Hadid Sûresi 15. Ayet

فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ  ...

Bugün artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden bir fidye alınır. Barınağınız ateştir. Size yaraşan odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالْيَوْمَ bugün artık ي و م
2 لَا
3 يُؤْخَذُ alınmaz ا خ ذ
4 مِنْكُمْ sizden
5 فِدْيَةٌ fidye ف د ي
6 وَلَا ne de
7 مِنَ -den
8 الَّذِينَ kimseler-
9 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
10 مَأْوَاكُمُ varacağınız yer ا و ي
11 النَّارُ ateştir ن و ر
12 هِيَ odur
13 مَوْلَاكُمْ sizin layığınız و ل ي
14 وَبِئْسَ ne kötü ب ا س
15 الْمَصِيرُ gidilecek yerdir orası ص ي ر
 

Âhiret hayatına ait önemli bir sahneye yer verilen bu âyetleri, kalabalık bir insan kitlesinin, etrafı uçurumlar ve tehlikelerle dolu bir ortamda, ama karanlıklar içinde yol almaya çalıştıklarını göz önüne getirerek anlamak daha kolay olacaktır. Bu şartlar altında önleri ve yanları özel olarak aydınlatılmış grup hızla ve kolayca yol alabilmekte ve esenliğe kavuşmakta; daha önemlisi kendilerine kurtuluşa erdikleri ve ebedî mutluluğu hak ettikleri müjdesi verilmektedir. İşte bunlar kadınıyla erkeğiyle müminlerdir. Arkalarında ise böyle bir aydınlıktan mahrum, onlara yetişmeye, ışıklarından yararlanmaya çalışan kadınlı erkekli münafıklar topluluğu bulunmakta ve onlara kendilerini beklemeleri veya ışıklarından yararlandırmaları için yalvarmaktadırlar. Ama onlara söylenecek olan şudur: Geriye dönün ve kendinize başka ışık arayın! Bu esnada iki kesim arasına –kapısı olan fakat aşılamaz– bir duvar konmuştur. Muhtemelen müminler kapıdan girecekler, müna­fıklar dışarıda kalacaklar; içerisi rahmet ve nimetle dolu olacak ama dış tarafında azap bulunacaktır. Münafıkların kullanabilecekleri tek argüman kalmıştır: “Dünyada sizinle beraber değil miydik?” diye sormak. Alacakları cevabın baş kısmı olumludur: “Evet.” Gerçekten, müna­fıklar içlerindeki inkârcılığı ve müminlere besledikleri husumeti gizledikleri için zâhiren müslüman muamelesi görmüşler, hatta mescidde beraberce namaz bile kılmışlardı. Ne var ki artık her şeyin içyüzü, hakikati ortaya çıkmış ve onların dünyada iken ne yaptığı ayan beyan anlaşılmıştır; bu sebeple müminlerin cevabı şöyle devam edecektir: “Ama siz başınızı belâya kendiniz soktunuz, fırsat kolladınız, hep şüphe içinde oldunuz ve Allah’ın emri gelip çatıncaya kadar geleceğe yönelik kuruntularınız sizi oyaladı; bundan ötürü o aldatan (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırıp durdu.”

12. âyette geçen nûr kelimesi “hidayet” ve “içinde bulundukları hoşnutluk hali” mânasıyla da açıklanmıştır; fakat genel kanaate göre maksat gerçek anlamda “ışık ve aydınlık” demektir. “Sağ yanlarından” ifadesi bazı müfessirlerce “bütün yönlerinden” mânasında anlaşılmıştır. Bazılarınca bu ifadeyle Araplar’da sağ tarafın uğurlu ve değerli sayılması telakkisi arasında bağ kurulmuştur. Diğer bir yoruma göre burada, amel defterlerinin sağ yanlarından verilmesine işaret vardır (İbn Atıyye, V, 261; ayrıca bk. Vâkıa 56/1-10).

13. âyette “Bizi bekleyin de yetişip nurunuzdan bir parça alalım” diye çevrilen cümle, “Bize bakın da nurunuzdan bir parça alalım” şeklinde de anlaşılmıştır. Bu âyetteki “Geriye dönün de başka bir nur arayın!” anlamına gelen sözü meleklerin veya müminlerin söyleyeceği yorumları yapılmıştır. Bu sözde asıl amaç onları azarlamaktır. “Geriye” denirken “nurun elde edilmesine vesile olan amellerin işlendiği dünya” veya “nur taksim edilen yer” ya da –istihza yollu– “arkalarındaki karanlık”kastedilmiş olabilir; fakat ilk ihtimal daha kuvvetli görünmektedir. Yine bu âyette geçen ve “duvar” diye çevrilen sûr kelimesi “a‘râf, münafıkların müminlerden talepte bulunmalarına mani olacak engel, cennet ile cehennem arasında bir set” mânalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 65-66; İbn Atıyye, V, 261-262; Şevkânî, V, 197; Elmalılı, VII, 4739-4740; a‘râf hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/46-48).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 243-245
 

فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  الْيَوْمَ  zaman zarfı  يُؤْخَذُ  fiiline mütealliktir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يُؤْخَذُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  مِنْكُمْ  car mecruru  يُؤْخَذُ  fiiline mütealliktir.  فِدْيَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  مِنَ  harf-i ceriyle  مِنْكُمْ ‘e matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ 

 

İsim cümlesidir.  مَأْوٰي  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُ  haber olup lafzen merfûdur. مَأْوٰي  maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هِيَ   mübteda olarak mahallen merfûdur. مَوْلٰي  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَوْلٰي  maksur isimdir.


 وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

 

وَ  atıf harfidir. بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ  faili olup lafzen merfûdur.  بِئْسَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  هى ‘dir. 

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi. Burada fail  ال ’la gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ 

 

 

فَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَوْمَ  zaman zarfı, önemine binaen amili olan  لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ  fiiline takdim edilmiştir. 

يُؤْخَذُ  fiili, faile değil mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يُؤْخَذُ  fiiline müteallik olan car mecrur  مِنْكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

Bu kelam müminlerin münafıklara yaptığı konuşmadaki  azarlama ve pişmanlığın devamı için olabilir. (Âşûr)

وَلَا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ  car mecruru  مِنْكُمْ ’e atfedilmiştir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 


 مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  مَأْوٰيكُمُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Müsned olan النَّارُ ’ın marife gelişi, kemâl vasıflara sahip olduğunun işaretidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَأْوٰيكُمُ النَّارُ [Sığınağınız ateştir.] ifadesi azabı müjdelemek gibi bir tehekkümî istiare ifade eder. Alay ve hor görmek maksadıyla yapılan istiaredir. 

المَأْوى ; İçine sığınılan mekan demektir. Gidip geri dönülen yerdir. Süreklilik ve ebedi kalmaktan kinaye olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

النَّارُ , cehennemden kinayedir.

Müsned, iki durumda marife olur. 

1. Muhatap müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur. 

2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyak, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyakın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu ‘siz azapta karşılaştığınız dehşet, korku, ızdırap, acı karşısında sığınacak bir yer aradınız ve sığındığınız yerde de ateşten başka bir şey yoktu’ demektir. En korkunç şey, kişinin bir şeyden korkup da sığındığı yerde daha korkuncu ile karşılaşmasıdır. İşte bu manayı ifade etmek için Allah Teâlâ, مَأْوٰيكُمُ النَّارُ [Yeriniz ateştir] buyurmuş, ama “me’vânız cehennem” buyurmamıştır. Cehennemden, النَّارُ (ateş) şeklinde bahsedilmesi, azabın ve cahîmdeki korkunun aslı olması sebebiyledir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.303)  


 هِيَ مَوْلٰيكُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. هِيَ  mübteda,  مَوْلٰيكُمْ  haberdir. 

مَأْوٰيكُمُ النَّارُۜ هِيَ مَوْلٰيكُمْ [Varacağınız yer ateştir. Yardımcınız odur], yani cehennem ateşinden başka ne dostunuz vardır, ne de desteğiniz ayetinde alay üslubu kullanılmıştır. Bu onlarla alaydır. (Safvetü’t Tefâsir ve Âşûr)

مَوْلٰي  kelimesinde istiâre vardır.  مَوْلٰيكُمْ (Sizin efendiniz) ifadesi, sizi yakalayıp tutsak etmeye en uygun efendiniz ateştir demektir ki bu, köle azat etmesi yönüyle değil, köle edinmesi bakımından  مَوْلٰي  anlamındadır. Buna göre sanki ateş- ondan Allah’a sığınırız- onları köle edinen efendileri olmakta, onları azat edip serbest bırakmamaktadır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

Daha sonra Hak Teâlâ "Sığınacağınız yer ateştir. Size yakışan da odur. O ne kötü bir varış yeridir!" buyurur. Burada geçen "mevlâ" kelimesi hakkında İbn Abbas(r.a)  şöyle demiştir: Sığınacağınız yer "masîr" (varacağınız yer)" dir. Sözün özü şudur: Mevla, "veliyy" kökünün ism-i mekânıdır. Veliyy ise, yakın olmak demektir. BinAenaleyh ayetteki bu ifade, "Cehennem, sizin (Ey münafık ve kâfirler), kendisine yaklaşacağınız, ulaşacağınız, neticede gireceğiniz yerinizdir" manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)

 مَأْوٰيكُمُ  - مَوْلٰيكُمْۜ  kelimeleri arasında secî, cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil  بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri النَّارِ (Nâr, yani Cehennem) ’dir. Bu hazifle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek, النَّارُ ‘ın korkunçluğunu, kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır.

بِئْسَ المَصِيرُ  cümlesi görecekleri tüm azabı ifade eden tezyîldir. (Âşûr)