birçok âyet ve hadise göre cennet hayatında her türlü tasa ve üzüntü son bulacaktır. 

Âyetin son cümlesiyle âdeta, bu konuda verilen müjdenin yanlış anlaşılmaması ve istismar edilmemesi için bir uyarıda bulunulmaktadır: “Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabı karşılığında bir rehindir.” Şu halde hiç kimse, iman ettikten sonra, iyi amelleri çok az ve günahları çok fazla olsa bile, dindar ve iyilik sever yakınları sayesinde cennete gireceğini zannetmemelidir. Bu âyetin “... yanlarına bu zürriyetlerini katacağız” diye çevrilen kısmı “zürriyetlerini de onların derecesine çıkaracağız” şeklinde de anlaşılmıştır. Ancak, Taberî ve İbn Atıyye’nin tercih ettiği bu yorumda da yukarıda belirtilen ana fikir değişmemekte, imanda atalarını izleyen nesillerin –amel açısından kusurlu olsalar bile– atalarına ilâhî bir ikram ve onurlandırma olmak üzere onların derecesine yükseltilecekleri anlamı öne çıkarılmaktadır (Taberî, XXVII, 24-26; İbn Atıyye, V, 189). Âyetin “Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabı karşılığında bir rehindir” şeklinde çevrilen son cümlesinde kişinin sorumluluğu, borç ilişkilerinde önemli bir yeri olan rehin kavramıyla açıklanmıştır. Bir borca karşılık teminat olmak üzere nasıl ki borçlu alacaklıya rehin verirse, kul da Allah’ın huzurunda vereceği hesap karşılığında kendisini rehin vermiş gibidir; hesabını verebilenler kurtulur, vermeyenler cezalarını çeker (Allah’ın kullarından aldığı söz hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/172). Şayet borcunu ödemeye çalışmış ve bu yüce Allah tarafından yeterli görülmüşse rehin kalmaktan kurtulacak, âhiret saadetine erişecektir (yakın bir izah için bk. Zemahşerî, IV, 35). Bu cümle için, herkesin yaptığı iyi kötü her şeyin kayıt altında olduğu, kimsenin başkasının günahından sorumlu olmayacağı ve sadece kendi yaptıklarının karşılığını göreceği yorumu da yapılmıştır (Taberî, XXVII, 28). Bu itibarla, cümleye “Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabını verecektir” veya “Herkesin durumu kendi kazancına bağlıdır” gibi mânalar da verilebilir. Bazı müfessirler Müddessir sûresinin 38-39. âyetlerini dikkate alarak müminlerin, bu âyetteki rehin nitelemesine dahil olmadığını, burada sadece inkârcıların kastedildiğini söylemişlerse de söz konusu cümlenin herkesi kapsadığı yorumu daha isabetli görünmektedir (Râzî, XXVIII, 252-253).

25-28. âyetlerde, kabirlerinden kaldırılanlardan söz edildiği kanaatini taşıyan müfessirler bulunmakla beraber bunların cennete girme mutluluğuna erişmiş kimseler olduğu genellikle kabul edilir; sözün akışı da bu görüşü desteklemektedir (Taberî, XXVII, 30; Şevkânî, V, 114). 21. âyetle bağ kurularak, 26-28. âyetlerdeki sözleri cennette çoluk çocuğuyla buluşturulmuş olanların birbirlerine söyleyecekleri de düşünülebilir. Buna göre bu ifadeleri şöyle izah etmek mümkündür: Doğrusu biz dünyadayken “Acaba burada sizden ayrı düşer miyiz?” diye kaygı duymaktaydık. Çok şükür ki yüce rabbimiz bizleri azabından korudu ve cennetinde buluşturdu. Dünya hayatında, Allah’ın burada bizi bir araya getirmesi için dua ediyorduk, dualarımızı kabul etti, çünkü O’nun ihsanı boldur, merhameti geniştir (İbn Âşûr, XXVII, 56-58). Müfessirlerin çoğu bu sözleri, cennet ehlinin, o sıradaki durumları ile dünyada çektikleri sıkıntıları karşılaştırma mahiyetinde aralarında yaptıkları konuşmalar veya kendilerinin bu mertebeye nasıl eriştiklerini soranlara verdikleri bir cevap olarak düşünüp şöyle açıklamışlardır: Dünyadayken Allah’a karşı gelmekten veya burada karşılaşacağımız azaptan için için korkardık; Cenâb-ı Allah bize lutfuyla muamele edip bağışladı veya bizi O’nun rızasına uygun ameller işlemeye muvaffak kıldı. Tabii ki dünya hayatında iken yalnız O’na kulluk ve dua ediyorduk, şimdi de tek sığınağımız O’dur; O vaadinde durur ve engin merhamet sahibidir (Şevkânî, V, 114-115; Hâzin, VI, 93-94). 

28. âyette berr kelimesi, Allah’ın ismi olarak kullanılmış olup, esmâ-i hüsnâ şârihleri bunun anlamını genellikle şöyle açıklamışlardır: Yüce Allah’ın bütün mahlûkatına rahmetiyle muamele etmesi, takvâ sahibi kullarına kat kat sevap vermesi, niyetlendiği güzel işleri yapamayanları ve niyetlendiği kötü işlerden vazgeçenleri bile ödüllendirmesi, âsileri ise sadece işledikleri günahlar kadar cezalandırması. Bu isim, söz ve haberlerinde mutlak sâdık anlamıyla da açıklanmıştır (Metin Yurdagür, s. 219-220).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 145-148
 
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:”Allah Cennet’te salih kulunun derecesini yükseltir. O kul: Ya Rabbi ! Bunu bana hangi sebeple lütfettin? diye sorduğunda Cenab-ı Hak ‘Çocuğunun senin  içine İstiğfar etmesi sebebiyle’ buyurur.”
(İbni Mace , Edeb 1; Ahmed b Hanbel, Müsned ,II,509).
 

   Rahene رهن :

  رَهْنٌ borca karşı bırakılan teminattır. رِهانٌ kelimesi de aynı anlamdadır ancak özellikle bahiste ve iddiada konan şey için söylenir.

  Ayrıca رَهْنٌ sözcüğü müstear olarak hangi türden olursa olsun hapsedilen şey anlamında da kullanılır.  (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de herbiri farklı bir isim formunda olmak üzere 3 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri rehin, rehine ve terhindir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la 17.ayettteki  اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  cümlesine matuftur. İsim cümlesidir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اتَّبَعَتْهُمْ  atıf harfi وَ ‘la  اٰمَنُوا ‘ya matuftur.  اتَّبَعَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ذُرِّيَّتُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِا۪يمَانٍ  car mecruru  اتَّبَعَتْهُمْ  fiiline mütealliktir. 

اَلْحَقْنَا بِهِمْ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَلْحَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِهِمْ  car mecruru  اَلْحَقْنَا  fiiline mütealliktir. 

ذُرِّيَّتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَٓا اَلَتْنَاهُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la  اَلْحَقْنَا ‘ya matuftur. 

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَلَتْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ عَمَلِهِمْ  car mecruru  اَلَتْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اتَّبَعَتْهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَلْحَقْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لحق ’dir.  

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

     

كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. Taliliyyedir.  كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. امْرِئٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بِ  sebebiyyedir.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  رَه۪ينٌ ‘e mütealliktir.

كَسَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  رَه۪ينٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile 17. ayettteki  اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Âşûr ise bu cümlenin itiraz cümlesi olduğu görüşündedir. 

الَّذ۪ينَ  müsnedün ileyh,  اَلْحَقْنَا  cümlesi müsneddir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰمَنُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Zamir makamında ismi mevsul gelerek, sıla ile gelecek habere işaret edilmiştir. (Âşûr)

ذُرِّيَّتُهُمْ  kelimesinde, irsâd sanatı vardır.

Aynı üslupta gelen  وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ile haber arasında itiraz cümlesi olması da caizdir.

بِا۪يمَانٍ ‘in tenkiri tazim içindir. Ya da nev içindir. Yani imanın hakikatı onlarda görüldüğü için demektir. (Âşûr)

اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ  cümlesi, mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Ahiretle ilgili olaylar anlatılırken mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اَلْحَقْنَا  fiiline müteallik olan car mecrur  بِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

ذُرِّيَّتُهُمْ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Şayet “İman kelimesinin nekire (belirsiz) olarak kullanılmasının anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Anlamı, söz konusu imanın özel ve derecesi yüksek bir iman olduğunu göstermektir. İmanın bu şekilde kullanılması ile dereceleri aşağı zürriyetin imanı kastedilmiş de olabilir. Şöyle denilmiş gibidir: Kendilerini babalarının derecesine layık kılamayacak kadar az bir imanla bile onları atalarının arasına kattık. (Keşşâf) 

Bundan önce bütün cennet ehlinin hali beyan edildikten sonra burada da cennet ehlinden özel bir fırkanın hali beyan edilmektedir ki, onlar, nesilleri de imanda kendilerine uymuş olanlardır. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak, dünyadaki durumu beyan için, "tabi kıldık" buyururken, ahiretteki durumu beyan için de, "onları kendilerine kattık" buyurmuştur. Çünkü dünyada iken, küçük olan ve babasına tab olan çocuk, tabi olduğu babası gibi sayıldığını idrak edemez. Çaba gösterenin çaba göstermeyene üstünlüğü prensibi sebebiyle çocuk tabi, baba asıldır. Fakat ahirette, Cenab-ı Hak lütfu gereği çocuğunu babasına kattığından, o çocuğa babasındaki derecenin aynısını verir. (Fahreddin er-Râzî)


وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mef’ûl olan  شَيْءٍ ‘deki  مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ عَمَلِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

مِنْ عَمَلِهِمْ  car mecruru  ما ألَتْناهم  fiiline mütealliktir.  مِنْ  teb’iz (bir kısım) manasındadır. (Âşûr)

مِنْ شَيْءٍۜ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

Cenab-ı Hak ayette, amellerinden... buyurmuş da, mükâfatlarından… dememiştir. Çünkü "Amellerinden bir şey eksiltmedik" ifadesi, onların amellerinin olduğu gibi kaldığının bir delilidir. Mükafat ise, amele karşılık fazlasıyla verilen şeydir. Böylece bu ifadede, kendisi için büyük ücret bulunan o amellerin, baki kalacağına bir işaret bulunduğu gibi, mükafatının fazla fazla verileceğine de bir işaret vardır. Eğer Cenab-ı Hak, "Biz onların mükâfatlarından bir şey noksanlaştırmadık" demiş olsaydı, bu iş, en ufacık bir mükafat ile de hasıl olmuş olurdu. Çünkü Allah Teâlâ'nın kuluna, ameli karşılığı verdiği her derecedeki bir şey, tam bir mükâfattır. Bir de Hak Teâlâ, "Biz onların mükâfatlarından bir şey noksanlaştırmadık" demiş olsaydı, şöyle de denilebilirdi: Allah Teâlâ'nın, kuluna noksan ameline karşılık, tam ve bol mükâfat verdiği söylenebilir. Yine, babanın amelinin, hem babaya hem çocuğa bölüştürüldüğü söylenebilirdi. (Fahreddin er-Râzî)


كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وما ألَتْناهم مِن عَمَلِهِمْ  cümlesi ile 22. ayetteki  وأمْدَدْناهم بِفاكِهَةٍ  cümlesi arasında itiraz cümlesidir. (Âşûr)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كُلُّ امْرِئٍ  mübteda,  رَه۪ينٌ  haberdir.

Müsnedün ileyh olan  كُلُّ امْرِئٍ ‘nin, izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim ve teşrif içindir.  امْرِئٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve umum ifade etmiştir.

Masdar harfi  مَا ‘nın akabindeki  كَسَبَ  cümlesi, masdar tevilinde,  رَه۪ينٌ ‘e mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Masdar harfine dahil olan  بِ , sebebiyyedir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِمَا كَسَبَ , ihtimam için amili olan  رَه۪ينٌ ‘a takdim edilmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yani herkes ameline karşılık rehin alınmıştır. Tıpkı bir efendinin, alacağından dolayı kölesini rehin olarak hapsetmesi gibi, adeta, kulun canı da Allah katında kendisinden istenen salih amel karşılığında rehin tutulmaktadır; salih amel işlerse Allah zincirini çözüp onu kurtuluşa erdirecek; aksi halde cezalandıracaktır. (Keşşâf)