Necm Sûresi 38. Ayet

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ  ...

Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَّا
2 تَزِرُ yüklenmez و ز ر
3 وَازِرَةٌ hiçbir günahkar و ز ر
4 وِزْرَ (günah) yükünü و ز ر
5 أُخْرَىٰ başkasının ا خ ر
 

Önceki âyetlerde eleştirilen tavır vesilesiyle, o sırada muhatap­ların hakkında en fazla bilgiye sahip oldukları peygamberlerden Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya indirilen vahiylerin özüne değinilmektedir. Bu âyetlerin ilk kısmında (38-42. âyetlerde) hatırlatılan ilkeler ve bilgiler –konuya ilişkin başka naslar da dikkate alınarak– şöyle açıklanabilir: 

a) Sorumluluk: Kur’an’da değişik vesilelerle belirtildiği üzere, suçların ve cezaların şahsîliği esastır; –istese de– kimse başkasının günahını yüklenemez. b) Kesp: Herkes bütün sırlarını ve inceliklerini bilemeyeceğimiz bir sınav düzeni içinde iradî seçimler yapmak durumundadır. c) Hesap verme: Dünya hayatında iradî seçimle yaptığı her iş mahşer günü insanın önüne konacak, iyilik ve kötülükleri görülecek, bu konuda tamamen âdil bir yargılama yapılacaktır. d) Karşılık verme: Sözü edilen yargılamanın sonunda herkese yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir. e) Nihaî takdir: Yapılanların karşılığı verilirken kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmayacağı kesin olmakla beraber, ilâhî lutuf ve bağışlama hususu Allah’ın mutlak iradesine bağlıdır; bu konuda mümine düşen, ümitvar olmak, ama buna güvenerek gevşeklik göstermemektir.

39-40. âyetler dürüstlükle çalışıp çabalamanın, alın teriyle kazanmanın Allah nezdindeki değerine de işaret etmektedir.

43-49. âyetlerde insanın hayat-ölüm çizgisi içinde cereyan eden her oluşun ve genelde evrende olup biten her şeyin Allah Teâlâ’nın irade ve kudretine bağlı bulunduğunu gösteren örnekler verilmekte; 50-54. âyetlerde de inkârcılıkları sebebiyle helâk edilen bazı eski toplumların başına gelenler hatırlatılmaktadır. 47. âyette geçen ve “öteki yaratma” diye tercüme edilen “en-neş’etü’l-uhrâ” tamlaması genellikle “öldükten sonra diriltme” mânasıyla açıklanmıştır. Râzî, önceki âyetlerde insanın yaratılışından söz edilmesini ve başka bazı delilleri dikkate alarak bu tamlamayla, cenine ruhun üflenmesine işaret edilmiş olabileceği kanaatine ulaştığını belirtir (XXIX, 21). 48. âyet “Zengin eden de O’dur, yoksul kılan da” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 135). 

49. âyette geçen Şi‘râ, bazı Arap kabilelerinin şans kaynağı saydıkları, bahtlarını kendisine bağladıkları ve bu sebeple taptıkları en parlak yıl­dız olarak anlaşılmıştır. Batı dillerinde yazılan meâl ve tefsirlerde, Şi‘râ karşılığında genellikle “Sirius” kelimesinin kullanılması da bu anlamdan hareketle yapılmış bir çeviridir (meselâ bk. Arthur J. Arberry, The Koran, s. 552; Hamidullah, Le Saint Coran, s. 528). Sirius, dilimizde Akyıldız veya Şuarayıyemânî olarak bilinen ve Büyükköpek takım yıldızı içinde yer alan en parlak yıldızın adıdır. Öyle anlaşılıyor ki, âyette Allah’ın Şi‘râ’nın da rabbi olduğu belirtilerek, bir tür şirk olan ve yukarıda değinilen telakkilerin temelden yıkılması hedeflenmektedir. 

53. âyette geçen “altı üstüne getirilmiş şehirler” genellikle, Lût kavmi ve oturdukları yerler şeklinde açıklanmıştır; fakat benzer felâketlere uğratılarak ilâhî cezaya çarptırılmış bütün toplumların kastedilmiş olması da muhtemeldir (Râzî, XXIX, 24).

 

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ

 

اَنْ ve masdar-ı müevvel müşterek ismi mevsul مَا ‘ dan bedel olup mahallen mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَزِرُ   damme ile merfû muzari fiildir.  وَازِرَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. وِزْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اُخْرٰى  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda sıfattır. Mevsuf hazf edilmiştir. Takdiri,  نفس أخرى (Başka birinin) şeklindedir. 

اُخْرٰى  maksur bir isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَازِرَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وزر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ

 

 

Fasılla gelen ayetteki  اَلَّا  edatı, masdar harfi  أَنْ  ve nefy harfi  لاَ ’dan müteşekkildir.

اَنْ  ve akabindeki  تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ  cümlesi, 36.ayetteki  مَا ‘dan bedel olarak mahallen mansubdur. Masdar-ı müevvel cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlak olan  وِزْرَ  ile cümle tekid edilmiştir.

لَا تَزِرُ - وِزْرَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

تَزِرُ - وَازِرَةٌ - وِزْرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Fail olan  وَازِرَةٌ ’daki tenvin herhangi bir cins, kıllet ve umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umum ve şümule işarettir.

Bu cümledeki kelimeler arasında var olan tenasüb sanatı, dikkat çekicidir.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Bu ifadenin başındaki  أَنْ , şeddeli olan  اَنَّ 'den şeddesiz hale getirilmiş  أَنْ  olup, buna göre Cenab-ı Hak adeta, "Dikkat, hiçbir kimse, başkasının günah yükünü yüklenmeyecektir.." demek istemiştir. Şeddeliyi şeddesiz hale getirmek, bazan gerekli olur, bazan da olmaz. Bazan caiz olur, bazan da caiz olmaz. O halde, gerekli olması, kendisinden sonra bir fiilin gelmesi veyahutta, bir fiilin başına bir harfin gelmiş olması halinde söz konusudur ki, burada  اَنَّ 'yi şeddesiz hale getirmek gerekli olur. Çünkü bu harf hem lafzen hem de mana bakımından fiile benzemektedir. Halbuki, fiilin, bir başka fiilin başına getirilmesi mümkün değildir. Böylece bu harf, fiile benzerlikten çıkarılıp, fiile tahsis edilmiş bir harf şekline sokulmuştur. Böylece de fiile bir yakınlık arzetmiş, onun başına gelmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ifade, Velid b. Muğire'nin günahına kefil olanın sözünün bâtıllığını göstermektedir. Bu hüküm: [”İsrailoğullarına şöyle yazmıştık: Kim bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir..."] (Mâide: 32) ayetine zıt değildir. Çünkü bunun anlamı, diğer katillerin günahlarının da doğrudan onun üzerine olacağı değildir. Maksat ona yasak olan adam öldürme fiilini işlemesinin günahından fazla olarak, başkalarının öldürmelerine sebep olma ve delalet etme günahının da yükleneceğini ifadedir. Bu her iki günah da onun kendi günahlarındandır. Dolayısıyla o sadece kendi günahını yüklenmiştir. Hz Peygamber'in şu hadisi de bu kabildendir: ”Kim kötü bir çığır açarsa onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kendisinedir."Şüphesiz o, kendi günahı olan saptırmanın günahıdır. (Rûhu’l Beyân)

وِزْرَ , günah ve ağır yük manasına gelir ki, burada günah ve günahın cezasını çekmek anlamındadır. Yani ahirette ceza çekecek kimse, hiç kimsenin günahının cezasını çekecek değil, herkes kendi suçunun cezasını çekecektir. Bizde meşhur olan "Her koyun kendi bacağından asılır." tabiri bunu ne güzel ifade etmektedir. Bunun fıkıhtaki karşılığı, "Ukubatta niyabet cari olmaz" (yani cezalarda vekillik geçerli değildir) genel kuralıdır. Şu halde birisi, başkasının günahını boynuna almakla onu kurtaramaz, ancak kendi üzerine aldığının yani sorumluluğunun cezasını çeker. Zira, ["Onlar, kendi yüklerini, kendi yükleriyle beraber başka yükleri de taşıyacaklar.."] (Ankebût, 29/13) ayetinde de aynı anlam vardır. Ayrıca "Her kim kötü bir çığır açarsa, onun günahı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin günahı da, o çığırı açanın boynunadır." hadisi de böyledir. (Elmalılı, Âşûr)