20 Eylül 2024
A'râf Sûresi 1-11 (150. Sayfa)
A'râf Sûresi

Mekke döneminde inmiştir. 163-170. âyetlerin Medine döneminde indiğini söyleyen âlimler de vardır. 206 âyettir. Sûre, adını 46. ve 48. âyetlerde geçen“el-A’râf ” kelimesinden almıştır. “el-A’râf ”, yüksek yerler, yüksek mevkiler demektir. Sûrede temel konu olarak, ilâhî vahyin doğruluğu ve vahye duyulan ihtiyaç işlenmektedir.1-11  Ayetler Mekke devrinde nâzil olmuştur,  

Mekke devrinde nâzil olan en uzun sûredir. 
Üslûp ve muhteva bakımından bir önceki sûrenin (En‘âm) devamı gibi görünen A‘râf sûresinde de iman meseleleri, bilhassa âhiretle ilgili hususlarla vahyin önemi, ataları körü körüne taklit etmenin yanlışlığı ve zararları, müminlerle inkârcıların âhiretteki durumlarının mukayesesi, Allah’ın mutlak hükümranlığı, rahmetinin genişliği gibi itikadî konular işlenir. Bunun yanında geçmiş peygamberlerin hayatlarından misaller verilerek onların iman uğrundaki mücadeleleri gözler önüne serilir; sırası geldikçe müşrikler uyarılır; müminlere de sabır ve sebat tavsiye edilir.

Nesâî’nin naklettiği bir hadise göre Resûlullah, akşam namazının ilk rek‘atında Fâtiha’dan sonra bu sûrenin bir bölümünü, ikinci rek‘atında da kalan bölümünü okurdu (“İftitâh”, 67).

Ashâb-ı kiramdan Zeyd ibni Sâbit ,Medine valisi Mervân ibni Hakem’in akşam namazlarını hep kısa sürelerle kıldırdığını görünce ,onu  Resûl-i Ekrem’in akşam namazlarını bazen Mâide bazan A’raf sûreleriyle kıldırdığını söyleyerek uyarmıştır. 

(Buhâri ,Ezan 98;Ebu Dâvud ,Salât 127,128; Nesai ,İftitâh 67).  

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ

PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 1. Ayet

الٓمٓصٓۜ  ...


Elif Lâm Mîm Sâd.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 المص Elif Lâm Mîm Sâd

Kelime oluşturmayan bazı harflere hurûf-ı mukattaa (ayrı ayrı harfler) denir. 

Bunlar Arap alfabesinin on dört harfidir ve bazı sûrelerin başında tek harf olarak, bazılarının başında ise birden fazla harfin yan yana dizilişi şeklinde yeralmışlardır. 

Bu harflerin Kur’ân-ı Kerîm’den bir âyet veya âyet parçası olduğunda şüphe yoktur. Mânaları ve hikmetleri üzerinde ise farklı görüşler ve yorumlar ileri sürülmüştür. 

Sıradan insanların bilgi vasıtalarıyla mânalarını ve kullanılış maksatlarını (hikmet) bilmek ve anlamak mümkün olmayan bu harflere, kezâ lügat mânalarında kullanılmamış olup ne mânaya geldikleri de açıklanmamış bulunan bazı kelimelere müteşâbihat adı verilmektedir.

 Selef denilen ilk devir din bilginleriyle onların yolundan giden sonraki bazı âlimler müteşâbihatı yorumlamazlar, oldukları gibi benimseyip iman ederler. “Kur’an’da bulunmasının elbette bir hikmeti vardır, Allah ve Resulü bunları açıklamadığına göre aklımıza dayanarak açıklamaya kalkışmak bizim işimiz değildir, yetki sınırımızı aşar” derler. 

Kelâm, felsefe ve tasavvuf ehli bazı âlimler ise tefekkür veya ilham yoluyla müteşâbihatın mânalarının anlaşılabileceğini ileri sürmüş ve her biri için çeşitli yorumlar yapmışlardır.

İmâm-ı Rabbânî önce Selef âlimleri gibi düşünürken bilâhare Allah Teâlâ’nın kendine, bu harflerin mâna ve sırlarından bir kısmını açtığını; böylece “müteşâbihatın mânalarının, Allah’ın bildirmesiyle bilinebileceğini ve bunların, açık mânalı âyetlerin (muhkemât) özü ve amacı olduğunu” anladığını ifade etmiştir

 

 (Mektûbât, I, 296).

(Kuran Yolu-Diyanet Tefsiri)

 

الٓمٓصٓۜ


Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâet-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi).

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.


A'râf Sûresi 2. Ayet

كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Bu, sana, kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كِتَابٌ bir Kitaptır ك ت ب
2 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
3 إِلَيْكَ sana
4 فَلَا
5 يَكُنْ olmasın ك و ن
6 فِي
7 صَدْرِكَ göğsünde ص د ر
8 حَرَجٌ bir sıkıntı ح ر ج
9 مِنْهُ onunla
10 لِتُنْذِرَ uyarman ن ذ ر
11 بِهِ hususunda
12 وَذِكْرَىٰ ve öğüt (vermen) ذ ك ر
13 لِلْمُؤْمِنِينَ inananlara ا م ن

“Kitap”tan maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Âyette Kur’an’ın Hz. Peygamber’e Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğu belirtildikten hemen sonra “Ondan dolayı içinde bir sıkıntı olmasın” buyurulmasından anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, müşriklerin kendisini yalancılıkla suçlayacaklarından, hatta kötülük edeceklerinden kaygılandığı veya inanmayacaklarını, olumlu bir tepkide bulunmayacaklarını düşündüğü için onlara tebliğde bulunmaktan çekiniyor ve üzülüyordu (Şevkânî, II, 215). Buna rağmen, insanlar iman etseler de etmeseler de Kur’an inkârcıları ikaz etmek, müminlere de kendi rehberliğini hatırlatmak üzere indirildiği için Resûlullah’ın tebliğ işlevini her durumda yerine getirmesi gerekiyordu.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 499-500

 

كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  كِتَابٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هذا أو هو (Bu veya o) şeklindedir.

اُنْزِلَ  fiili  كِتَابٌ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  اُنْزِلَ  fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir.

Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  اِلَيْكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن تلوته، أو تتابع نزوله، فلا يكن ... حرج (Okursan veya nüzulüne tabi olursan sıkıntı olmasın...) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يَكُنْ  nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

ف۪ي صَدْرِكَ  car mecruru  يَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَرَجٌ  kelimesi  يَكُنْ ’un  muahhar ismi olup lafzen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru  حَرَجٌ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.

لِ  harfi,  تُنْذِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  تُنْذِرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 لِتُنْذِرَ بِه۪  [Onunla inzar etmen için…] buyruğunun başındaki lâmın neye taalluk ettiği hususunda üç görüş ileri sürülmüştür: 

a. Ferrâ şöyle demiştir: “İfadede bir takdim ve tehirin yapılması şartıyla bu lâm, ayetteki  اُنْزِلَ اِلَيْكَ [Sana indirildi.]  fiiline taalluk eder. Buna göre ayetteki takdirî sıra, “Bu, kendisi ile inzar etmen için sana indirilen bir kitaptır. O halde bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.” şeklindedir. Buna göre şayet, “Bu takdim ve tehirin ne faydası var?” denilirse biz deriz ki: İnzar ve tebliğe yönelmek, ancak göğüsten sıkıntı kaybolduğunda tam ve mükemmel olur. İşte bu sebepten ötürü Cenab-ı Hakk o peygambere, önce kalbindeki sıkıntıyı atmasını daha sonra inzar ve tebliğde bulunmasını emretmiştir.

b. İbnu’l Enbârî, bu lâmın, كي (için) manasına geldiğini, ayetin takdirinin, “Başkalarını inzar edebilmek için kalbinde bir şek ve şüphe olmasın” şeklinde olduğunu söylemiştir.

c. “en-Nazm” sahibi (müellifi), buradaki lâm’ın, “en” manasına geldiğini ve kelamın takdirinin, “O kitapla uyarmadan ötürü göğsün daralmasın ve bu hususta zayıflık gösterme” şeklinde olduğunu; Arapların bu lâmı  اَنْ  edatı yerine kullandıklarını; nitekim Cenab-ı Hakk’ın da bir ayetinde ... يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ [Allah’ın nurunu ağızları ile söndürmek istiyorlar. (Tevbe Suresi, 32)] dediğini; bir başka ayetinde ise يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ  [Allah'ın nurunu ağızları ile söndürmeyi istiyorlar. (Saf Suresi, 8)]  buyurduğunu, her ikisinin de aynı manaya geldiğini söylemiştir. Ayetin takdiri şöyledir: “Şüphesiz bu, Allah’ın Sana indirdiği bir kitaptır. Sen, bunun Allah’ın Sana indirdiği bir kitap olduğunu bildiğine göre Allah’ın inayet ve yardımının Seninle olduğunu da bil. Sen bunun böyle olduğunu bildiysen kalbinde bir sıkıntı olmasın. Çünkü koruyucusu ve yardımcısı Allah olan herkes, hiç kimseden korkmaz. Kalbinden korku ve sıkıntı gittiğinde, kahraman insanların yaptığı gibi inzar, tebliğ ve va’z-u nasihat ile meşgul ol ve haktan sapmış, batıllara saplanmış kimselerden hiçbirine aldırma.’’ (Fahreddin er-Râzî)

بِه۪  car mecruru  تُنْذِرَ  fiiline müteallıktır. 

ذِكْرٰى  kelimesi atıf harfi  وَ’la masdar-ı müevveldeki harf-i cere matuf olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  ذِكْرٰى’nın mahzuf sıfatına müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ

 

Ayet ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

كِتَابٌ  takdiri  هذا  olan mahzuf mübtedanın haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كِتَابٌ, Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.

اُنْزِلَ اِلَيْكَ  şeklindeki fiil cümlesi  كِتَابٌ  için sıfat konumundadır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

كِتَابٌ’deki tenkir, nev içindir. (Âşûr)

Kitabı indirenin kim olduğunun bildirilmemesinin bir azamet üslubu olması ve failin açıkça belirtilmesine gerek olmamasındandır. İnzal kaynağının mektum tutulmasının sırrı budur (Ebüssuûd) ve mefûle dikkat çekmek kastıyladır.


 فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ  sözündeki  فَ  itiraziyyedir.  اُنْزِلَ  fiili ve müteallıkı olan  لِتُنْذِرَ بِه۪  arasında gelmiş bir itiraz cümlesidir. Çünkü itiraz cümlesi  فَ  ile gelir. (Âşûr)  

فَ, takdiri  إن تلوته ,أو تتابع نزوله  [Onu okursanız veya ona tabi olursanız.] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi  لَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لِتُنْذِرَ بِه۪  cümlesine dahil olan  لِ, cümleyi gizli  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. Muzari fiil sıygasında faide-i  haber ibtidaî kelamdır.

تُنْذِرَ  fiilinin müteallıkı mahzuftur. ذِكْرى  kelimesinin müteallıkı açıkça zikredilerek buna delalet edilmiştir. Takdiri, لِتُنْذِرَ بِهِ الكافِرِينَ  (Onunla kâfirleri uyarman için) şeklindedir. Bu hazfin sebebi müminleri yüceltmek ve kâfirleri tahkir manasına tarizdir. (Âşûr) 

وَذِكْرٰى, masdar-ı müevvele tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

Car-mecrur  لِلْمُؤْمِن۪ينَ, masdar olan  ذِكْرٰى ’ya müteallıktır

Kitabın indirilme sebeplerinin insanların uyarılması ve müminlere öğüt olması şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

حَرَجٌ مِنْهُ  ibaresinde muzâf hazfedilmiştir. “Onu tebliğ etmekten kalbinde bir sıkıntı olmasın” manasındadır. (Sâbûnî - Ebüssuûd)

Ebüssuûd Efendi bu  حَرَجٌ  kelimesinin şüphe manasında kullanıldığını yani burada istiare olduğu görüşünü de zikretmiştir. Yunus Suresi 94. ayette [Resulüm Sana indirdiğimizden şüphe içindeysen] buyurulmuştur. Bu ayette şüphenin sıkıntı manasındaki bir  حَرَجٌ  kelimesiyle ifade edilmesi kesin bilgiye sahip olan kimsenin kalbinin huzur ve inşirah içinde olması dolayısıyladır. Şüphe içinde olan kimsenin kalbinde de sıkıntı vardır. Bu istiarenin sebebi peygamberi şüpheden tamamiyle tenzih etmek içindir.

Kitaptan maksat suredir. [Sakın bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın] ifadesindeki sıkıntı şüphe anlamındadır. Şüphenin ‘sıkıntı’ olarak isimlendirilmesinin sebebi, yakîn sahibi kimsenin göğsünün [yani zihninin açık ve ferah olması] gibi şüphe içinde olan kimsenin de göğsünün daralması, sıkıntıya girmesidir. Yani burada, “onun Allah’tan inzâl edildiği konusunda şüpheye düşme” ya da “onun tebliği konusunda sıkıntıya düşme” denilmektedir. Çünkü Peygamber (s.a.), halkından, onların kendisini yalanlamalarından, yüz çevirmelerinden ve kendisine eziyet etmelerinden endişe ediyor; bu sebeple de tebliğ vazifesini eda etme konusunda içi daralıyor, bir türlü ferahlayamıyordu. Bu yüzden Allah onu temin etti ve halkının tepkisini bu şekilde düşünüp endişelenmeyi kendisine yasakladı. (Keşşâf)


A'râf Sûresi 3. Ayet

اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ  ...


Rabbinizden size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اتَّبِعُوا uyun ت ب ع
2 مَا şeye
3 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
4 إِلَيْكُمْ size
5 مِنْ -den
6 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
7 وَلَا
8 تَتَّبِعُوا ve uymayın ت ب ع
9 مِنْ
10 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
11 أَوْلِيَاءَ velilere و ل ي
12 قَلِيلًا ne kadar da az ق ل ل
13 مَا
14 تَذَكَّرُونَ öğüt alıyorsunuz ذ ك ر

Bir önceki âyette geçen ikaz ve hatırlatmanın açıklaması mahiyetindeki bu âyette hem müşriklere hem de müminlere hitap edilmekte, birincilerin öncelikle inkâr ve şirkten, müslümanların da günah ve isyandan uzaklaşıp korunarak indirilen kitaba uymaları; Allah’ın dışında bir kısım insanları veya başka varlıkları tanrı yerine koyarak rehber edinip onların peşine düşmemeleri; sadece Allah’ın kitabına tâbi olmaları emredilmektedir. Müminlerin gerçek velîsi yani onları seven, yardım ve himaye eden, indirdiği kitapla yollarını aydınlatan hakiki dostları Allah’tır. Şu halde müminler de O’nu dost ve yardımcı bilip O’nun peygamberini önder, kitabını rehber edinip o kitaba uymalı, din konusunda onun hükümlerine aykırı görüş ve inanç sahiplerine itaat etmemelidirler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 500

اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ

 

Fiil cümlesidir. اِتَّبِعُوا  fiili  نَ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri, هو’dir.

اِلَيْكُمْ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّبِعُوا۟  fiili  نَ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْلِيَٓاءَ  mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَتَّبِعُوا۟  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ

 

قَل۪يلاً  mahzuf bir mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, تذكّرون تذكّرا قليلا (az bir tezekkürle zikredersiniz) şeklindedir. 

مَا  kılleti tekid etmek için zaid harftir. (Âşûr)  تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Burada hitap, bütün mükelleflere yöneltiliyor ve onlara bir uyarı ve öğüt olmak üzere Peygamberimizin emrine uymaları emrediliyor. Bundan önceki ayette, Kur’an’ın, insanlara uyarı ve öğüt olmak üzere indirildiği belirtildiği halde bu ayette Peygamberin şahsında bütün insanlara indirilmiş olduğunun açıklanması, Peygambere uymanın zorunlu olduğunu tekid içindir. (Ebüssuûd)

اِتَّبِعُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan لَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ  cümlesi istînâfa  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

اِتَّبِعُوا - لَا تَتَّبِعُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ  cümlesiyle  وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Önceki ayetteki müfret muhatap zamirden bu ayette cemi muhatap zamire iltifat edilmiştir.

Vahiy veya kitap değil de “size indirilene” buyurulmasında kinaye vardır.

Tezekkür geçmişe yönelik düşünce, tedebbür geleceğe yönelik düşünce ve tedbir almak demektir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّكُمْ  izafetinde Rabb kelimesinin muhatap zamirine muzâf olması, Allah’ın onlara olan lütfunun çokluğunu gösterir ve emirlerine sarılmaya teşvik eder.


  قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mef’ûlü mutlaktan naib  قَل۪يلاً  ve zaid harf  مَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin takdiri  تذكّرون  تذكّرا قليلا  [Az bir tezekkürle zikredersiniz.] şeklindedir. 

قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَ  cümlesinde azlıktan murad, yokluk da olabilir. Bakara Suresi 88’de geçen [o yüzden çok az iman ederler] cümlesindeki azlık da, yokluk manasındadır. Bu kelam, muhatapların halini takbih içindir. (Ebüssuûd)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل ,تَفَكُّر ,تَدَبُّر ,تَذَكُّر  ve تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (taakkul) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (tezekkür) geleceğe yol bulmaları (tedebbür) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
A'râf Sûresi 4. Ayet

وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ  ...


Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَمْ ve nice
2 مِنْ
3 قَرْيَةٍ kent(ler)i ق ر ي
4 أَهْلَكْنَاهَا helak ettik ه ل ك
5 فَجَاءَهَا onlara geliverdi ج ي ا
6 بَأْسُنَا azabımız ب ا س
7 بَيَاتًا gece yatarlarken ب ي ت
8 أَوْ yahut
9 هُمْ onlar
10 قَائِلُونَ gündüz uyurlarken ق ي ل

Allah Teâlâ, müşriklerin yalanlama, karalama, alay etme gibi tepkilerine rağmen, kararlılıkla kitabı tebliğ etmesi gerektiğini peygamberine bildirdikten ve insanlara da bu kitaba uymalarını emrettikten sonra bu buyruğa aykırı davranmaya kalkışanları uyarma ve tehdit mahiyetinde olmak üzere, nice eski kavimlerin isyankârlıkları yüzünden hiç ummadıkları ve beklemedikleri anlarda Allah’ın ansızın ortaya çıkardığı bir felâketle helâk olduklarını haber vermektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 501

وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَمْ’i haberiye mübteda olarak mahallen merfûdur.

 مِنْ قَرْيَةٍ  zaiddir.  قَرْيَةٍ  kelimesi lafzen  mecrur, mahallen temyiz olarak mansubtur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye, “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَهْلَكْنَاهَا  fiili  كَمْ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَهْلَكْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  جَٓاءَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بَأْسُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيَاتاً  hal olup lafzen mansubtur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

هُمْ قَٓائِلُونَ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile  بَيَاتاً  şeklindeki hale matuftur. Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.

قَٓائِلُونَ  haber olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

قَٓائِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قيل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

كَمْ  teksir ifade eden haberiyyedir. Mukaddem mefûl olarak mahallen mansubtur.

مِنْ قَرْيَةٍ, amili olan  اَهْلَكْنَاهَا  fiiline önemine binaen takdim edilmiştir. 

Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَرْيَةٍ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

اَهْلَكْنَاهَا  cümlesine  فَ  ile atfedilen  فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتاً  cümlesi aynı üsluptadır.

بَأْسُنَا  izafeti muzâfın şanı içindir.

İsim cümlesi formunda gelen  هُمْ قَٓائِلُونَ  cümlesi hal olan  بَيَاتاً ’e matuftur. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا  ifadesinde istiare vardır. Azap kendi başına hareket edebilen bir şeye benzetilmiştir.

Burada helak fiili zikredilmiş ama istemek, azmetmek manası kastedilmiştir. Karînesi ayetin devamının  فَ  harfi ile atfedilmesidir. Yani helakın meydana gelmesi için azabın gelmesi gerekir. Önce azap gelir sonra kavim helak olur. Dolayısıyla bu helak etme fiilinin istemek manasında yani helakın sebebi olan fiil manasında kullanıldığı açıktır. Bu da müsebbebin zikredilip sebebin kastedildiği mecaz-ı mürsel örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Bu iki uyku hali azaba tahsis edilmiştir. Çünkü kötü bir şeyin gaflet anında inivermesi daha fecidir ve bunun anlatılması muhatabın güven ve rahat durumlarına aldanmamaları için daha caydırıcıdır. (Ebüssuûd)

Bu ayet-i kerimede lafzî kalb vardır. Ayetin aslı  جَٓاءَهَا بَأْسُنَا فَاَهْلَكْنَا  şeklindedir.

Kem-i haberiye, inşânın (istifhamın) dışında, haber cümlelerinde kullanılır. Bu kullanım da nicelik ve çokluk manası verir ve ona haberiyye adı verilir. Kur’an’da bu manayla kullanıldığı yerler genellikle iftihar makamlarıdır. Kem-i haberiyye ile muhataptan cevap talep edilmez. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu Yük. Lis. Tezi)
A'râf Sûresi 5. Ayet

فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ  ...


Azabımız kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk” demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا kalmadı
2 كَانَ ك و ن
3 دَعْوَاهُمْ yalvarıları د ع و
4 إِذْ zaman
5 جَاءَهُمْ onlara geldiği ج ي ا
6 بَأْسُنَا azabımız ب ا س
7 إِلَّا başka
8 أَنْ
9 قَالُوا demelerinden ق و ل
10 إِنَّا biz gerçekten
11 كُنَّا ك و ن
12 ظَالِمِينَ zalimlermişiz ظ ل م

Böyle bir felâketle yüz yüze gelen inkârcı ve isyancıların, artık bütün ümitlerini kaybettikleri için, son anlarını yaşamakta olduğunu farkeden hastanın içine düştüğü suçluluk duygusu ve içten itiraflarına benzer bir biçimde “Biz gerçekten haksızlık ettik!” sözünden başka bir diyecekleri olamaz. Ancak bu itirafın dolaylı olarak tövbe ve af dileme maksadı da taşıdığı anlaşılmaktadır (İbn Âşûr, VIII/2, s. 23). Daha başka birçok âyette olduğu gibi burada da zulüm “inat etme, peygamberi yalancılıkla suçlama, Allah’ın âyetlerine sırt çevirme, nasihat ve uyarılara karşı kulak tıkama”, bunların hepsini de kapsamak üzere “şirk” anlamına gelir (a.g.e., VIII/2, s. 24). Nitekim başka bir âyette “O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” buyurulurken de “haksızlık” anlamında zulüm kelimesi kullanılmıştır (Lokmân 31/13).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 501

فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

دَعْوٰيهُمْ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı  دَعْوٰيهُمْ’e  müteallıktır.  جَٓاءَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بَأْسُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubtur.

قَالُٓوا  damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اِنَّ ’nin haberi ise  كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur. 

كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.  ظَالِم۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

ظَالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ

 

Önceki ayetteki istînâfa,  فَ  ile atfedilmiştir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا  cümlesine muzâf olan  اِذْ  zaman zarfı,  دَعْوٰيهُمْ’a müteallıktır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki müspet mazi fiil cümlesi …قَالُٓوا اِنَّا, masdar teviliyle  كَانَ ’nin haberidir. 

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ ,اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy harfi ve istisna edatıyla oluşan kasr,  كَانَ ’nin ismiyle haberi arasındadır.

بَأْسُنَا  izafeti, muzâfın şanı içindir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Azabın gelmesi ibaresinde istiare vardır.

اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ sözleriyle kastedilen, inatları sebebiyle kendi nefislerine zulmedenler ve resulleri yalanlayanlardır. (Âşûr)
A'râf Sûresi 6. Ayet

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ  ...


Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَنَسْأَلَنَّ soracağız س ا ل
2 الَّذِينَ olanlara
3 أُرْسِلَ elçi gönderilmiş ر س ل
4 إِلَيْهِمْ kendilerine
5 وَلَنَسْأَلَنَّ ve soracağız س ا ل
6 الْمُرْسَلِينَ gönderilen elçilere ر س ل

Yüce Allah’ın, peygamberlerin elçilik görevleriyle ilgili yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirdiklerini, ümmetlerin de kendilerine tebliğ edilen dini ve kitabı tanıyıp hükmüne uyduklarını yahut reddedip âsi olduklarını kesin olarak bildiği, ayrıca inkârcılar da kendilerinin zalim olduklarını itiraf ettikleri halde yine de âhirette ümmetleri ve resulleri sorguya çekmesi O’nun adalet düzeninin bir sonucudur. Ayrıca burada önemli bir hukuk kuralına da işaret bulunduğu düşünülebilir: Hiçbir kimse, yargılanarak suçu sabit görülüp hüküm giymedikçe cezalandırılamaz.

 

 Peygamberlere sorulacak olan, tebliğ görevlerini yerine getirip getirmedikleri; ümmetlere sorulacak olan da bu tebliğlere uyup uymadıkları veya neden uymadıklarıdır. Yüce Allah peygamberlerin mâsum olduklarını bilmekle beraber, bu gerçeği bir defa da mahkeme-i kübrâda ortaya koyacak; bu suretle inkâr edip âsi olanların bu suçlarının, peygamberlerin tebliğlerinde kusur etmelerinden değil, tamamen kendilerinden kaynaklandığını tescil ve ilân edecektir (Râzî, XIV, 22-23).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 501-502

Riyazus Salihin, 285 Nolu Hadis

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.”  Buhârî, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ

 

فَ  zaman ve tertibe delalet eden istînâfiyyedir.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نَسْـَٔلَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası   اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُرْسِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  اُرْسِلَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نَسْـَٔلَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur. 

الْمُرْسَل۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.

الْمُرْسَل۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.

İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, fiilden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُرْسِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ

 

فَ  tertibe delalet eden istînâfiyyedir.  لَ, mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

لَ  ve  نَّ’la tekid edilen cevap cümlesi ise, faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber, şüpheyi gidermek için kasem lâmı ve tekid nûnuyla tekid edilmiştir. (Âşûr) 

فَلَنَسْـَٔلَنَّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûl öne çıkarılmıştır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Tekid nûnu, çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu harf ( َّنَّ ), fiilin üç defa tekidini sağlar. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

Aynı  üsluptaki  وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ  cümlesi, önceki cevap cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اُرْسِلَ  kelimesinde irsâd vardır.

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ  cümlesi ile  وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اُرْسِلَ - الْمُرْسَل۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah bütün bunları bildiğine ve onlara anlatacağına göre onlara sormasının anlamı anlamı, onlara yönelik kınama, azarlama ve yaptıklarını kendi dilleri ile itiraf edip peygamberlerinin onlar aleyhine şahitlik etmesini sağlamaktır. (Keşşâf) Dolayısıyla bu cümlede mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır.

Burada sormaktan murad, Allah Teâlâ'nın kâfirleri takbih etmesi ve azarlamasıdır. (Ebüssuûd)


A'râf Sûresi 7. Ayet

فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ  ...


Andolsun, onlara (yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değiliz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَنَقُصَّنَّ ve elbette anlatacağız ق ص ص
2 عَلَيْهِمْ onlara
3 بِعِلْمٍ bilgi ile ع ل م
4 وَمَا zira
5 كُنَّا değiliz biz ك و ن
6 غَائِبِينَ onlardan uzak غ ي ب

Allah olup bitenlerden uzak olmadığı, aksine her yerde hazır ve nâzır olduğu için elçilerin ve ümmetlerin bütün yapıp ettiklerini gizlisiyle açığıyla bildiği gibi bunları ayrıntılarıyla onlara haber verecek ve bu suretle ilminin bütün olup bitenlerle birlikte insanların her türlü tutum ve davranışlarını, hatta duygularını, düşüncelerini ve gizli hallerini kapsadığını onlara kanıtlayacaktır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 502

فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نَقُصَّنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

عَلَيْهِمْ  car mecruru  نَقُصَّنَّ  fiiline müteallıktır.  بِعِلْمٍ  car mecruru  نَقُصَّنَّ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبّسين بعلم (İlme bürünerek) şeklindedir.

بِ  musahabe içindir. 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.  غَٓائِب۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

غَٓائِب۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غيب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ

 

فَ  atıftır. Ayetin ilk cümlesi, aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat bulunan önceki ayeteki istînâfa atfedilmiştir.  لَ, mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Bu cümle, makabli için bir zeyl mahiyetinde olup onu açıklar. (Ebüssuûd)

لَ  ve  نَّ’la tekid edilen cevap cümlesi ise, faide-i haber inkâri kelamdır. 

Tekid nunu, çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu harf ( َّنَّ ) fiilin üç defa tekidini sağlar. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

عِلْمٍ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ  cümlesi  بِعِلْمٍ ’nin müteallakı olan mahzuf hale matuftur. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِعِلْمٍ  sözündeki  عِلْمٍ kelimesinin tenkiri tafsilat iradesine delalet eder. Yani yüce ilimdir. Çünkü tenvin tazim içindir. (Âşûr)

مَا كَانli olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)

Azamet zamiri yapılan işin ne kadar ulvi olduğunu ifade eder.

الغائِبُ  kelimesi  الحاضِرِ’ın zıttıdır. Burada  الغائِبُ  cahil kelimesinden kinayedir. (Âşûr)
A'râf Sûresi 8. Ayet

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  ...


O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْوَزْنُ ve tartı و ز ن
2 يَوْمَئِذٍ o gün
3 الْحَقُّ tam doğrudur ح ق ق
4 فَمَنْ kimin
5 ثَقُلَتْ ağır gelirse ث ق ل
6 مَوَازِينُهُ tartıları و ز ن
7 فَأُولَٰئِكَ işte
8 هُمُ onlar
9 الْمُفْلِحُونَ kurtulanlardır ف ل ح

Adaletin tahakkuku bakımından sorgulamanın maksadı cezalandırma veya ödüllendirme olup bu da amellerin nicelik ve niteliğine göre değişir. Bu nicelik ve niteliğin tesbiti de bir ölçüyü, tartıyı gerektirir. 

Âyette bu ölçü-tartı vezin kelimesiyle ifade buyurulmuştur. “O gün ölçü-tartı haktır” ifadesindeki hak kelimesi “adalet” veya “eşitlik” mânasına kullanılmıştır (İbn Âşûr, VIII/2, s. 30). Buna göre âhiret mahkemesinde ameller adaletli bir şekilde değerlendirilecek, karşılık verilirken asla haksızlık edilmeyecektir; yahut herkesin yaptıklarının karşılığı denk bir şekilde ödenecek; iyiliklerin karşılığı fazlasıyla verilecek (bilgi için bk. En‘âm 6/160), kötülüklerin karşılığı ise denk cezalar şeklinde olacaktır. 

Şu kadar var ki tövbe, şefaat vb. sebeplerle yahut sırf Allah’ın rahmetinin bir nişanesi olarak müminlerin bazı günahlarının affedilmesi ya da bazı sevaplarının arttırılması mümkün olacaktır. Zira bunda adalete aykırı bir durum yoktur. Her hâlükârda “tartıları ağır gelenler” yani iyilikleri daha çok olanlar kurtuluşa erecektir.

 Bazı müfessirlere göre burada tartılacağı bildirilen şeyler, somutlaştırılarak tartılabilir nesneler haline getirilecek olan ameller; bazılarına göre de “amel defterleri”dir. 

Yine buradaki tartı ve ölçünün hakiki anlamda terazi ile tartma anlamına geldiği veya bunun bir mecaz olduğu şeklinde değişik yorumlar vardır. Bu ölçü ve tartının nasıl ve ne ile olacağını Allah bilir. Biz insanlar için önemli olan, kendi niyet ve irademizin sonuçları durumundaki inanç, düşünce, duygu, söz ve davranışlarımızın Allah tarafından tesbit edildiği, bilindiği, vakti gelince de tek tek sayılarak önümüze konacağı, bunlardan sorguya çekileceğimiz ve tamamen adaletli bir yargılanma neticesinde bu amellerimizin nicelik ve niteliğine göre ya mükâfat veya ceza şeklinde bir sonuçla karşılaşacağımızdır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 503

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  الْوَزْنُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  الْوَزْنُ’ye  müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

الْحَقُّ  haber olup lafzen merfûdur.  


 فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.   ثَقُلَتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  تْ  te’nis alametidir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

مَوَاز۪ينُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْمُفْلِحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُفْلِحُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْمُفْلِحُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْمُفْلِحُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.  

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ

 

وَ  atıftır.  الْوَزْنُ  mübteda,  الْحَقُّ  haberdir.  يَوْمَئِذٍ’in haber,  الْحَقُّ ’nun haber için sıfat olmasına caizdir. 

İsim cümlesi formundaki terkipte haberin marife oluşu kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani hak olma vasfı o gün amellerin tartılmasından başkasında bulunmaz.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Zaman zarfı  يَوْمَ’nin müteallakı  الْوَزْنُ ’dur.

يَوْمَئِذٍ  izafetinde muzâfun ileyh olan  إذٍ’in muzâfun ileyhi mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimedeki tenvin muzâfun ileyh olan cümleden ivazdır. (Âşûr)

الْحَقُّ  şeklindeki haber marife gelerek, bu vasfın kemal derecede olduğunu ve herkes tarafından bilindiğini ifade eder.


فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesi  ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelmiş olan cevap cümlesi ise fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, mübteda olan şart ismi  مَنْ ’in haberi,

فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesi, şartın cevabıdır. Cevap isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta  فَ ’si gelmiştir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenlerin önemini vurgulayarak, tazim ifade etmiştir. (Âşûr)

ثَقُلَتْ - مَوَاز۪ينُهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ  işaret ismi hem zata hem vasfa işaret eder. Burada tazim ifade eder.

“Kimin mevâzîni ağır basarsa” ifadesinde مَوَاز۪ينُ, mîzân ya da mevzûn kelimesinin çoğuludur. Yani “kimin tartılan, ölçüye gelen amelleri, yani iyilikleri ağır gelirse” demektir. Ya da مَوَاز۪ينُ, onların iyiliklerinin kendisiyle tartıldığı şeydir. Hasan-ı Basrî’nin, “İyiliklerin konulduğu tartının ağır basması, kötülüklerin konulduğu tartının ise hafif gelmesi sezadır.” dediği nakledilmiştir. (Keşşâf)

الْمُفْلِحُونَ’deki tarif cins veya ahd içindir. (Âşûr)

Fasıl zamiri hasr içindir. (Âşûr)


A'râf Sûresi 9. Ayet

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ  ...


Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ kimin
2 خَفَّتْ hafif gelirse خ ف ف
3 مَوَازِينُهُ tartıları و ز ن
4 فَأُولَٰئِكَ işte onlar da
5 الَّذِينَ kimselerdir
6 خَسِرُوا ziyana sokan(lardır) خ س ر
7 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
8 بِمَا ötürü
9 كَانُوا ك و ن
10 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
11 يَظْلِمُونَ haksızlık etmelerinden ظ ل م

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَفَّتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  تْ  te’nis alametidir.  Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

مَوَاز۪ينُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ   muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَسِرُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

خَسِرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَسِرُٓوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

بِمَا كَانُوا  sözündeki  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir. (Âşûr) 

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  يَظْلِمُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَظْلِمُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَظْلِمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ

 

فَ  atıftır. Ayet önceki ayetteki şart cümlesine tezat sebebiyle atfedilmiştir. Şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Şart cümlesi  خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelmiş olan cevap cümlesi ise, isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası …خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenleri tahkir kastına matuftur.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması bilinen kişileri tahkir kastının yanında kasr ifade eder.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ  cümlesi, isim cümlesi formunda gelerek sübuta işaret etmiştir. Masdar-ı müevvelin müteallakı  خَسِرُٓوا  fiilidir. Cümlede  كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlara olmak üzere  iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, mübteda olan şart ismi  مَنْ ’in haberidir.

فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesi, şartın cevabıdır. Cevap isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta  فَ ’si gelmiştir.

Cevap cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenleri tahkir ifade etmiştir.

اَنْفُسَهُمْ  kelimesinde tecrîd sanatı vardır. 

Car-mecrur,  بِاٰيَاتِنَا  amili olan  يَظْلِمُونَ’ye önemine binaen takdim edilmiştir. (Âşûr)

بِاٰيَاتِنَٓا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

خَفَّتْ - مَوَاز۪ينُهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ  ayeti ile önceki ayetteki  فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  arasında mukabele sanatı vardır.

Önceki ayette geçen  ثَقُلَتْ  ile buradaki  خَفَّتْ  kelimeleri arasında tıbak-ı îcab vardır.

Nefislerini ziyana sokanlar ibaresinde istiare vardır.

خَسِرانَ, örfen satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. Buradan tartılardan ve tartıların ağır ve hafif oluşu zikredildikten sonra buna uyumlu olsun diye arkadan da hüsran kelimesi zikredilmiştir. Allah Teâlâ bu kişilerin nefislerini sahip oldukları eşyalar konumuna koymuştur. Çünkü onlar mallarına malik olmakla nitelendikleri gibi nefislerine malik olmakla da nitelenirler. Burada nefislerine zarar verdikleri ifade edilmiştir. Cehennem azabıyla cezalandırılmaları zorunlu olmuş, böylece bizzat kendileri telef olmuş eşya hükmünde olmuştur. (Şerîf er-Radî)

A'râf Sûresi 10. Ayet

وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟  ...


Andolsun, size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve doğrusu
2 مَكَّنَّاكُمْ biz sizi yerleştirdik م ك ن
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 وَجَعَلْنَا ve verdik ج ع ل
6 لَكُمْ size
7 فِيهَا orada
8 مَعَايِشَ geçimlikler ع ي ش
9 قَلِيلًا ne kadar da az ق ل ل
10 مَا
11 تَشْكُرُونَ şükrediyorsunuz ش ك ر

“Bir mekâna koyma, yerleştirme” anlamına gelen âyet metnindeki temkîn kavramı mecazi olarak “birine tasarruf gücü ve yetkisi verme” mânasında da kullanılır. Buna göre âyette bütün insanlara hitaben “Sizi dünyaya yerleştirdik; orayı işleyip mâmur etmeye, dünyadaki diğer varlıklar üzerinde tasarrufta bulunmaya muktedir kıldık” buyurulmuştur. Kuşkusuz bu iktidar da akıl ve düşünme melekelerinin bir sonucudur. “Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” ifadesi, Allah’ın anılan lutuflarına muhatap oldukları halde şükür borcunda kusur eden herkese yönelik bir itham ve sitemdir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 504

عَيْشٌ canlılara has olan hayattır.(حَياة) hayat kelimesinden daha özel anlamlıdır. Zira hayat, hem canlı varlıklar hem Yüce Allah hem de melekler için kullanılır. 

Kişinin yaşama amacıyla elde etmek için kendisini zorladığı şeyler için söylenen مَعِيِشَة sözcüğü de buradan türemiştir.  (Müfredat)

 Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

Türkçede kullanılan şekilleri maîşet, iâşe ve ayyaştır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

مَكَّنَّاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru مَكَّنَّاكُمْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiilinin ikinci mef’ûlune müteallıktır.  ف۪يهَا  car mecruru  مَعَايِشَ’nin mahzuf haline müteallıktır.

مَعَايِشَ  kelimesi  جَعَلْنَا  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

مَكَّنَّاكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  مكن’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.  


قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟

 

قَل۪يلاً  mahzuf bir mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, تشكرون شكرا قليلا (Az bir şükürle şükredersiniz) şeklindedir.  مَا  kılleti tekid etmek için zaid harftir. 

تَشْكُرُونَ۟  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  

Cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  قَدْ  ve  لَ  tekid ifade eder. 

Yine mazi fiil sıygasında gelen  وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ  cümlesi, kasemin cevabına atfedilmiştir.

وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ  [Sizi yeryüzüne yerleştirdik] yani size oradan bir yerleşme yeri tayin ettik ya da sizleri oraya hakim kıldık; orada tasarrufta bulunma kudreti verdik. وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ  [Sizin için orada geçimlikler meydana getirdik.] مَعَايِشَ  kelimesi  مَاعشَة’in çoğulu olup insanın hayatını devam ettirdiği yiyecek, içecek vb. şeyler ya da bunlara ulaşmayı sağlayan şeyler anlamındadır. (Keşşâf, Âşûr)

 قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟

 

Ayetin son cümlesi istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Mef’ûlü mutlaktan naib  قَل۪يلاً  ve zaid harf  مَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin takdiri  تشكرون شكرا قليلا  [Az bir şükürle şükredersiniz.] şeklindedir. 

قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ۟  cümlesinde azlıktan murad, yokluk da olabilir. Bakara Suresi 88’de geçen [o yüzden çok az iman ederler] cümlesindeki azlık da yokluk manasındadır.

[Ne kadar da az şükrediyorsunuz!] cümlesi, muhatabın kötü hallerini yüzlerine vuruyor ve onları bundan sakındırıyor. (Ebüssuûd)

 
A'râf Sûresi 11. Ayet

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ  ...


Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 خَلَقْنَاكُمْ sizi yarattık خ ل ق
3 ثُمَّ sonra
4 صَوَّرْنَاكُمْ size biçim verdik ص و ر
5 ثُمَّ sonra da
6 قُلْنَا dedik ق و ل
7 لِلْمَلَائِكَةِ meleklere م ل ك
8 اسْجُدُوا secde edin س ج د
9 لِادَمَ Adem’e
10 فَسَجَدُوا hepsi secde ettiler س ج د
11 إِلَّا hariç
12 إِبْلِيسَ İblis
13 لَمْ
14 يَكُنْ o olmadı ك و ن
15 مِنَ
16 السَّاجِدِينَ secde edenlerden س ج د

Sözlükte halk, “yaratma, yokluktan varlık alanına çıkarma”, tasvîr ise “bir şeye sûret ve şekil verme” demektir. Halk kelimesinin şekilsiz yaratmayı, tasvir kelimesinin ise bir tür kaosu kozmos haline getirmeyi ifade ettiği veya –daha özel olarak– bu iki kavramın anlam ilişkisi ve onların “sümme” edatıyla birbirine bağlanması, bu edatın ise olaylar arasındaki zaman (öncelik-sonralık) ilişkisi yanında mertebe ve gelişme seyrini de ifade etmesi dikkate alınarak âyette hem rüşeym (embriyon-oğulcuk) aşamasından başlayıp fizyolojik ve ruhsal bakımdan en yetkin haline ulaştığı aşamaya kadar her bir insanın gelişim sürecine hem de genel olarak insan türünün ilk yaratılıştan itibaren yaşadığı fizyolojik ve zihinsel gelişim sürecine işaret edildiği düşünülebilir. Âyetin devamından bu son anlamın daha ağırlıklı olduğu anlaşılmaktadır. Yok iken var olmak gibi insan ve insanlık hüviyetini kazanmak da bizâtihi hayır ve lutuf olduğu için insanlığın ulaştığı bu mazhariyet bilhassa müşriklere ve genel olarak insanlara hatırlatılarak lutuf sahibi olan Allah’ı gereği gibi tanıyıp kulluk etmeleri gerektiğine işaret buyurulmuştur. “Sonra da meleklere, ‘Âdem’e secde edin!’, diye emrettik” ifadesinden anlaşıldığına göre esas itibariyle Âdem’in yaratılması ve şekil kazanmasından bahsedilmekle birlikte, Allah onu, soyundan gelecek insanların genel bir örneği kıldığı, beşer cinsinin insanî özelliklerini nüve olarak onda halkettiği için âyetin başında bütün insanlara hitap edilmiştir.

 

 Yüce Allah, Âdem ve onun temsil ettiği insan türünün şan ve şerefini göstermek üzere meleklere Âdem’e secde etmelerini buyurmuştur (geniş bilgi için bk. Bakara 2/34). Bu ifadeler, öncelikle münkir ve müşriklere yönelik bir uyarı mahiyetinde olduğuna göre, Allah’ın böylesine seçkin kılıp ikramda bulunduğu insanlardan bir kısmının O’nu tanımamaları, O’na ortak koşmaları ve buyruğuna karşı gelmelerinin ne büyük bir nankörlük olduğu hatırlatılmaktadır. Secde eden meleklerin “yer melekleri” olduğu, çünkü “gök melekleri”nin sadece Allah’a secde ettikleri (bk. Râzî, XIV, 30) veya bunların tabiat kuvvetleri olduğu (Ateş, III, 323) yolunda görüşler ileri sürülmüşse de, bize göre konu gayb âlemiyle ilgili olduğundan elde sağlam naklî delil bulunmadıkça belirleyici yorumlardan kaçınmak uygun olur. Âyette, secde eden meleklerden İblîs’in istisna edilmesinden, onun daha önce melekler arasında yer aldığı sonucunu çıkaranlar olmuşsa da (bk. Şevkânî, I, 71), Kehf sûresinde (18/50) onun vaktiyle cinlerden olduğu, Tahrîm sûresinde (66/6) ise meleklerin Allah’ın buyruklarına isyan etmeyecekleri bildirilmektedir. Buna göre, meleklerden farklı olarak İblîs’te arzu ve hevâsına uymayan buyruklara isyan etme yeteneği bulunmaktaydı. Kendisinden ilk defa o vakit arzusu hilâfına bir görevi yerine getirmesi istenmiş; o da bu buyruğa isyan etmiştir (Elmalılı, III, 2131; İbn Âşûr, VIII/2, 39. Secdenin anlamı ve mahiyeti hakkında bk. Bakara 2/34).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 505-506

 

بلس

 Belese:

 إبْلاسٌ aşırı ümitsizlikten kaynaklanan üzüntü ve kederdir. İfade edildiğine göre إبْلِيسٌ  kelimesi de buradan türemiştir. Şiddetli ümitsizlik ya da sıkıntıya düştüğünden dolayı çoğunlukla suskun olması ve kendini ilgilendiren şeyleri unutması sebebiyle أبْلَسَ فُلانٌ  denmiştir. مُبْلِسٌ ise şiddetli ümitsizliğe düşmüş olan kimsedir. (Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

Türkçede kullanılan şekli İblistir.

 

 (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

خَلَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

صَوَّرْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ثُمَّ  atıf harfidir. 

قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لِلْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  قُلْنَا  fiiline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli,  اسْجُدُوا لِاٰدَمَ’dir.  قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اسْجُدُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِاٰدَمَ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline müteallıktır. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

صَوَّرْنَاكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi صور ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ

 

 فَ  atıf harfidir.  سَجَدُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  اِلَّٓا  istisna harfidir.  اِبْل۪يسَ müstesna olup fetha ile mansubtur. 

اِلَّٓا اِبْل۪يسَ  ifadesi muttasıl istisnadır. Çünkü İblis, binlerce melek içerisinde tek kalmış bir cindir. Bu sebeple tağlîb kullanımı gereği önce  فَسَجَدُٓوا [secde ettiler] denilmiş, ardından da tek bir şeyin istisnası kabilinden olmak üzere  اِلَّٓا اِبْل۪يسَ  ifadesiyle İblis istisna edilmiştir. Bu istisnanın munkatı’ istisna olarak düşünülmesi de mümkündür. (Keşşâf, Bakara Suresi, 34)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. 

كان, isim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.  يَكُنْ ’un ismi, müstetir  هو  zamiridir.

مِنَ السَّاجِد۪ينَ  car mecruru  يَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır.  السَّاجِد۪ينَ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

السَّاجِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan سجد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  

Cevap cümlesi  وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  قَدْ  ve  لَ  tekid ifade eder. 

Yine mazi fiil sıygasında gelen aynı üsluptaki müteakip iki cümle, kasemin cevabına  ثُمَّ  ile atfedilmiştir.

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

“Sizi yarattık sonra sizi şekillendirdik.” ibaresinde muzâf hazf edilmiştir. Ayetin takdiri,  خَلَقْنَا آبَاءَكُم  (Babalarınızı yarattık) şeklindedir. (Sâbûnî)

Bu ayet, Âdem’e ve onun zürriyetine bahşedilen ve hepsinin şükrünü mûcib pek büyük bir nimeti hatırlatır. Bu nimetin, yeryüzüne yerleştirilme ve hayati ihtiyaçları karşılama nimetinden sonra zikredilmesi, 

- Ya önceki nimetin muhataplara intikalinin doğrudan doğruya, bu ikincisinin ise dolaylı olduğu içindir;

- Ya da her biri ayrı nimetler olup başlı başına şükrü gerektirdiği içindir. (Ebüssuûd)

Burada  خَلْق  ve تَصْوِير’den murad, Âdem’in yaratılması ve suretlendirilmesi kesin olmakla beraber bunların muhataplara nispet edilmesi, Âdem’in yaratılmasında ve suretlendirilmesinde onların da payı olduğuna işaret ederek minnetin hakkını vermek ve onlara şükrün vacip olduğunu vurgulamak içindir. Çünkü söz konusu  خَلْق  ve  تَصْوِير  ve meleklerin Âdem’e secde etmesi, sırf Hz. Âdem’e mahsus şeylerden değildir; fakat bu aynı zamanda bütün zürriyetine de şamil ve sâridir. Çünkü onun bütün zürriyeti de onun nevi ve şekli üzere yaratılmıştır. Bu itibarla Allah’ın ilk  خَلْق  ve تَصْوِير’i, onlara da taalluk etmiştir. Yani “Biz, babanız Âdem’i önce suret ve şekli verilmemiş bir çamurdan yarattık. Sonra en güzel ve mükemmel biçimde onu suretlendirdik; ona verdiğimiz özellikler hepinize sirayet etti.” (Ebüssuûd)

Bu cümledeki  ثُمَّ [sonra] kelimesi, bu secde emrinin, Âdem’e tasvir ve tesviyeden sonra verildiğini gösterir. Ancak burada iki hadise arasında cereyan eden bir şeye değinilmemektedir. Esasen Bakara Suresi’nde beyan ettik ki bu, “Bir zaman Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” demişti.” ayetlerinde zikredilen muhavereden sonra ortaya çıkan Âdem’in üstünlüğüdür. Bu da secde emrinin bağlandığı suret verilme ve ruh üfürülme şartlarına dahildir. (Ebüssuûd)

المَلائِكَةِ kelimesindeki tarif, cins içindir. (Âşûr)

Kur’an’da Hz. Âdem ve İblis kıssasının bildirildiği yedi yer vardır. Bil ki yüce Allah, Hz. Âdem kıssasını, Kur’an-ı Kerim’de yedi yerde İblis kıssası ile beraber zikretmiştir. Bunlardan birincisi Bakara Suresi’nde, ikincisi bu surede, üçüncüsü Hicr, dördüncüsü Benî İsrail (İsra), beşincisi Kehf, altıncısı Ta-Ha ve yedincisi de Sad Suresi’ndedir. Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Bu ayetle ilgili şöyle bir soru bulunmaktadır: Hakk Teâlâ’nın, “Celalim hakkı için sizi yarattık, sonra size suret verdik…” buyruğu, bu hitaba muhatap olanların, bizler olduğunu ifade eder. Daha sonra  ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ [Sonra da meleklere, “Âdem’e secde edin.” dedik.]  buyurulmuştur. Bu ifadenin başındaki  ثُمَّ  edatı terahî (sonralık) manasını ifade eder. Bundan dolayı ayetin zahiri, Cenab-ı Hakk’ın, meleklere Hz. Âdem’e secde etmeleriyle ilgili emrinin, O’nun, bizi yaratıp şekil vermesinden sonra olmasını iktiza eder. Halbuki durumun hiç de böyle olmadığı malumdur. (Fahreddin er-Râzî)

Hz. Âdem’e Secde Etmenin Manası: Biz, Bakara Suresi’nde, bu secde etmek hususunda üç görüş bulunduğunu anlatmıştık.

Bunlardan biri şudur: Bu secde etmekten murad, bizzat secdenin kendisi değil, sadece tazim ve saygıdır.

İkincisi şudur: Bundan maksat, bizzat secde etmektir. Ancak ne var ki secde edilen zat Allah Teâlâ’dır, Âdem ise bir kıble durumundadır.

Üçüncüsü de şudur: Secde edilen, bizzat Hz. Âdem’dir. Yine biz, alimlerin, Allah’ın Âdem’e secde etmelerini emrettiği meleklerin gök ve arş melekleri mi yoksa yerdeki melekler mi oldukları hususunda ihtilaf ettiklerinden de bahsetmiştik. Dolayısıyla bu hususta ihtilaf bulunmaktadır. İşte bu konular, Bakara Suresi’nde anlatılmıştı. (Fahreddin er-Râzî)


  فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ

 

فَ  tertip bildiren atıf harfi ile  قُلْنَا ’ya atfedilen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِبْل۪يسَ  müstesnadır.

Secde; boyun eğmek, emrine amade olmak, saygı duymak vs.’dir.

İblis kelimesinin Kur’an’da geçtiği yerler, şeytanın secde ile emr olunup itaat etmediği yerlerdir. Bu kıssa Kur’an’da dokuz yerde anlatılmıştır.

İblis’in istisnası muttasıl (aynı cinsten olanlar) değil, munkatı’ (ayrı cinsten olanlar) istisna olabilir.

Burada İblis, meleklerden istisna edilmiştir, çünkü o, önceleri binlerce melek arasında bulunuyordu ve meleklerin sıfatlarını taşıyordu. İşte bundan dolayı o da meleklerden sayıldı ve onlardan biri gibi istisna edildi. Ya da meleklerin, doğup çoğalan ve cin ismi verilen özel bir cinsi vardır. (Ebüssuûd)

Hasan el-Basrî şöyle demektedir: “İblis meleklerden değildir; çünkü o, ateşten, melekler ise nurdan yaratılmışlardır. Melekler, Allah’a ibadet etmekten asla kaçınmaz büyüklenmezler, yorulmazlar ve isyan etmezler... Halbuki İblis böyle değildir. O, isyan etmiş ve büyüklenmiştir. Melekler, cinlerden değildir. Halbuki İblis, cinlerdendir. Melekler, Allah’ın elçileridir. İblis ise böyle değildir. İblis, tıpkı Hz. Âdem’in insanlardan ilk yaratılanı ve onların atası olması gibi cinlerden ilk yaratılanı ve onların atasıdır.” Hasan el-Basrî sözüne devamla şöyle der: “Meleklerle birlikte İblis de secde etmekle emrolununca Allah onu istisna etmiştir. İblis’in adı daha başka bir şey idi. Fakat İblis, Allah’a isyan edince Allah onu bu ad ile isimlendirdi. O, Rabbine isyan edinceye dek mümin idi ve göklerde ibadet ediyordu. İsyan edince de yere indirildi.” (Fahreddin er-Râzî)

Beyanî istînâf cümlesi olan  لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ,مِنَ السَّاجِد۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  

سَجَدُٓوا - السَّاجِد۪ينَ - اسْجُدُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِبْل۪يسَ - لِلْمَلٰٓئِكَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ  bu cümle, istisnadan anlaşılan secde etmeyişin keyfiyetini açıklar. Çünkü hemen secde etmemek, düşünmek için de olabilir ve secde sonradan gerçekleşebilir. İşte bu kelamla anlaşılıyor ki İblis, hiçbir zaman Âdem’e secde etmemiştir. İblis’in istisnası, muttasıl (aynı cinsten olan) ların istisnası kabilinden değil de munkatı’ (ayrı cinsten olan)ların istisnası kabilinden olabilir. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı

Kendisine yapılan en küçük bir iyiliğe teşekkür etme ihtiyacı duyan insanın kendisine verilen bütün nimetler karşılığında onları veren Allah'a şükür etmemesi en büyük nankörlüktür. Bu şükrün esası ise, önce bu nimetlerin Cenab-ı Allah'tan (c.c) olduğunu bilip itiraf etme , sonra da O'nun bize tayin buyurduğu yoldan yürümektir.

En kısa ifadesiyle, iman ve bütün şubeleriyle ibadetten oluşan bu şükür, gelecek bir mükâfat için değil, geçmiş nimetler için yerine getirilmesi gereken bir borçtur. Yani, insanın iman ve ibadeti, Cennet dahil gelecek mükâfatın sebebi değil, geçmiş nimetlerin gerektirdiği bir borç olup Cennet, Cenab-ı Allah'ın (c.c.) bütünüyle fazl ve rahmetinden verdiği bir başka nimettir. Bu bakımdan Kur'ân-ı Kerim, Cennet'e giden insanların tavrını, kalblerinde hissedip ağızlarından dökülecek “Bütün hamd, Âlemlerin Rabbi Allah içindir” sözüyle ifade eder (Zümer Sûresi/39: 73).

Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan hayatının akışı, tek bir anda değişebilir. İnsan yaşamının düzeni, görünmeyen tek bir ufak belirsizlikle bile sekteye uğrayabilir. Üzüntülerimizin ve şikayetlerimizin büyük bir kısmı önemini yitirebilir. Değer vermediklerimizin kıymeti, gözümüzde katlanarak büyüyebilir. Bir zamanlar yapabildiklerimizin hasreti gönüllerimize yerleşebilir. Yeryüzünde güven içerisinde hareket etmenin ne kadar muazzam bir nimet olduğu anlaşılabilir. Hepsinden geriye kalan, aslında ne kadar az şükrettiğimizin ve ne kadar aciz olduğumuzun farkındalığıdır.

Ey Kur’an-ı Kerim’i indiren Rabbim! Bizi; kitabına uyanlardan. Kelamından öğüt alanlardan, Düşünenlerden, Yaşadıklarından ders çıkaranlardan, Şükredenlerden, Af dileyenlerden, Olasılıklara saplanıp kalmadan, yoluna uyarak anını değerlendirmeye çalışanlardan, Dünyanda sevgini ve rızanı kazananlardan, Ahiretinde tartısı ağır gelip kurtuluşa erenlerden eyle.

 

Rabbim, sığındık Sana; koruyan da Sensin, affeden de Sensin. Teslim olduk Sana; teselli de Senden, huzur da Senden. 

Rasulullah (sav)’in duasına ortak olmak duasıyla: “Allahım! Gazabından rızana, cezandan affına ve Senden yine Sana sığınırım.”

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji