بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَيُّ | hangi |
|
3 | شَيْءٍ | şey |
|
4 | أَكْبَرُ | daha büyüktür |
|
5 | شَهَادَةً | şahidlik bakımından |
|
6 | قُلِ | de ki |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | شَهِيدٌ | şahiddir |
|
9 | بَيْنِي | benimle |
|
10 | وَبَيْنَكُمْ | sizin aranızda |
|
11 | وَأُوحِيَ | ve vahyolundu |
|
12 | إِلَيَّ | bana |
|
13 | هَٰذَا | bu |
|
14 | الْقُرْانُ | Kur’an |
|
15 | لِأُنْذِرَكُمْ | sizi uyarayım |
|
16 | بِهِ | onunla |
|
17 | وَمَنْ | ve herkesi |
|
18 | بَلَغَ | ulaştığı |
|
19 | أَئِنَّكُمْ | siz |
|
20 | لَتَشْهَدُونَ | şahidlik ediyor musunuz? |
|
21 | أَنَّ | gerçekten |
|
22 | مَعَ | ile beraber |
|
23 | اللَّهِ | Allah |
|
24 | الِهَةً | tanrılar olduğuna |
|
25 | أُخْرَىٰ | başka |
|
26 | قُلْ | de ki |
|
27 | لَا |
|
|
28 | أَشْهَدُ | ben şahidlik etmem |
|
29 | قُلْ | de ki |
|
30 | إِنَّمَا | ancak |
|
31 | هُوَ | O |
|
32 | إِلَٰهٌ | Tanrıdır |
|
33 | وَاحِدٌ | tek bir |
|
34 | وَإِنَّنِي | şüphesiz ben |
|
35 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
36 | مِمَّا | şeylerden |
|
37 | تُشْرِكُونَ | sizin ortak koştuğunuz |
|
İlk cümlenin harfî tercümesi “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” şeklindedir. Ancak biz, Zemahşerî’nin getirdiği yorumu (II, 7) esas alarak anlamayı kolaylaştırmak için söz konusu cümleyi “Hangi şahidin şahitliği daha güvenilirdir?” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Bundan önceki âyetlerde ağırlıklı olarak Allah Teâlâ’nın zât ve sıfatlarıyla ilgili deliller üzerinde durulmuştu. Bu âyette ise Hz. Muhammed’in risâletinin ispatına geçilerek bu hususta en büyük şahidin kim olduğu sorusuna –cevabın açıklığından dolayı– hemen “Benimle sizin aranızda Allah şahittir” cevabı verilmiştir. Vâhidî’nin, bu âyetin inmesine sebep olduğunu kaydettiği bir rivayete göre (Esbâbü’n-nüzûl, s. 160; el-Vecîz, I, 347) Mekke ileri gelenleri Resûlullah’a hitaben “Ey Muhammed, söylediklerinle ilgili olarak hiç kimsenin seni tasdik ettiğini görmedik. Hatta yahudilere ve hıristiyanlara sorduk; onlar, senin ismin veya niteliklerinle ilgili olarak kendi kitaplarında ve dinlerinde herhangi bir bilgi olmadığını söylüyorlar. Bize, senin Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik edecek birini göster” demişler; bunun üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuştur.
“Bu Kur’an bana, hem sizi hem de ulaştığı herkesi onunla uyarmam için vahyedildi” meâlindeki ifade, Hz. Peygamber’in ve Kur’ân-ı Kerîm’in bütün insanlığa gönderildiğini, dolayısıyla İslâm’ın evrensel bir din olduğunu göstermektedir. Bu âyet, insanları hem Allah’ın birliğine hem de Hz. Muhammed’in peygamberliğine şehadet etmeye çağırdığından, kelime-i şehâdeti anlam olarak ihtiva etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 385-386
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةً ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اَيُّ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَكْبَرُ haberdir. شَهَادَةً temyiz olup fetha ile mansubtur.
قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ’dir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. شَه۪يدٌ haberdir. بَيْن۪ي mekân zarfı, mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la بَيْن۪ي ’ye matuftur.
وَ atıf harfidir. اُو۫حِيَ meçhul mazi fiildir. اِلَيَّ car mecruru اُو۫حِيَ fiiline müteallıktır.
İsaret ismi هٰذَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. الْقُرْاٰنُ kelimesi ذَا ’dan bedel veya onun atf-ı beyanıdır.
لِ harfi, اُنْذِرَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اُو۫حِيَ fiiline müteallıktır.
اُنْذِرَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِه۪ car mecruru اُنْذِرَكُمْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَنْ Müşterek ism-i mevsûlu اُنْذِرَكُمْ ’deki hitap zamirine matuf olup mansub olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası بَلَغَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
İsm-i mevsûlun aid zamiri mahzuftur. Takdiri, بلغه القرآن şeklindedir.
بَلَغَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Yani Kur’an’dır.
اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ
Hemze istifham harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
تَشْهَدُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَشْهَدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَشْهَدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مَعَ mekân zarfı, اَنَّ’nin mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اٰلِهَةً kelimesi اَنَّ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubtur.
اُخْرٰى kelimesi اٰلِهَةً ’in sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, لَٓا اَشْهَدُ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَشْهَدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا ’dir.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلٰهٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ ’un sıfatıdır.
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
بَر۪ٓيءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte بَر۪ٓيءٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُشْرِكُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi …اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Kınama ve takrir ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez.
Hz. Peygamberden şahit isteyenleri red için sevk olunmuş müstenefe cümlesidir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
Burada أكْبَرُ kelimesi أقْوى manasındadır. Şehadetin cinsini ifade etmek için daha uygundur. Bu; kelimenin delalet ettiği şey yerine kullanılmasıdır. Burada zatın büyüklüğü, mananın büyüklüğü için kullanılmıştır. شَهادَةً kelimesi büyüklüğün bir şeye nispeti için temyiz olarak gelmiştir. Yani bu temyizle tasdik edilen şey şehadettir. (Âşûr)
قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ
Fasılla gelen cümle beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisaldir. Soruyu açıklama sadedindedir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
بَيْن۪ي kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قُلِ [de ki] emirlerinin gösterdiği üzere zorlayıcı bir hak ortaya koyma, bir özel yaratılış olarak Allah Teala’nın gözle görünür bir emri ve şahitliğidir. Hz. Muhammed’e (s.a) ait peygamberlik de her şeyden önce Allah Teâlâ’nın kendi zatındaki ilmi ve Hz. Muhammed’in (s.a.) kalbindeki şahitliği ile sabittir. Hz. Muhammed’in (s.a.) Allah’ın Resulü olduğunu ve bu davada doğru kişi olduğunu henüz hiç kimse bilmez, hiç kimse şahitlik etmezse de Allah şahittir. Onu, Muhammedî kalpteki şahitliğiyle ispat eden Allah, dilerse bütün içlerde ve dışlarda da kendisine şahitlik ettiği sayısız ve hesapsız şahitler yaratarak ispat eder ve nitekim etmiştir. İyi bilmek gerekir ki peygamberlik vahyi sadece bir ilham almak değil, ilâhî zorlama ile bir ilâhî şahitliği almak ve aldığını kesin zorlama ile gözle görürcesine bilmektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bu ayetten muradın, Allah’ın şehadetinin, Hz. Muhammed’in (s.a.) nübüvvetinin kesin ve sabit olduğu hususunda bulunması mümkün olacağı gibi bu şehadetin Allah’ın birliğinin kesin ve sübut bulmuş olduğu hususunda olması da mümkündür. (Fahreddin er-Râzî)
وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ
Cümle makabline وَ ’la atfedilmiştir. Meçhul bina edilmiş mazi fiil sıygasındaki cümle lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Kur’an, tazim için هٰذَا ile işaret edilmiştir.
لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ cümlesine dahil olan لِ, cümleyi sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde لِ harfi ile birlikte اُو۫حِيَ fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır,
Müşterek ism-i mevsûl لِاُنْذِرَكُمْ ,مَنْ fiilindeki mansub zamir كُمْ ’a matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında gelen sıla cümlesinde ait zamir mahzuftur. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
وأُوحِيَ إلَيَّ هَذا القُرْآنُ şeklindeki atıf, hususinin umuma atfı babındadır. Vahyedenin Allah olduğu bilindiği için fail hazfedilmiş ve fiil meçhul olarak gelmiştir. هَذا ile Kur’an’a işaret edilmiştir. Bu mana mütekellimin ve bu vahyi işitenin zihninde hazırdır. Burada Kur’an’ın müjdeleyici olduğu zikredilmemiş, uyarıcı olduğunun zikriyle yetinilmiştir. Çünkü muhataplar mütekebbirdir. Burada Kur’an’ın müjdeleyici olduğunun zikri münasip değildir. Dolayısıyla Kur’an’ın gayesi onları uyarmaktır. Bunun için لِأُنْذِرَكم بِهِ buyurularak fiille birlikte onlara ait zamir de özellikle zikredilmiştir. Her ne kadar bu ibarenin atfedildiği kişiler hem müjdelenen hem de uyarılan kişiler olsa da لِأُنْذِرَ بِهِ buyurulmamıştır. (Âşûr)
وَمَنْ بَلَغَ ifadesi كُمْ zamiri üzerine atfedilmiştir. Yani “Bu Kur’an ile hem sizi hem de Arabı ve Acemi, Kur’an’ın kendisine ulaştığı herkesi inzar ederim.” demektir. Denildi ki bu, “Cinlerden ve insanlardan, kendisine Kur’an erişen herkesi...” veya “Kıyamete kadar kendisine Kur’an erişen herkesi...” manasındadır. Said İbni Cübeyr’in, bunu “Kur’an’ın eriştiği herkes” manasında aldığı rivayet edilmiştir. Buna göre Kur’an kendisine ulaşan her kişi sanki Hz. Peygamberi (s.a.) görmüş gibi olur. Bu izaha göre ayette bir hazif bulunup, takdiri de وَاُوحِىَ اِلَیَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِهٖ وَمَنْ بَلَغَهُ هٰذَا الْقُرْاٰنُ (Bu Kur’an bana, kendisi ile sizi ve kendisine Kur’an’ın ulaştığı herkesi inzar edeyim diye vahyolundu.) şeklindedir. Fakat sözden anlaşıldığı için bu hazfedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ
إنّ ile tekid edilmiş isim cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olsa da gerçek manada soru olmayıp tevbih ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
إنّ ’nin haberi lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Masdar harfi اَنَّ ve akabindeki مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰى cümlesi masdar teviliyle لَتَشْهَدُونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اَنَّ ,مَعَ اللّٰهِ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اٰلِهَةً kelimesi اَنَّ ’nin muahhar ismidir. اُخْرٰى ise اٰلِهَةً için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen قُلْ لَٓا اَشْهَدُ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiştir.
Faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani, muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi Fatma Serap Karamollaoğlu)
اِلٰهٌ ,وَاحِدٌ için sıfattır. Tekid ifade eden ıtnâb sanatıdır.
وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ
Ayetin son cümlesi makabline matuftur. اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl مَّا ’nın sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Harf-i cerle birlikte بَر۪ٓيءٌ ’a müteallıktır.
Buradaki مَّا’nın masdariyye olması da caizdir. Yani مِن إشْراكِكم (şirk koştuklarınızdan) demektir. Ancak mevsûl manası daha açıktır. (Âşûr)
شَهَادَةًۜ - شَه۪يدٌ - لَتَشْهَدُونَ - اَشْهَدُۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَٓا اَشْهَدُۚ - لَتَشْهَدُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
الْقُرْاٰنُ - اُو۫حِيَ ve اللّٰهِ - اٰلِهَةً kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اٰلِهَةً - قُلْ - اللّٰهِ - اَنَّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kendilerine |
|
2 | اتَيْنَاهُمُ | verdiklerimiz |
|
3 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
4 | يَعْرِفُونَهُ | onu tanırlar |
|
5 | كَمَا | gibi |
|
6 | يَعْرِفُونَ | tanıdıkları |
|
7 | أَبْنَاءَهُمُ | oğullarını |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler |
|
9 | خَسِرُوا | ziyana sokan(lar) |
|
10 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
11 | فَهُمْ | onlar |
|
12 | لَا |
|
|
13 | يُؤْمِنُونَ | inanmazlar |
|
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتَيْنَاهُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَعْرِفُونَهُ fiili اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْرِفُونَهُ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
كَ misli manasındadır. ما ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle birlikte mef'ûlu mutlak olarak mahallen mansubtur. Takdiri, عرفون عرفانا كعرفانهم أبناءهم (Çocuklarını tanır gibi bir irfanla tanıdılar.) şeklindedir.
يَعْرِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَبْنَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ zaiddir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
اَلَّذٖينَ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ifadesindeki اَلَّذٖينَ kelimesi ayetin başındaki اَلَّذٖينَ ’nin sıfatıdır. Buna göre her ikisinin de âmili tektir. Bunların maksadı da Hz. Muhammed’in (s.a.) peygamberliğini bildiği halde inkâr eden inatçı kimseleri tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَّذ۪ينَ - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, يَعْرِفُونَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Kitap ehlinin Nebi’yi (s.a.) tanımaları, kendi sülbleri olan öz oğullarını tanımaları gibi kesin ve nettir. Teşbih-i mürseldir. Aklînin hissîye benzetilmesidir. Aralarındaki benzerlik dolayısıyla semavi kitaplara muttali olmakla elde edilen aklî bilgi, hissî bilgiye benzetilmiştir. (Âdil Ahmet Sabır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1172)
عرِف fiili çoğunlukla zat ve beş duyuyla algılanan şeyler için kullanılır. (Âşûr) Dolayısıyla buradaki هُ zamiri kitaba değil, Peygamber Efendimize (s.a.) aittir. Zaten kitap ile çocukları karşılaştırmak, ona benzetmek münasip değildir. Ayrıca onların kitabında Peygamber Efendimiz (s.a.) ile ilgili özellikler anlatılmıştır.
Şayet “Niçin burada özellikle oğullar zikredilmiştir?” ayet dersen şöyle derim: Çünkü daha meşhur, daha tanınan, babaların sohbetine daha çok devam eden ve onların gönüllerinde daha çok yer tutan erkek evlatlardır. (Keşşaf)
Kendilerine kitap verdiklerimiz, Peygamber hakkındaki bilgiyi, bu bilginin sebebi olan vahyi, Kur’an’ı ve kıble tahvilini elbette bilirler. Ancak ayetin “kendi oğullarını tanırcasına veya tanır gibi” bölümü, birinci manayı teyit eder. Yani onlar, Peygamberi kendi kitaplarında yazılı olduğu gibi o üstün vasıfları ile bilirler ve oğullarının nesebi hakkında nasıl şüpheleri yoksa bunda da şüpheleri yoktur demektir. Zahirin yalnız oğullara hasr ve tahsis edilmesi kızların bunun dışında bırakılması Yahudi ve Hristiyanların kendi oğullarını kızlarından daha çok sevdikleri ve dolayısıyla onları daha fazla tanıdıkları içindir. (Ebüssuûd)
Ayrıca burada iltifat sanatı vardır. Önceki ayette Efendimizden (قُلْ /söyle), انت (sen) zamiriyle bahsedilmişti. Burada هُ (o) zamiriyle bahsedilmiştir.
Ayette muhataptan gaibe iltifat edilmesinde amaç; ehli kitap nezdinde çok ünlü ve bilinir olsa bile Peygamber Efendimizin şöhretini tekid etmektir. İsmini ve sıfatını izhar etmeye gerek yoktur. (Âdil Ahmet Sabır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru,1170)
اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede mübteda olan اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ’dur müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Sılası olan خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
Faide-i haber talebî kelam olan فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi, haberidir. Cümleye dahil olan فَ zaiddir. Tekid ifade eder.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْفُسَهُمْ - نَفْسِهِ arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَنْفُسَهُمْ kelimesi tecrîddir.
خَسِرُٓوا - لَا يُؤْمِنُونَ۟ arasında mürâat-ı nazîr vardır.
Müşriklerin kararlılığı ve ısrarının büyüklüğünü izah için gelmiş bir istînâf cümlesidir. (Âşûr)وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim olabilir? |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنِ | edenlerden |
|
4 | افْتَرَىٰ | iftira |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | كَذِبًا | yalanı |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | كَذَّبَ | yalanlayandan |
|
10 | بِايَاتِهِ | O’nun ayetlerini |
|
11 | إِنَّهُ | şüphesiz |
|
12 | لَا |
|
|
13 | يُفْلِحُ | kurtuluş yüzü görmezler |
|
14 | الظَّالِمُونَ | zalimler |
|
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzaf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzaf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرٰى fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰيَاتِه۪ car mecruru كَذَّبَ fiiline müteallıktır.
Ev (اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
افْتَرٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري’dır. İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَا يُفْلِحُ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفْلِحُ merfû muzari fiildir.
الظَّالِمُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
İstifham ismi مَنْ mübteda konumundadır. İnkarî manadadır.
Müsnedi olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlamda gelen cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.
اَوْ atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür.
Ayet-i kerimenin başında ve sonunda aynı kök geldiği için, ayette teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.
كَذِباً’deki tenvin taklîl ve tahkir ifade eder.
بِاٰيَاتِه۪ izafetine Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.
İstifham ismi olan مَنْ ile ism-i mevsûl olan مَنْ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً ibaresi Kur’an’da 8 kere geçer. Bunların üçü bu surededir. Diğer ikisi 93 ve 144 ayetlerdedir.
كَذَّبَ fiili umumi olarak yalanlamak demektir, ancak Kur’an-ı Kerim’de sadece Allah’ı, ahireti, dini yalanlamak konularında kullanılmıştır.
Önceki ayetteki نَا (biz) zamirinden burada Allah ismine dönüldüğü için iltifat vardır.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. اِنَّهُ ’daki هُ , şan zamiridir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekd etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca muzari fiil teceddüt, tecessüm ve zem makamında olduğunda istimrar ifade eder.
Buradaki إنَّ , mahzuf bir cümlenin illeti manasındadır. Onunla birlikte gelen şan zamiri bu haberin önemine delalet eder. (Âşûr)
اَظْلَمُ - افْتَرٰى - كَذِباً - الظَّالِمُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَظْلَمُ - الظَّالِمُونَ ve كَذِباً - كَذَّبَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | نَحْشُرُهُمْ | topladığımız |
|
3 | جَمِيعًا | hepsini |
|
4 | ثُمَّ | sonra |
|
5 | نَقُولُ | dediğimiz |
|
6 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
7 | أَشْرَكُوا | ortak koşan(lara) |
|
8 | أَيْنَ | hani nerede? |
|
9 | شُرَكَاؤُكُمُ | ortaklarınız |
|
10 | الَّذِينَ | kimseler |
|
11 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
12 | تَزْعُمُونَ | zannetmekte |
|
İnsanlar ölüp ruhlar bedenlerden ayrıldıktan veya insanlar yeniden diriltildikten sonra Allah Teâlâ kendisine putları ortak koşmak ve bu suretle İslâm’ın tevhid akîdesine karşı mücadele bayrağını açmak gibi büyük bir suçun vebalini yüklenmiş olan müşriklere, dünyadaki alelâde varlıklara yahut kişilere tanrı gibi taparcasına bağlanarak hakiki mâbudlarını inkâr edenlere “Hani o bana ortak koştuğunuz putlarınız; sözde tanrılarınız nerede?” anlamında olmak üzere “Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız?” diye soracaktır. Sonra onlar bu fitnelerinin, bu inkârlarının neticesi olarak, Allah’ın her hallerine vâkıf olduğunu bile bile, “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz ortak koşanlar olmadık” diyerek şaşkınlık ve çaresizlik yüzünden yalan söyleyecekler; böylece kendi kendilerine karşı, yani söylediklerinin asılsız olduğunu bizzat kendileri de bile bile yalan söyleme gereğini duyacaklardır. Üstelik dünyadayken, uydurma bir inançla, akıllı ve güçlü olduğunu, kendilerine şefaat edeceğini sandıkları putları –sözde tanrıları– kendilerinden uzaklaşmıştır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 388
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı يَوْمَ mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, اذكر أو اتقوا أو احذروا (Zikret veya takvalı ol veya uyanık ol) şeklindedir.
نَحْشُرُهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَحْشُرُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. جَم۪يعاً kelimesi نَحْشُرُهُمْ’deki mef’ûlun hali olup fetha ile mansubtur.
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
نَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte نَقُولُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَيْنَ istifham ismi mahzuf mukaddem habere müteallıktır. شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ muahhar mübtedadır.
Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsmi mevsûlun sılası كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَزْعُمُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
تَزْعُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَشْرَكُٓوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi شرك’dir. İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
وَ atıftır. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر veya تَوَدُّ olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَوْمَ kelimesini nasb eden âmil mahzuf olup, takdiri de وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ كَانَ كَيْتَ وَ كَيْتَ (Onları hep birden toplayacağımız gün, şöyle şöyle oldu) şeklindedir. Böylece bu ifade, korkutmada daha etkili olan müphem bir hal üzere kalsın diye açıkça zikredilmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
يَوْمَ kelimesi, gelecek gizli bir fiilin zarfıdır. O fiilin hazfedilmesi, onun izah ve beyanı için ibarenin yetersiz olduğunu zımnen bildirmek ve dinleyicilerin, o gün vuku bulacak pek büyük afet ve belaları dinlemeye bile dayanamayacaklarına işaret etmek içindir. (Ebüssuûd, Âşûr)
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
جَم۪يعاً kelimesi هُمْ zamirinden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.
Aynı üsluptaki … نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ cümlesi, ثُمَّ ile muzâfun ileyhe atfedilmiştir. Bunun sebebi bu konuşmanın haşrdan çok sonra olduğunu ifade etme kastıdır ki bu üslup mücrimlerin başlarına gelecekleri beklemelerini daha şiddetli olarak ifade eder. Ayrıca bu esnada ihmal edildiklerini ifade eder ki bu da onları tahkir içindir. Ayrıca bu harf rütbe olarak da terahi ifade eder. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ’nin sılası اَشْرَكُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ cümlesi نَقُولُ cümlesinin mekulü’l-kavlidir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımamaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevap beklemesi muhaldir. Tevbih ve taaccüp kastı taşıyan bu soru cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ kelimesi için sıfat konumundadır. Sılası, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
يَوْمَ (o gün) kelimesi gelecek gizli bir fiilin zarfıdır. O fiilin hazfedilmesi izahı ve beyanı için ibarenin yetersiz olduğunu zımnen bildirmek ve dinleyicilerin o gün vuku bulacak pek büyük afet ve belaları dinlemeye bile dayanamayacaklarına işaret etmek içindir.
Sanki şöyle söylenmiştir: O gün onların hepsini bir araya toplayacağız sonra da onlara söyleyeceklerimizi söyleyeceğiz. Öyle korkunç haller meydana gelecek ki onlar dil ile ifade edilemez.
Diğer bir görüşe göre ise bu kelime kendisinden önce takdir edilen gizli bir fiilin mef’ûlüdür. Yani onları korkutup sakındırmak için kendilerini bir araya toplayacağımız günü hatırlat demektir. (Ebüssuûd)
Bir kişinin yapması istenen amel hakkındaki soru أيْنَ kelimesiyle sorulmuştur. Zamanı geldiğinde kişi bu fiili yapmazsa bu kelime kullanılır. Sanki soruyu soran kişi onun amelini bir yerde aramış ve bulamamıştır. Burada Allah Teâlâ muhatapları kendisinin ortağı olduğunu iddia ettikleri putları sormuştur. (Âşûr)
Bu soru Allah’ın yanında kendilerine şefaat edeceğini veya ihtiyaç anında kendilerine yardım edeceğini iddia ettikleri putlar dolayısıyla müşrikleri azarlamak kastıyladır. الزَّعْمُ; yalan söylemeye, hata yapmaya veya garipliği dolayısıyla sahibini suçlamaya meyilli bir zan demektir. (Âşûr)
نَحْشُرُهُمْ - جَم۪يعاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ’lerde tevcih, tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَشْرَكُٓوا - شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زعم fiili de dördü bu surede olmak üzere Kur’an’da 14 kere geçmiştir.
[Sonra Allah’a şirk koşanlara, “Nerede boş yere iddia ettiğiniz ortaklarınız diyeceğiz.”] buyruğundan maksat, bir soru değil, onları tehdit edip susturmaktır. Bu sorunun, “O ortakların kendileri nerede?” manasında olabileceği gibi “Onların size şefaat etmeleri ve sizin onlardan istifadeniz nerede?” manasında da olabilir. Her iki manaya göre de bu soru, ancak bir azarlama, bir tehdit ve onların umduklarından ümitsiz kalışlarını onlara iyice anlatmadır. Böylece bu, dünyada iken yollarının yanlış olduğuna dikkatlerini çekmedir. (Fahreddin er-Râzî)
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
Resul-i Ekrem’in açıkladığına göre ise; insanın ağzına mühür vurulup organlarına söz verilecek, organlar da onun neler yaptığını anlatarak yalanlarını birer birer çürütecektir.
(Müslim ,Zühd 16)(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
ثُمَّ hem zaman hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
فِتْنَتُهُمْ kelimesi تَكُنْ ’un ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, تَكُنْ ’un haberi olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, وَاللّٰهِ رَبِّنَا ‘dir.
وَ kasem harfidir. وَاللّٰهِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, نقسم (Yemin ederiz) şeklindedir.
رَبِّنَا kelimesi lafza-i celâlin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ cümlesi kasemin cevabıdır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُنَّا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir. مُشْرِك۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberidir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُشْرِك۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
Ayet … نَقُولُ cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir. Menfi كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Masdar harfi اَنْ ’ i takibeden …قَالُوا وَاللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle كَان’nin haberi konumundadır.
Nefy harfi لَمْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr كَان ’nin ismi ve haberi arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. فِتْنَتُهُمْ sıfat/maksûr, ...اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا mevsuf/maksûrun aleyhtir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ cümlesi, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Kizbî haberdir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Kasem وَ’ı ile mecrur olan وَاللّٰهِ , takdiri نقسم (yemin ederiz) olan mahzuf fiile müteallıktır.
رَبِّنَا, lafza-i celâlden bedeldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
رَبِّنَا izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
Menfi كَان ’nin dahil olduğu مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ cümlesi, kasemin cevabıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir, 3/79)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafat, s. 103)
Fitne kelimesi mazeret, çare uyduracakları tek cevap olarak tercüme edilmiştir. Bunun başında “cevap” şeklinde bir muzâf hazfolunmuştur. Yani ayetin takdiri, ثُمَّ لَمْ تَكُنْ جوابُ فتنتِهم şeklindedir.
Ya da onların küfrüdür ve bundan küfrün akıbeti kastedilir. Yani onlar ömürleri boyunca bağlı kaldıkları ve iftihar ettikleri küfürlerini “Rabbimiz Vallahi biz Sana ortak koşmadık.” diyerek inkâr eder ve ondan uzaklaşırlar. (Ebüssuûd)
تَكُنْ - كُنَّا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللّٰهِ - رَبِّنَا ve فِتْنَتُهُمْ - مُشْرِك۪ينَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayet, medhe benzer zemmi tekiddir.
Allah Teâlâ’yı رَبِّنَا olarak vasıflandırmaları onların şirkten uzaklaştıklarını mübalağa ile belirtmek içindir. (Ebüssûud)
Fitne, kelimesi “denemek” demektir. Altının içindeki yabancı maddelerden arındırılması için kullanılır. Dayanılamayacak bir korkudan husule gelen görüş, fikir bozukluğu, kaos için kullanılır. Çünkü böyle bir şey onu elde edenin sabır derecesini gösterir. Bu; yaşarken buğz ve sevgi hallerinde, itikat, fikir ve kargaşada ortaya çıkabilir. (Âşûr)اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Fiil cümlesidir. اُنْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
كَيْفَ istifham ismi كَذَبُوا fiilinin hali olarak mahallen mansubtur. كَذَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru كَذَبُو fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. كَانُوا’nun haberi olan يَفْتَرُونَ fiili mahallen mansubtur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi فري ’dir. İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Soru ismi كَيْفَ hal olarak gelmiştir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan …كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى cümlesi اُنْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Aynı üsluptaki وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ cümlesi وَ ’la كَذَبُوا fiiline atfedilmiştir. ضَلَّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası isim cümlesi formunda gelmiştir.
كَان ’nin dahil olduğu cümlede müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesi etkiler.
كَذَبُوا - يَفْتَرُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
Ahiretten yani gelecekten bahsedilirken mazi fiil kullanılması anlatılanların kesinlikle vuku bulacağına delalet eder.
[Bak, kendileri aleyhine nasıl yalan söylediler] ayetinden murad, kendilerinin müşrik olduklarını kabul etmemeleridir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْهُمْ | içlerinden vardır |
|
2 | مَنْ | kimseler |
|
3 | يَسْتَمِعُ | dinleyen |
|
4 | إِلَيْكَ | seni |
|
5 | وَجَعَلْنَا | fakat biz koyduk |
|
6 | عَلَىٰ | üstüne |
|
7 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinin |
|
8 | أَكِنَّةً | perdeler |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يَفْقَهُوهُ | onu anlamalarına engel |
|
11 | وَفِي | ve içine |
|
12 | اذَانِهِمْ | kulaklarının |
|
13 | وَقْرًا | ağırlık |
|
14 | وَإِنْ | ve eğer |
|
15 | يَرَوْا | görseler de |
|
16 | كُلَّ | her |
|
17 | ايَةٍ | mu’cizeyi |
|
18 | لَا | asla |
|
19 | يُؤْمِنُوا | inanmazlar |
|
20 | بِهَا | ona |
|
21 | حَتَّىٰ | hatta |
|
22 | إِذَا | zaman |
|
23 | جَاءُوكَ | sana geldikleri |
|
24 | يُجَادِلُونَكَ | seninle tartışırlar |
|
25 | يَقُولُ | derler |
|
26 | الَّذِينَ | kimseler |
|
27 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
28 | إِنْ |
|
|
29 | هَٰذَا | bu |
|
30 | إِلَّا | başka değildir |
|
31 | أَسَاطِيرُ | masallarından |
|
32 | الْأَوَّلِينَ | eskilerin |
|
Bu âyetler İslâm’a karşı ilk düşmanlık ve engelleme hareketini başlatan müşriklerin tutumlarını ve bu tutumlarının doğuracağı sonuçları anlatmaktadır. Buna göre müşriklerin bazıları Kur’an’ı dinliyorlardı; ancak Kur’an’ın neler bildirdiğini, bunların doğru olup olmadığını merak ettikleri, samimiyetle öğrenmek, anlamak ve eğer doğru bulurlarsa onu tasdik etmek niyetiyle değil; itiraz etmek, karşı çıkmak, alay ve hakaret etmek için bahaneler bulmak amacıyla dinliyorlardı. Gurur, kibir, bencillik, ihtiras gibi kötü huylarla, sihir, hurafe, şirk gibi bâtıl inançlarla ruhları kirlenmiş; fıtrî tabiatları bozulmuştu. Bu şekilde ruhları kararmış insanların, zihin disiplinlerini, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yeteneklerini de kaybetmeleri ilâhî bir kanundur. Bu sebepledir ki 25. âyette onlardan bir kısmının Resûlullah’ı dinlediği, fakat kalpleri üzerinde Kur’an’ı anlamalarını engelleyen örtüler, kulaklarında da sağırlık meydana getirildiği için ondan istifade edemedikleri ifade buyurulmuştur. Ehl-i sünnet âlimleri bu vb. âyetlerden hareketle prensip olarak Allah’ın, dilediği kimselerin iman etmelerini engelleyeceğini savunmuşlar; Mu‘tezile ulemâsı ise bu görüşe karşı çıkarak söz konusu âyetleri kendi adalet ve hürriyet anlayışları istikametinde te’vil etmişlerdir. Bu teorik tartışmalar bir yana, yaratılış itibariyle insan fıtratı, gerçeği kabule elverişli olmakla birlikte, bazı iç ve dış etkenler insanın psikolojisini, akıl ve düşünme melekelerini etkilemektedir. Müşrikler de gerek atalarından ve çevrelerinden aldıkları telkinler, gerekse çeşitli olumsuz duygu ve davranışlarının tesiriyle inanmaya yatkın olmaktan çıktıkları için kalpleri perdelenmiş, kulakları ağırlaşmış, yani gerçek karşısında duyarsız kalmışlardır. Şu halde onların inkârları, ilâhî kanun uyarınca kalplerinin perdelenmesi kendi tutum ve davranışlarının, bencil duygularının, ön yargılarının, taassup ve inatlarının bir sonucudur; bundan dolayı da yanlış inançlarından ve kötü fiillerinden sorumludurlar.
25. âyette geçen esâtîr kelimesinin tekili olan ustûre, büyük ihtimalle “hikâye, kıssa, tarih” anlamına gelen Grekçe historia kelimesinden Arapçalaştırılmış olup Arapça’da daha çok eğlence ve şenliklerde hoşça vakit geçirmek için anlatılan, eski dönemlere ait abartılı veya asılsız hikâyeler, masallar için kullanılır. Müşrikler Kur’ân-ı Kerîm’in inanılırlığına gölge düşürmek için sık sık onun eskilerin masalları olduğunu ileri sürerlerdi. Vâhidî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayete göre (Esbâbü’nnüzûl, s. 160) Ebû Süfyân, Ebû Cehil, Utbe b. Rebî‘ ve kardeşi Şeybe, Velîd b. Mugîre, Nadr b. Hâris gibi müşriklerin önde gelenlerinden bazıları birlikte Hz. Peygamber’in yanına giderek bir müddet Kur’an’ı dinledikten sonra, Kureyşliler’e Acem kıssaları anlatmakla tanınan Nadr b. Hâris’e Resûlullah hakkındaki fikrini sormuşlar; o da “Söylediklerinden bir şey anlamıyorum; sadece dudaklarını hareket ettirdiğini görüyorum. Söylediği sözler, tıpkı benim size geçmiş devirlerle ilgili olarak anlattıklarım gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” demiştir. Müşrikler bu tür sözleriyle hem başkalarını Kur’an’dan uzaklaştırırlar hem de bizzat kendileri ondan uzak dururlar ve bu suretle ebedî geleceklerini mahvederlerdi; üstelik bunun farkında da değillerdi. Allah Teâlâ, inkârcıların Hz. Peygamber ve Kur’an karşısındaki bu tavırlarından dolayı âhirette duyacakları pişmanlıklarını aşağıda bildirmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 389-390
وقر vekara: وَقْر kulaktaki ağır işitmedir. وِقْر eşek ve katırın taşıdığı yüktür. وَقَار sukûnet, ağırbaşlılık, sâkin ve halim olmak manalarında kullanılır. وَقِير büyük bir koyun sürüsüdür. Bu kullanımda sanki çoklukları ve gidişatının yavaşlığı sebebiyle onda bir vakar olduğu söylenmek istenir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vakar ve vakûrdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سَطْرٌ ve سَطَرٌ yazılan yazıdan, dikilen ağaçtan ve ayakta duran insanlardan oluşan saftır. أساطِير a gelince o bâtıl bir zanna dayanarak başkasına yazdırılan yalan şey demektir. مَسْطُورٌ satır satır yazılmış yani sağlam korunmuş demektir. مُسَيْطِرٌ sözcüğü koruyucu ve muhafız demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri satır ve esâtirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
كِنٌّ Bir nesnenin içinde muhafaza edildiği şeydir ve çoğulu أكْنان dır. Bu şey çadır,ev, elbise, bez ya da başka herhangi bir cisim de olabilir. Bu kökten başka bir bab olan أكَنَّ fiili ise daha çok içte/nefiste saklanan şeylerle ilgili kullanılır. Kocasının muhafazasından dolayı bir kinnin içinde olması sebebiyle evli kadına da كَنَّة denmiştir. كِنانٌ Bir nesnenin onun içinde saklandığı örtüdür. Çoğulu أكِنَّة şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli kındır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ
وَ istînâfiyyedir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَسْتَمِعُ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَسْتَمِعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكَ car mecruru يَسْتَمِعُ fiiline müteallıktır.
يَسْتَمِعُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi سمع ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru اَكِنَّةً ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَكِنَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdir, كراهة أن يفقهوه (anlamayı kerih görerek) şeklindedir.
يَفْقَهُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ car mecruru اَكِنَّةً ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَرَوْا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اٰيَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْمِنُوا şartın cevabı olduğu için ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهَا car mecruru يُؤْمِنُوا fiiline müteallıktır.
يُؤْمِنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاؤُ۫كَ mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُجَادِلُونَكَ fiili جَٓاؤُ۫كَ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. يُجَادِلُونَكَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Şartın cevabı يَقُولُ الَّذ۪ينَ ’dir. يَقُولُ merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓو ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُٓو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ’dir. يَقُولُ fiilinin mekulü'l-kavli olarak mahallen mansubtur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اَسَاط۪يرُ haber olup lafzen merfûdur. الْاَوَّل۪ينَ kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
يُجَادِلُونَكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنَ müşriklere ait olup teb'iziyyedir. (Âşûr)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübtedadır.
Mevsûlün müphem yapısı nedeniyle kendisini zorunlu olarak takip eden sılası, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
يَسْتَمِعُ fiili iftial babındandır. Dinlemeye uğraşırlar, kendilerini dinlemeye zorlarlar manasını taşır.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَ [İçlerinden sana kulak verip de dinleyenler vardır] buyurmuş, böylece fiili tekil; daha sonra da عَلٰى قُلُوبِهِمْ buyurarak, ifadeyi çoğul sıygasında getirmiştir. Bu, yerinde ve güzeldir. Zira من kelimesi, lafız bakımından müfret, mana bakımından ise çoğuldur. (Fahreddin er-Râzî)
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًۜ
وَ atıf veya haliyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراً cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlün lieclih konumundadır.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً [Kalplerinin üzerindeki örtüler.] ifadesinde istiare vardır. Kalbin İslam’ı kabul etmemesi, perdenin altında kalarak etkilenmeyen bir şeye benzetilmiştir. Aynı şekilde وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراً [kulaklarının içindeki ağırlıklar] ifadesi de mecazî anlamdadır.
اَكِنَّةً ve وَقْراً kelimelerindeki tenvin, nev ve tahkir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Onların kalplerinin üzerinde anlamalarına engel olan perdeler yaptık ve onların kulaklarında da ağırlık vardır.” ibaresi bu ayetin dışında İsra Suresi 46, Kehf Suresi 57 ve Fussilet Suresi 5’te olmak üzere Kur’an’da 4 kere geçer. Kalplerinin katılığını, kulaklarının da gerçeğe kapalı olduğunu açıklayan bir temsildir.
Kalbimizdeki şehvetler, arzu ve istekler ne kadar kuvvetliyse Allah kelamının manaları o kadar perdelenir. Kalp ayna gibidir. Şehvetler de pas gibidir. Kur’an’ın manaları aynada görülen suretler gibidir.
[Kalplerinin üzerindeki örtüler.] ve [kulaklarının içindeki ağırlıklar] ifadeleri inkârcıların kalp ve kulaklarının, Kur’an’ı kabulden ve onun doğruluğuna inanmaktan son derece uzak olması anlamında bir benzetmedir. Yoksa anlamalarını bizzat Allah engelliyor değildir. جَعَلْنَا [Koyduk] fiilinin Allah Teâlâ’nın zatına isnat edilme amacı, söz konusu hükmün -sanki fıtratlarına yerleşmiş gibi- onlar hakkında kesin olduğunu ve onları terk etmeyeceğini göstermektir. (Keşşâf)
Fıkıh, bir şeyi, bir sözü sebep ve hikmetiyle zevkine vararak anlamak ve hatta tatbik edecek şekilde anlamaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اَكِنَّةً kelimesi, كِنَانْ kelimesinin çoğuludur ki “kat kat örtüler” demektir. Herkesin tanımadığı garip ve çirkin örtüler manasını ifade eder. Yani biz de kalplerine kat kat ve görülmedik örtüler koymuşuzdur ki dinledikleri Kur’an’ı fıkhî zevkle anlamalarına engeldir. Ve hatta kulaklarında bir ağırlık vardır, dinlediklerini iyice duymazlar bile. (Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)
Bu cümle:
- ya istinaf olup kalplerin mühürlendiğini,
- ya da gizlice Kur’an dinleyenlerin hallerini beyan eder (Ebüssuûd)
وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ
Cümle وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. İki cümle arasında haberî isnad olmak bakımından mutabakat vardır.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Buradaki كُلَّ kelimesi mecazen الكَثْرَةِ manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
لَا يُؤْمِنُوا بِهَا menfi muzari fiil sıygasında olup ف karinesi olmadan gelen cevaptır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberin şart cümlesi formunda verilmesi, muhatabı etkilemek açısından daha etkili bir üsluptur.
يَرَوْا - يَسْتَمِعُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اٰيَةٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim içindir.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
حَتّٰٓى bu cümlede ibtida harfidir. Akabindeki cümle, şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart fiili olan جَٓاؤُ۫كَ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen يُجَادِلُونَكَ cümlesi, جَٓاؤُ۫كَ fiilinin failinden haldir. و olmadan gelen bu hal cümlesi onların bu durumunun değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Ayrıca muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Şartın cevabı olan …يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا maksûr, haber olan اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ maksûrun aleyhtir.
Cümlede mübteda işaret ismiyle marife olmuş ve işaret edilene tahkir ifade etmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. هٰذَٓا ile اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ’e işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ ifadesindeki حَتّٰٓى üstelik anlamındadır. حَتّٰٓى harf-i cer olarak, اِذَا جَٓاؤُ۫كَِ cümlesinin mecrûr mahallinde bulunması da mümkündür, mana “onların tartışmak için yanına gelme vaktine kadar” şeklindedir. (Keşşâf)
حَتّى gaye harfidir, kendisinden sonra gelen mananın öncekilerin neticesi olduğunu ifade eder. Aslında cer harfidir. Arkasından öncesindekilerin sonucu olan müfred bir isim gelir. Aynı şekilde kendisinden sonra cümle de gelir. Bu durumda حَتّى ibtidaiyye olur. Yani bu cümlenin kendisinden önceki kelamın gayesi olduğunu ilan eder. (Âşûr)
اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ tabiri; müşriklerin Kur’an-ı Kerim hakkındaki sözleri olarak 9 kere geçmiştir.
Cem’ ma’at-taksim vardır. Kâfirlerin imansızlığı ve kalplerindeki hali dallandırarak anlatılmıştır.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir
Bu ayet müşriklerin, Kur’an’ın eskilerin masallarına çağırdığını söyleyerek şiddetle inkâr etmelerini reddetmektedir. Müşrikler; inatları ve cidalleriyle risaleti ve sahibini helak ettiklerine inanıyorlardı. Dolayısıyla kasr, nefy ve istisna harfiyle gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
كَفَرُٓوا - يُؤْمِنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْهَوْنَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَنْهَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْهُ car mecruru يَنْهَوْنَ fiiline müteallıktır. Mef’ûlu hazfedilmiştir. Takdiri, ينهون الناس (İnsanlara engel olan) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. يَنْـَٔوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْهُ car mecruru يَنْـَٔوْنَ fiiline müteallıktır.
وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُهْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ haliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَشْعُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ
Ayet, önceki ayetteki istînâfa matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber müspet muzari fiil sıygasında gelmiş fiil cümlesidir.
Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve (zem makamı olduğu için) istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın dikkatini uyararak onu canlı tutar.
Aynı üslupta gelen وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ cümlesi يَنْهَوْنَ ‘ye matuftur.
النَّأْيُ; uzak olmak demektir. Bu fiil sadece bir harfle bir mef'ûl alabilir.
يَنْهَوْنَ ve وَيَنْـَٔوْنَ fiilleri arasında cinas-ı qarîb vardır. (Âşûr)
Bu cümlede olduğu gibi müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet olması ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; Sa’d ve Dr. Fadıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu ayetten önce hem Kur’an’dan hem de Hz. Muhammed’den (s.a.) bahsedilmiştir. Zamirin çoğul olması, onun çevresine şümulü itibariyledir. Çünkü Ebu Tâlib, Kureyşlileri, Peygambere (s.a.) zarar vermek veya dokunmaktan men ediyordu. Fakat kendisi de uzak duruyor ve iman etmiyordu. (Ebüssuûd)
Ayetteki عَنْهُۚ zamiri, hem Kur’an’a hem de Hz. Muhammed’e (s.a.) raci olabilir. (Fahreddin er-Râzî) Dolayısıyla tevcih vardır.
نأي : uzak durmak, نهَيُ: yasaklamak demektir. Bu iki kelime arasında bir harflerinin nev’inin farklı olması sebebiyle cinâs-ı muzari, ayrıca mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَنْهُ ’daki هُ zamirinin hem Kur’an’a hem Peygamber Efendimize ait olma ihtimali dolayısıyla tevcih vardır.
وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
وَ istînâfiyye, اِنْ nafiyedir. Menfi fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelam olan cümle kasrla tekid edilmiştir. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Yani onlar kendi nefislerini helak etmeye tahsis edilmiş olurlar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu kasr; izafi kalp kasrıdır. Onlar Kur’an’dan uzak duracaklarını ve insanların O’na tabi olmaması için Peygambere zarar vereceklerini zannediyorlardı. Halbuki onlar dalalette olmaya devam etmekle ve insanları saptırmakla sadece kendilerini tehlikeye attılar. (Âşûr)
Menfi muzari fiil sıygasındaki وَمَا يَشْعُرُونَ cümlesi, makabline matuftur. Cümleler tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir
Bu ayette müşriklerin, eskilerin masallarına çağırdığı şeklindeki şiddetli inkârı reddedilmektedir. Müşrikler; inatları ve cidalleriyle risaleti ve sahibini helak ettiklerine inanıyorlardı. Dolayısıyla kasr nefy ve istisna harfiyle gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
İhlâk kelimesinin kullanılması, onların başına gelecek şeyin mutlak zarar değil, fakat helak olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | تَرَىٰ | bir görsen |
|
3 | إِذْ | iken |
|
4 | وُقِفُوا | durdurulmuş |
|
5 | عَلَى | başında |
|
6 | النَّارِ | ateşin |
|
7 | فَقَالُوا | dediklerini |
|
8 | يَا لَيْتَنَا | keşke biz |
|
9 | نُرَدُّ | geri döndürülseydik |
|
10 | وَلَا | ve |
|
11 | نُكَذِّبَ | yalanlamasaydık |
|
12 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
13 | رَبِّنَا | Rabbimizin |
|
14 | وَنَكُونَ | ve olsaydık |
|
15 | مِنَ | -dan |
|
16 | الْمُؤْمِنِينَ | inananlar- |
|
İnkârcılar âhirette cehenneme götürülüp ateşle karşı karşıya geldiklerinde, daha önce inanmaya yanaşmadıkları âkıbetleriyle yüz yüze gelince büyük bir ıstırap içinde hissettikleri pişmanlığı “Ne olur, dünyaya geri gönderilelim de rabbimizin âyetlerini bir daha yalanlamayalım; biz de inananlardan olalım!” şeklindeki temennileriyle ifade edeceklerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 391
وَقْف Bu terim durmak ve durdurmak anlamına gelir. وَقَفْتُ الدّاَرِ istiare yoluyla Allah yolunda evi vakfettim demektir. مَوْقِفٌ ise durulan yerdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vakıf, vukûf, evkaf, tevkif etmek, mevkuf, tevakkuf, vakfedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
تَرٰٓى şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir şey görürdün.) şeklindedir.
اِذْ zaman zarfı تَرٰٓى fiiline müteallıktır. وُقِفُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وُقِفُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
عَلَى النَّارِ car mecruru وُقِفُوا fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ’dir. يَا tenbih harfidir. Temenni ifade eden لَيْتَنَا harfi, اِنَّ gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb haberini ref yapar.
Mütekellim zamiri نَا harfi لَيْتَ ’nin ismi olup mahallen mansubtur. نُرَدُّ fiili لَيْتَنَا ’nın haberi olarak mahallen merfûdur.
نُرَدُّ meçhul mebni merfû muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
وَ harfi, maiyye (beraberlik) manasındadır. Muzari fiili gizli bir اَنْ ’le nasb etmesi için kendisinden önce nefy (olumsuzluk) veya talep (emir, nehiy ve istifham..) bulunmalıdır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki kelama matuftur. Takdiri, ليت لنا ردّا وإنفاء تكذيب بآيات ربنا وكوننا من المؤمنين (Keşke Rabbimizin ayetlerini ret ve inkâr etmeseydik de Müminlerden olsaydık.) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُكَذِّبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
بِاٰيَاتِ car mecruru نُكَذِّبَ fiiline müteallıktır. رَبِّنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâfun ileyhtir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ’la نُكَذِّبَ fiiline matuftur. نَكُونَ nakıs muzari fiildir. نَكُونَ ’nin ismi müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru نَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesinin cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُكَذِّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
İstînâfiyye olarak و ’la gelen cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi تَرٰٓى, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder ve tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.
Şartın cevabının mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır.
وُقِفُوا عَلَى النَّارِ cümlesi zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Bu ayet-i kerimede لَوْ harfi; fiilin mazide zaman zaman devam etmesi sebebiyle yani istimrar ifade ettiği için muzariye dahil olmuştur. Çünkü istimrar ifadesi, mazi değil, muzari fiilde mevcuttur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
وُقِفُوا fiili meçhul olarak gelerek onların orada zorla durdurulduğuna işaret etmiştir.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Cümle فَ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfi nida edilen kişinin uzak olduğuna delalet eder. Burada tahassür manasında kullanılmıştır. Çünkü arzu ettikleri şey kendilerinden uzaklaşmıştır. (Âşûr)
Nidanın cevabı olan, لَيْتَ’nin dahil olduğu isim cümlesi ise temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَيْتَ’nin haberi olan نُرَدُّ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelmiştir.
وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا cümlesine dahil olan harf, vav-i maiyyedir. Akabindeki menfi muzari fiil cümlesini gizli اَنْ ’le masdara çevirmiştir.
Ayette henüz olmamış olaylar mazi fiille ifade edilmiştir.
Bu ayetin benzeri Kur’an’da çoktur. Muzari yerine mazi fiil gelmesi (yani mazi menzilesine konması) kesinlik ifadesi içindir. Zira Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
بِاٰيَاتِ رَبِّنَا izafeti muzâfın şanı içindir.
Müşriklerin bu durumda رَبِّنَا demeleri Allah Teâlâ’nın mağfiretini istediklerini gösterir.
Ayetin son son cümlesi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ,مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Buradaki عَلى harfinin istila manası hakiki değil mecazîdir. Mekâna şiddetle temas etmek manasındadır. Yani bu harf onların ateşin en üst tabakası da olsa üzerinde temas ederek durduklarına delalet etmez. (Âşûr)
Bu şart cümlesinin cevabı, belli ve tafsilatı ibareye sığmadığı için hazfolunmuştur. Yani, bunun anlamı şudur “Eğer onların, ateşle karşı karşıya geldikleri yahut altlarındaki ateşe yakından baktıkları yahut ateşe girip de o azap tattıkları ve artık kurtuluş ümidi olmadığını anladıkları zaman: ‘Ah, ne olurdu, dünyaya geri gönderilseydik, Rabbimizin ayetlerini yalan saymasaydık ve onlara inansaydık, gereklerini yerine getirseydik de bu korkunç duruma düşmeseydik ve kurtuluşa eren müminler arasında olsaydık.’ dediklerini bir göreydin!” (Ebüssuûd)
Dünya üzerinde de dönüşü olmayan yollar vardır. Söylenen sözler geri alınamaz. Yapılan yanlışların izi silinemez. Kaybedilen zamanlar geri kazanılamaz. Kendimize unuttursak da, bazı insanlar unutmaz. İnsanların hepsini kandırsak da, şahitler unutmaz.
Ancak, Allah’ın merhametiyle, dönüşü olmayan her yolun üzerinde, çıkış olarak, bir çok tövbe kapısı açılmıştır. Son nefese kadar kula, telafi etme fırsatı verilmiştir. Kul, yeter ki değerlendirsin. Yeter ki, istesin.
Belki yaşananlar geri sarılamaz ama Allah katında ve dünyada, hataların üzerini örtmesi umulan hayırlar eklenebilir. Belki ‘geçmiş’ bir daha gelemez ama ‘şimdi’ elinden geldiğince değerlendirilebilir. Her yeni nefes, bir nasiptir. Her yeni gün, bir umuttur.
Kul, kendisini ancak geri dönüşü olmayan yollardan tövbeyle çıktığında geliştirebilir ve Allah yolunda ilerleyebilir. Çünkü Allah hatasız bir kul değil, gerektiğinde tövbe edecek bilince sahip ve O’nun rızası için elinden geleni yapan bir kul olmamızı istemiştir.
Ey Rabbim! Zalimlere, cehennem ateşinden kaçamayanlara, gazabın karşısında umudu kalmayanlara ve faydasız pişmanlıklarıyla keşkeleri içinde boğulanlara benzemekten Sana sığınırız. Gidecek başka bir kapımız olmadığına iman ederek; azabından rahmetine, gazabından rızana, cezandan affına ve Senden Sana sığınırız.
Verdiğin her nefesimiz, yaşattığın her günümüz için hamd olsun. Senin rızana uygun şekilde yaşayanlardan olmamızda yar ve yardımcımız ol. Hayırlı, bereketli ve iki cihanımızı da kazandıracak bir ömür yaşayanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Geçmişten günümüze, toplumlar ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek, istikrarı sağlamak veya hakları karşılıklı korumak adına çeşitli antlaşmalar yapılmıştır. Bunların kimisi yazılı, kimisi ise konuşulmamasına rağmen kabul görmüş kurallar şeklinde gerçekleşmiştir.
Antlaşmanın kabul edilip uygulamaya konması için taraflar arasında uzlaşma şarttır. Bazen tarafların çeşitli tavizlerde bulunması gerekir. Özellikle de bir tarafın daha güçlü olduğu antlaşmalarda, zayıf kalan tarafın fedakarlık yapması istenen konular daha fazla olur.
Batı ülkelerine sığınan ya da göçeden azınlıkların imzaladığı antlaşmalar ise yazıya dökülmeyenler yani sessiz uzlaşmalar sınıfına aittir. Fakat, kişi farklı bir ırka ya da dine ait olduğunu gösteren gözle farkedilir özelliklere sahipse eğer, ortama karışması o kadar zorlaştırılır.
Ne yazık ki, kimi üstün sınıflara girebilmek için birçok tavizler verir. Kendi kültürünü ve inançlarını aşağılama derecesine ulaşan kıyılarda dolaşır ve üstün sınıfların kabul ettiği kültürel ve dini unsurları hayatına katar. Karışıklıklar çıktığı zaman ise onlar tarafından kabul görmediğini anlar.
Dünyevi fedakarlıklar bir tarafa, uhrevi tavizlerin ardı arkası kesilmeden devamı gelir. Tavizlerinden dolayı istediklerini elde edemediği gibi maddi ve manevi kayıplar yaşar. Yıllar içerisinde, nereden geldiğini söylemeyen ve özünde bir yere ait olamayan kararsız ve huzursuz nesiller yetişir.
Ey Allahım! Bizi, dünyalık kazançlar uğruna inançlarından taviz verenlere benzemekten muhafaza buyur. Senin yolunda, kalplerimizdeki imanı ve attığımız adımları sağlamlaştır. Kendisini üstün gören ve ilan edenlerin zulmünden muhafaza buyur. Senin yolunda, Senin rızana uygun şekilde yaşayıp ölenlerden ve iki cihanda da huzura kavuşturduklarından eyle.
Amin.