21 Ağustos 2024
En'âm Sûresi 9-18 (128. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

En'âm Sûresi 9. Ayet

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ  ...


Eğer onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık yine onu bir adam (suretinde) yapardık ve onları yine içinde bulundukları karmaşaya düşürmüş olurduk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 جَعَلْنَاهُ onu yapsaydık ج ع ل
3 مَلَكًا melek م ل ك
4 لَجَعَلْنَاهُ yine yapardık ج ع ل
5 رَجُلًا bir adam (şeklinde) ر ج ل
6 وَلَلَبَسْنَا ve yine düşürürdük ل ب س
7 عَلَيْهِمْ onları
8 مَا
9 يَلْبِسُونَ düştükleri kuşkuya ل ب س

Eğer Allah onlara gönderdiği elçiyi bir melek yapsaydı ya da beşer yerine bir meleği elçi gönderseydi yine onu melek suretinde değil insan görünümünde, hem de –müşriklerin, meleklerin dişi olduğu şeklindeki bâtıl inançlarının aksine– onu “adam sûretinde” göndereceği, bunun sonucu olarak yine onları, bu gelenin gerçekten melek mi yoksa insan mı olduğu hususunda şaşkınlığa düşüreceği bildirilmektedir. Nitekim başka bir âyette ifade edildiği üzere, onlar Kur’ân-ı Kerîm için “Bu, insan sözünden başka bir şey değildir” (Müddessir 74/25) demişlerdi. Halbuki tamamen ruhanî varlıklar olan meleklerin insanlara görünmesi ve onlara hitap edebilmesi, ancak cismanî bir görünüme bürünmeleriyle mümkündür. Bu durumda vahyin doğruluğunu, ihtiva ettiği yüksek hakikatlere göre değerlendirmek yerine, onu kendilerine tebliğ edenin melek olmasında arayanlar, bu cismanî görünümlü varlığın insan olduğunu ileri sürerek yine inkâra sapacaklar, şimdi olduğu gibi yine şüphe edeceklerdi.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 380-381

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

جَعَلْنَاهُ  şart fiili olup  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.

Bu ayette  جَعَلْ  fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü de açıkça almıştır. Ayrıca kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. 

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette  Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مَلَكاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  جَعَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  رَجُلاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la şartın cevabına matuftur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  لَبَسْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  لَبَسْنَا  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَلْبِسُونَ ‘dir.

يَلْبِسُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ

 

Ayet önceki ayetteki  اَنْزَلْنَا ‘ya  وَ ’la atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  جَعَلْنَاهُ مَلَكاً  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı,  لَ  karînesiyle gelen  لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ  cümlesi şartın cevabına matuftur. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  يَلْبِسُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bunun bir mecaz olmadığını ifade etmek için  وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ  [Onlara sizin giydiğinizi giydirirdik] buyurulmuştur.

لَبِسُ  fiilinde ‘karıştırmak’ anlamı da vardır.

Ayette kadın veya erkek için beşer kelimesinin değil de, erkek kelimesinin zikredilmesi anlatılan ifadenin hakikati değiştirmek için değil, temsil kabilinden olduğunu gösterir.

“Mutlaka onu bir erkek şekline koyup gönderirdik.” buyurulması dikkate şayandır. Bununla meleğin, kadın şeklinde gönderilmesi ihtimali bulunmadığı -özellikle- anlatılmıştır. Zira bu kafirler, melekleri kadın şeklinde hayal ediyorlardı. Bu gibi batıl inançlardan yasaklamak ve çekindirmek için gönderileceği bahis konusu olan meleğin kadın şeklinde gönderilmesi ise o kanaatı desteklemek demek olacağından, hikmetin zıddı fiili bir çelişki olurdu. Melekler gerçekte onların hayalleri gibi dilber kızlar değildir. Hatta onlara karşı kadın şeklinde görünmeleri bile muhtemel değildir. Buna işaret edilerek buyurulmuştur ki: Peygamber'i melek gönderecek olsaydık, herhalde bir erkek şekline kor da gönderirdik. (Elmalılı)

Allah onlara göndereceği meleğin de kendi suretlerinde bir insan olması gerekliliğini izanlarına sunmuş, mantıklı bir insan için bunun anlaşılmasının daha kolay olduğu ifade edilmiştir. Bu üslup mezheb-i kelamî sanatıdır.

لَبَسْنَا - يَلْبِسُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  جَعَلْنَاهُ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً [Onu erkek görünümlü yapardık] ifadesi, onu bir adam sûretinde gönderirdik demektir. Nitekim Cebrail Aleyhisselam, Peygamber (sav)’e genellikle Dihye (v. 50/670) suretinde iniyordu (Buhārî, “Salât”, 11). Çünkü insanlar melekleri gerçek sûretlerinde görerek canlı kalamazlar. [Düştükleri şüpheye onları yine şüpheye düşürürdük] yani, birbirlerinin başına dolamaya -aklını çelmeye- çalıştıkları şeyi onların başına dolardık. Zira meleği insan sûretinde görünce “Bu insandır, melek değil” derlerdi, şayet melek onlara “Benim melek olduğumun delili, mucize olan Kur’an’ı getirmemdir. O, benim, insan değil melek olduğumu söylemektedir” dese Muhammed (sav)’i yalanladıkları gibi onu da yalanlarlardı. Bunu yaptıklarında da şu an yüzüstü ortada kaldıkları gibi ortada kalırlardı. İşte, Yüce Allah’ın onların kafasını karıştırması budur. (Keşşâf)
En'âm Sûresi 10. Ayet

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  ...


(Ey Muhammed!) Andolsun, senden önce de birçok peygamber alaya alınmıştı da onlarla alay edenleri, alay ettikleri şey kuşatıp mahvetmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدِ ve muhakkak
2 اسْتُهْزِئَ alay edilmişti ه ز ا
3 بِرُسُلٍ peygamberlerle ر س ل
4 مِنْ
5 قَبْلِكَ senden önce de ق ب ل
6 فَحَاقَ fakat kuşatıverdi ح ي ق
7 بِالَّذِينَ kimseleri
8 سَخِرُوا alay edenleri س خ ر
9 مِنْهُمْ onlarla
10 مَا şey
11 كَانُوا ك و ن
12 بِهِ onunla
13 يَسْتَهْزِئُونَ alay ettikleri ه ز ا

Müşrikler, gerçeği daha yakından kavramak gibi iyi niyete dayalı sebeplerle değil, sırf Hz. Peygamber’e karşı çıkmak, onunla alay etmek, acze düşürüp itibarını yıkmak maksadıyla bu tür teklifler ileri sürdükleri için 10. âyette Resûlullah’a, kendisinden önceki peygamberlerin de böyle alayla karşılandıkları hatırlatılmakta, fakat başlarına gelen felâketler sonunda alay ettikleri haberlerin ne kadar kesin gerçekler olduğunu acı şekilde anladıkları bildirilmekte; 11. âyette Mekke müşriklerine, dolayısıyla peygamberlik ve vahiy gerçeğinden kuşkuya düşüp inkâr eden, alaya alan herkese, dünyayı gezip dolaşmaları, eskilerin izlerini, kalıntılarını inceleyerek ilâhî hakikatleri yalanlayanların âkıbetlerinin ne olduğunu görmeleri tavsiye edilmektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 381

حاق Çepe çevre sarmak ve başına gelmek manalarındadır. Kuran-ı Kerim’de de başına iner ve ona isabet eder, onu yakalar anlamında kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اسْتُهْزِئَ  meçhul, mebni mazi fiildir.  بِرُسُلٍ  car mecruru naib-i faildir.  مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  رُسُلٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  حَاقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

الَّذ۪ينَ  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  حَاقَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  سَخِرُوا مِنْهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

سَخِرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  سَخِرُوا  fiiline müteallıktır.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  حَاقَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiiline müteallıktır. 

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek südâsi mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili  هزأ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

 

وَ  istinâfiyye,  لَ  kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiili ve muksemun bihin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasemin cevap cümlesi  اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ , tahkik harfi ve lam’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir.

فَ  ile kasemin cevabına atfedilen …فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası da mazi fiil sıygasında gelmiştir. 

Müşterek  ism-i mevsûl  مَا  ise  حَاقَ  fiilinin faili olarak merfû mahaldedir. 

…فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ  ifadesinde aklî mecaz vardır.  حَاقَ  fiilinin faili, alay etmiş oldukları gerçektir. Mecaz yoluyla helakı hak edenlerin helakı Allah’tan başkasına isnad edilmiş olmaktadır.

Sılası  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Car mecrur  بِه۪  önemine binaen amili olan  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’ye takdim edilmiştir. 

اسْتُهْزِئَ - يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca bu fiil dolayısıyla cümlede teşâbüh-i etrâf vardır.

 سَخِرُوا - يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Gerçek şu ki alay edilmişti…] ifadesi Peygamber (sav)’i kavmi tarafından karşılaştığı zorluklara karşı teselli etmektedir. …فَحَاقَ بِ , [alay ettikleri şey, yani hak onları kuşattı.] demektir, hak ile alay ettikleri için helak olmuşlardır. (Keşşâf)

Bu ayetin başında bulunan  حَاقَ  fiilinin ne manaya geldiği hususunda dilcilerin pek çok açıklaması vardır ki, bu açıklamaların hepsi de mana bakımından birbirine yakındırlar. Mesela; en-Nadr, "onlara vâcip oldu" manasını verirken; Leys: ’’ الحَيْقُ kelimesi, yapmış olduğu bir kötülük, tuzak sebebiyle, insanın başına gelen; bu sebeple ona inen musibet... demektir, demiştir. Nitekim,  اَحَاقَ اللهُ بِهِمْ مَكْرَهُمْ وَ حَاقَ بِهِمْ مَكْرُهُمْ  (Allah tuzaklarını başlarına çevirdi ve, tuzakları başlarına geçti, çevrildi…) denir" demiştir. Ferrâ da:  حَاقَ بِهِمْ  tabirinin manasının, "onlara tekrar geldi, döndü" şeklinde olduğunu söylemiştir.  حَاقَ بِهِمْ  deyiminin "bu, onların başına geldi, çöktü" anlamına geldiği de söylenmiştir. Zeccâc:  حَاقَ  fiilinin  اَحَاطَ  (kuşattı, ihata etti) manasına geldiğini söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

En'âm Sûresi 11. Ayet

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ  ...


De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 سِيرُوا dolaşın س ي ر
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 ثُمَّ sonra
6 انْظُرُوا görün ن ظ ر
7 كَيْفَ nasıl ك ي ف
8 كَانَ olmuş ك و ن
9 عَاقِبَةُ sonu ع ق ب
10 الْمُكَذِّبِينَ yalanlayanların ك ذ ب

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

س۪يرُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  س۪يرُوا  fiiline müteallıktır.

 ثُمَّ  atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

انْظُرُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  عَاقِبَةُ  ise  كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur.  عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ  ibaresinde de masdar, failine muzâf olmuştur. 

Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgileri olmadığından isimdirler.

Masdarın fiil gibi amel etme şartları şunlardır:

1.Tenvinli olmalıdır.

2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.

3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.

4. Masdarın mefulüne muzaf olmalıdır.

NOT: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 الْمُكَذِّب۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

الْمُكَذِّب۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّب  fiili tef’il babındandır. Tef’il babı fiile; 1) Teksir  2) İşin parça parça aralıklarla yapıldığını ifade eder  3) Tadiye gibi manalar katar. Burada kattığı mana teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üsluptaki  انْظُرُوا  cümlesi  ثُمَّ  ile mekulü’l-kavle atfedilmiştir.

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  كَانَ ’nin muahhar ismi,  الْمُكَذِّب۪ينَ ‘ye muzâf olan  عَاقِبَةُ ’dur.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi,  انْظُرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا  ifadesi; gezip tefekkür etmeyi teşvik için gelmiştir.

Bu emir irşat içindir.

عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ  ibaresinde de masdar, failine muzâf olmuştur. Bu ibare مصير , yani gidilecek yer anlamındadır. Hal söylenip mahal kastedilerek mecaz-ı mürsel sanatı olmuştur.

عَاقِبَةُ  kelimesinin sonundaki yuvarlak  ةُ  müenneslik alameti değildir. Bu kelimenin müennesliği mecazîdir.

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ  [Akıbeti nasıl oldu] cümlesinde kinaye vardır. Sonlarının kötü olduğunu gösterir. Kinaye tasrihden eblağdır. (Medine Balcı)

س۪يرُوا - انْظُرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Yeryüzünde gezip dolaşın da, sonra bakın hakkı yalanlayanların sonu nasıl ve ne imiş? Allah, onları nasıl yerlere geçirmiş görünüz de ibret alınız.

Bu emirlerle gösteriliyor ki, önce mekânla ilgili hareket; ikinci olarak, bunun altındaki zamanla ilgili hareket ile olayların niteliği, yeri ve mertebelerinde olduğu gibi müşahede; üçüncü olarak, bu müşahedede baştan sona gelen veya sondan başa giden bir tertip akımı içinden sonun niteliğinde durmakla onu almak ve idrak etmek; dördüncü olarak, buna kıyas ile görünenden görünmeyene geçiş ve bakış, fikrin, itibarın asli şartlarındandır. (Elmalılı)

"Hak Teâlâ'nın  فَانْظُرُوا  ifadesiyle  ثُمَّ انْظُرُوا  ifadesi arasında ne fark vardır?" 

Cenab-ı Hakk'ın  فَانْظُرُوا  ifadesi, O'nun, bunu yeryüzünde yürümenin sebebi kıldığına delalet etmektedir. Binaenaleyh, sanki "ibret almak için yeryüzünde gezin dolaşın.. Gafil kimselerin gezip dolaşması gibi dolaşmayın..." denilmek istenmiştir.

Hak Teâlâ'nın,  س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا  "Yerde gezip dolaşın, sonra da bakın ki..." buyruğunun manası, "yeryüzünde ticaret etmek, bunun dışında kalan faydaları elde etmenin mübah; helak olanların eserlerine bakmanın vâcip olduğunu" ifade eder. Daha sonra Cenab-ı Hak, vâcip ile mübah olan arasındaki uzaklıktan dolayı bu farka  ثُمَّ  kelimesiyle dikkat çekmiştir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

Dolaşmaktan maksat, inkârcıların akıbetlerini müşahede etmektir. ‘Dolaşın’ emrinden sonra gelmesi, daha üst bir mertebedeki fiil olduğu içindir. Çünkü bakmak düşünmeyi ve gözünde canlandırmayı gerektirdiği için dolaşmaktan daha önemlidir. Buradaki ‘bakmak’ ise hem gözle hemde kalp ile bakmak manasını içerir. (Âşûr)

En'âm Sûresi 12. Ayet

قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


De ki: “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” “Allah’ındır” de. O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لِمَنْ kimindir?
3 مَا olanlar
4 فِي
5 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
6 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
7 قُلْ de ki ق و ل
8 لِلَّهِ Allah’ındır
9 كَتَبَ O yazmıştır ك ت ب
10 عَلَىٰ üstüne
11 نَفْسِهِ kendi ن ف س
12 الرَّحْمَةَ rahmet etmeyi ر ح م
13 لَيَجْمَعَنَّكُمْ sizi elbette toplayacaktır ج م ع
14 إِلَىٰ
15 يَوْمِ gününde ي و م
16 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
17 لَا
18 رَيْبَ şüphe olmayan ر ي ب
19 فِيهِ varlığında
20 الَّذِينَ ama kimseler
21 خَسِرُوا ziyana sokan(lar) خ س ر
22 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
23 فَهُمْ onlar
24 لَا
25 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن

Bu sûrenin ilk âyetinde gökleri ve yeri Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı, 3. âyetinde göklerde ve yerde hükümran olan tek Tanrı’nın O olduğu belirtilmişti. Burada ise göklerde ve yerde bulunanların yalnızca O’nun mülkü olduğu, dolayısıyla rubûbiyyette olduğu gibi mâbûdiyyette de O’nun ortağı bulunmadığı, yalnız O’nun rab olarak bilinmesi ve yalnız O’na ibadet edilmesi gerektiği soru-cevap şeklinde bir üslûpla vurgulanmaktadır. Sorunun tek ve kesin bir cevabı olduğu için hemen arkasından kısa ve net bir şekilde “Allah’ındır” şeklinde cevap verilmesi istenmiştir. Bütün varlıkların yaratıcısı, mâlik ve sahibi Allah olduğuna ve esasen müşrikler de buna inandıklarına göre, bu varlıklar içinde yükümlü tutulanları yani insanları hesaba çekme yetkisi de O’na ait bulunduğu için âyette, kesin olarak vuku bulacak olan kıyamet gününde Allah’ın muhakkak surette insanları hesaba çekmek üzere bir araya toplayacağı bildirilmiştir. Burada ayrıca, bir bakıma varlıkların mebdei (başlangıcı) ve meâdıyla (âkıbeti) ilgili iki bölümün arasına “O kendi üzerine (kulları için) rahmeti yazmıştır” şeklinde bir kayıt konulması özellikle ilgi çekicidir. Bu suretle sanki insanlara şöyle bir uyarıda bulunulmuştur: Diğer bütün varlıklar gibi sizi de Allah yarattı; kıyamet vuku bulup da O’nun huzurunda hesap vermek için toplanmadan önce, hayatta iken Allah’ın kesin olan rahmetinden yararlanmaya bakınız; inanıp hayırlı işler yapınız; bu geniş rahmete nâil olmak için günahlarınızdan tövbe ediniz. Açık seçik delillere rağmen, müşriklerin yaptığı gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerini yalanlamak için türlü bahaneler ileri sürmek yerine, Allah’ın rahmetinin üzerinizdeki eserlerinden olan aklınızı kullanarak Hz. Peygamber’in doğruluğunu tasdik ediniz. Bunun aksine, geçici menfaatlerine, mânasız inatlarına ve benlik iddialarına kapılarak gerçeği kabule yanaşmayanlar, böylece kendilerini ziyana sokanlar artık iman etmekten de mahrum kalırlar ve sonuçta Allah’ın çok geniş olan rahmetinden yararlanma fırsatını kaçırmış, kendi kendilerine yazık etmiş olurlar.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 382-383 

Riyazus Salihin, 420 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında arşın üstünde bulunan kitabına, “Rahmetim gerçekten gadabıma gâlibtir” diye yazmıştır.”
Bir rivâyette (Buhârî, Bed’ü’l-halk 1) “Rahmetim gadabıma üstün geldi”; bir başka rivayette de (Buhârî, Tevhid 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 15) “Rahmetim gadabımı aştı“ ifadeleri yer almıştır.
Buhârî, Tevhîd 15, 22, 28, 55, Bed’ü’l-halk 1; Müslim, Tevbe l4-l6. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 35

Riyazus Salihin, 421 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinle-dim” demiştir:
“Allah, rahmetini yüz parçaya ayırmıştır. Doksan dokuz parçasını kendi katında alıkoymuş, birini yeryüzüne indirmiştir. İşte varlıklar bu bir parça rahmet sebebiyle biribirlerine acırlar. Hatta hayvanlar, yavrusunun üzerine basacağı endişesiyle ayağını çekip kaldırır.”
Bir başka rivâyette (Müslim, Tevbe 19) şöyle buyurulmuştur:
“Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. Onlar bu sebeple birbirlerini sever ve birbirlerine acırlar. Yabani hayvan yavrusuna bu sebeple şefkat gösterir. Allah, o doksan dokuz rahmeti kıyamet günü kullarına merhamet etmek için yanında alıkoymuştur.”
Buhârî, Edeb 19; Müslim, Tevbe 17, 19. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 35
 

قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَنْ  istifham ismi  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la   السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

   قُلْ لِلّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  لِلّٰهِ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri önceki cümlenin delaletiyle  مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  şeklindedir.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ 

 

كَتَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

عَلٰى نَفْسِهِ  car mecruru  كَتَبَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الرَّحْمَةَ  kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

 لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ 

 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  يَجْمَعَنَّكُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  يَجْمَعَنَّكُمْ  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesi  يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ’in hali olarak mahallen mansubtur.

Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l hal” veya “sahibu’l hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  harfi, cinsini nefyeden olumsuzluktur. İsmini nasb haberini ref eder.  

رَيْبَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubtur.  ف۪يهِ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. 

 

 اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَسِرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

خَسِرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  zaiddir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek rubâi mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır.  قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi  لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham, gerçek manada soru olmayıp, ikaz ve azarlama manasına geldiğinden cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

İstifham, takrir manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Burada takrir ile mananın lâzımı kastedilmiştir. Bu da müşriklerin azarlanması ve onların şirk inançlarının geçersizliğini ikrar etmeleridir. (Âşûr)

Ayette geçen, "Deki: "Göklerde ve yerde olan herşey kimin?" cümlesi bir sorudur; "De ki: "Allah'ındır" ifadesi de bir cevaptır. Allah, peygamberine önce soru sormasını emretmiş, sonra da bu şekilde cevap vermesini söylemiştir. Bu cevap, hiçbir münkirin inkâr edemeyeceği ve hiçbir müdafinin savunamayacağı (karşı çıkamayacağı) şekilde, son derece açık olduğu zaman, güzel ve yerinde olur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mecrur mahaldeki istifham ismi, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ   bu mahzuf sılaya müteallıktır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

”De ki: Göklerde ve yerde olan kimindir?” sorusuyla surenin başına dönülmüştür. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Soru, azarlama manasında gelmiştir. Maksat muhatabı düşünmeye sevk etmektir.

مَا  ism-i mevsûlu Allah indinde bütün mahlukatın akılsız hükmünde olduğuna tariz için gelmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

  قُلْ لِلّٰهِۜ 

 

 Beyanî istînâf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لِلّٰهِۜ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri; önceki cümlenin delaletiyle  مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  (yeryüzü ve gökyüzünde olan şeyler) şeklindedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı  vardır.  

لِلّٰهِۜ  kelimesindeki  لِ  harf-i ceri mülkiyet manasındadır. (Âşûr)

 

 كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Âşûr bu cümlenin itiraziyye olduğunu söylemiştir. Cümlede önemine binaen car-mecrur mef’ûle takdim edilmiştir.

 نَفْسِهِ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نَفْسِ , şan ve şeref kazanmıştır. Bu ifadede tecrîd sanatı vardır. 

Müminleri müjdelemek ve müşrikleri tehdit etmeye tariz için Allah’ın rahmeti zikredilmiştir. (Âşûr)

كَتَبَ  fiili burada ‘irade etti’ anlamındadır.

كَتَبَ  fiili Allah’ın iradesi manasında kullanılmıştır. Rahmetini bizzat kendisi için sıfat olarak kullanmıştır. Bu sıfat; zaman ve cihet açısından hususi olsa da  mahlukatıyla alakalı sabit ve değişmez bir sıfattır. Bunun sabit oluşu bağlayıcılık açısından iradesine benzetilmiştir. Bu mana için  كَتَبَ  fiili istiare edilmiştir. Bu fiil aslında zorunluluk, yükümlülük ifade eder. Karine, makamın ilahi olması veya bunu kendisine gerekli kılmasıdır. Çünkü kişi kendisini bir şeye mecbur kılmaz. Sadece tercih ederek yapar. Ancak başkalarını bir şeye zorlar, mecbur bırakır. 

Bundan maksat yazılı, zorunlu bir emir gibi yerine getirilmesidir. Çünkü insanlar bir vaadi veya anlaşmayı tekid etmek istediklerinde onu yazarlar. (Âşûr)

Alimler bu ayette geçen "rahmet" kelimesi ile ne kastedildiği hususunda ihtilaf etmişler, bazıları: "Bu rahmet, Allah Teâlâ'nın ömürleri boyunca onlara mühlet verip, onlar üzerinden "köklerini kazıma" azabını kaldırıp, onlara bu dünyada peşin ceza vermemesidir" demişlerdir. Bundan muradın, "Allah, peygamberlerini tekzib etmeyi bırakıp tövbe eden, o peygamberleri tasdik eden ve şeriatlarını kabul eden kimseler için, rahmeti kendisine yazıp farz kıldı" manası olması da söylenmiştir. Selman (ra)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratınca, yüz tane de rahmet yaratmıştır. Her bir rahmet gök ile yer arasını dolduracak kadardır. Allah'ın kendi katında doksan dokuz rahmeti vardır. Allah, mahlukatı arasında rahmetin bir cüzünü paylaştırmıştır ki bu rahmet sayesinde mahlukat birbirine şefkat ve merhamet eder. Bunun en sonunda arta kalanını da sadece müttakilere vermiştir." (Fahreddin er-Râzî)

 

لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ 

 

Ayetin bu cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لَيَجْمَعَنَّكُمْ  ibaresindeki  لَ  mukadder kasemin cevabının başında gelen bir harftir. Bu ibarede 3 tane tekid vardır. 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen rabıta veya fasihadır. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette geçen, "De ki: "Göklerde ve yerde olan her şey kimindir?" De ki: "Allah'ındır." sözü, gaib sıygası ile gelmiş bir ifadedir. "(O), hepinizi kıyamet gününde toplayacaktır" cümlesi ise muhatap sıygası bulunan bir sözdür. Bu iki cümlenin bu şekilde getirilmelerindeki gaye, tehdid-i ilâhiyi kuvvetlendirmek içindir. Sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Sizler, göklerde ve yerde olan herşeyin Allah'a ait ve O'nun mülkü olduğunu, hakim olan melik'in idare ettiği kimselerin işini ihmal etmeyeceğini, hikmeti açısından, kendisine itaat edenle isyan edeni, hizmetine koşan ile yüz çevireni eşit tutmasının caiz olmayacağını anlayınca, keşke O'nun, kıyameti ikame edeceğini, bütün mahlukatı huzurunda toplayıp hepsini hesaba çekileceğini de anlasaydınız.” (Fahreddin er-Râzî)

Kasem lamı ve tekid nûnunun gelmesi tehdidin gerçekleşeceğini ifade etmek içindir. Toplamaktan murad tüm insanların tek tek ve cüzler halinde ayrı ayrı olanların toplanmasıdır.  اِلٰى  harf-i ceri ile gelmesi ‘sevk etme’ manası içindir. (Âşûr)

وَ ’sız gelen hal cümlesi   يَوْمِ الْقِيٰمَةِ  , لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ ’nin halidir. Cinsini  nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا , ف۪يهِۜ ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ  ibaresinde nefy cins  لَا ‘sı dolayısıyla şüphenin her çeşidi nefyedilmiştir.

“Kıyamet gününde” şeklinde  في  harf-i ceri ile değil de [Kıyamet gününe] şeklinde  اِلٰى  harf-i cerinin gelmesinde istiare-i tebeiyye vardır. İki manaya gelir:

 1- O, sizi ölümde veya kabirlerinizde Kıyamet gününe kadar toplar, demektir.

 2- O, sizi kıyamet gününe ulaştırıp toplayacak, o günde sizi bir araya getirmek suretiyle, sizinle o günü birbirine kavuşturacaktır. َ اِلٰى  intihâ-i gaye harfiyle Hz. Âdem’den, belki daha öncesinden kıyamete kadar gelip geçenleri toprak altında cem edip biriktirdiğini, bir gün sıranın size de geleceğini belirten bir tarizdir. Zamanın uzaması sizi aldatmasın, Allah imhal eder ihmal etmez, demektir. Allah sizi kıyamet gününde cem edecektir; Vasıtalı kinayedir. Sizi cem edecek, mizanda hesaplarınızı tartacak, ona göre mükafat veya cezanızı verecektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

Sonra, bakıp incelemeyi ihmal etmelerine ve hiçbir şey yaratamayan ‘şey’leri O’na ortak koşmalarına karşı, “hakkında şüphe olmayan kıyamet günü hepinizi mutlaka bir araya getirecek ve şirkinizden dolayı sizi cezalandıracaktır”, sözüyle onları tehdit etmiştir. (Keşşâf) 

Bu ayette de Hak Teâlâ, kendi hükmüne ve hikmetine uygun düşenin, gelmiş geçmiş herkesi kıyamet meydanında toplamak olduğunu beyan etmiştir. Şüphe yok ki bu, şiddetli bir tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)

اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası  خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ‘dur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesinin manası tüccarın sermayesini zayi etmesi gibi kendilerini zayi etmeleridir. Hüsran; fayda sağlaması gereken şeyi kaybetmek manasında müsteardır. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Sılası  خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Faide-i haber talebî kelam olan  فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, haberidir. Cümleye dahil olan فَ  zaiddir. Tekid ifade eder.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesindeki  فَ  harfi tefrî’ ve sebep içindir. (Âşûr)

Son cümlede  كُمْ (siz) zamirinden  هُمْ (onlar) zamirine dönüldüğü için iltifat vardır.

 اَنْفُسَهُمْ - نَفْسِهِ  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

خَسِرُٓوا - يُؤْمِنُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Bu kelam, şart ile cevabı gibidir. Yani onların iman etmemeleri, hüsranları sebebiyledir. Zira hislere, vehme uymak, taklide dalmak ve tefekkür etmede gafil davranmak, onların küfürde ısrar ve imandan uzaklaşmalarına sebep olmuştur.

Bu cümle, daha önce geçen " قُلْ / De ki:" emrine dahil olmayıp onların halini kınamak için doğrudan doğruya Allah Teâlâ tarafından ifade buyurulmuş bir tezyîl mahiyetindedir. (Ebussuûd)
En'âm Sûresi 13. Ayet

وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...


Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا her şey
2 سَكَنَ barınan س ك ن
3 فِي
4 اللَّيْلِ gecede ل ي ل
5 وَالنَّهَارِ ve gündüzde ن ه ر
6 وَهُوَ e O
7 السَّمِيعُ işitendir س م ع
8 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

Bu âyette de Allah’ın hükümranlığı teyit edilerek göklerde ve yerde bulunanlar gibi gece ile gündüzde barınan her şeyin yani bütün zaman kategorisine giren varlıkların da Allah’ın mülkünden olduğu; Allah’ın, ister gecenin karanlığında, ister gündüzün aydınlığında olsun, her varlığı, her olup biteni kesin olarak duyup bildiği ifade edilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 383 

وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

İsm-i mevsûlun sılası  سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

سَكَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

فِي الَّيْلِ  car mecruru  سَكَنَ  fiiline müteallıktır.

فِي  harf-i ceri mecruruna, mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada zaman zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّهَارِ  kelimesi, atıf harfi  وَ ’la  الَّيْلِ ’ye matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ise ikinci haberdir. 

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Cer mecrurun takdimi hasr içindir. (Âşûr)

Müşterek ismi mevsûl   مَا , muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekme ve tazim amacına matuftur.

الَّيْلِ - النَّهَارِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

فِي  harf-i ceri zaman zarfı içindir. (Âşûr)

الَّيْلِ ; zikir için tahsis edilmiştir. Çünkü bu vakitte olanın gizliliği çoktur.  النَّهَارِۜ  ise kapsamı genişletmek için geceye atfedilmiştir. Böylece, gece zikredilince ehemmiyeti dolayısıyla gecede saklı olan şeyleri bilmenin kastedildiği ve gündüz olanları bilmenin kastedilmediği anlaşılmasın diye gündüz de zikredilmiştir. (Âşûr)

 

 وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

و  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. السَّم۪يعُ  birinci haber,  الْعَل۪يمُۜ  ikinci haberdir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, S. 218) , isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ'dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C.4, S. 24) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُۜ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.  

Sıfat-ı müşebbehe sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ  Bu iki kelime mübalağa sıygalarındandır. Manası: ‘’Al­lah'ın işitmesi ve bilgisi her şeyi kuşatmıştır’’, demektir. (Sâbûnî)

Ve O, Semi' ve Alîm’dir: Bütün duyulanları tamamıyla işitir ve her şeyi tamamıyla bilir. O'ndan gizli kalacak ne bir söz vardır, ne de bir fiil. Şu halde öfkeden önce, rahmeti kendine yazmış ve bundan dolayı rahmeti, öfkesini geçmiş olan Allah'tan başlangıç olarak öfke, gazap gelmiyor diye, sonuç olarak da gelmez, nefislerin kötü kullanılmasının hiç sorumluluğu olmaz sanıp da nefislere zarar vermemeli, ahirete inanmalı ve o gün için çalışmalıdır. (Elmalılı)

Ayet, Allah Teâlâ'nın iki sıfatının zikriyle  السَّمِيعُ الْعَلِيمُ  şeklinde bitmiştir. Bunun sebebi, ayet-i kerimede işitilecek ve bilinecek şeylerin zikredilmiş olmasıdır. İnatlaşma ve muhalefet içinde olanlar söz ya da eylemle müdahalede bulunuyorlardı. Dolayısıyla ayet bu iki yüce sıfatla sona ermiştir.
En'âm Sûresi 14. Ayet

قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ...


De ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim.” De ki: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma (denildi).”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَغَيْرَ başkasını mı? غ ي ر
3 اللَّهِ Allah’tan
4 أَتَّخِذُ edineyim ا خ ذ
5 وَلِيًّا dost و ل ي
6 فَاطِرِ yoktan var eden ف ط ر
7 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
8 وَالْأَرْضِ ve yeri ا ر ض
9 وَهُوَ ve kendisi
10 يُطْعِمُ besleyen ط ع م
11 وَلَا
12 يُطْعَمُ fakat beslenmeyen ط ع م
13 قُلْ de ki ق و ل
14 إِنِّي bana
15 أُمِرْتُ emrerdildi ا م ر
16 أَنْ
17 أَكُونَ olmam ك و ن
18 أَوَّلَ ilki ا و ل
19 مَنْ olanların
20 أَسْلَمَ İslam س ل م
21 وَلَا ve sakın
22 تَكُونَنَّ olma ك و ن
23 مِنَ
24 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlardan ش ر ك

“Dost” diye çevirdiğimiz velî ve “yoktan var eden” diye çevirdiğimiz fâtır, esmâ-i hüsnâdan olup ilki Allah’ın yönetici, yardımcı ve dost olduğunu; ikincisi de yapıp yaratan, yokluktan varlık sahnesine çıkaran olduğunu ifade eder. Bu âyette yüce Allah kısaca “yediren ama yedirilmekten münezzeh olan” şeklinde tavsif edilerek bütün varlıkların rızıklarını, ihtiyaçlarını karşılarken kendisinin yedirilmekten, ihtiyaçtan münezzeh olduğu ifade buyurulmuştur. Çünkü bütün uydurma tanrılar aslında birer hiç olup kendi bağlılarınca beslendikleri, desteklendikleri, büyültüldükleri, ululandıkları halde beslenmeye muhtaç olmayan, her şeye kendisi değer kazandırıp hiçbir kimsenin ve hiçbir şeyin kendisine değer katmasına, destek vermesine muhtaç olmayan, dolayısıyla gerçek anlamıyla ulûhiyyete lâyık olan tek varlık O’dur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384

فطر Bu sözcük temelde uzunlamasına yarmak anamına gelir. إنْفَطَرَ uzunlamasına yarıldı demektir. فَطَرَ Hamuru yoğurup onu maylandırmadan hemen ekmek yapmaktır. Fıtrat sözcüğü de buradan gelir. فَطَرَ الّلهُ الْخَلْقَ Yüce Allah’ın bir şeyi yaratması ve onu herhangi bir fiili yapmaya muktedir bir hâle getirmesidir. فِطْرَةُ اللَّهِ sözü de Allah’ın insanda yerleştirdiği iman etmeye olan yetisidir. فِطْرٌ orucu bozmaktır. Yeri yarıp içinden çıkması sebebiyle mantara فُطْر denmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fıtrat, ifrat ve fitredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Hemze istifham harfidir.  غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda istisna harfidir.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

NOT: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya da kısımları bulunan müfret bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfret: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

NOT: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

غَيْرَ  nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre  اِلَّا  gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır. Burada mef’ûlun bih olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mekulü’l-kavli,  اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ ‘dir.  اَتَّخِذُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdir  انا ’dir.

وَلِياًّ  ikinci mefûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.

Bu ayette  اَتَّخِذُ  fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü de açıkça almıştır. Ayrıca kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاطِرِ  kelimesi lafza-i celâlden bedeldir.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُطْعِمُ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l hal” veya “sahibu’l hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal, sahibu’l hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1) Müfred olan hal (Müştak veya camid)  2) Cümle olan hal (İsim veya fiil)  3) Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يُطْعَمُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُطْعَمُ  merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

يُطْعَمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’âl babındandır. Sülâsîsi  طعم ‘dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

  

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اُمِرْتُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اُمِرْتُ  sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  ب  harf-i ceri ile birlikte  اُمِرْتُ  fiiline müteallıktır.  اَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir.

اَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdir  انا ’dir.  اَوَّلَ  kelimesi  اَكُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسْلَمَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَسْلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

لَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi mukadder sözün mekulü’l kavlidir. Takdiri;  قيل لي : لا تكوننّ  (Bana ‘’sakın olma’’ denildi.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُونَنَّ  fetha üzere mebni nakıs muzari fiildir. Fiilin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  تَكُونَنَّ ’nin ismi müstetir olup takdiri  أنت dir.

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ba’z (yani bir kısmı) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِياًّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ 

 

Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Söylenen sözün önemi sebebiyle  قُلْ  emri tekrar edilmiştir. (Âşûr)

Mekulü’l-kavl cümlesi … اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ  ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Kınama ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham inkâr içindir. Birinci mef’ûl, istifhama yakın olması için  اَتَّخِذُ  fiili ve failine takdim edilmiştir. (Âşûr)

"De ki: Allah'tan başkasını mı ben veli (tanrı) edinecekmişim?" buyurmuştur. Bil ki Allah Teâlâ, Allah'tan başkasını mı ben veli edinecekmişim?" denilmesi ile, Allah'tan başkasını veli edinir miyim?" denilmesi arasında bir fark bulunduğunu göstermiştir. Çünkü istifham-ı inkâri (menfi manayı tekid için gelen soru), veli edinme hususunda değil, Allah'tan başkasını veli edinme hususundadır. Halbuki sen onların, daha ehem olanı, daha az ehem olana takdim ettiklerini biliyorsun. O halde, Cenab-ı Hakk'ın ["Allah'tan başkasını mı ben Tanrı edinecekmişim!"] buyruğu, ikinci ibareden daha evla olur. Bunun bir benzeri de, ["Siz, ey cahiller, bana Allah'tan başkasına mı tapmamı emrediyorsunuz?"] (Zümer, 64) ayetiyle, ["Allah mı size izin verdi?"] (Yunus, 59) ayetleridir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez.

Bu ayetteki inkârî istifhâm “Allah dışında veli edinilebilecek şey var mıdır? Akıllı bir kişi böyle yapar mı? Bundan daha büyük bir körlük ve cahillik olabilir mi? manalarındadır. Eğer ayet  ''قُلْ اَتَّخِذُ  اَغَيْرَ اللّٰهِ وَلِياًّ '' şeklinde gelseydi, inkâr sadece fiilin gerçekleşmesine yönelik olurdu ve bu manaları ifade etmezdi. Hemze; inkârî istifham içindir ve ondan sonra gelen kelime de inkâr mahallindedir; yani inkâr edilen şeydir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zemde mübalağa, mantık yollu kelam olduğu söylenebilir.

غَيْرَ اللّٰهِ  ibaresi inkâr makamında olduğu için takdim edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi).

غَيْرَ  kelimesi ism-i celâle muzâftır. Allah’tan başka her şey manasında umumi bir ifadedir. Allah manası mef’ûlun lafzından anlaşılır. Allah’ı dost edinmeyi inkâr etmeyi ifade eder. Çünkü Allah’tan başkasını dost edinmeyince geriye sadece  Allah’ı dost edinmek kalır. Bu terkip kasr manasındadır. (Âşûr)  

غَيْرَ istisna harfidir. Mana [Allah’ın dışında] şeklindedir.

غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti  غَيْرَ ’nın tahkiri içindir.

Mefûl olan  وَلِياًّ  ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

الوَلِيُّ  kelimesi yardım eden ve yöneten demektir. İlim ve kudret manası vardır.

(Âşûr)

فَاطِرِ  lafza-i celâlden bedeldir.

Müspet isim cümlesi formunda gelen cümle  وَهُوَ يُطْعِمُ , haldir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca istimrar ifade eder. 

Hal cümleleri ve bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

Tezat sebebiyle makabline matuf olan  وَلَا يُطْعَمُۜ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları,   

 يُطْعِمُ - لَا يُطْعَمُۜ  fiilleri arasında ise tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca bu cümleler arasında mukabele sanatı vardır.

 وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ  yani, [herkesi rızıklandıran ama hiç kimse tarafından rızıklandırılmayan] demektir. Mana, “bütün menfaatler O’nun katındandır ve bunlardan O’nun faydalanması söz konusu değildir.” şeklindedir. (Keşşâf)

Burada yemeğin zikredilmesi, ona şiddetle ihtiyaç duyulduğu yahut rızıklandırılana en çok ulaşan şey o olduğu içindir. (Ebussuûd)  

فَاطِرْ  kelimesi,  فَطْر  kökünden ism-i faildir ki,  فِطْرَة  bunun bina-i nev'i veya hasıl-ı masdarıdır. Fıtrat, bir öncül ilim ile takdir etmek manasını da içine almış olan خَلْق (yaratma) anlamının ikinci cüzüdür. Ve bu itibar iledir ki, yaratmak (خَلْق) ve (خِلْقَة) yaratılış,  فَطْر  ve  فِطْرَة  eş anlamlı olarak kullanılır. Yoktan yaratılış böyle olduğu gibi, bir asli maddeden yaratılış da böyledir. Bir maddeden diğer bir cismin, bir varlığın ortaya çıkması ilk önce böyle bir yarılma ile başlar. Bir yarılma ki, hem önceki maddeyi, hem de fezayı yarmıştır. Bir varlıktan, diğer bir varlığın kopması; bir tohumdan bir çimenin çıkması; bir hücreden bir hücrenin doğması hep bir yarılmadır. Bu yarılma, önceki maddeye göre bir yıkım ve bozulma, fakat ondan çıkan yeni varlığa göre de bir ıslah yarılması ve varlıktır. İlk yokluğu yarıp maddeyi çıkarışta ise hiçbir bozma manası yoktur. O, sırf iyi olan bir ayırmadır. İşte ilk önce mekanlıkta açık olan bu mana dolayısıyla, herhangi bir şeyin madde ile gerek geçmiş olsun ve gerek olmasın bilfiil olan ilk icat ve var etmeye  فَطْر ve ilk varlığına ait durumuna  فِطْرَة adı verilmiştir ki, bu fıtratın devamı içindeki uyuma da “tabiat” ismi verilir. Bunun için fıtrat, tabiattan öncedir. Tabiatın manası, fıtrat halinin devamı ve tekrarı mertebesinden başlayan bir uydusudur. (Elmalılı)

 

 قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Muhatap Hz. Peygamberdir. 

Mekulü’l-kavl cümlesi …اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ  ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin müsnedi olan  اُمِرْتُ  fiili meçhul mazi fiil sıygasında gelerek fiile dikkat çekilmiştir. Müsned konumundaki mazi fiil hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ  ve  اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ  cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen  ب  harfi ile birlikte  اُمِرْتُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûl  كاَنَ , مَنْ ’nin haberi olan  اَوَّلَ  ’nin muzâfun ileyhidir. Müsnedin izafetle gelmesi veciz anlatım amacına matuftur. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

İlk müslüman olandan maksat İslam’a çağrılanlar arasından Müslüman olan kişi olduğu gibi İslamda kuvvet ve imkândan kinaye olması da caizdir. (Âşûr)

Ayetin son cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

مِنَ  harf-i ceri teb’iz içindir. Yani ‘ortak koşanlardan bir kısmı’ manasındadır. (Âşûr)

اَكُونَ - لَا تَكُونَنَّ  fiilleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ  cümlesiyle  لَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَسْلَمَ - الْمُشْرِك۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette mezheb-i  kelâmî sanatı vardır. Allah’ın Peygamberi ondan başka bir ilâhı kabul edemeyeceğini mantıkî bir çerçevede izah etmektedir.

Bu ayet-i kerimedeki iltifat vaîd/tehdit ifade eder. Şirkten sakındırmak içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنّ۪ٓي  ‘deki mütekellim zamirinden  تَكُونَنَّ  ‘deki muhatap zamirine iltifat yapılmıştır.

اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ  [Ben, O’na teslimiyet gösterenlerin ilki olmakla emrolundum…] Müslümanların ilki Peygamber (sav), Müslümanlık konusunda da ümmetinin en önde olanıdır. (Keşşâf)

En'âm Sûresi 15. Ayet

قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ  ...


De ki: “Ben Rabbime isyan edersem gerçekten, büyük bir günün (kıyamet gününün) azabından korkarım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنِّي şüphesiz ben
3 أَخَافُ korkarım خ و ف
4 إِنْ eğer
5 عَصَيْتُ isyan edersem ع ص ي
6 رَبِّي Rabbime ر ب ب
7 عَذَابَ azabından ع ذ ب
8 يَوْمٍ bir günün ي و م
9 عَظِيمٍ büyük ع ظ م

“Büyük gün”den maksat âhiret günüdür. Âyete göre Hz. Peygamber bile tebliğ ettiği dinin hükümlerinden istisna edilmiş değildir. Aksine günah işleyen –farzımuhal– bizzat peygamber bile olsa, o da âhirette günahının cezasını çekecektir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384

قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  اِنّ۪ٓي اَخَافُ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اَخَافُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. 

Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar, yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ْاِن kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَصَيْتُ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

رَبّ۪ي  mef’ûlun bihtir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَذَابَ  kelimesi  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَظ۪يمٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘in sıfatıdır.

قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ

 

Cümle, fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Bu öncesindeki manayı tekrar eden istînâf cümlesidir. Bu mana; şirk koşan kişiyi ceza ile tehdit, şirki terk edene de rahmet vaadi arasındaki ortak hedefte bir derecelendirmedir. (Âşûr)

Mekulü’l-kavl cümlesi …اِنّ۪ٓي اَخَافُ  ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnet konumundaki mazi fiil hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

 اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelmiş, şart üslubunda haberî isnaddır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  نالني العذاب  (Bana azap gelir.) şeklindedir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  عَصَيْتُ , رَبّ۪ي  fiilinin,  عَذَابَ  ise  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlüdür.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

يَوْمٍ عَظ۪يمٍ  sıfat tamlamasıdır.  عَذَابَ يَوْمٍ  ibaresinde, mecazî isnad vardır.

Beyzâvî ayeti şu şekilde tefsir eder: “Bu ayet onların umutlarını kesmek için mübalağa ifade ettiği gibi, onların azabı hak eden asiler olduğuna da tarizde bulunmaktadır.  (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanış) 

İsm-i celâlden  رَبّ۪ي  sözüne geçilmesinde Allaha isyanın çirkinliğine ima vardır.  

Çünkü O, onun Rabbidir, nasıl olur da O'na isyan edebilir? (Âşûr)

Bu itibarla, azabın büyüklüğünden kinaye olarak azabın azim güne izafe edilmesi güzel olmuştur. Çünkü azim günün azameti, örfen o günde olanların  büyüklüğünü gerektirir. (Âşûr)

إنِّيَ أخافُ إنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذابَ يَوْمٍ عَظِيم  ifadesinden maksat, aksi manayı ispat etmektir. Sanki: "Umarım ki O’na itaat edersem, Rabbim bana merhamet eder, çünkü kimden azap kaldırılırsa, ona merhamet edilir" demiş gibidir. (Âşûr)

En'âm Sûresi 16. Ayet

مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ  ...


(O günün azabı) kimden savuşturulursa, gerçekten (Allah) ona acımıştır. İşte bu apaçık kurtuluştur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 يُصْرَفْ çevrilip savılırsa ص ر ف
3 عَنْهُ ondan (azabdan)
4 يَوْمَئِذٍ o gün
5 فَقَدْ gerçekten
6 رَحِمَهُ (Allah) ona acımıştır ر ح م
7 وَذَٰلِكَ işte budur
8 الْفَوْزُ başarı ف و ز
9 الْمُبِينُ apaçık ب ي ن

Âhirette azaptan kurtulan kimse rahmet-i ilâhiyyeye nâil olacaktır. Kuşkusuz insan için bundan daha büyük bir kurtuluş yoktur; çünkü ebedî hayattaki mutluluğu bu şekildeki bir kurtuluşa bağlıdır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384 

مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ

 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُصْرَفْ  şart fiilidir. Meçhul mebni meczum muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَنْهُ  car mecruru  يُصْرَفْ  fiiline müteallıktır. 

يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  يُصْرَفْ  fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

رَحِمَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

 وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ

 

İsim cümlesidir. İsaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfudur.  الْمُب۪ينُ  ise  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır.

الْمُب۪ينُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ

 

Cümle, istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ , mübtedadır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ  cümlesi şarttır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini etkiler.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  فَقَدْ رَحِمَهُۜ  cümlesi şartın cevabıdır.   فَ  karînesiyle gelen cümlede tahkik harfi  قَدْ , cümleyi tekid etmiştir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır ve  mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi ve muzari gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَن يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُ  sözü;  عَذَابَ  kelimesinin sıfatı olarak bir şart-ceza cümlesidir. (Âşûr)

إنِّيَ أخافُ إنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ  sözünden maksat, mukabili olan ‘’Eğer O’na itaat edersem Rabbimin bana merhamet edeceğini umuyorum’’ manasıdır. Çünkü azaptan uzaklaştırılan kişi rahmettedir. Bu mana mezheb-i kelamî üslubunda ifade edilmiştir. Bu üslupta medlûlun anlaşılması için delil zikredilir. Bu; bir çeşit kinaye ve bed’i’ bir üsluptur. (Âşûr)

 

وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ

 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle istînâfiyeye matuftur. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen o günün azabından kurtuluştur. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Ayetin sonunda da  ذٰلِكَ  şeklindeki işaret ismi gelmiştir. Bu; işaret edilenin manevi değerinin çok yüksek olduğunu gösterir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

الْفَوْزُ  kelimesindeki tarif, ahd-i ilmîdir.

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْمُب۪ينُ , tekid ve medih için gelmiştir. 

Ayet, mana olarak önceki ayetin mukabilidir.

ذٰلِكَ  işin mükâfat cihetinden neticesini belirlemek için gelmiştir.

Ve  مُبِين  kelimesi  belirmek, açık olmak, gözükmek, görünmek, ortaya çıkmak, meydana çıkmak, zuhur etmek, aşikâr olmak, belli olmak manasındaki  اَبانَ  fiilinden ism-i faildir.(Âşûr)

Bu cümle, istinafî olup azabın korkunçluğunu tekid eder. (Ebüssuûd)
En'âm Sûresi 17. Ayet

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Şayet Allah sana bir zarar dokundursa, bunu O’ndan başka giderecek yoktur. Fakat sana bir hayır dokunduracak olsa onu da kimse gideremez. Bil ki O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 يَمْسَسْكَ sana dokundursa م س س
3 اللَّهُ Allah
4 بِضُرٍّ bir zarar ض ر ر
5 فَلَا yoktur
6 كَاشِفَ açacak ك ش ف
7 لَهُ onu
8 إِلَّا başka
9 هُوَ kendisinden
10 وَإِنْ ve eğer
11 يَمْسَسْكَ sana dokundursa م س س
12 بِخَيْرٍ bir hayır خ ي ر
13 فَهُوَ kuşkusuz O
14 عَلَىٰ
15 كُلِّ her ك ل ل
16 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
17 قَدِيرٌ yapabilendir ق د ر

Hayır ve şerrin Allah’tan olduğu şeklindeki Ehl-i sünnet itikadını destekleyen bu âyetlere göre hastalık, yoksulluk gibi insanlara elem veren ve istenmeyen durumlar da sağlık ve zenginlik gibi arzu edilen durumlar da Allah’ın kudret elinde olup Allah bir kimseye bunlardan birini veya ötekini takdir ederse bunu önleyecek, takdire karşı koyabilecek hiçbir güç yoktur. Allah’tan gelebilecek zararı da faydayı da ancak dilerse yine kendisi önler. İnsanlar ne dilerse dilesin, sonunda yine O’nun dilediği olur. O’nun her şeye gücü yeter ve O kulları üzerinde tam bir hâkimiyete, karşı konulamaz bir kudrete sahiptir. Ayrıca O, tam bir hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olduğu için kimlerin fayda veya zarara müstahak olduğunu bilir; herkesin her halinden haberi olur ve hakîm olmasının bir sonucu olarak herkese, haline münasip ne ise onu verir, dolayısıyla hiç kimseye haksızlık etmez.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384-385

Riyazus Salihin, 63 Nolu Hadis
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın 
(rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.) Tirmizî, Kıyâmet 59
Tirmizî dışında bir rivayette de (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 307) şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın emir ve yasaklarını gözet, O’nu önünde bulursun. Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmakla) sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni tanısın. Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de seni atlayıp (başkalarına) gitmez. Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle, kolaylık da zorlukla birliktedir.”
 

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَمْسَسْكَ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, muahhar fail olup lafzen merfûdur.  بِضُرٍّ  car mecruru  يَمْسَسْكَ  fiiline müteallıktır.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ْ”اِنْ” kullanılır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  كَاشِفَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  لَهُٓ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

Şart ve cevap fiilleri mazi ve muzari gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا  istisna edatıdır.  هُوَ  munfasıl zamiri  لَا ‘nın isminden bedeldir. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

NOT: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.), c) Ya da kısımları bulunan müfret bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfret: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

NOT: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَمْسَسْكَ  meczum muzari fiildir. 

Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِخَيْرٍ  car mecruru  يَمْسَسْكَ  fiiline müteallıktır.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  car mecruru  قَد۪يرٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  قَد۪يرٌ  ise haberdir.

Şart ve cevap fiilleri mazi ve muzari gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Burada istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnad olan cümlede  يَمْسَسْكَ  şart fiilidir. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ  ise cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.

Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا ’nın haberi mahzuftur.  لَا , هُوَۜ ‘nın isminden bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.

Nefy  harfi  لَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasrla cümle tekid edilmiştir. Kasr,  لَا ’nın ismiyle bedel arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani ‘Sadece kâşif olan odur, başka kâşif yoktur’ demektir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber talebî kelamdır.

 

وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

Önceki şart cümlesine matuf, şart üslubunda haberî isnad olan cümlede  يَمْسَسْكَ  şart fiilidir. 

Cevap cümlesi   فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ , sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.Takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur.  قَد۪يرٌ  ifadesi maksûr,  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ   ise maksûrun aleyhdir.

شَيْءٍ deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. 

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelirler.

Allah Teâlâ, zarar ve hayrın dokundurulmasından bahsetmiş fakat zararı (belayı), hayırdan şu iki şey ile ayırmıştır:

a) O, zararı hayırdan önce zikretmiştir ki bu, her zararın peşinden mutlaka bir hayır ve selametin gerçekleşeceğine delalet eder.

b) O, zararın (belanın) dokundurulması ile ilgili olarak, "zararı O’ndan başka giderecek yoktur" buyururken, hayrın dokundurulması ile ilgili olarak "(Bil ki) O, her şeye hakkıyla kādirdir" buyurmuştur. Böylece hayır hususunda, kendisinin her şeye kādir olduğunu ortaya koymuştur ki bu, Allah'ın insanlara hayrı vermeyi dilemesinin, zararı ulaştırmayı dilemesinden daha çok ve fazla olduğunu göstermektedir. Bütün bunlar, Allah'ın iradesinin daha çok rahmet tarafında bulunduğuna delalet etmektedir. Nitekim O (bir hadîs-i kutsîde), سَبَقَتْ رَحْمَتِى غَضَبِى "Rahmetim, gazabımı geçmiştir" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî

المَسُّ ; aslında elini bir şeyin üzerine koymak demektir. Bu, el yerine başka bir şey de olabilir. Bir şeyi başka bir şeye ulaştırmak manasında mecaz olarak kullanılır ve ulaştırmak manasında müstear olur. Çoğunlukla müstear olduğu alet de bununla birlikte zikredilir. Bu kelime de burada olduğu gibi  ب  harfiyle gelir. Böylece biri fiilde biri harfte olmak üzere iki istiare bir arada olur. Araf Sûresi’nde de böyle bir ayet vardır: ولا تَمَسُّوها بِسُوءٍ [Ona bir kötülük etmeyin.] (Araf/57) Mana şöyledir: Allah sana bir kötülük veya zarar ulaştırırsa…(Âşûr)

إنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ  cümlesi وإنْ يَمْسَسْكَ اللَّهُ بِضُرٍّ  cümlesinin daha umumi olarak mukabilidir. Çünkü hayır menfaati de kapsar ki mukabil olarak zikredilmesi için daha uygundur ve hoşlanılmayan ürkülen şeylerden de kurtulmayı da ifade eder. Böylece zarardan daha umumi olduğuna işaret edilmiştir. (Âşûr) 

فَهُوَ عَلى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ  sözü şart için cevap olarak gelmiştir. Çünkü zikredilmiş cevabın ve mahzuf cevabın da illetidir. Takdir şöyledir: وإنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَلا مانِعَ لَهُ لِأنَّهُ عَلى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٍ في الضُّرِّ والنَّفْعِ (Size bir hayır dokundurursa O’na engel olacak bir şey yoktur. Çünkü O’nun ister hayır ister şer olsun her şeye gücü yeter) Bu umumi manayla arkadan gelen söze de bir hazırlık yapılmıştır. (Âşûr)

En'âm Sûresi 18. Ayet

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ  ...


O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O
2 الْقَاهِرُ tam hakimdir ق ه ر
3 فَوْقَ üstünde ف و ق
4 عِبَادِهِ kullarının ع ب د
5 وَهُوَ ve O
6 الْحَكِيمُ herşeyi yerli yerince yapan ح ك م
7 الْخَبِيرُ haber alandır خ ب ر

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

الْقَاهِرُ  haber olup lafzen merfûdur.  فَوْقَ  mekân zarfı,  الْقَاهِرُ ’ye müteallıktır.  عِبَادِهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْقَاهِرُ  kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.   الْحَكِيمُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْخَبِيرُ kelimesi mübtedanın ikinci haberidir. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 الْحَكِيمُ - الْخَبِيرُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formundaki cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

الْقَاهِرُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

قَاهِرُ ; hem galip gelme hem de boyun eğdirmek demektir.

فَوْقَ  zarfı القاهِرُ  kelimesine müteallıktır. Burada müstear olarak gelmiştir. Kahredenin hali; mağlubu yukarıdan alıp da çare bulamayan ve hareket edemeyen zalime benzetilmiştir. Eşsiz bir temsildir. Araf/127 de  وإنّا فَوْقَهم قاهِرُونَ  şeklindeki Firavun’un sözü de bunun gibidir. (Âşûr)

"الْقَاهِرُ " lafzı kudret ve kuvvetin tam ve mükemmel olduğunu, örtülü bir şekilde ifade etmektedir. Bu lafızdan sonra gelen lafız da Allah'ın  عِبَادِهِ (kullarının) lafzıdır. İşte bu lafız da başkasının mülkü olmayı ve kudreti altında bulunmayı örtülü bir şekilde ifade eder. Binaenaleyh, ayette bahsedilen "üstünde bulunma" ifadesini, cihet bakımından olan, üstünde bulunmaya değil de kudret bakımından üstünde bulunma manasına hamletmek gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

فَوْقَ عِبَادِهِ  "kullarının üstünde.." lafzı, bu kahr ve kuvvetin herkes hakkında umum ifade ettiğine delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

Kemâl sıfatları, kudret ve ilme tahsis edilmiştir. Kemâl ifade eden sıfatların hakikatinin kudret ve ilim sıfatları olduğu sabittir. Buna göre, ayetteki, "O, Kulların üstünde kahirdir" ifadesi, Allah'ın kudretinin kemâline; "...ve O, Hakîmdir, Habîrdir" ifadesi de, Allah'ın ilminin kemâline işarettir.  هُوَ الْقَاهِرُ  ifadesi "hasr" ifade eder ve manası da şu şekildedir: "Kudretin ve ilmin kemâliyle mevsuf olan, ancak Hak Subhanehu ve Teâlâ'dır." Buna göre, O'ndan başka kâmil varlık yoktur ve O'nun dışındaki her şey eksiktir. (Fahreddin er-Râzî)

Akıllı olarak yaratılanlara  العِبادُ  denir. Dolayısıyla hayvanlar için  عِبادُ اللَّهِ  denmez. Aslında  العِبادُ  kelimesi  عَبْدٍ  kelimesinin çoğuludur ve kullanım mahlukata mahsustur.  العَبِيدَ  kelimesi ise yine  عَبْدٍ kelimesinin çoğuludur ama memluk(sahip olunan, köle) manasına tahsis edilmiştir. (Âşûr)

 

وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ  

 

Cümle makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْحَكِيمُ , الْخَبِيرُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.

Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır ve aralarında muvazene sanatı vardır.

Bu iki sıfat, medih içindir.

Müsnedin marife olmasıyla tekid edilen cümle faide-i haber inkarî kelamdır.

وَهُوَ ‘lerde  ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

'’Ben kahirim'’ buyurmayıp zatından  َهو  ile bahsetmesi tecrîddir. 

الخَبِيرُ  kelimesi bilmek manasındaki müteaddi olan  خَبَرَ  fiilinden mübalağalı ism-i faildir. Bildiği ve denediği zaman, bu konuyu bildi manasında خَبَرَ الأمْرَ denir. Ona  الخَبَرِ  kelimesinden müştak denmesi, bir şey biliniyorsa ondan bahsetmek mümkün olduğu içindir. (Âşûr)
Günün Mesajı
Velî ve Fâtır Allah Teala'nın isimleridir. Veli; dost yardımcı yönetici yapılması için işlerin kendisine havale edildiği varlık demektir. Fâtır; yoktan var eden demektir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her insan doğru yol üzerine doğar. Gün gelir doğruyla yanlışın arasındaki farkı gördüğünde, önünde farklı yolların açıldığını farkeder. Artık kendi tercihleriyle hareket etme zamanıdır. Attığı adımlardan, aldığı kararlardan sorumludur. Kimisi tercihlerinden dolayı ana yoldan kopup gider, kimisi kopup gitmemek için yolun sonuna kadar mücadele eder.

Hayat uzayıp giden matematik denklemi gibidir. Yapılan her tercih, önemsenmeyen en ufak karar ve hareket illa ki bu denklemin sonucunu etkiler. Üstelik, asıl sonucu etkiledikleri gibi başka ihtimallerin de kapısını, ya açar ya da kapatır. Ve hepsi insanın karakterini, düşünme şeklini, duygularını ve karşısına çıkan ani ihtimaller karşısındaki tavrını şekillendirir.

Tercihlerinin sona ereceği güne ulaştığında, kimin yerinde olmak ister insan? Yaşadığı hayatta, sahip olduklarıyla elinden geleni yapan mı? Her fırsatta gerçeklerden kaçan mı? Allah katında yükselen mi? Zelil olan mı? Allah’ın rızasını kazanan mı? İki cihanını da kaybeden mi?

Tercihlerini haktan yana yapanlardan ve daima doğru yolda kalanlardan. Yeryüzünde dolaşıp ibret alanlardan. Tarihinin, topraklarının ve şehitlerinin değerini bilenlerden, hepsi için şükredenlerden, hepsine sahip çıkanlardan ve kaybetmekten Allah’a sığınanlardan olmak duasıyla.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji