بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْساً ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْراًۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَلْ | mı? |
|
2 | يَنْظُرُونَ | bekliyorlar |
|
3 | إِلَّا | ille |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تَأْتِيَهُمُ | gelmesini |
|
6 | الْمَلَائِكَةُ | meleklerin |
|
7 | أَوْ | yahut |
|
8 | يَأْتِيَ | gelmesini |
|
9 | رَبُّكَ | Rabbinin |
|
10 | أَوْ | ya da |
|
11 | يَأْتِيَ | gelmesini |
|
12 | بَعْضُ | bazı |
|
13 | ايَاتِ | ayetlerinin |
|
14 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
15 | يَوْمَ | gün |
|
16 | يَأْتِي | geldiği |
|
17 | بَعْضُ | bazı |
|
18 | ايَاتِ | ayetleri |
|
19 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَنْفَعُ | fayda sağlamaz |
|
22 | نَفْسًا | kimseye |
|
23 | إِيمَانُهَا | inanması |
|
24 | لَمْ | hiç |
|
25 | تَكُنْ | etmemiş |
|
26 | امَنَتْ | iman |
|
27 | مِنْ |
|
|
28 | قَبْلُ | daha önce |
|
29 | أَوْ | ya da |
|
30 | كَسَبَتْ | kazanmamış olan |
|
31 | فِي |
|
|
32 | إِيمَانِهَا | imanında |
|
33 | خَيْرًا | bir hayır |
|
34 | قُلِ | de ki |
|
35 | انْتَظِرُوا | bekleyin |
|
36 | إِنَّا | biz de |
|
37 | مُنْتَظِرُونَ | beklemekteyiz |
|
Kendilerine, belirtilen üstün nitelikleri taşıyan bir kitap gelmesine rağmen hâlâ yüz çevirip inanmamakta direnen o zalimler iman etmek için daha neyi bekliyorlar? Önceki bazı âyetlerde geçtiği üzere (bk. 8-9,37, 50, 58, 111, 124) müşrikler, İslâm’ın hak din olduğunu kanıtlayan açık seçik delillerle yetinmeyerek, akıllarınca Hz. Peygamber’i güç durumda bırakmak için daha başka delillerin gösterilmesini istiyorlardı.
Klasik tefsirlerde genellikle buradaki “bazı âyetler” ifadesi kıyamet alâmetleri (eşrât-ı sâat) şeklinde tefsir edilmiştir. “Rabbin gelmesi”nden maksat, O’nun azabının gelmesi, vuku bulması veya Allah’ın mahşerde hüküm vermesidir. Kıyamet alâmetlerinin zuhurundan sonra veya sekerât-ı mevt denilen ölüm anında artık yükümlülük zamanı geçmiş ve sorumluluk dönemi başlamış olduğundan, bundan önce iman etmemiş “yahut inancı kendisine iyilik kazandırmamış” yani imanını sâlih amellerle bütünleştirip yararlı hale getirmemiş (İbn Atıyye, II, 367) kişinin o andan itibaren inandığını ifade etmesi kendisine bir fayda sağlamayacaktır (âyetin bu kısmıyla ilgili olarak mezheplerin farklı tefsir ve görüşleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Elmalılı, III, 2104-2109; İbn Âşûr, VIII, 186-1191).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 492-493
Huzeyfetu’l-Gifarı (r.a)’den rivayet edilmiştir: Biz bir gün kendi aramızda konuşurken, Hazreti Peygamber yanımıza çıkageldi. Bize “Ne konuşuyorsunuz?” dedi. Biz de “Kıyamet gününden konuşuyoruz” diye cevap verdik. Hazreti Peygamber; “Şüphesiz on alamet görülmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” dedi ve “Deccal’i, dumanı(duhan), Dabbetü’l-arz’ı, güneşin batıdan doğmasını, İsa (a.s.)’ın yere inmesini, Ye’cuc ve Me’cuc’u, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında olmak üzere üç yer çöküntüsünü, son olarak da Yemen’den çıkarak insanları Mahşere sürecek ateşin vuku bulacağını söyledi.” (Müslim, Fiten, 39).
İşte bunun icin Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur :”Güneş batıdan doğmadan önce kim tövbe ederse, Allah onun tövbesini kabul eder. “
(Müslim ,Zikir 43)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ
هَلْ istifham harfidir. يَنْظُرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, یَنظُرُونَ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
تَأْتِيَهُمُ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْمَلٰٓئِكَةُ fail olup lafzen merfûdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. يَأْتِيَ mansub muzari fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, أمر ربك وعذابه (Rabbinin emri ve azabı) şeklindedir.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. يَأْتِيَ mansub muzari fiildir. بَعْضُ fail olup lafzen merfûdur.
اٰيَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
رَبِّكَ car mecruru يَأْتِيَ fiiline müteallıktır.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْساً ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْراًۜ
يَوْمَ zaman zarfı, لَا يَنْفَعُ fiiline müteallıktır. يَأْت۪ي ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَأْت۪ي merfû muzari fiildir. بَعْضُ fail olup lafzen merfûdur.
اٰيَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
رَبِّكَ car mecruru يَأْت۪ي fiiline müteallıktır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُ merfû muzari fiildir. نَفْساً mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ا۪يمَانُهَا muahhar fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تَكُنْ’un ismi müstetir olup takdiri أنت’dir. اٰمَنَتْ fiili تَكُنْ’un haberi olarak mahallen mansubtur.
اٰمَنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هي’dir. تْ te’nis alametidir.
مِنْ قَبْلُ car mecruru اٰمَنَتْ fiiline mütellıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazfedilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هي’dir. تْ te’nis alametidir.
ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا car mecruru كَسَبَتْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli انْتَظِرُٓوا’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
انْتَظِرُٓوا fiili ن’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مُنْتَظِرُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
انْتَظِرُٓوا fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi نظر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُنْتَظِرُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette هَلۡ, istifham harfidir. Nefy manasında olup inkârî manadadır. Bunun için arkasından istisna harfi gelmiştir. (Âşûr)
Cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Va’zedildiği istifham anlamından çıkarak inkârî mana kazanan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Masdar harfi أَن ’den sonraki müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ cümlesi, masdar teviliyle یَنظُرُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Aynı üsluptaki müteakip iki cümle اَوْ atıf harfi ile masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
هَلۡ istisna edatı إِلَّاۤ ile kasr oluşturmuştur. Kasr, یَنظُرُونَ fiiliyle mef’ûlü arasındadır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Yani fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.
رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Peygambere destek ve şeref ifade eder.
اٰيَاتِ رَبِّكَ izafetinde ise Rabb ismine muzâf olan اٰيَاتِ ve muzâfun ileyh olan كَ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette bekledikleri şeylerin, kendilerine meleklerin gelmesi, bizzat senin Rabbinin gelmesi ve Rabbin mucizelerinden birinin gelmesi şeklinde belirtilmesi taksim sanatıdır.
Bu ayetin başındaki هَلْ istifham edatı olumsuzluk manasındadır. Buna göre ayetin takdirî manası, “Onlar, sana ancak şu üç şeyden birisi geldiği zaman iman ederler.
a. Meleklerin gelişi;
b. Rabbi Zü’l-Celâl’in gelişi;
c. Yahut da Rabb tarafından kesin ve kāhir ayetlerin gelmesidir. (Fahreddin er-Razi)
Kāhir: İlâhî hâkimiyete karşı direniş gösterenlere önce akla ve duyulara hitap eden belgeler sunmak, bu yarar sağlamadığı takdirde çeşitli afet ve belalarla kendilerini uyarmak ve nihayet onları ortadan kaldırmak. (https://islamansiklopedisi.org.tr/kahhar)
Bu ifade, kâfirlere tebliğ ve uyarının ziyadesiyle yapıldığını, onların mazeretlerinin de tamamen ortadan kaldırıldığını bildirir. (Ebüssûud)
Burada بَعْضُ اٰيَاتِ [bazı ayetler] denmesi, o ayetleri tazim etmek ve korku verici olduklarını bildirmek içindir. Nitekim iki yerde, اٰيَاتِ kelimesinin, küllî mâlikiyet manası içeren رب ismine izafe edilmesi bunun içindir. (Ebüssuûd)
يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْساً ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْراًۜ
Menfi muzari fiil sıygasındaki cümlede zaman zarfı لَا يَنْفَعُ , يَوْمَ fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ cümlesi, يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi konumundadır.
لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ menfi muzari fiil sıygasında olup نَفْساً kelimesi için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. كان’nin dahil olduğu cümlede müsnet, mazi fiil sıygasında gelerek iman etmemiş olmalarının sabit ve devamlı bir hal olduğuna işaret etmiştir.
Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Mümtehine Suresi, 6, Âşûr)
نَفْساً ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder. “Hiçbir nefis” anlamındadır. Olumsuz sıygadaki nekre, umum ifade eder.
يَأْت۪ي - بَعْضُ - اٰيَاتِ - رَبِّكَ - ا۪يمَانِهَا - اَوْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ا۪يمَانُهَا - اٰمَنَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَوْ harfi nefsin sıfatlarını iki sıfata ayrıcalık tanıyarak taksim etmek için gelmiştir. لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِن قَبْلُ sıfatı müşriklere ayetlerin ortaya çıktığı gün gafil avlanmamaları için iman etmekte gecikmemeleri için bir uyarıdır. أوْ كَسَبَتْ في إيمانِها خَيْرًا sıfatında aynı zamanda müminleri salih amellerden yüz çevirmekten sakındırmak maksadını da ifade ettiği için idmâc sanatı vardır. (Âşûr)
قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ
Fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle tehdit ve korkutma kastı taşıdığından, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
انْتَظِرُٓوا - مُنْتَظِرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّا مُنْتَظِرُونَ cümlesi de istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayetteki مُنْتَظِرُونَ kelimesi uygunluk içindir. Yani ayette birbirine mücavir olan iki lafız arasındaki benzeşmeyi sağlamak için karşılık manası da aynı kelime ile adlandırılmıştır. Bu, bedî’ sanatlardan biri olan müşâkeledir. Bu sanata müzâvece diyen alimler de vardır.
انْتَظِرُٓوا cümlesiyle اِنَّا مُنْتَظِرُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | gerçekten |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | فَرَّقُوا | parça parça eden |
|
4 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
5 | وَكَانُوا | ve olanlar (var ya) |
|
6 | شِيَعًا | grup grup |
|
7 | لَسْتَ | senin yoktur |
|
8 | مِنْهُمْ | onlarla |
|
9 | فِي |
|
|
10 | شَيْءٍ | hiçbir (ilişkin) |
|
11 | إِنَّمَا | ancak |
|
12 | أَمْرُهُمْ | onların işi |
|
13 | إِلَى |
|
|
14 | اللَّهِ | Allah’a (kalmış)tır |
|
15 | ثُمَّ | sonra |
|
16 | يُنَبِّئُهُمْ | onlara haber verecektir |
|
17 | بِمَا | şeyleri |
|
18 | كَانُوا | oldukları |
|
19 | يَفْعَلُونَ | yapıyorlar |
|
İbn Abbas, Mücâhid ve Katâde’den nakledilen bir rivayete göre “dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar”dan maksat yahudiler ve hıristiyanlar (İbn Atıyye, II, 367), yine İbn Abbas’a isnad edilen başka bir görüşe göre bunlar müşriklerdir (Râzî, XIV, 7). Zira, 100. âyetin tefsirinde de belirtildiği gibi İslâm’dan önceki Araplar çok çeşitli inanç gruplarına ayrılmışlardı. Ayrıca bu âyette, İslâm ümmeti içinde daha sonra ortaya çıkan gruplaşmalara işaret buyurulduğu da düşünülebilir. Her hâlükârda âyet-i kerîme, dinde birlik ve beraberliğin önemini vurgulamakta, bu hususta ayrılığa düşenlerin Hz. Muhammed’den de uzaklaşmış olacakları uyarısında bulunmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 493-494
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
فَرَّقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. شِيَعاً kelimesi كَانُوا’nun haberi olup lafzen mansubtur.
لَسْتَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
تَ muttasıl zamiri لَسْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru لَسْتَ’nin mahzuf haberine müteallıktır. ف۪ي شَيْءٍ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
فَرَّقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فرق’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اَمْرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
يُنَبِّئُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُهُمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَفْعَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَفْعَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. يَفْعَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَبِّئُهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ
İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانُوا شِيَعاً cümlesi sılaya matuftur. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesi, sübut ifade etmiştir.
اِنَّ ’nin haberi ليس ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْهُمْ ve ف۪ي شَيْءٍ car-mecrurları, ليس ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
ف۪ي شَيْءٍۜ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَيْءٍ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَيْءٍ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konuyu etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
شَيْءٍ’deki tenvin “hiçbir şey” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.
Bu ayetin manası, [Sen onlardan, onlar da senden uzaktırlar] şeklindedir. Bunun izahı şöyledir: Sen onların sözlerinden ve görüşlerinden uzaksın. Bu batıl ve yanlış görüşlerinden dolayı gereken ceza, sadece onlara hasredilmiş olup onlardan başkasında cari olamaz. (Fahreddin er-Râzî)
Bundan önce müşriklerin hali açıklanmıştı. Şimdi burada da ehl-i kitaptan iki taifenin (Yahudilerin ve Hristiyanların) halleri beyan ediliyor. (Ebüssuûd)
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Fasılla gelen cümle, beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldir. İsim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. اِنَّمَا edatı ile yapılan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَمْرُهُمْ maksûr/mevsuf, اِلَى اللّٰهِ ’ye yani maksûrun aleyhe/sıfata tahsis edilmiştir.
Zikredilen mevsufta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsuflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ثُمَّ ile makabline atfedilmiş olan يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl يُنَبِّئُهُمْ ,مَا’a müteallıktır. Sılası كَانُوا يَفْعَلُونَ, sübuta işaret eden isim cümlesidir. كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
َّثُمَّ mühlet ifade etmekle beraber rütbe itibariyle tertip içindir ki buna göre mana: ‘Bir müddet işleri Allah’a kalır ki bu süre zarfında kendilerine zaman tanır, daha sonra onlara azap eder.’ şeklindedir. َنَبِّئُ; Arapçada bu kelime rastgele haber anlamına gelmez; şanlı ve önemli bir haber anlamında kullanılır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
”Allah yaptıklarını haber verir.” cümlesinde lâzım mana zikredilmiş, melzûmu olan, “Hesabı görür ve karşılığını verir.” manası kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır.
Burada, göstermek yerine haber vermek ifadesinin kullanılması, onların, irtikâp ettikleri cürümlerin cahili olduklarına ve kötü akıbetlerini bilmediklerine dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | جَاءَ | gelirse |
|
3 | بِالْحَسَنَةِ | bir iyilikle |
|
4 | فَلَهُ | ona vardır |
|
5 | عَشْرُ | on (katı) |
|
6 | أَمْثَالِهَا | o(getirdiği)nin |
|
7 | وَمَنْ | ve kim |
|
8 | جَاءَ | gelirse |
|
9 | بِالسَّيِّئَةِ | bir kötülükle |
|
10 | فَلَا |
|
|
11 | يُجْزَىٰ | cezalandırılmaz |
|
12 | إِلَّا | dışında |
|
13 | مِثْلَهَا | onun dengi |
|
14 | وَهُمْ | ve onlar |
|
15 | لَا |
|
|
16 | يُظْلَمُونَ | haksızlığa uğratılmazlar |
|
Hasene, dinin ve aklıselimin iyi ve doğru kabul ettiği her türlü inanç, tutum ve davranışı, seyyie de bunların zıddını ifade eder. Her ne kadar bazı âlimler buradaki haseneyi “kelime-i tevhid”, seyyieyi de “küfür” ve “şirk” şeklinde açıklamışlarsa da âyetin genel olan lafzını bu şekilde tahsis etmek için sebep yoktur (Râzî, XIV, 8). Nitekim Taberî’nin bu âyet münasebetiyle aktardığı bir rivayete göre ashabdan Ebû Zer’in “Yâ Resûlellah! ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü hasenâttan mıdır?” sorusuna Hz. Peygamber’in verdiği “Hem de en üstünü!” şeklindeki cevap (VIII, 108), hasenenin, kelime-i tevhidi de içine alan geniş kapsamlı bir kavram olduğunu göstermektedir.
Burada da görüldüğü gibi bazı âyet ve hadislerde kötülüğün karşılığının dengi ile, iyiliğin karşılığınınsa fazlasıyla verileceği bildirilmiş; bu fazlalık yukarıdaki âyette “on misli” olarak belirtilmiştir. Diğer âyetlerde ise, böyle bir miktar belirtilmeden hasenenin “kat kat fazlasıyla” (Nisâ 4/40), “daha iyisiyle” (Neml 27/89), “daha güzeliyle” (Şûrâ 42/23) karşılık bulacağı bildirilmekle yetinilir. Bütün ilgili kaynaklarda, 160. âyete dayanılarak, bir iyiliğin mükâfatının en az on misli fazla olacağı, ikinci âyetler grubunun bundan daha büyük miktarları gösterdiği ifade edilmiştir. Hatta Enes b. Mâlik’in rivayet ettiği bir hadiste, cennet ehlinin dilekleri üzerine Hz. Peygamber’in şefaati sayesinde, “kalbinde zerre kadar bir hayır (iman) bulunan kimse”nin bile cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 19; Müslim, “Îmân”, 304).
Hadis şârihlerinin ayrıntılı olarak incelediği (meselâ bk. Nevevî, Şerhu Müslim, I, 148-152; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XXIV, 115-123) bazı hadislere göre istenip de yapılmayan kötülük yazılmayacak, yapılan da bir tek kötülük olarak yazılacak; buna mukabil yine istenip de yapılmayan iyilik bir iyilik olarak, yapılan da on mislinden 700 misline kadar katlanarak yazılacaktır. Bu hadislerin birinde “700 misli”nden sonra bir de “daha çok katlanarak” ifadesi yer alır (Buhârî “Rikåk”, 31; “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 203-207). İbn Hacer’in oldukça mâkul gelen bir görüşüne göre iyilik, bir fiil ve davranış olarak 700 misline kadar ödüllendirilir. Şu var ki, bu davranışın arkasındaki iyi niyet, ihlâs, azim ve kararlılık, gönül huzuru gibi yüksek duygu ve düşüncelere, ayrıca yapılan işin kalitesine, hayır ve menfaatinin kapsamına vb. müsbet niteliklerine göre ecri de yüksek olur (Fethu’l-bârî, XXIV, 118).
Şuna da işaret etmek gerekir ki, daha başka benzerleri yanında, özellikle “Kim (ilâhî huzura) iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir… Ama kimler de kötülükle gelirse işte onlar yüzüstü cehenneme atılırlar. Yaptıklarınızın karşılığından başkasını mı göreceksiniz?” (Neml 27/89-90) meâlindeki âyetle Kasas sûresinin aynı mahiyetteki 84. âyetini dikkate alarak iyiliklerin karşılığının fazlasıyla verilmesi, şefaat ve af gibi konularda, insanları dinî ve ahlâkî görevlerini ihmal etmeye kadar götürebilecek aşırı iyimserliklerden, boş ümitlerden de kaçınmak gerekmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 494-495
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. جَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
بِالْحَسَنَةِ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
عَشْرُ muahhar mübtedadır. Aynı zamanda muzâftır. اَمْثَالِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. جَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
بِالسَّيِّئَةِ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُجْزٰٓى fiili ی üzere mukadder damme ile meçhul merfû muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِلَّا hasr edatıdır. مِثْلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; يجزى مثل جزائها (Onlarınki gibi cezalandırılırlar.) şeklindedir.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt) ف’si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt) ف’si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُظْلَمُونَ۟ haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ, umum ifade eden şart ismidir.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade ederler. (Halidi, Vakafat, s. 112)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ cümlesi, şarttır.
Buradaki بِ harfi musahabe içindir. Temsili bir ifade vardır. Gelmek fiili hakiki manada da olabilir. Hesaba gelmek ile kastedilen, sayfalarında amellerin yazılı olduğu kitabı getirmektir. (Âşûr)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ, sübut ifade eden faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ifade, ya lafza tutunarak veya bunun kendisine uygun bir vasfa göre getirilmiş bir hüküm olup hükmün bu vasıfla muallel olmasını gerektirdiğinden bunun umumi manaya hamledilmesi gerekir. Binaenaleyh illet umumi olduğu için hükmün de umumi olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
عَشْرُ “On” sayısıyla takdir edilmekten murad, bu sayıyı sınırlamak değildir. Aksine bununla, mutlak manada kat kat vermek manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi لَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا, kasr ile tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkarî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Bu terkip aynı zamanda مَنْ ’in haberidir.
Nehiy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Yani fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu hasr üslubu hakiki hasrdır. İlahi adaleti ortaya koymak için gelmiştir. Burada itikadın reddi değil durumu haber verme manası vardır. (Âşûr)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ cümlesiyle, وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِالسَّيِّئَةِ -بِالْحَسَنَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
cümleye dahil olan وَ, hal veya istînâfiyyedir.
Ceza verilirken aralarında لَا يُظْلَمُونَ […hiç haksızlık edilmeden] adaletli davranılır; herkesin alacağı karşılık işlediği amele denk olur. (Keşşâf)قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنَّنِي | muhakkak beni |
|
3 | هَدَانِي | beni iletti |
|
4 | رَبِّي | Rabbim |
|
5 | إِلَىٰ |
|
|
6 | صِرَاطٍ | yola |
|
7 | مُسْتَقِيمٍ | dosdoğru |
|
8 | دِينًا | dine |
|
9 | قِيَمًا | dosdoğru |
|
10 | مِلَّةَ | dinine |
|
11 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’in |
|
12 | حَنِيفًا | hanif |
|
13 | وَمَا |
|
|
14 | كَانَ | O değildi |
|
15 | مِنَ | -dan |
|
16 | الْمُشْرِكِينَ | ortak koşanlar- |
|
Millet-i İbrâhîm” ifadesi, başta tevhid inancı olmak üzere bütün peygamberlerin benimseyip tebliğ ettikleri ilâhî ve değişmez ilkeleri, mesajları kapsar ve genellikle Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri benimseyip tebliğ ettiği ve bu bakımdan geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nüsük kelimesi hem genel olarak “tapınma” hem de özellikle “kurban” anlamına gelir. Burada müfessirlerce her iki mâna da verilmiştir. Halîfe ise “birinin ardından gelen, onun yerini alan” demektir (halîfe teriminin anlamları konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30).
Sûrenin başından itibaren Allah’ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile İslâm’ın hak din, Hz. Muhammed’in de hak peygamber olduğu; ayrıca İslâm’a aykırı bütün yolların bâtıl olduğu ve bunların insanlara dünyaları için de âhiretleri için de asla hayır getirmeyeceği hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve en ikna edici açıklamalar yapıldıktan, deliller verildikten sonra, bu son âyetlerde de sonuç mahiyetindeki ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelerde Hz. Peygamber’e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah’ın lutfettiği hidayet sayesinde, belli başlı ilkelerine bu sûrede de yer verilen dosdoğru yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını; bunun, hem Araplar’ın hem de yahudiler ve hıristiyanların sözde inandıkları İbrâhim’in, bâtıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dini olduğunu; müşriklerin putlara tapmalarına karşılık kendisinin namazıyla, niyazıyla, kurbanıyla ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah’a adadığını ve bu inançları taşıyan ilk müslüman olduğunu, bu sebeple de Allah’tan başka birini asla tanrı tanımayacağını tam bir inanç ve güvenle açıklaması emrolunmaktadır. Kuşkusuz bu, esas itibariyle bütün müslümanlara yönelik bir buyruktur. Herkes kendi ettiklerinin karşılığını görecek, kimse kimsenin vebalini yüklenmeyecektir. Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir; bu sebeple inkâr ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah’ın huzuruna varacak ve müslümanlarla tartışmaya kalkışıp inkâr ettikleri gerçeği o zaman Allah kendilerine apaçık bildirecektir.
Son âyette Allah, gerek bütün insanlara gerekse insanların bir kısmına bahşettiği üstünlüğü ve seçkin nimetleri hatırlatmaktadır. Buna göre yeryüzünde birçok canlının nesli kesildiği halde yüce Allah, peş peşe yarattığı nesillerle insanları birbirine halef kılmış; dünyayı insanla şenlendirmiş, onları yeryüzünün seçkin varlıkları yapmıştır; ayrıca kimi insanlara, diğerlerine nisbetle dünyevî bakımdan üstün dereceler de vermiştir. Ama bunların hepsi bir imtihan içindir; hepsinin hesabı, sorumluluğu vardır.
Bu son âyetle dolaylı olarak, nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah’ın onları âhiret hayatı için yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye de kadir olduğu hatırlatılmakta ve nihayet Allah’ın cezalandırmasının çok çabuk olduğu uyarısıyla inkârda ısrar edenler bir defa daha uyarılırken, O’nun bağışlayıcı ve esirgeyici olduğu müjdesiyle de müminler sevindirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 496-497
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. Mekulü’l-kavli, اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
هَدٰين۪ي fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Elif üzere mukadder fetha ile mazi mebni fiildir. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
رَبّ۪ٓي faildir. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru هَدٰين۪ي fiiline müteallıktır. مُسْتَق۪يمٍۚ kelimesi صِرَاطٍ ‘ın sıfatıdır.
مُسْتَق۪يمٍ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ
د۪يناً mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdir, عرّفني (Bana öğretti.) şeklindedir. قِيَماً kelimesi د۪يناً’in sıfatıdır. مِلَّةَ kelimesi د۪يناً’den bedel olup lafzen mansubtur.
اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife, “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَن۪يفًا kelimesi اِبْرٰه۪يمَ ’in hali olarak fetha ile mansubtur. حَن۪يفًا sıfat-ı müşebbehedir.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْمُشْرِك۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّ’nin haberi olan هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi, hudus ve sübut ifade eder.
رَبّ۪ٓي izafeti, muzâfun ileyhin şanı ve Hz. Peygambere destek içindir.
صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ifadesinde istiare vardır. صِرَاطٍ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazfedilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiâre-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
د۪يناً mahzuf fiilin mef’ûlü olarak mansubtur veya صِرَاطٍ ’den bedeldir.
Sıfat olan قِيَماً ve د۪يناً ’den bedel olan مِلَّةَ sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Hal olan حَن۪يفاًۚ de anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
مِلَّةَ kelimesi, د۪يناً قِيَماً ifadesinden bedeldir, حَن۪يفاًۚ kelimesi de Hz. İbrahim’in hali olduğu için mansubtur. (Elmalılı Hamdi Yazır)
الهِدايَةِ ile الصِّراطِ kelimeleri arasında tam bir münasebet vardır. Çünkü hidayetin aslı yolu bilmektir. Müsnedün ileyhin izafetle marife olarak رَبّ۪ٓي şeklinde gelmesi Resulullah’ın Rabbinin izzeti içindir. Müşriklerin rablerinin onları dalalete sürüklemesine de tariz vardır. Tek olan hakiki Rabbe kulluk etselerdi muhakkak ki hidayete ererlerdi. (Âşûr)
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
وَ ‘la حَن۪يفاًۚ’e atfedilen وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ cümlesi de haldir. Olumsuz كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ,مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 3/79)
حَن۪يفًا - الْمُشْرِك۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu cümle, Yahudilerin Allah’a ortak koştuklarına açık bir tariz ve İbrahim (a.s.) ile onlar arasında dinî bir bağ olmadığına da sarih bir beyandır. Bundan amaç, Hz. Peygamberin usulde İbrahim’in (a.s.) dininde olduğunu vurgulamaktır. Çünkü İbrahim de (a.s.) yalnız tevhide ve Allah’tan başka bütün mabûdlardan uzak durmaya çağırıyordu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
“Müşrik değildi” sözü tekiddir, vurgu yapılmıştır. Çünkü daha önce zikredilen hanif olması manayı ifade etmiştir.
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي’dir.
قُلْ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
صَلَات۪ي kelimesi اِنَّ ’nin ismidir. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي kelimeleri atıf harfi وَ ’la صَلَات۪ي’ye matuf olup mansubtur. لِلّٰهِ car mecruru اِنَّ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
رَبِّ lafzı لِلّٰهِ lafza-i celâlinden bedel veya onun sıfatıdır. Aynı zamanda muzâftır.
الْعَالَم۪ينَ lafzı رَبِّ lafzının muzâfun ileyhi olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ ’nin haberi mahzuftur. لِلّٰهِ, bu mahzuf habere müteallıktır.
رَبِّ, lafza-i celâlden bedel veya sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Alemlerin Rabbi Allah için olan şeylerin namaz, ibadet, hayat, ölüm şeklinde sıralanarak لِلّٰهِ’de cem edilmesi cem’ ma’at-taksim sanatıdır.
مَحْيَايَ - مَمَات۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
صَلَات۪ي - نُسُك۪ي ve لِلّٰهِ - رَبِّ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ, Peygamberine dosdoğru olan dini öğretip tanıttığı gibi o dini nasıl yerine getirip eda edeceğini de öğretmiştir. Binaenaleyh ayetteki, [De ki: Şüphesiz benim namazım da ibadetlerim de hayatım da mematım da alemlerin Rabbi Allah’a aittir] buyruğu, Hz. Peygamberin (s.a.) o dini, ihlas ile eda ettiğine delalet eder. Allah Teâlâ bu hususu, [Hiçbir ortağı olmayan…] ifadesi ile de tekid etmiştir. İşte bu ifade de ibadetlerin rastgele ifa edilmelerinin yeterli olmadığına, aksine tam bir ihlas ile yerine getirilmelerinin gerekli olduğunu gösterir. Bu ayet, namazın sıhhatinin şartının, ihlas ile birlikte eda edilmesi olduğuna delalet eden en güçlü delillerden birisidir. (Fahreddin er-Razi)
نُسُك۪, halis dökme gümüş manasınadır. Her eritilip dökülmüş madenin bir kalıbı vardır. İbadet edene de ناسِكٌ denir. Çünkü o, kendini günah kirlerinden arındırmış ve posasından ayırt edilmiş dökme gibi halis bir hale getirmiştir. Bu izaha göre نُسُك۪ Allah’a yaklaşmaya vesile olan her şeydir. Fakat örfte genellikle bu kelime, kesilen kurban manasına kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Namaz ve ibadetlerin (kurbanların) Allah için olmaları da, bunların Allah tarafından yaratılmaları manasındadır. İşte bu da, kulun bütün taatlarının Allah tarafından yaratılmış olduğunu gösteren en kuvvetli delillerden birisidir. (Fahreddin er-Râzî)
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. شَر۪يكَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. لَهُ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. بِذٰلِكَ car mecruru اُمِرْتُ fiiline müteallıktır. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اُمِرْتُ meçhul mazi mebni fiildir. Muttasıl zamir تُ naibu fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَوَّلُ haber olup lafzen merfûdur. الْمُسْلِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.لَا شَر۪يكَ لَهُۚ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ sözündeki manayı tekid eden müekked haldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Cümleye dahil olan harf, cinsini nefyeden لَا ’dır. لَا ’nın haberinin hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır. لَهُۚ, bu mahzuf habere müteallıktır.
Sözlükte شرك “ortak olmak” ve “ortaklık”; “ortak koşmak” anlamındaki اشَر۪اكَ’tan isim konumunda bulunan شرك ise küfür demektir. Şirk koşana مِشَر۪كَ, şirk koşulana شَر۪يكَ denir. (Lisanu’l Arab, “şrk” md.; Kāmus Tercümesi, “şrk” md.). Terim olarak “Allah’ın zatında, sıfatlarında, fiillerinde veya O’na ibadet edilmesinde ortağı, dengi yahut benzerinin bulunduğuna inanma” demektir. (TDV)
Bu cümle milkiyet lamı ile tekid edilmiştir ve kasr ifade eden bir hal cümlesidir. Sıfat ve hal cümlesinden kastedilen mana; müşriklerin amellerini kendilerini yaratan zata has kılmamalarını reddetmektir. Onlar kendilerini yaratan zata ilâhlık sıfatında şirk koşmaktadırlar. (Âşûr)
وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِذٰلِكَ, amili olan اُمِرْتُ ’ya önemine binaen takdim edilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûlün önemi vurgulanmıştır.
İsm-i işarette istiare vardır.
ذٰلِكَ ile ihlas işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî bir şey için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.
وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
Ayetin son cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Müsnedin izafet terkibinde olması, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
الْمُسْلِم۪ينَ - شَر۪يكَ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
[Ben bununla] yani ihlas ile (yani şaibesiz, samimi bir tevhitle) [emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.] Çünkü her bir peygamberin Müslüman oluşu, kendi ümmetinin Müslüman oluşundan öncedir. (Keşşâf)
Bu cümle: Hz. Peygamberin, kendisine emredilen ilâhi emirlere süratle uyup yerine getirmesini ve o emirlerin yalnız kendine mahsus olmayıp herkese bunların emredildiğini ve bütün Müslüman olanların ona uyması gerektiğini açıklamaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَغَيْرَ | başka mı? |
|
3 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
4 | أَبْغِي | arayayım |
|
5 | رَبًّا | Rab |
|
6 | وَهُوَ | (halbuki) O |
|
7 | رَبُّ | Rabbi iken |
|
8 | كُلِّ | her |
|
9 | شَيْءٍ | şeyin |
|
10 | وَلَا |
|
|
11 | تَكْسِبُ | kazanmaz |
|
12 | كُلُّ | hiç |
|
13 | نَفْسٍ | kimse |
|
14 | إِلَّا | başkasını |
|
15 | عَلَيْهَا | kendisine ait olandan |
|
16 | وَلَا | ve |
|
17 | تَزِرُ | taşımaz |
|
18 | وَازِرَةٌ | taşıyan (hiç kimse) |
|
19 | وِزْرَ | yükünü |
|
20 | أُخْرَىٰ | bir başkasının |
|
21 | ثُمَّ | sonra |
|
22 | إِلَىٰ |
|
|
23 | رَبِّكُمْ | Rabbinizedir |
|
24 | مَرْجِعُكُمْ | dönüşünüz |
|
25 | فَيُنَبِّئُكُمْ | size haber verecektir |
|
26 | بِمَا | şeyleri |
|
27 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
28 | فِيهِ | onda |
|
29 | تَخْتَلِفُونَ | ayrılığa düşüyor |
|
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. Mekulü’l-kavli, اَغَيْرَ اللّٰهِ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Hemze istifham harfidir. غَيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda istisna harfidir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın üç unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a. Ya birden fazla olmalı,
b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.)
c. Ya da kısımları bulunan müfret bir lafız olmalı. (Kısımları bulunan müfret: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna,
2. Munkatı’ istisna,
3. Müferrağ istisna.
غَيْرَ nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre اِلَّا gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır. Burada mef’ûlun bih olduğu için mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْغ۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdir انا ’dir.
رَباًّ kelimesi temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz, harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubtur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye, “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّ haber olup lafzen merfûdur. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكْسِبُ merfû muzari fiildir.
كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَلَيْهَا car mecruru mahzuf mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, لا تكسب كل نفس ذنبا إلا مردودا عليها بالمضمرة والعقاب (Herkesin kazandığı günaha ceza verilir.) şeklindedir.
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَزِرُ merfû muzari fiildir.
وَازِرَةٌ fail olup lafzen merfûdur. وِزْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اُخْرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mevsuf hazfedilmiştir. Takdiri, وزر نفس أخرى (Başkasının günahı) şeklindedir.
وَازِرَةٌ kelimesi sülâsî mücerred olan وزر fiilinin ism-i failidir.
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
اِلٰى رَبِّكُمْ car mecruru car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. يُنَبِّئُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يُنَبِّئُكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَخْتَلِفُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.
يُنَبِّئُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَخْتَلِفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ
Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَباًّ ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Kınama, taaccüp ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez.
Bu ayetteki inkârî istifham “Allah dışında Rabb edinilebilecek şey var mıdır? Akıllı bir kişi böyle yapar mı? Bundan daha büyük bir körlük ve cahillik olabilir mi? anlamlarındadır. Eğer ayet قُلْ اَتَّخِذُ اَغَيْرَ اللّٰهِ رَباًّ şeklinde gelseydi inkâr sadece fiilin gerçekleşmesine yönelik olurdu ve bu manaları ifade etmezdi. Hemze; inkâri istifham içindir ve ondan sonra gelen kelime de inkâr mahallindedir yani inkâr edilen şeydir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Zemde mübalağa, mantık yollu kelam olduğu söylenebilir.
غَيْرَ اللّٰهِ ibaresi inkâr makamında olduğu için takdim edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meani İlmi)
غَيْرَ istisna harfidir. Mana: ‘’Allah’ın dışında’’ şeklindedir.
غَيْرَ اللّٰهِ izafeti غَيْرَ’nın tahkiri içindir
Mef’ûl olan رَباًّ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
Hal وَ ’ıyla gelen هُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ cümlesi, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ
Cümle mekulü’l-kavle وَ ’la atfedilmiştir veya istînâfiyyedir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır. Nefy harfi لَا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla tekid edilmiştir. Kasr, faille car-mecrur arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
[Herkes ne kazanırsa tamamen kendi aleyhine kazanmış olur] ifadesi de müşriklerin, اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ [Siz bizim yolumuza uyun, biz sizin günahlarınızı yükleniriz.] (Ankebut Suresi, 12) sözlerine cevaptır. (Keşşâf)
Bu cümledeki عَلى harfi mef’ûlün mahzuf olduğuna delalet eder ki bu mef'ûl شَرًّا ,إثْمًا vb. şekilde takdir edilir. Çünkü muhatapların kazandığı tek şey budur. (Âşûr)
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ
Makabline matuf cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlakla cümle tekid edilmiştir.
لَا تَزِرُ - وِزْرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
تَزِرُ- وَازِرَةٌ - وِزْرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Kimse başkasının herhangi bir günahını taşımaz.” ibaresinde istiare vardır. Burada gerçek anlamda sırtlarda taşınan yükler yoktur. Sadece kötülük ve günahların ağırlığı vardır. (Şerîf er-Radî)
Bu kelam da kâfirlerin anılan sözlerinin, ikinci manaya göre reddidir. Yani kıyamet günü hiçbir taşıyıcı nefis, başka bir nefsin yükünü taşımaz. (Ebüssuûd)
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ
Cümle, terahi ifade eden ثُمَّ harfi ile لَا تَزِرُ ’ya atfedilmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اِلٰى رَبِّكُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır. Bu takdim kasr ifade eder. Müsnedün ileyh yani geri dönüş sadece müsnede tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
رَبِّ - كُلُّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Ayetin son cümlesi makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كاَن ’nin haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Car mecrur ف۪يهِ önemine binaen amili olan تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.
Cümledeki “İhtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.” sözleri tehdit manası taşımaktadır. İbarede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. (Âşûr)
Mükâfat vaadi ile ceza vaidinin tekidi ve ağırlaştırılması için burada hitap şekli değiştirilip insanların hepsine tevcih edilmiştir. (Ebüssuûd)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | جَعَلَكُمْ | sizi yapan |
|
4 | خَلَائِفَ | halifeleri |
|
5 | الْأَرْضِ | yeryüzünün |
|
6 | وَرَفَعَ | ve üstün kılan |
|
7 | بَعْضَكُمْ | kiminizi |
|
8 | فَوْقَ | üzerine |
|
9 | بَعْضٍ | kiminiz |
|
10 | دَرَجَاتٍ | derecelerle |
|
11 | لِيَبْلُوَكُمْ | sizi denemek için |
|
12 | فِي |
|
|
13 | مَا | şeylerde |
|
14 | اتَاكُمْ | size verdiği |
|
15 | إِنَّ | doğrusu |
|
16 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
17 | سَرِيعُ | çabuk olandır |
|
18 | الْعِقَابِ | cezası |
|
19 | وَإِنَّهُ | ve O |
|
20 | لَغَفُورٌ | bağışlayandır |
|
21 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
خَلَٓائِفَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi üç şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. رَفَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَعۡضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَوْقَ mekân zarfı, رَفَعَ fiiline müteallıktır. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. دَرَجَاتٍ kelimesi فَوْقَ mekân zarfından bedel olup kesra ile mansubtur. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِ harfi, يَبْلُوَكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte رَفَعَ fiiline müteallıktır. يَبْلُوَكُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte يَبْلُوَكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَر۪يعُ kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. الْعِقَابِۘ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ise اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri, mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ
وَ istînâfiyye veya atıftır. Ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi herkes tarafından biliniyor olmasının yanında sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir.
Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani yeryüzünde halife kılmak, derecelendirmek vasıfları Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ cümlesi, mevsûlün sılasıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki …وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ cümlesi sılaya وَ ’la atfedilmiştir.
لِيَبْلُوَكُمْ cümlesine dahil olan لِ, cümleyi gizli أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde رَفَعَ fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl لِيَبْلُوَكُمْ ,مَٓا ‘a müteallıktır. Sılası اٰتٰيكُمْ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ ifadesi fazilet, zenginlik ve güç manasında kinayedir.
Cümlede, yeryüzünde halife (vekili) yapmak, verdiği şeylerde imtihana çekmek, kimini derecelerle kiminin üstüne çıkarmak vasıflarının sıralanması taksim sanatıdır.
بَعْضٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ buyruğu hakkında şu izahlar yapılmıştır:
a. Allah, onları yeryüzünün halifeleri yapmıştır. Zira Hz. Muhammed (s.a.), peygamberlerin sonuncusudur. O halde O’nun ümmeti, diğer ümmetlerin halefidir.
b. Allah onları, birbirine halef yapmıştır.
c. Onlar, Allah’ın yeryüzünde oraya sahip olan ve orada tasarrufta bulunan halifeleridir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ
Ayetin bu cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.
رَبَّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan, Hz. Peygambere ait كَ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir..
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ ibaresinde, sıfat mevsufuna muzâf olarak gelmiştir. Bu ifadede vurgu vardır.
Burada hitabın yalnız Resulullah’a (s.a.) tevcihi, Rabb kelimesinin, Resulullah’ın (s.a.) yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ’nın, Resulullah hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ayetin son cümlesi makabline وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaid gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)
En’am Suresi burada bitti. Şimdi bu ayetin içine aldığı halife kılma ve imtihanın, geçmişten beri oluş şeklini canlandırıp açıklayacak olan A’raf Suresi’ni okuyalım. (Elmalılı Hamdi Yazır)
İnsan acelecidir. Derdi varsa, çabuk giderilsin ister. Hastalığı varsa, hemen iyileşsin ister. Sıkıntısı varsa, derhal çözülsün ister. Mümkün olduğunca kısa sürede, az güç harcamayı hedefler. Bazen o kadar acele eder ki, çare yolunun uygun olup olmadığı ya da beraberinde şer getirip getirmediği üzerinde düşünmek istemez ve hatta umursamaz. Kendince Allah’tan da ister ama O’ndan başka her şeye de başvurur. Belli mekanlarda; dilekler tutmak, mumlar yakmak gibi bir sürü sağlam temele dayanmayan ve hatta belki de Sünnetullah’a uymadığı alenen bilinen tekniklere başvurur.
Allahım! Zorlandığım her anımda, nefsimin aceleci vesveselerine yenik düşmekten, Senin razı olmadığın yollara başvurmaktan, Ve Sen varken, başka rab arayanların haline düşmekten, Sana sığınırım.
Allahım! Rabbim olarak, yalnız Seni bildim. Derdime derman olarak, yalnız Sana dayandım.
Beni; yaptığı her işi ve her ibadeti, her şeyden önce, yalnız Senin rızan için yapanlardan eyle. Namazı, ibadeti, hayatı ve ölümü, Senin için olanlardan eyle.
Elhamdulillah! Bizi doğru yola ulaştırana, İslam’la şereflendirene, Hz. İbrahim’in dinine iletene ve bize Rasulullah (sav)’i sevdirene. Elhamdulillah! Bizi halifelikle süsleyene ve en güzel duaları öğretene.
Bizi, yeryüzünün halifesi kılan Allah’a layık yaşayan ve O’nun affettiği kullarından olmak duasıyla.
Amin.
***
Birçok insan, hayatının belli dönemlerinde karar vermekte zorlanır. Kendisini bölünmüş gibi hisseder. Bazen kararsızlık öyle bir boyuta ulaşır ki; o gün dolaptan ne giyeceği konusunda bile şaşırtır.
Çalışmalara göre kararsızlığın asıl sebebi korkudur. Kaybetme, bilinmezlik veya sonuçlarla yüzleşememe gibi örnekler sayılabilir. Korkunun temeli ise dünyalık heveslere ve kontrolü elde tutma çabasına dayalıdır.
Çoğu kararsızlık dönemleri bir şekilde aşılır. Ancak, bulunduğu anda kalmakta zorlananların aklı hep diğer seçenekte kalır. Sanki, dünyaya meyil ettikçe veya seçenekler çoğaldıkça iş daha da zorlaşmaktadır.
Kimisi de doğru seçenek kendisine bildirilsin ister. Allah’a ve emirlerine itaat noktasında da böyle bir haldedir. Sanki hakikati bulmaya ihtiyacı olan o değilmiş gibi alametlerle dolu alemde özel işaretler bekler.
Halbuki, şöyle bir gerçek vardır: Nefse hoş gelen kararın yanlışlığı ortada olsa bile her türlü olumluyu; hoş gelmeyen kararda da olumsuzluk diye adlandırdıklarını tekrarlayarak kişi kendisini razı eder.
Allah’a teslim olan kul için bu yükün bir kısmı hafifler. O’nun rızasına uygun şekilde hareket edince, bazı seçenekler otomatikman iptal olur ya da sonuçtan memnun kalmadığında ‘bir hikmeti vardır’ dedirtir.
Dünyalık meselelerde kararsızlık dönemini kolaylaştıran; detaylara takılmamak, kararın olumlu taraflarını düşünmek, hatalardan öğrenmek, başarısızlıkları küçümsememek yani başarılar kadar değerli olduklarını anlamak, her şeye aynı anda sahip olunmayacağını kabul etmek, güvenilir kişilere danışmak ve az ya da çok aşırıya kaçmadan kendimize güvenmek gibi birçok öneri verilmektedir.
Uhrevi meselelerde kararsızlık ise nefsani bir oyalamayla gelen ciddi bir tehlikedir. Kulu Allah’ın rızasına yaklaştıracak emre itaatte (tesettüre girmek, namaza başlamak gibi) ya da Allah’tan uzaklaştıran hallerden kaçınmakta (faizi bırakmak, kötü arkadaştan ayrılmak gibi), kişi karar aşamalarını uzatıp vesveseye dalmadan acele etmelidir. Zira, buradaki doğru seçenek barizdir ve kolaylığı, yola çıkmadan beklemek haksızlıktır.
Ey Allahım! Sen nice kolaylıkları yaratansın. Kararsız hallerin yorgunluğunu, üzerimizden kaldır. Nefsimizin susmayan isteklerini ve endişelerini de sakinleştir. Hakkımızda hayırlı olanı, gönüllerimize sevdir, gözlerimize güzelleştir ve bize kolaylaştır. Ey Allahım! Sen koruyucuların en hayırlısısın. Bizi yanlış niyetlerle karara varmaktan, rızana aykırı olanı seçmekten ve yanlış kararların getireceği kötülüklerden koru. Daima Senin rızanı kazanma isteğiyle yaşayanlardan ve her kararın ardından Sana kavuşma umuduyla; Senin yolunda, Senin adınla doğrulukla çabalayanlardan eyle.
Amin.