وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Bu âyette de Allah’ın hükümranlığı teyit edilerek göklerde ve yerde bulunanlar gibi gece ile gündüzde barınan her şeyin yani bütün zaman kategorisine giren varlıkların da Allah’ın mülkünden olduğu; Allah’ın, ister gecenin karanlığında, ister gündüzün aydınlığında olsun, her varlığı, her olup biteni kesin olarak duyup bildiği ifade edilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 383
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ
وَ istînâfiyyedir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
İsm-i mevsûlun sılası سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
سَكَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فِي الَّيْلِ car mecruru سَكَنَ fiiline müteallıktır.
فِي harf-i ceri mecruruna, mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada zaman zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّهَارِ kelimesi, atıf harfi وَ ’la الَّيْلِ ’ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ise ikinci haberdir.
السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Cer mecrurun takdimi hasr içindir. (Âşûr)
Müşterek ismi mevsûl مَا , muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekme ve tazim amacına matuftur.
الَّيْلِ - النَّهَارِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
فِي harf-i ceri zaman zarfı içindir. (Âşûr)
الَّيْلِ ; zikir için tahsis edilmiştir. Çünkü bu vakitte olanın gizliliği çoktur. النَّهَارِۜ ise kapsamı genişletmek için geceye atfedilmiştir. Böylece, gece zikredilince ehemmiyeti dolayısıyla gecede saklı olan şeyleri bilmenin kastedildiği ve gündüz olanları bilmenin kastedilmediği anlaşılmasın diye gündüz de zikredilmiştir. (Âşûr)
وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
و istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. السَّم۪يعُ birinci haber, الْعَل۪يمُۜ ikinci haberdir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, S. 218) , isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ'dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C.4, S. 24)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُۜ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)
السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ Bu iki kelime mübalağa sıygalarındandır. Manası: ‘’Allah'ın işitmesi ve bilgisi her şeyi kuşatmıştır’’, demektir. (Sâbûnî)
Ve O, Semi' ve Alîm’dir: Bütün duyulanları tamamıyla işitir ve her şeyi tamamıyla bilir. O'ndan gizli kalacak ne bir söz vardır, ne de bir fiil. Şu halde öfkeden önce, rahmeti kendine yazmış ve bundan dolayı rahmeti, öfkesini geçmiş olan Allah'tan başlangıç olarak öfke, gazap gelmiyor diye, sonuç olarak da gelmez, nefislerin kötü kullanılmasının hiç sorumluluğu olmaz sanıp da nefislere zarar vermemeli, ahirete inanmalı ve o gün için çalışmalıdır. (Elmalılı)
Ayet, Allah Teâlâ'nın iki sıfatının zikriyle السَّمِيعُ الْعَلِيمُ şeklinde bitmiştir. Bunun sebebi, ayet-i kerimede işitilecek ve bilinecek şeylerin zikredilmiş olmasıdır. İnatlaşma ve muhalefet içinde olanlar söz ya da eylemle müdahalede bulunuyorlardı. Dolayısıyla ayet bu iki yüce sıfatla sona ermiştir.