اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | gerçekten |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | فَرَّقُوا | parça parça eden |
|
4 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
5 | وَكَانُوا | ve olanlar (var ya) |
|
6 | شِيَعًا | grup grup |
|
7 | لَسْتَ | senin yoktur |
|
8 | مِنْهُمْ | onlarla |
|
9 | فِي |
|
|
10 | شَيْءٍ | hiçbir (ilişkin) |
|
11 | إِنَّمَا | ancak |
|
12 | أَمْرُهُمْ | onların işi |
|
13 | إِلَى |
|
|
14 | اللَّهِ | Allah’a (kalmış)tır |
|
15 | ثُمَّ | sonra |
|
16 | يُنَبِّئُهُمْ | onlara haber verecektir |
|
17 | بِمَا | şeyleri |
|
18 | كَانُوا | oldukları |
|
19 | يَفْعَلُونَ | yapıyorlar |
|
İbn Abbas, Mücâhid ve Katâde’den nakledilen bir rivayete göre “dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar”dan maksat yahudiler ve hıristiyanlar (İbn Atıyye, II, 367), yine İbn Abbas’a isnad edilen başka bir görüşe göre bunlar müşriklerdir (Râzî, XIV, 7). Zira, 100. âyetin tefsirinde de belirtildiği gibi İslâm’dan önceki Araplar çok çeşitli inanç gruplarına ayrılmışlardı. Ayrıca bu âyette, İslâm ümmeti içinde daha sonra ortaya çıkan gruplaşmalara işaret buyurulduğu da düşünülebilir. Her hâlükârda âyet-i kerîme, dinde birlik ve beraberliğin önemini vurgulamakta, bu hususta ayrılığa düşenlerin Hz. Muhammed’den de uzaklaşmış olacakları uyarısında bulunmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 493-494
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
فَرَّقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. شِيَعاً kelimesi كَانُوا’nun haberi olup lafzen mansubtur.
لَسْتَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
تَ muttasıl zamiri لَسْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru لَسْتَ’nin mahzuf haberine müteallıktır. ف۪ي شَيْءٍ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
فَرَّقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فرق’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اَمْرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
يُنَبِّئُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُهُمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَفْعَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَفْعَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. يَفْعَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَبِّئُهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ
İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانُوا شِيَعاً cümlesi sılaya matuftur. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesi, sübut ifade etmiştir.
اِنَّ ’nin haberi ليس ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْهُمْ ve ف۪ي شَيْءٍ car-mecrurları, ليس ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
ف۪ي شَيْءٍۜ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَيْءٍ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَيْءٍ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konuyu etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
شَيْءٍ’deki tenvin “hiçbir şey” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.
Bu ayetin manası, [Sen onlardan, onlar da senden uzaktırlar] şeklindedir. Bunun izahı şöyledir: Sen onların sözlerinden ve görüşlerinden uzaksın. Bu batıl ve yanlış görüşlerinden dolayı gereken ceza, sadece onlara hasredilmiş olup onlardan başkasında cari olamaz. (Fahreddin er-Râzî)
Bundan önce müşriklerin hali açıklanmıştı. Şimdi burada da ehl-i kitaptan iki taifenin (Yahudilerin ve Hristiyanların) halleri beyan ediliyor. (Ebüssuûd)
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Fasılla gelen cümle, beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldir. İsim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. اِنَّمَا edatı ile yapılan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَمْرُهُمْ maksûr/mevsuf, اِلَى اللّٰهِ ’ye yani maksûrun aleyhe/sıfata tahsis edilmiştir.
Zikredilen mevsufta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsuflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ثُمَّ ile makabline atfedilmiş olan يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl يُنَبِّئُهُمْ ,مَا’a müteallıktır. Sılası كَانُوا يَفْعَلُونَ, sübuta işaret eden isim cümlesidir. كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
َّثُمَّ mühlet ifade etmekle beraber rütbe itibariyle tertip içindir ki buna göre mana: ‘Bir müddet işleri Allah’a kalır ki bu süre zarfında kendilerine zaman tanır, daha sonra onlara azap eder.’ şeklindedir. َنَبِّئُ; Arapçada bu kelime rastgele haber anlamına gelmez; şanlı ve önemli bir haber anlamında kullanılır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
”Allah yaptıklarını haber verir.” cümlesinde lâzım mana zikredilmiş, melzûmu olan, “Hesabı görür ve karşılığını verir.” manası kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır.
Burada, göstermek yerine haber vermek ifadesinin kullanılması, onların, irtikâp ettikleri cürümlerin cahili olduklarına ve kötü akıbetlerini bilmediklerine dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)