قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لِمَنْ | kimindir? |
|
3 | مَا | olanlar |
|
4 | فِي |
|
|
5 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
6 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
7 | قُلْ | de ki |
|
8 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
9 | كَتَبَ | O yazmıştır |
|
10 | عَلَىٰ | üstüne |
|
11 | نَفْسِهِ | kendi |
|
12 | الرَّحْمَةَ | rahmet etmeyi |
|
13 | لَيَجْمَعَنَّكُمْ | sizi elbette toplayacaktır |
|
14 | إِلَىٰ |
|
|
15 | يَوْمِ | gününde |
|
16 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
17 | لَا |
|
|
18 | رَيْبَ | şüphe olmayan |
|
19 | فِيهِ | varlığında |
|
20 | الَّذِينَ | ama kimseler |
|
21 | خَسِرُوا | ziyana sokan(lar) |
|
22 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
23 | فَهُمْ | onlar |
|
24 | لَا |
|
|
25 | يُؤْمِنُونَ | inanmazlar |
|
Bu sûrenin ilk âyetinde gökleri ve yeri Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı, 3. âyetinde göklerde ve yerde hükümran olan tek Tanrı’nın O olduğu belirtilmişti. Burada ise göklerde ve yerde bulunanların yalnızca O’nun mülkü olduğu, dolayısıyla rubûbiyyette olduğu gibi mâbûdiyyette de O’nun ortağı bulunmadığı, yalnız O’nun rab olarak bilinmesi ve yalnız O’na ibadet edilmesi gerektiği soru-cevap şeklinde bir üslûpla vurgulanmaktadır. Sorunun tek ve kesin bir cevabı olduğu için hemen arkasından kısa ve net bir şekilde “Allah’ındır” şeklinde cevap verilmesi istenmiştir. Bütün varlıkların yaratıcısı, mâlik ve sahibi Allah olduğuna ve esasen müşrikler de buna inandıklarına göre, bu varlıklar içinde yükümlü tutulanları yani insanları hesaba çekme yetkisi de O’na ait bulunduğu için âyette, kesin olarak vuku bulacak olan kıyamet gününde Allah’ın muhakkak surette insanları hesaba çekmek üzere bir araya toplayacağı bildirilmiştir. Burada ayrıca, bir bakıma varlıkların mebdei (başlangıcı) ve meâdıyla (âkıbeti) ilgili iki bölümün arasına “O kendi üzerine (kulları için) rahmeti yazmıştır” şeklinde bir kayıt konulması özellikle ilgi çekicidir. Bu suretle sanki insanlara şöyle bir uyarıda bulunulmuştur: Diğer bütün varlıklar gibi sizi de Allah yarattı; kıyamet vuku bulup da O’nun huzurunda hesap vermek için toplanmadan önce, hayatta iken Allah’ın kesin olan rahmetinden yararlanmaya bakınız; inanıp hayırlı işler yapınız; bu geniş rahmete nâil olmak için günahlarınızdan tövbe ediniz. Açık seçik delillere rağmen, müşriklerin yaptığı gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerini yalanlamak için türlü bahaneler ileri sürmek yerine, Allah’ın rahmetinin üzerinizdeki eserlerinden olan aklınızı kullanarak Hz. Peygamber’in doğruluğunu tasdik ediniz. Bunun aksine, geçici menfaatlerine, mânasız inatlarına ve benlik iddialarına kapılarak gerçeği kabule yanaşmayanlar, böylece kendilerini ziyana sokanlar artık iman etmekten de mahrum kalırlar ve sonuçta Allah’ın çok geniş olan rahmetinden yararlanma fırsatını kaçırmış, kendi kendilerine yazık etmiş olurlar.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 382-383
Riyazus Salihin, 420 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında arşın üstünde bulunan kitabına, “Rahmetim gerçekten gadabıma gâlibtir” diye yazmıştır.”
Bir rivâyette (Buhârî, Bed’ü’l-halk 1) “Rahmetim gadabıma üstün geldi”; bir başka rivayette de (Buhârî, Tevhid 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 15) “Rahmetim gadabımı aştı“ ifadeleri yer almıştır.
Buhârî, Tevhîd 15, 22, 28, 55, Bed’ü’l-halk 1; Müslim, Tevbe l4-l6. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 35
Riyazus Salihin, 421 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinle-dim” demiştir:
“Allah, rahmetini yüz parçaya ayırmıştır. Doksan dokuz parçasını kendi katında alıkoymuş, birini yeryüzüne indirmiştir. İşte varlıklar bu bir parça rahmet sebebiyle biribirlerine acırlar. Hatta hayvanlar, yavrusunun üzerine basacağı endişesiyle ayağını çekip kaldırır.”
Bir başka rivâyette (Müslim, Tevbe 19) şöyle buyurulmuştur:
“Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. Onlar bu sebeple birbirlerini sever ve birbirlerine acırlar. Yabani hayvan yavrusuna bu sebeple şefkat gösterir. Allah, o doksan dokuz rahmeti kıyamet günü kullarına merhamet etmek için yanında alıkoymuştur.”
Buhârî, Edeb 19; Müslim, Tevbe 17, 19. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 35
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
مَنْ istifham ismi لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ لِلّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, لِلّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri önceki cümlenin delaletiyle مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ şeklindedir.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ
كَتَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلٰى نَفْسِهِ car mecruru كَتَبَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرَّحْمَةَ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. يَجْمَعَنَّكُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اِلٰى يَوْمِ car mecruru يَجْمَعَنَّكُمْ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ’in hali olarak mahallen mansubtur.
Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l hal” veya “sahibu’l hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا harfi, cinsini nefyeden olumsuzluktur. İsmini nasb haberini ref eder.
رَيْبَ kelimesi لَا ’nın ismi olarak mahallen mansubtur. ف۪يهِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَسِرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ zaiddir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek rubâi mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’ dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır. قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham, gerçek manada soru olmayıp, ikaz ve azarlama manasına geldiğinden cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İstifham, takrir manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Burada takrir ile mananın lâzımı kastedilmiştir. Bu da müşriklerin azarlanması ve onların şirk inançlarının geçersizliğini ikrar etmeleridir. (Âşûr)
Ayette geçen, "Deki: "Göklerde ve yerde olan herşey kimin?" cümlesi bir sorudur; "De ki: "Allah'ındır" ifadesi de bir cevaptır. Allah, peygamberine önce soru sormasını emretmiş, sonra da bu şekilde cevap vermesini söylemiştir. Bu cevap, hiçbir münkirin inkâr edemeyeceği ve hiçbir müdafinin savunamayacağı (karşı çıkamayacağı) şekilde, son derece açık olduğu zaman, güzel ve yerinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mecrur mahaldeki istifham ismi, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ bu mahzuf sılaya müteallıktır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
”De ki: Göklerde ve yerde olan kimindir?” sorusuyla surenin başına dönülmüştür. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Soru, azarlama manasında gelmiştir. Maksat muhatabı düşünmeye sevk etmektir.
مَا ism-i mevsûlu Allah indinde bütün mahlukatın akılsız hükmünde olduğuna tariz için gelmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
قُلْ لِلّٰهِۜ
Beyanî istînâf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır. قُلْ fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِلّٰهِۜ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri; önceki cümlenin delaletiyle مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ (yeryüzü ve gökyüzünde olan şeyler) şeklindedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
لِلّٰهِۜ kelimesindeki لِ harf-i ceri mülkiyet manasındadır. (Âşûr)
كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Âşûr bu cümlenin itiraziyye olduğunu söylemiştir. Cümlede önemine binaen car-mecrur mef’ûle takdim edilmiştir.
نَفْسِهِ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نَفْسِ , şan ve şeref kazanmıştır. Bu ifadede tecrîd sanatı vardır.
Müminleri müjdelemek ve müşrikleri tehdit etmeye tariz için Allah’ın rahmeti zikredilmiştir. (Âşûr)
كَتَبَ fiili burada ‘irade etti’ anlamındadır.
كَتَبَ fiili Allah’ın iradesi manasında kullanılmıştır. Rahmetini bizzat kendisi için sıfat olarak kullanmıştır. Bu sıfat; zaman ve cihet açısından hususi olsa da mahlukatıyla alakalı sabit ve değişmez bir sıfattır. Bunun sabit oluşu bağlayıcılık açısından iradesine benzetilmiştir. Bu mana için كَتَبَ fiili istiare edilmiştir. Bu fiil aslında zorunluluk, yükümlülük ifade eder. Karine, makamın ilahi olması veya bunu kendisine gerekli kılmasıdır. Çünkü kişi kendisini bir şeye mecbur kılmaz. Sadece tercih ederek yapar. Ancak başkalarını bir şeye zorlar, mecbur bırakır.
Bundan maksat yazılı, zorunlu bir emir gibi yerine getirilmesidir. Çünkü insanlar bir vaadi veya anlaşmayı tekid etmek istediklerinde onu yazarlar. (Âşûr)
Alimler bu ayette geçen "rahmet" kelimesi ile ne kastedildiği hususunda ihtilaf etmişler, bazıları: "Bu rahmet, Allah Teâlâ'nın ömürleri boyunca onlara mühlet verip, onlar üzerinden "köklerini kazıma" azabını kaldırıp, onlara bu dünyada peşin ceza vermemesidir" demişlerdir. Bundan muradın, "Allah, peygamberlerini tekzib etmeyi bırakıp tövbe eden, o peygamberleri tasdik eden ve şeriatlarını kabul eden kimseler için, rahmeti kendisine yazıp farz kıldı" manası olması da söylenmiştir. Selman (ra)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratınca, yüz tane de rahmet yaratmıştır. Her bir rahmet gök ile yer arasını dolduracak kadardır. Allah'ın kendi katında doksan dokuz rahmeti vardır. Allah, mahlukatı arasında rahmetin bir cüzünü paylaştırmıştır ki bu rahmet sayesinde mahlukat birbirine şefkat ve merhamet eder. Bunun en sonunda arta kalanını da sadece müttakilere vermiştir." (Fahreddin er-Râzî)
لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
Ayetin bu cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. لَيَجْمَعَنَّكُمْ ibaresindeki لَ mukadder kasemin cevabının başında gelen bir harftir. Bu ibarede 3 tane tekid vardır.
لَ mukadder kasemin cevabına gelen rabıta veya fasihadır. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı olan لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette geçen, "De ki: "Göklerde ve yerde olan her şey kimindir?" De ki: "Allah'ındır." sözü, gaib sıygası ile gelmiş bir ifadedir. "(O), hepinizi kıyamet gününde toplayacaktır" cümlesi ise muhatap sıygası bulunan bir sözdür. Bu iki cümlenin bu şekilde getirilmelerindeki gaye, tehdid-i ilâhiyi kuvvetlendirmek içindir. Sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Sizler, göklerde ve yerde olan herşeyin Allah'a ait ve O'nun mülkü olduğunu, hakim olan melik'in idare ettiği kimselerin işini ihmal etmeyeceğini, hikmeti açısından, kendisine itaat edenle isyan edeni, hizmetine koşan ile yüz çevireni eşit tutmasının caiz olmayacağını anlayınca, keşke O'nun, kıyameti ikame edeceğini, bütün mahlukatı huzurunda toplayıp hepsini hesaba çekileceğini de anlasaydınız.” (Fahreddin er-Râzî)
Kasem lamı ve tekid nûnunun gelmesi tehdidin gerçekleşeceğini ifade etmek içindir. Toplamaktan murad tüm insanların tek tek ve cüzler halinde ayrı ayrı olanların toplanmasıdır. اِلٰى harf-i ceri ile gelmesi ‘sevk etme’ manası içindir. (Âşûr)
وَ ’sız gelen hal cümlesi يَوْمِ الْقِيٰمَةِ , لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ ’nin halidir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا , ف۪يهِۜ ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ ibaresinde nefy cins لَا ‘sı dolayısıyla şüphenin her çeşidi nefyedilmiştir.
“Kıyamet gününde” şeklinde في harf-i ceri ile değil de [Kıyamet gününe] şeklinde اِلٰى harf-i cerinin gelmesinde istiare-i tebeiyye vardır. İki manaya gelir:
1- O, sizi ölümde veya kabirlerinizde Kıyamet gününe kadar toplar, demektir.
2- O, sizi kıyamet gününe ulaştırıp toplayacak, o günde sizi bir araya getirmek suretiyle, sizinle o günü birbirine kavuşturacaktır. َ اِلٰى intihâ-i gaye harfiyle Hz. Âdem’den, belki daha öncesinden kıyamete kadar gelip geçenleri toprak altında cem edip biriktirdiğini, bir gün sıranın size de geleceğini belirten bir tarizdir. Zamanın uzaması sizi aldatmasın, Allah imhal eder ihmal etmez, demektir. Allah sizi kıyamet gününde cem edecektir; Vasıtalı kinayedir. Sizi cem edecek, mizanda hesaplarınızı tartacak, ona göre mükafat veya cezanızı verecektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
Sonra, bakıp incelemeyi ihmal etmelerine ve hiçbir şey yaratamayan ‘şey’leri O’na ortak koşmalarına karşı, “hakkında şüphe olmayan kıyamet günü hepinizi mutlaka bir araya getirecek ve şirkinizden dolayı sizi cezalandıracaktır”, sözüyle onları tehdit etmiştir. (Keşşâf)
Bu ayette de Hak Teâlâ, kendi hükmüne ve hikmetine uygun düşenin, gelmiş geçmiş herkesi kıyamet meydanında toplamak olduğunu beyan etmiştir. Şüphe yok ki bu, şiddetli bir tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede mübteda olan اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ‘dur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesinin manası tüccarın sermayesini zayi etmesi gibi kendilerini zayi etmeleridir. Hüsran; fayda sağlaması gereken şeyi kaybetmek manasında müsteardır. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Sılası خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Faide-i haber talebî kelam olan فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi, haberidir. Cümleye dahil olan فَ zaiddir. Tekid ifade eder.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ cümlesindeki فَ harfi tefrî’ ve sebep içindir. (Âşûr)
Son cümlede كُمْ (siz) zamirinden هُمْ (onlar) zamirine dönüldüğü için iltifat vardır.
اَنْفُسَهُمْ - نَفْسِهِ arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
خَسِرُٓوا - يُؤْمِنُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Bu kelam, şart ile cevabı gibidir. Yani onların iman etmemeleri, hüsranları sebebiyledir. Zira hislere, vehme uymak, taklide dalmak ve tefekkür etmede gafil davranmak, onların küfürde ısrar ve imandan uzaklaşmalarına sebep olmuştur.
Bu cümle, daha önce geçen " قُلْ / De ki:" emrine dahil olmayıp onların halini kınamak için doğrudan doğruya Allah Teâlâ tarafından ifade buyurulmuş bir tezyîl mahiyetindedir. (Ebussuûd)