تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ
Her mümin dünya hayatının sona ermesiyle yokluk içinde kaybolup gitmeyeceğine ve öldükten sonra diriltilip dünyada yaptıklarıyla ilgili bir yargılama için rabbinin huzuruna çıkarılacağına inanır. 46. âyette buna olan derin imanı sebebiyle o anın heyecanını taşıyan ve rabbinin divanına çıkma bilinci, sorumluluğu ve kaygısı içinde yaşayan, sonuçta inkâr ve şirkten uzak durup Allah’ın yasaklarından kaçınma ve buyruklarını yerine getirme çabası içinde olan ve O’nu şükran duyguları içinde daima saygıyla anan kimseler övülmekte ve iki cennetle müjdelenmektedir. Ardından bu cennetlerin geniş bir tasvirine yer verilerek, bir taraftan dünyada her istediğini elde edebilenlerin bu nimetlere bel bağlamamaları için kalıcı nimetleri arzulamaları özendirilmekte, diğer taraftan da dünyada mahrumiyetler çeken müminlerin bunu fazlasıyla telâfi edebileceklerine açıklık getirilip onlara teselli verilmektedir. Müminleri âhiret hayatında bekleyen nimetlerle ilgili birçok örneğe yer verildikten sonra, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğu belirtilerek, bütün bu nimetlerden çok daha değerli olan şeyin Allah Teâlâ’nın hoşnutluğuna erme mutluluğu olacağı hatırlatılmış olmaktadır (cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Muhammed 47/14-15; Nebe‘ 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376-386).
46. âyette geçen “iki cennet” ile ne kastedildiği hususunda değişik yorumlar yapılmış olup başlıcaları şunlardır: a) Biri insanlara, diğeri cinlere verilecek cennet; b) Biri buyrukları yerine getirme ve iyi işler yapmanın, diğeri yasaklardan kaçınmanın karşılığı olan cennet; c) Biri hak edilmiş ödül olarak, diğeri buna ilâveten ilâhî ikram olarak verilecek cennet (Zemahşerî, IV, 54); d) Biri cismanî, diğeri ruhanî cennet;
e) Biri adn cenneti, diğeri naîm cenneti; f) Biri dârü’l-İslâm, diğeri dârü’s-selâm (Elmalılı, VII, 4687). Kaf sûresi (50/24) ve bazı şiirlerdeki kullanımları delil göstererek buradaki cennetân kelimesinin, iki cennet değil aslında bir cennet anlamına geldiğini söyleyenler olmuşsa da İbn Atıyye bunu zayıf ve gereksiz bir yorum olarak niteler (V, 233). Râzî de böyle zorlanmış bir yoruma gerek olmadığını, Allah’ın iki ve daha fazla cennet vermesine herhangi bir engel bulunmadığını belirtir. Daha sonra iki cennetle ilgili yorumları aktarır ve bu arada bunlardan birinin cismanî, diğerinin ruhanî cennet olması ihtimalinden söz edilebileceğini ifade eder (XXIX, 123). Esed ise Râzî’nin anılan eleştirisini dikkatten kaçırdığı için onun zikrettiği bu son ihtimali yanlış anlamış ve şöyle nakletmiştir: Bir cennet, “hem maddî hem de ruhî zevkleri kapsadığı için sanki iki cennetmiş gibi [görünecektir]” (III, 1100). Esasen bu konudaki yorumlar birer tahminden ibaret olduğu için meselâ Taberî ve İbn Atıyye’nin iki cennetin mânası ile ilgili bir rivayet nakletmedikleri görülmektedir. Elmalılı da bazı yorumları aktardıktan sonra bu hususta şöyle bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymuştur: Daha başka ihtimaller söylenmişse de âhiret halleri görülmeden ayrıntıları bilinmeyeceği için daha fazla izahına kalkışılması doğru olmaz (VII, 4687).
48. âyetteki efnân kelimesini “ince dal” anlamına gelen fenenin çoğulu kabul edenler âyeti “İkisinde de çeşit çeşit veya dalları iç içe geçmiş ağaçlar, türlü meyveler bulunur” şeklinde veya buna yakın mânalarla açıklamışlardır. Bunun “tür, çeşit” anlamına gelen fennin çoğulu olduğunu düşünenler ise âyeti “İkisinde de rengârenk, çeşit çeşit nimetler veya meyveler bulunur” yahut “İkisi de başkalarından üstün ve geniştir” tarzında yorumlamışlardır (Taberî, XXVII, 147-148; Zemahşerî, IV, 54; İbn Atıyye, V, 233). Biz bunları dikkate alarak âyeti “İkisinde de çeşit çeşit ve emsalsiz nimetler bulunur” şeklinde çevirdik.
62. âyette geçen dûn kelimesinin anlamları ve konuya ilişkin bazı rivayetler ışığında bu âyete, “Bu ikisinden daha aşağı mertebede iki cennet daha vardır” ve “Bu ikisinin ötesinde iki cennet daha vardır” mânaları da verilmiştir (derece farkıyla ilgili açıklamalar için bk. İbn Atıyye, V, 234-235; Elmalılı, VII, 4691). Şu var ki İbn Atıyye’nin belirttiği üzere bunlar kesinlik taşımayan çıkarımlardır (V, 235).
Allah Teâlâ’nın Rahmân ismiyle başlayan sûre, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğuna yapılan vurgulu bir ifadeyle sona ermektedir. Âlimler Resûlullah’tan yapılan bir rivayetten esinlenerek, dualarda, Allah’ı burada geçen “zü’l-celâli ve’l-ikrâm” sıfatıyla nitelemeyi tavsiye etmişler ve duaların kabulüne vesile olmasının umulabileceğini belirtmişlerdir (İbn Atıyye, V, 237).
تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ
Fiil cümlesidir. تَبَارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اسْمُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذِي harfle îrab olan beş isimden biri olup رَبِّكَ ‘nin sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. الْجَلَالِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاِكْرَامِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ
Surenin son ayeti istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَبَارَكَ , mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
تَبَارَكَ kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir. تفاعلة babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa, takdis, tenzih ve tazim ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ , Zuhruf Suresi Belâgî Tefsiri, c. 4, s. 367.)
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etmek kastına matuftur.
Veciz ifade kastına matuf اسْمُ رَبِّكَ izafetinde, كَ zamirinin ait olduğu Hz. Peygamber ve Rabb ismine muzâf olan اسْمُ , şeref ve şan kazanmıştır.
ذِي الْجَلَالِ izafeti رَبِّ için sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.
Surenin bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intehâ, mütekellimin makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
ذُوالْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ [Celâl ve ikram sahibi]; mutlak zenginliğe ve genel ihsana sahip demektir. (Beyzâvî)
Bereket; تَبَارَكَ الله [Allah zengin ve cömerttir.] (A‘râf 7/54) ayetinde olduğu gibi hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan demektir. (Keşşâf)
تَبَارَكَ kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir. تفاعلة babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa takdis, tenzih ve tazim ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Zuhruf Suresi Belâgî Tefsiri, c. 4, s. 367.)
Ayette, اسْمُ kelimesinin yer alışının, aslında manada tesiri yoktur. Yahut da, "Bu kelime, تَبَارَكَ fiilinin kendisinden ötürü zikredildiği temel unsurdur (yani onun failidir)" Bu hususta şu izah yapılabilir: Meşhur olan görüşe göre, tıpkı, [Rabbinin zatı (vechi) bakî kalacaktır] ayetindeki وجه gibi, bu isim kelimesinin de manada bir tesiri yoktur. Böyle oluşunun delili ise, Hak Teâlâ'nın başka bir ayette mesela, [Yaratıcıların en güzeli ne yücedir!] (Mü'minûn, 14) ve [Mülk elinde bulunan O Zât ne yücedir!] (Mûlk, 1) buyurması ile تَبَارَكَ (yüce oldu) lafzının bu şekilde kullanıldığı diğer bütün ayetlerdir. Rabbin vechi ifadesinde ise, Rabb de, vech de, ikisi birden o Zâtı ifade eder. Dolayısıyla Cenab-ı Hak o ayette vechini, ذُوالْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ diyerek tavsif etti. Dolayısıyla vech gibi merfû oldu. Burada ise (mecrur olan) Rabb kelimesine sıfat olarak ذِي الْجَلَالِ ’yi getirdi (mecrur kıldı). Eğer Cenâb-ı Hak, "Rab baki kalacaktır" demiş olsaydı, Rab olarak baki kalınca, o zamanda onun merbûbları da (kulları da) bulunması gerekirdi. Ama Rabbin vechi (yüzü - zatı) bakî kalacaktır buyurunca bu söz, merbûbu unutturdu. Dolayısıyla Hakk'ın baki kalacağı kesin kes ifade edilmiş oldu.(Fahreddin er-Râzî)
Bununla yüce Allah muhataplara şunu öğretiyor gibidir: “Bütün bunlar size rahmetim ile verilmiştir. Rahmetim ile Ben sizi yarattım, sizin için göğü, yeri, diğer yaratıkları, mahlukları, cenneti ve cehennemi yarattım. Bütün bunlar sizin için Rahmân ismimin bir tecellisidir.” Böylelikle yüce Allah kendi ismini övmekte, sonra da "celâl ve ikram sahibi" diye buyurmaktadır. Yani O, zatı itibariyle celâl, fiilleri itibariyle kerimdir. (Kurtubî)
Bu kelam, Allah'ı tenzih ve takdis etmekte ve bu sure-i kerimede zikredilen Allah'ın, mahlûklara bahşettiği nimetleri takrir etmektedir. Peygamberimizden rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Rahman Suresini okursa, Allah'ın, kendisine verdiği nimetlerin şükrünü eda etmiş olur." (Ebüssuûd)
Burada "Büyüklük ve ikram sahibi." vasfına en uygun olan tebârekenin yükselme ve yücelik manasına olmasıdır. Bazıları bu sûrede sayılan nimetlerin ardından ona en münasip olan mananın hayır ve bereketin çokluğu manası olacağını söylemişlerdir. Alûsî der ki: تَبَارَكَ fiilinin bu anlamda Allah'ın ismine isnadı uzak değildir. Çünkü onun hürmetine rahmet ve yardım istenir." Allah'ın ismi, esma-i hüsnasından her birine uygundur. Bununla beraber özellikle sûrenin başında geçen ismini ilk önce düşünmek gerekir. Şüphe yok ki, isminin yüksekliğini yüceltme de, daha evvel zatının yüksekliğini gösterir. Onun için zü'l-celal ve'l-ikram vasfı, doğrudan doğruya zatına cereyan ettirilmiştir. İsmiyle başlayan bu Arûs-ı Kur'an (Kur'an'ın gelini) böyle celal ve ikram ile tamamlanmış bulunuyor ki, bu celal ve ikramın görüntülerinden biri olmak üzere "Vâkıa" Suresi başlayacaktır. (Elmalılı)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Allah Teâlâ’nın Rahmân ismiyle başlayan sure, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğuna yapılan vurgulu bir ifadeyle sona ermektedir. Alimler Resulullahtan yapılan bir rivayetten esinlenerek, dualarda, Allah’ı burada geçen ذِي الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ sıfatıyla nitelemeyi tavsiye etmişler ve duaların kabulüne vesile olmasının umulabileceğini belirtmişlerdir. (Diyanet Tefsiri)
Surenin genelindeki fasılalarda, hemze ve nun harfleriyle oluşan mükemmel uyumunun ahengi, sözün güzelliğini, parlaklığını ve ruha etkisini artırmaktadır. Bu fasılalarda secî ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Bu ayet, konuşmanın sonunu işaret eder ve bu surenin Yüce Allah'ın büyüklüğünü ve O'nun dünya ve ahiretteki nimetlerini hatırlatan konuyu özetlemiştir. (Âşûr)