En'âm Sûresi 14. Ayet

قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ...

De ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim.” De ki: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma (denildi).”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَغَيْرَ başkasını mı? غ ي ر
3 اللَّهِ Allah’tan
4 أَتَّخِذُ edineyim ا خ ذ
5 وَلِيًّا dost و ل ي
6 فَاطِرِ yoktan var eden ف ط ر
7 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
8 وَالْأَرْضِ ve yeri ا ر ض
9 وَهُوَ ve kendisi
10 يُطْعِمُ besleyen ط ع م
11 وَلَا
12 يُطْعَمُ fakat beslenmeyen ط ع م
13 قُلْ de ki ق و ل
14 إِنِّي bana
15 أُمِرْتُ emrerdildi ا م ر
16 أَنْ
17 أَكُونَ olmam ك و ن
18 أَوَّلَ ilki ا و ل
19 مَنْ olanların
20 أَسْلَمَ İslam س ل م
21 وَلَا ve sakın
22 تَكُونَنَّ olma ك و ن
23 مِنَ
24 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlardan ش ر ك
 

“Dost” diye çevirdiğimiz velî ve “yoktan var eden” diye çevirdiğimiz fâtır, esmâ-i hüsnâdan olup ilki Allah’ın yönetici, yardımcı ve dost olduğunu; ikincisi de yapıp yaratan, yokluktan varlık sahnesine çıkaran olduğunu ifade eder. Bu âyette yüce Allah kısaca “yediren ama yedirilmekten münezzeh olan” şeklinde tavsif edilerek bütün varlıkların rızıklarını, ihtiyaçlarını karşılarken kendisinin yedirilmekten, ihtiyaçtan münezzeh olduğu ifade buyurulmuştur. Çünkü bütün uydurma tanrılar aslında birer hiç olup kendi bağlılarınca beslendikleri, desteklendikleri, büyültüldükleri, ululandıkları halde beslenmeye muhtaç olmayan, her şeye kendisi değer kazandırıp hiçbir kimsenin ve hiçbir şeyin kendisine değer katmasına, destek vermesine muhtaç olmayan, dolayısıyla gerçek anlamıyla ulûhiyyete lâyık olan tek varlık O’dur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384

 
فطر Bu sözcük temelde uzunlamasına yarmak anamına gelir. إنْفَطَرَ uzunlamasına yarıldı demektir. فَطَرَ Hamuru yoğurup onu maylandırmadan hemen ekmek yapmaktır. Fıtrat sözcüğü de buradan gelir. فَطَرَ الّلهُ الْخَلْقَ Yüce Allah’ın bir şeyi yaratması ve onu herhangi bir fiili yapmaya muktedir bir hâle getirmesidir. فِطْرَةُ اللَّهِ sözü de Allah’ın insanda yerleştirdiği iman etmeye olan yetisidir. فِطْرٌ orucu bozmaktır. Yeri yarıp içinden çıkması sebebiyle mantara فُطْر denmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fıtrat, ifrat ve fitredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 
 

قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Hemze istifham harfidir.  غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda istisna harfidir.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

NOT: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya da kısımları bulunan müfret bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfret: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

NOT: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

غَيْرَ  nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre  اِلَّا  gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır. Burada mef’ûlun bih olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mekulü’l-kavli,  اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ ‘dir.  اَتَّخِذُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdir  انا ’dir.

وَلِياًّ  ikinci mefûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.

Bu ayette  اَتَّخِذُ  fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü de açıkça almıştır. Ayrıca kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاطِرِ  kelimesi lafza-i celâlden bedeldir.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُطْعِمُ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l hal” veya “sahibu’l hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal, sahibu’l hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1) Müfred olan hal (Müştak veya camid)  2) Cümle olan hal (İsim veya fiil)  3) Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يُطْعَمُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُطْعَمُ  merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

يُطْعَمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  طعم ‘dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

  

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اُمِرْتُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اُمِرْتُ  sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  ب  harf-i ceri ile birlikte  اُمِرْتُ  fiiline müteallıktır.  اَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir.

اَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdir  انا ’dir.  اَوَّلَ  kelimesi  اَكُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسْلَمَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَسْلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

لَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi mukadder sözün mekulü’l kavlidir. Takdiri;  قيل لي : لا تكوننّ  (Bana ‘’sakın olma’’ denildi.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُونَنَّ  fetha üzere mebni nakıs muzari fiildir. Fiilin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  تَكُونَنَّ ’nin ismi müstetir olup takdiri  أنت dir.

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ba’z (yani bir kısmı) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ 

 

Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Söylenen sözün önemi sebebiyle  قُلْ  emri tekrar edilmiştir. (Âşûr)

Mekulü’l-kavl cümlesi … اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ  ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Kınama ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham inkâr içindir. Birinci mef’ûl, istifhama yakın olması için  اَتَّخِذُ  fiili ve failine takdim edilmiştir. (Âşûr)

"De ki: Allah'tan başkasını mı ben veli (tanrı) edinecekmişim?" buyurmuştur. Bil ki Allah Teâlâ, Allah'tan başkasını mı ben veli edinecekmişim?" denilmesi ile, Allah'tan başkasını veli edinir miyim?" denilmesi arasında bir fark bulunduğunu göstermiştir. Çünkü istifham-ı inkâri (menfi manayı tekid için gelen soru), veli edinme hususunda değil, Allah'tan başkasını veli edinme hususundadır. Halbuki sen onların, daha ehem olanı, daha az ehem olana takdim ettiklerini biliyorsun. O halde, Cenab-ı Hakk'ın ["Allah'tan başkasını mı ben Tanrı edinecekmişim!"] buyruğu, ikinci ibareden daha evla olur. Bunun bir benzeri de, ["Siz, ey cahiller, bana Allah'tan başkasına mı tapmamı emrediyorsunuz?"] (Zümer, 64) ayetiyle, ["Allah mı size izin verdi?"] (Yunus, 59) ayetleridir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez.

Bu ayetteki inkârî istifhâm “Allah dışında veli edinilebilecek şey var mıdır? Akıllı bir kişi böyle yapar mı? Bundan daha büyük bir körlük ve cahillik olabilir mi? manalarındadır. Eğer ayet  ''قُلْ اَتَّخِذُ  اَغَيْرَ اللّٰهِ وَلِياًّ '' şeklinde gelseydi, inkâr sadece fiilin gerçekleşmesine yönelik olurdu ve bu manaları ifade etmezdi. Hemze; inkârî istifham içindir ve ondan sonra gelen kelime de inkâr mahallindedir; yani inkâr edilen şeydir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zemde mübalağa, mantık yollu kelam olduğu söylenebilir.

غَيْرَ اللّٰهِ  ibaresi inkâr makamında olduğu için takdim edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi).

غَيْرَ  kelimesi ism-i celâle muzâftır. Allah’tan başka her şey manasında umumi bir ifadedir. Allah manası mef’ûlun lafzından anlaşılır. Allah’ı dost edinmeyi inkâr etmeyi ifade eder. Çünkü Allah’tan başkasını dost edinmeyince geriye sadece  Allah’ı dost edinmek kalır. Bu terkip kasr manasındadır. (Âşûr)  

غَيْرَ istisna harfidir. Mana [Allah’ın dışında] şeklindedir.

غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti  غَيْرَ ’nın tahkiri içindir.

Mefûl olan  وَلِياًّ  ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

الوَلِيُّ  kelimesi yardım eden ve yöneten demektir. İlim ve kudret manası vardır.

(Âşûr)

فَاطِرِ  lafza-i celâlden bedeldir.

Müspet isim cümlesi formunda gelen cümle  وَهُوَ يُطْعِمُ , haldir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca istimrar ifade eder. 

Hal cümleleri ve bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

Tezat sebebiyle makabline matuf olan  وَلَا يُطْعَمُۜ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları,   

 يُطْعِمُ - لَا يُطْعَمُۜ  fiilleri arasında ise tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca bu cümleler arasında mukabele sanatı vardır.

 وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ  yani, [herkesi rızıklandıran ama hiç kimse tarafından rızıklandırılmayan] demektir. Mana, “bütün menfaatler O’nun katındandır ve bunlardan O’nun faydalanması söz konusu değildir.” şeklindedir. (Keşşâf)

Burada yemeğin zikredilmesi, ona şiddetle ihtiyaç duyulduğu yahut rızıklandırılana en çok ulaşan şey o olduğu içindir. (Ebussuûd)  

فَاطِرْ  kelimesi,  فَطْر  kökünden ism-i faildir ki,  فِطْرَة  bunun bina-i nev'i veya hasıl-ı masdarıdır. Fıtrat, bir öncül ilim ile takdir etmek manasını da içine almış olan خَلْق (yaratma) anlamının ikinci cüzüdür. Ve bu itibar iledir ki, yaratmak (خَلْق) ve (خِلْقَة) yaratılış,  فَطْر  ve  فِطْرَة  eş anlamlı olarak kullanılır. Yoktan yaratılış böyle olduğu gibi, bir asli maddeden yaratılış da böyledir. Bir maddeden diğer bir cismin, bir varlığın ortaya çıkması ilk önce böyle bir yarılma ile başlar. Bir yarılma ki, hem önceki maddeyi, hem de fezayı yarmıştır. Bir varlıktan, diğer bir varlığın kopması; bir tohumdan bir çimenin çıkması; bir hücreden bir hücrenin doğması hep bir yarılmadır. Bu yarılma, önceki maddeye göre bir yıkım ve bozulma, fakat ondan çıkan yeni varlığa göre de bir ıslah yarılması ve varlıktır. İlk yokluğu yarıp maddeyi çıkarışta ise hiçbir bozma manası yoktur. O, sırf iyi olan bir ayırmadır. İşte ilk önce mekanlıkta açık olan bu mana dolayısıyla, herhangi bir şeyin madde ile gerek geçmiş olsun ve gerek olmasın bilfiil olan ilk icat ve var etmeye  فَطْر ve ilk varlığına ait durumuna  فِطْرَة adı verilmiştir ki, bu fıtratın devamı içindeki uyuma da “tabiat” ismi verilir. Bunun için fıtrat, tabiattan öncedir. Tabiatın manası, fıtrat halinin devamı ve tekrarı mertebesinden başlayan bir uydusudur. (Elmalılı)

 

 قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Muhatap Hz. Peygamberdir. 

Mekulü’l-kavl cümlesi …اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ  ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin müsnedi olan  اُمِرْتُ  fiili meçhul mazi fiil sıygasında gelerek fiile dikkat çekilmiştir. Müsned konumundaki mazi fiil hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ  ve  اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ  cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen  ب  harfi ile birlikte  اُمِرْتُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûl  كاَنَ , مَنْ ’nin haberi olan  اَوَّلَ  ’nin muzâfun ileyhidir. Müsnedin izafetle gelmesi veciz anlatım amacına matuftur. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

İlk müslüman olandan maksat İslam’a çağrılanlar arasından Müslüman olan kişi olduğu gibi İslamda kuvvet ve imkândan kinaye olması da caizdir. (Âşûr)

Ayetin son cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

مِنَ  harf-i ceri teb’iz içindir. Yani ‘ortak koşanlardan bir kısmı’ manasındadır. (Âşûr)

اَكُونَ - لَا تَكُونَنَّ  fiilleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ  cümlesiyle  لَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَسْلَمَ - الْمُشْرِك۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette mezheb-i  kelâmî sanatı vardır. Allah’ın Peygamberi ondan başka bir ilâhı kabul edemeyeceğini mantıkî bir çerçevede izah etmektedir.

Bu ayet-i kerimedeki iltifat vaîd/tehdit ifade eder. Şirkten sakındırmak içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنّ۪ٓي  ‘deki mütekellim zamirinden  تَكُونَنَّ  ‘deki muhatap zamirine iltifat yapılmıştır.

اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ  [Ben, O’na teslimiyet gösterenlerin ilki olmakla emrolundum…] Müslümanların ilki Peygamber (sav), Müslümanlık konusunda da ümmetinin en önde olanıdır. (Keşşâf)