Rahmân Sûresi 46. Ayet

وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ جَنَّتَانِۚ  ...

Rabbinin huzurunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِمَنْ kimseler için vardır
2 خَافَ korkan خ و ف
3 مَقَامَ (divanında) durmaktan ق و م
4 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
5 جَنَّتَانِ iki cennet ج ن ن
 

Her mümin dünya hayatının sona ermesiyle yokluk içinde kaybolup gitmeyeceğine ve öldükten sonra diriltilip dünyada yaptıklarıyla ilgili bir yargılama için rabbinin huzuruna çıkarılacağına inanır. 46. âyette buna olan derin imanı sebebiyle o anın heyecanını taşıyan ve rabbinin divanına çıkma bilinci, sorumluluğu ve kaygısı içinde yaşayan, sonuçta inkâr ve şirkten uzak durup Allah’ın yasaklarından kaçınma ve buyruklarını yerine getirme çabası içinde olan ve O’nu şükran duyguları içinde daima saygıyla anan kimseler övülmekte ve iki cennetle müjdelenmektedir. Ardından bu cennetlerin geniş bir tasvirine yer verilerek, bir taraftan dünyada her istediğini elde edebilenlerin bu nimetlere bel bağlamamaları için kalıcı nimetleri arzulamaları özendirilmekte, diğer taraftan da dünyada mahrumiyetler çeken müminlerin bunu fazlasıyla telâfi edebileceklerine açıklık getirilip onlara teselli verilmektedir. Müminleri âhiret hayatında bekleyen nimetlerle ilgili birçok örneğe yer verildikten sonra, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğu belirtilerek, bütün bu nimetlerden çok daha değerli olan şeyin Allah Teâlâ’nın hoşnutluğuna erme mutluluğu olacağı hatırlatılmış olmaktadır (cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Muhammed 47/14-15; Nebe‘ 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376-386).

46. âyette geçen “iki cennet” ile ne kastedildiği hususunda değişik yorumlar yapılmış olup başlıcaları şunlardır: a) Biri insanlara, diğeri cinlere verilecek cennet; b) Biri buyrukları yerine getirme ve iyi işler yapmanın, diğeri yasaklardan kaçınmanın karşılığı olan cennet; c) Biri hak edilmiş ödül olarak, diğeri buna ilâveten ilâhî ikram olarak verilecek cennet (Zemahşerî, IV, 54); d) Biri cismanî, diğeri ruhanî cennet; 

e) Biri adn cenneti, diğeri naîm cenneti; f) Biri dârü’l-İslâm, diğeri dârü’s-selâm (Elmalılı, VII, 4687). Kaf sûresi (50/24) ve bazı şiirlerdeki kullanımları delil göstererek buradaki cennetân kelimesinin, iki cennet değil aslında bir cennet anlamına geldiğini söyleyenler olmuşsa da İbn Atıyye bunu zayıf ve gereksiz bir yorum olarak niteler (V, 233). Râzî de böyle zorlanmış bir yoruma gerek olmadığını, Allah’ın iki ve daha fazla cennet vermesine herhangi bir engel bulunmadığını belirtir. Daha sonra iki cennetle ilgili yorumları aktarır ve bu arada bunlardan birinin cismanî, diğerinin ruhanî cennet olması ihtimalinden söz edilebileceğini ifade eder (XXIX, 123). Esed ise Râzî’nin anılan eleştirisini dikkatten kaçırdığı için onun zikrettiği bu son ihtimali yanlış anlamış ve şöyle nakletmiştir: Bir cennet, “hem maddî hem de ruhî zevkleri kapsadığı için sanki iki cennetmiş gibi [görünecektir]” (III, 1100). Esasen bu konudaki yorumlar birer tahminden ibaret olduğu için meselâ Taberî ve İbn Atıyye’nin iki cennetin mânası ile ilgili bir rivayet nakletmedikleri görülmektedir. Elmalılı da bazı yorumları aktardıktan sonra bu hususta şöyle bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymuştur: Daha başka ihtimaller söylenmişse de âhiret halleri görülmeden ayrıntıları bilinmeyeceği için daha fazla izahına kalkışılması doğru olmaz (VII, 4687). 

48. âyetteki efnân kelimesini “ince dal” anlamına gelen fenenin çoğulu kabul edenler âyeti “İkisinde de çeşit çeşit veya dalları iç içe geçmiş ağaçlar, türlü meyveler bulunur” şeklinde veya buna yakın mânalarla açıklamışlardır. Bunun “tür, çeşit” anlamına gelen fennin çoğulu olduğunu düşünenler ise âyeti “İkisinde de rengârenk, çeşit çeşit nimetler veya meyveler bulunur” yahut “İkisi de başkalarından üstün ve geniştir” tarzında yorumlamışlardır (Taberî, XXVII, 147-148; Zemahşerî, IV, 54; İbn Atıyye, V, 233). Biz bunları dikkate alarak âyeti “İkisinde de çeşit çeşit ve emsalsiz nimetler bulunur” şeklinde çevirdik.

62. âyette geçen dûn kelimesinin anlamları ve konuya ilişkin bazı rivayetler ışığında bu âyete, “Bu ikisinden daha aşağı mertebede iki cennet daha vardır” ve “Bu ikisinin ötesinde iki cennet daha vardır” mânaları da verilmiştir (derece farkıyla ilgili açıklamalar için bk. İbn Atıyye, V, 234-235; Elmalılı, VII, 4691). Şu var ki İbn Atıyye’nin belirttiği üzere bunlar kesinlik taşımayan çıkarımlardır (V, 235).

Allah Teâlâ’nın Rahmân ismiyle başlayan sûre, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğuna yapılan vurgulu bir ifadeyle sona ermektedir. Âlimler Resûlullah’tan yapılan bir rivayetten esinlenerek, dualarda, Allah’ı burada geçen “zü’l-celâli ve’l-ikrâm” sıfatıyla nitelemeyi tavsiye etmişler ve duaların kabulüne vesile olmasının umulabileceğini belirtmişlerdir (İbn Atıyye, V, 237).

 
Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Kapıları ve  eşyaları gümüşten olan iki cennet vardır.  Bunlardan başka iki cennet daha vardır. Onların da kapları ve eşyaları altındandır. Adn Cennetindeki cennetlikler ile onların Rablerini görmeleri arasında sadece Cenâb-ı Hakk’ın yüzündeki yücelik ve ululuk (azamet ve kibriya) engeli vardır” (Buhari ,Tefsir 55 /1,2, Tevhit 24 ;Müslim ,Îman 296)
 

وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ جَنَّتَانِۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl لِ  harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  خَافَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَافَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَقَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَنَّتَانِ  muahhar mübteda olup zamir olan tesniye elifi ile mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.
 

وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ جَنَّتَانِۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِمَنْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جَنَّتَانِ , muahhar mübtedadır.

Müşterek ismi mevsûl  مَنْ  harf-i cer nedeniyle mecrur mahalde olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mevsûlün sılası olan  خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ [Rabbinin makamından korktu ] ifadesinde aklî mecaz vardır. Asıl korkulan, Allah Teâlâ’nın azabıdır.

مَقَامَ رَبِّه۪  izafeti, Rabb ismine muzâfun ileyh olan  ه۪  zamiri ve yine Rabb ismine muzâf olan مَقَامَ  için tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

خَافَ (korku); korkan kişinin zelîl ve güçsüz oluşu dolayısıyla hissedilen bir korku, haşyet ise, korkulan varlığın azameti dolayısıyla duyulan korkudur.

Bu ayetten itibaren bu sure-i kerimenin sonuna kadar sayılan çeşitli nimetler, ahirette erişecekleri haddi zatında büyük nimetler oldukları gibi, dünyada bunların onlara anlatılması da, büyük nimetlerdir. Çünkü bunların anlatımı, onlara erişme sebebi olan iman ve itaatin tahsiline çalışma sebebi olmaktadır. Ve bu sûre-i kerimenin başından [O, her an bir iş görmektedır] (Ayet: 29) ayetine kadar olan bölümde anlatılan dini, dünyevi, enfüsi ve afaki nimetler, dünyada eriştikleri nimetler oldukları gibi, şükür icap ettirmeleri ve idamelerini sağlayan hallere sabretmeyi gerektirmeleri cihetiyle de büyük nimetlerdir.

[Ey insanlar ve cinler! Sizin için boş vaktimiz olacak] ayetinden itibaren bu ayete kadar anlatılan ahiretin korkunç halleri ise, nimetler kabilinden değildir; nimet olan, onların anlatılmasıdır ki, bu akıbete müptela olmanın sebepleri olan küfür ve günahlardan sakınmayı gerektirmektedir. Nitekim onlarin tâdât edilmesi sırasında da bu noktaya işaret edildi. (Ebüssuûd)

هٰذِه۪ جَهَنَّمُ [İşte bu cehennem] buyurularak, cehennem azabının marife olarak zikredilmesi, cennetin mükâfatının ise, جَنَّتَانِۚ [iki cennet] diye nekire (belirsiz) getirilmesi cennet derecelerinin sınırsız derecede çokluğuna, nimetlerinin sayılamayacak kadar fazlalığına bir işarettir. Bir de, azabın en ilerisinin cehennem; mükafat derecelerinin ilkinin (en küçüğünün) ise cennet olduğunun, cennette girişten sonra, daha nice mertebeler ve lütfu ilahî olarak fazladan verilen sevablar olduğunun anlaşılmasına işarettir. (Fahreddin er-Râzî) 

Rubûbiyyet sıfatını taşıyan, zü'l-celâl ve'l-ikram sahibi Rabbinin celâlinden korkan, yahut kıyamet günü onun celâli karşısına dikileceği makamını sayıp da korkan kimseler için de iki cennet vardır, ki biri cismanî, biri rûhanî cennet yahut biri adn, biri naîm cenneti veya biri dâru'l-İslâm biri dârû's-selam gibi manalara gelebilirler. (Elmalılı)]

Kur’an-ı Kerim’de  جَنَّتَانِۚ  lafzı birden fazla geçmiştir. Bu surede 62. ayette tekrar gelmiştir.  Bundan murad cennetin iki cinsi veya çokluktan kinayedir. Bu kullanım fasih kelamda da vardır. Mülk suresindeki ayet de bu manadadır: ثُمَّ ارْجِعِ البَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ إلَيْكَ البَصَرُ خاسِئًا وهو حَسِيرٌ (Mülk Suresi 67/4)