Kamer Sûresi 24. Ayet

فَقَالُٓوا اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ  ...

Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”  (23 - 24. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَالُوا dediler ق و ل
2 أَبَشَرًا insana mı? ب ش ر
3 مِنَّا bizden
4 وَاحِدًا bir و ح د
5 نَتَّبِعُهُ uyacağız ت ب ع
6 إِنَّا elbette biz
7 إِذًا o takdirde
8 لَفِي içine düşmüş oluruz
9 ضَلَالٍ apaçık bir sapıklık ض ل ل
10 وَسُعُرٍ ve çılgınlık س ع ر
 
Semûd, Sâlih peygamberin gönderildiği kavmin adıdır; Allah Teâlâ onları sınamak üzere mûcizevî özellik taşıyan bir dişi deve göndermiş, mevcut sudan dönüşümlü yararlanmaları yönünde bir kural koymuş, böylece onlar bir sınamaya tâbi tutulmuş, peygamberin Allah’­tan getirdiği buyruk ve yasaklara saygılı olduklarını davranışlarıyla ortaya koymaları için kendilerine bir fırsat tanınmıştı. Fakat onlar inançsızlıklarını açığa vuran bir davranış sergilediler ve zarar vermemeleri emredilen deveyi hunharca öldürdüler (bilgi için bk. A‘râf 7/73-79, Hûd 11/61-68; Şuarâ 26/141-159). 23. âyette (aynı şekilde 33. âyette) “uyarılar” diye çevrilen kelimeyi “uyarıcı açıklama ve öğütler” veya “uyarıcı peygamberler” mânasında anlamak mümkündür. 31. âyetin “hayvan ağılındaki kuru çalılar gibi” diye çevrilen kısmı, bu tamlamayı oluşturan kelimelerin değişik anlamları bulunduğu için, “ağılı çeviren çubukların döküntüleri; yanmış kemikler; köhnemiş duvardan dökülen topraklar gibi” mânalarla da açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 103-104).
 

فَقَالُٓوا اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُٓۙ 

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile istînâf cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اَبَشَراً مِنَّا ‘dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. بَشَراً  onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur.  مِنَّا  car mecruru  بَشَراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

وَاحِداً  kelimesi  بَشَراً ‘nin ikinci sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

نَتَّبِعُهُٓ  cümlesi tefsiriyyedir.  نَتَّبِعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 اِنَّٓا اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِذاً  cevap harfidir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. سُعُرٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

 

فَقَالُٓوا اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً نَتَّبِعُهُٓۙ 

  

Atıf harfi  فَ  ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manada istirfham harfidir.

İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da mütekellim bu soruyla istihza murad ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecahül-i arif sanatı vardır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

بَشَراً  takdiri, أنتّبع (Tabi mi olacağız?) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Kelimedeki nekrelik mütekellimin tahkir amacına ve muayyen olmayan işaret eder.

مِنَّا  car mecruru, بَشَراً ’in mahzuf birinci sıfatına mütealliktir. وَاحِداً  ise  بَشَراً  için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Önceki cümle için tefsiriyye olarak fasılla gelen  نَتَّبِعُهُٓ  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

 اَبَشَراً مِنَّا وَاحِداً [Kendi içimizden bir insana mı?..] ifadesi, gizli bir fiille mansub kılınmıştır ki hemen peşinden gelen  نَتَّبِعُهُٓ  (ona uyacağız) fiili onu tefsir etmektedir. Bu ifade mübteda olarak merfû halde  اَبَشَراٌ مِنَّا وَاحِداٌ  şeklinde de okunmuştur ki buna göre  نَتَّبِعُهُٓ  (ona uyacağız) ifadesi onun haberi olur. İstifham açısından birinci (mansub) okuyuş daha uygundur. (Keşşâf) 

Buradaki soru inkarîdir. Onlar Allah'ın insanlara kendileri gibi bir beşer göndereceğini inkâr ettiler. Yani, لَوْ شاءَ اللَّهُ لَأرْسَلَ مَلائِكَةً  "eğer Allah dileseydi elbette melekleri gönderirdi." demektir. (Âşûr)

بَشَرًا  kelimesi teklik manasındaki  واحِدًا  ile vasıflanması: davetinde yalnız olması ve hiçbir takipçisi ve yardımcısı olmamasıdır. Yani ‘korkaklardan değildir’ manasındadır. Medyen halkının Hud/91. Ayetteki  ولَوْلا رَهْطُكَ لَرَجَمْناكَ وما أنْتَ عَلَيْنا بِعَزِيزٍ [‘’Eğer kabilen olmasaydı, elbette seni taşlayarak öldürürdük. Senin bizim üzerimize bir üstünlüğün de yoktur!”] sözlerinin aksine insanı bir olarak nitelendirmiştir.  (Âşûr)


اِنَّٓا اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِذاً , cevap harfidir.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنَّ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)

اِذاً  cevap harfidir, burada amel etmemiştir.

لَف۪ي ضَلَالٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde tebe-i istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, durumun şiddeti, dalaletin kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.

ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Salih (as) sanki; “Eğer bana uymazsanız haktan uzaklaşıp dalâlete düşersiniz!” diyordu. سُعُرٍ  çoğul olup ateş demektir. Kavmi de Salih (as)’a tam tersiyle karşılık verip şöyle dediler: (Eğer biz sana uyarsak, asıl o zaman senin dediğin gibi oluruz!)  ضَلَالٍ (hata ve doğru olandan uzaklaşma); سُعُرٍ  ise cünûn yani delilik manasında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf) 

إنّا إذًا لَفي ضَلالٍ وسُعُرٍ  cümlesi, onların kendilerinden olan bir beşere uymaları gerektiğini inkâr etmelerinden dolayı ta’lildir. Takdiri: أنَتَّبِعُكَ وأنْتَ بَشَرٌ واحِدٌ مِنّا. (Sen bizden bir beşer olduğun sürece sana tabi olacağız) şeklindedir. (Âşûr)