بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَقْرَبُوا | yaklaşmayın |
|
3 | مَالَ | malına |
|
4 | الْيَتِيمِ | yetimin |
|
5 | إِلَّا | müstesna |
|
6 | بِالَّتِي | (olması) |
|
7 | هِيَ | onun |
|
8 | أَحْسَنُ | en güzel biçimde |
|
9 | حَتَّىٰ | kadar |
|
10 | يَبْلُغَ | erişinceye |
|
11 | أَشُدَّهُ | erginlik çağına |
|
12 | وَأَوْفُوا | ve tam yapın |
|
13 | الْكَيْلَ | ölçü |
|
14 | وَالْمِيزَانَ | ve tartıyı |
|
15 | بِالْقِسْطِ | adaletle |
|
16 | لَا |
|
|
17 | نُكَلِّفُ | biz teklif etmeyiz |
|
18 | نَفْسًا | kişiye |
|
19 | إِلَّا | dışındakini |
|
20 | وُسْعَهَا | gücünün yettiğinden |
|
21 | وَإِذَا | ve zaman |
|
22 | قُلْتُمْ | söylediğiniz |
|
23 | فَاعْدِلُوا | adalet yapın |
|
24 | وَلَوْ | eğer |
|
25 | كَانَ | olsa da |
|
26 | ذَا |
|
|
27 | قُرْبَىٰ | akrabanız |
|
28 | وَبِعَهْدِ | ve tutun |
|
29 | اللَّهِ | Allah’a |
|
30 | أَوْفُوا | verdiğiniz sözü |
|
31 | ذَٰلِكُمْ | işte |
|
32 | وَصَّاكُمْ | size tavsiye etti. |
|
33 | بِهِ | bunları |
|
34 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
35 | تَذَكَّرُونَ | öğüt alırsınız |
|
151-152-153. Ayetlerin Tefsiri;
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/En’âm-suresi/940/151-153-ayet-tefsiri
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْرَبُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْيَت۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الَّت۪ي müfret müennes has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası هِيَ اَحْسَنُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هِيَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzaf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى gaye bildiren cer harfidir. يَبْلُغَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَن harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. يَبْلُغَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اَشُدَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْكَيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْم۪يزَانَ kelimesi atıf harfi وَ ‘la الْكَيْلَ kelimesine matuftur.
بِالْقِسْطِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri; مقسطين (Adaletli olarak) şeklindedir. ب harf-i ceri mülâbese manasınadır. (Âşûr)
لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُكَلِّفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
نَفْساً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِلَّا hasr edatıdır. وُسْعَهَا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
قُلْتُمْ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اعْدِلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانَ ’nin dahil olduğu cümle şart cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ذَا harfle îrab olan beş isimden biridir. كَانَ ’nin haberi olup nasb alameti eliftir.
قُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
وَ atıf harfidir. بِعَهْدِ car mecruru اَوْفُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُكَلِّفُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi كلف ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
وَصّٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِه۪ car mecruru وَصّٰيكُمْ fiiline müteallıktır.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَذَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَصّٰيكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ
وَ atıf harfidir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl لَا تَقْرَبُوا , بِالَّت۪ي ‘ya müteallıktır. Sılası olan هِيَ اَحْسَنُ , isim cümlesi formunda gelerek sübuta işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Gizli اَنْ ’le nasb eden gaye ve cer harfi حَتّٰى ‘yı takib eden يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ cümlesi, masdar tevilinde olup başındaki حَتّٰى ile birlikte لَا تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
لَا nefy harfi ve اِلَّا istisna edatı ile oluşan kasır, fiil ve müteallakı arasında, kasr-ı mevsuf ales sıfattır.
Yetimin malını yemeyin değil yaklaşmayın buyurulmuştur. İsrâ/32 de de zinanın yasaklığı ”zinaya yaklaşmayın” şeklinde ifade edilmiştir. Bu üslup; yasağı mübalağalı olarak ifade etmek içindir. Yani yetimin malına hiç bir şekilde yaklaşmayın, malını korumak ve arttırmak maksadı hariç demektir.
İstisna yasağın nihayetini bildirmek için değildir. Yani yetim yetişkin olunca kötü niyetle yaklaşabilirsiniz demek değildir.
Cümle tefsiriyeye matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Alimler bu ayette geçen “rüşde erme” işini, kendisinden bir rüşdün, (ehliyetin) görülmesi şartıyla, “ihtilam olma” diye tefsir etmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
الْكَيْلَ - الْم۪يزَانَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk’ın وَالْم۪يزَانَ tabiri; “tartı terazi vb. ile tartmayı... ifade edip, بِالْقِسْطِۚ ifadesi ise “cimrilik yapmaksızın, noksanlaştırmadan, adaletle...” demektir...
Şayet, “ölçüyü ve tartıyı tastamam yapmak, adaletin bizzat kendisidir, o halde bunu tekrarlamanın faydası ve manası nedir?” denilirse, biz deriz ki: Allah, verene, “Hak sahibine hakkını eksiksiz vermeyi”; alacaklıya da, “hakkını alırken, fazlasını istemeksizin hakkını almasını” emretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bil ki, insan bu işin gerçek manada yerine getirilmesinin gerekli olduğunu; bunun ise adaleti temin bakımından çok zor bir şey olduğunu düşünebileceğinden, Allah Teâlâ bu tür zorluğu ortadan kaldıran şeyi böyle bir zannın peşinden getirerek,
لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا Biz bir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz...” buyurmuştur. Yani, ölçüyü ve tartıyı tastamam ifa etmede vâcip ve gerekli olan husus, işte ölçü ve tartının yerine getirilmesinde mümkün olan bu miktardır. Ama, onları hakiki manada tahakkuk ettirebilmek ise, bu vâcip değildir demektir. (Fahreddin er-Râzî)
لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ
Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
نَفْسًا ’deki tenvin, kelimeye ‘’hiçbir’’ manası vermiştir. Çünkü olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.
Nefy ve istisna harfiyle oluşan ve fiille mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması câizdir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yâni, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
”Biz kimseyi kapasitesinin üstünde sorumlu tutmayız” cümlesinde Bakara/286 ile iktibas vardır.
Cümle وَ ’la tefsiriyyeye atfedilmiştir.
Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi قُلْتُمْ , şart manalı zaman zarfı اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Rabıta harfi فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi اعْدِلُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap fiillerinin mazi sıygada gelişi kesinlik ifadesi içindir.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, S. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2, S. 88.)
وَ ’la gelen hal cümlesi sübut ifade eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُرْبٰىۚ - تَقْرَبُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اعْدِلُوا - الْقِسْطِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
…وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ cümlesine matuf olan bu cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِعَهْدِ اللّٰهِ amili olan اَوْفُواۜ fiiline önemine binaen takdim edilmiştir.
بِعَهْدِ اللّٰهِ izafetinde اللّٰهِ ismine muzâf olması عَهْدِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
اَوْفُواۜ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪
Cümle, itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemine ve yüceliğine işaret eder. Mübteda olan ذٰلِكُمْ ile beş yasak işaret edilmiştir.
Bu ayette cem' ma’at-taksim ve tefrik vardır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Umulur ki anlamında olan bu harf, Allah Teâlâya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ İşte (Allah) size, iyice düşünüp tutasınız diye bunları emir ve tavsiye etti” buyurmuştur.
Buna göre şayet, “Hak Teâlâ’nın, önceki ayetin sonunu, “İşte O, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emir ve tavsiye etti” (En’am, 151) buyruğu ile ve bu ayetin sonunu da, “İşte (Allah) size, iyice düşünüp tutasınız diye bunları emir ve tavsiye etti” buyurarak bitirmiş olmasının sebebi nedir?” denilirse, biz deriz ki:
Önceki ayette zikredilen beş teklif, açık ve net olan hususlardır. Binaenaleyh onları akledip anlamak gerekir. Bu ayette itidal ve denge üzere bulunabilsin diye üzerinde mutlaka tefekkür edilmesi, içtihad ve gayret gösterilmesi gerekli olan kapalı (çok gizli) hususlardır. İşte bu sebepten dolayı da Cenab-ı Hak, “İyice düşünesiniz diye...” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
تَذَكَّرُونَۙ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Ayetteki son iki cümle önceki ayetin son cümleleriyle bir kelime hariç aynıdır. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَهْدِ - اَوْفُواۜ ve وَصّٰيكُمْ - تَذَكَّرُونَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Bu son iki ayette zikredilen on hüküm ümmetlerin ve asırların değişmesiyle değişmez. (Ebüssuûd)
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنَّ | ve işte |
|
2 | هَٰذَا | budur |
|
3 | صِرَاطِي | benim yolum |
|
4 | مُسْتَقِيمًا | dosdoğru |
|
5 | فَاتَّبِعُوهُ | ona uyun |
|
6 | وَلَا |
|
|
7 | تَتَّبِعُوا | uymayın |
|
8 | السُّبُلَ | yollara |
|
9 | فَتَفَرَّقَ | ayırmasın |
|
10 | بِكُمْ | sizi |
|
11 | عَنْ | -ndan |
|
12 | سَبِيلِهِ | O’nun yolu- |
|
13 | ذَٰلِكُمْ | böylece |
|
14 | وَصَّاكُمْ | size tavsiye etti |
|
15 | بِهِ | kendisiyle |
|
16 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
17 | تَتَّقُونَ | korunursunuz |
|
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Takdiri; أتلو (Okuyun.) şeklindedir.
هٰذَا işaret ismi, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. صِرَاط۪ي kelimesi اَنَّ ’nin haberidir. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُسْتَق۪يماً hal olup fetha ile mansubtur. Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). مُسْتَق۪يماً burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَق۪يماً sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وضح لكم سبيلي فاتّبعوه (Yolum size belli olursa ona tabi olun.) şeklindedir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبِعُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعُوا۟ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
السُّبُلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir. اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada sebep fe (فَ)’sinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; لا يكن منكم اتّباع للسبل فتفرّق فيها (Kendi yollarınıza uymayın yoksa ayrılırsınız.) şeklindedir.
تَفَرَّقَ mansub muzari fiildir. Aslı تَتَفَرَّقَ şeklindedir. Hafifletmek için تَ ‘lerden biri hazfedilmiştir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِكُمْ car mecruru تَفَرَّقَ fiiline müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada musahabe (beraberlik) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْ سَب۪يلِه۪ car mecruru تَفَرَّقَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَتَّبِعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
تَفَرَّقَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فرق ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
وَصّٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِه۪ car mecruru وَصّٰيكُمْ fiiline müteallıktır.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَتَّقُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
Kökü وقي olup, iftial babından gelmiştir.
Not: a) İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b) İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c) İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir.
1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek.
Burda gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.
İLGİLİ TEFSİR YORUMU: Takva, günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً
وَ atıftır.
وَ harfi cümleyi 151. ayetteki ألّا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا cümlesine atfeder. Bu atfın sebebi hitabın amaçlarının ve tertibin benzerliğidir. Nitekim bu amaçlara tezyîl olarak لَعَلَّكم تَعْقِلُونَ، لَعَلَّكم تَذَكَّرُونَ، لَعَلَّكم تَتَّقُونَ cümleleri gelir. Bu; Kuran’da peygambere gelen vahiylere uymak için gelen kapsamlı bir ifadedir. (Âşûr)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinin müsnedün ileyhinin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifade eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel takdiri أتلو [Okuyun] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür.
هٰذَا ile Allah'ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
مُسْتَق۪يماً haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıratı müstakimden kasıt hak dindir. Bu ibarede istiare vardır. Sırat kelimesi hak manasında müsteardır. (Âşûr)
İslam yola benzetilmiş ve görünen bir şey haline getirilmiştir. Bu yol apaçık, görünen bir şeydir ve bu yolun müstakim, yani dosdoğru olduğu, hiç bir eğriliği olmadığı iddia edilmiştir. Çünkü dosdoğru yol, üzerinde yürüyen için kolaydır ve hedefe hızlı ulaştırır. (Âşûr)
İstiare teşbihten daha fazla mübalağa ifade eder. Çünkü müşebbeh ile müşebbehün bihin aynı olduğu iddiasındadır. Ya da teşbihi unutturmaya yönlendirir (teşbih-i tenasi). İstiare, hakiki mananın kastedilmediğine dair bir karîne (ipucu) bulunması kastıyla sadece müşebbeh veya müşebbehün bihin zikredildiği teşbihtir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
Burada dosdoğru yolun Peygambere izafesi (benim dosdoğru yolum buyurulması), tatbikat olarak ona nispet edilmesi anlamındadır. Yoksa "Allah'ın yolu" izafesi kabilinden, Peygamberin tayin ve belirlediği yol anlamında değildir. Bundan murad şudur: Açıklanan emirler ve yasaklar, Peygambere mütealliktir ve o, bu emirleri ve yasakları uygulamak ve gözetmekle görevlidir. (Ebüssuûd)
فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ
فَ , takdiri إن وضح لكم سبيلي [Size yolum belli olduysa..] olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap fiili emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَ ’la şartın cevabına atfedilmiş وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi tezattır.
بِكُمْ kelimesindeki بِ harf-i ceri musahabe (beraberlik) içindir. Yani yolların ayrılığı, size eşlik eder. Yolların ayrılmasıyla sizler de ayrılırsınız. Bu mecazî bir beraberliktir. (Âşûr)
سَب۪يلِه۪ۜ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan سَب۪يلِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
فَاتَّبِعُوهُۚ cümlesiyle وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَاتَّبِعُوهُۚ - لَا تَتَّبِعُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السُّبُلَ - سَب۪يلِه۪ۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السُّبُلَ - صِرَاط۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ [(Başka) yollara tabi olmayın] ibaresinde istiare vardır. Çünkü yollar onları ayırmaz, aksine yolların doğrusundan ayrılan ve eğrisine uyan onların kendileridir. (Şerîf er-Râdî)
اتَّبِعُو - لَا تَتَّبِعُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Başka dinlere veya bidatlere ya da dalalet yollarına uymayın; çünkü o yollar, sizi Allah yolundan, İslam'dan ayırır ve Sebe toplulukları gibi sizi darmadağın eder. (Sebe, bütün Yemen kabilelerinin büyük atasının adıdır. Bu yemen kabileleri, ilâhî bir ceza olarak Arim seline maruz kaldılar ve bu sel, onların yurtlarını ve bahçelerini tahrip edince bu kabileler, darmadağın olup çeşitli ülkelere göç ettiler. İşte göç eden bu kabilelerin her biri başka bir yol tuttuğu için, dağınıklık ifadesinde darb-ı mesel haline geldiler.) (Ebüssuûd)
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪
Cümle, itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemine ve yüceliğine işaret eder. Mübteda olan ذٰلِكُمْ ile beş yasak işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وصي fiilinden müştak olan وَصِيَّة ; bir başkasına öğütle birlikte yapacağı işi tenbih etmek ya da buyurmaktır. أوْصَى ve وَصَّى fiilleri aynı anlamda kullanılır. (Müfredat)
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ önce geçen misalleri tekrar için tezyîldir. (Âşûr)
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
تَتَّقُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Ayetteki son iki cümle önceki ayetin son cümleleriyle bir kelime hariç aynıdır. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَهْدِ - اَوْفُواۜ ve وَصّٰيكُمْ - تَذَكَّرُونَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Son üç ayet; akletmek, ibret almak ve takvalı olmak ile bitmiştir. Birinci ayetteki kavramlar akletmekle ilgili, ikincisi ibret almakla, üçüncüsü takvalı olmakla ilgili diyebiliriz.
Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi; her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | اتَيْنَا | verdik |
|
3 | مُوسَى | Musa’ya |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | تَمَامًا | (ni’metimizi) tamamlamak için |
|
6 | عَلَى | üzerine |
|
7 | الَّذِي | kimselere |
|
8 | أَحْسَنَ | iyilik eden(lere) |
|
9 | وَتَفْصِيلًا | ve açıklamak (için) |
|
10 | لِكُلِّ | her |
|
11 | شَيْءٍ | şeyi |
|
12 | وَهُدًى | ve yola iletici |
|
13 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olarak |
|
14 | لَعَلَّهُمْ | umulur ki |
|
15 | بِلِقَاءِ | kavuşacaklarına |
|
16 | رَبِّهِمْ | Rablerine |
|
17 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
Müşrikler, bir önceki âyette “Allah’ın yolu” diye nitelenen İslâm’ı reddettikleri için 154. âyette Hz. Mûsâ’ya Tevrat’ın indirildiği belirtildikten sonra 155. âyette Kur’an’ın da Allah tarafından indirilmiş kutsal bir kitap olduğu hatırlatılmaktadır. Nitekim yine bu sûrede başka bir vesileyle böyle bir hatırlatmada daha bulunulmuştu (geniş bilgi için bk. 91. âyet). Ayrıca Tevrat ile Kur’an arasında böyle bir münasebetin kurulmasıyla 151-153. âyetlerde sıralanan hükümlerin Tevrat’ta da yer almış bulunan evrensel hükümler olduğuna işaret buyurulmaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 490-49
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً
ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مُوسَى mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubtur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَمَاماً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1): Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
NOT: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّـذ۪ٓي müfret müzekker has ism-i mevsûlu, عَلَى harf-i ceriyle birlikte تَمَاماً ‘e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَحْسَنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَحْسَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail konumunda olduklarında vücûben müstetir olurlar yani bâriz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَفْص۪يلاً kelimesi atıf harfi وَ ’la تَمَاماً ‘e matuftur. لِكُلِّ car mecruru تَفْص۪يلاً ‘e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُدًى وَرَحْمَةً kelimeleri atıf harfi وَ ’la تَمَاماً ‘e matuftur.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. بِلِقَٓاءِ car mecruru يُؤْمِنُونَ۟ fiiline müteallıktır.
رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. رَبِّ aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُؤْمِنُونَ۟ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَاماً عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً
ثُمَّ atıf değil, tertip ifade eder.
ثُمَّ [Ayrıca] bunlardan daha büyük bir nimet olarak Biz اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ [Mûsâ’ya o kitabı verdik], bu mübarek kitabı indirdik. Bu cümlenin, En‘âm sûresinin ortalarından evvel geçen وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ [Biz İbrâhim’e İshâk ve Ya‘kūb’u verdik.] (84. ayet) ifadesine atfedilmiş olduğunu söyleyenler de vardır. (Keşşâf)
Buradaki ثُمَّ , cümleyi قُلْ تَعالَوْا cümlesine atfeder. Bu harf kelimeleri atfetmek için değildir. Zamanın terahisi için olduğu vehmedilmez. Bilakis cümlelerin atfında rütbedeki terahiye delalet eder. Bu; mecazî bir gecikmedir. ثُمَّ cümleye atfedildiği zaman buna delalet eder. (Âşûr)
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰتَيْنَا fiilindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2, S. 467)
الْكِتَابَ kelimesinden anlaşılan Tevrat’tır. تَمامًا kelimesi Kitap için ve onun kemalini ifade için haldir. Yani bu kitap İsrailoğullarından kalan, İbrahim, İshak, Yakub ve torunlarında bulunan iyiliklerin, takvanın kemalidir. Tevrat onların doğruluğunu tamamlamış ve başlarına gelen fesadı ortadan kaldırmıştır. Fesadı kaldırmak doğruluğun, iyiliğin tamamlayıcısıdır. Tevratın tamamlayıcı olmakla vasfedilmesi, tamamlayan manasını mübalağalı olarak ifade içindir. (Âşûr)
تَمَاماً mef’ûlün lieclihtir.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl تَمَاماً , الَّـذ۪ٓي ‘e müteallıktır. Sılası اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلاً لِكُلِّ شَيْءٍ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine/6) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
عَلَى الَّـذ۪ٓي اَحْسَنَ sözündeki ism-i mevsûlden murad cinstir. Bunun için müfred ve ceminin hepsini kapsar. Burada kastedilen iyilik eden bir gruptur. Yani: İsrailoğullarından iyilik edenlerin iyiliğini tamamlar. (Âşûr)
Ayetteki “ اَحْسَنَ ” (iyi yaptı) ifadesi, birisi ilmini tamamlamak için, ilmine yeni bilgiler kattığı ve bilgisini geliştirdiği zaman, onun için kullanılan اَحْسَنَ الشَّىءَ [o şeyi güzel yaptı] deyimindendir. (Fahreddin er-Râzî)
تَفْص۪يلاً ’deki tenvin tazim, kesret ve nev içindir.
هُدًى وَرَحْمَةً kelimeleri تَمَاماً ‘e matuftur. Vasl tezâyüf sebebiyledir. Bu kelimelerin nekre gelişi tazim ifade eder.
لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Car-mecrur بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ , amili olan يُؤْمِنُونَ۟ ‘ye, önemine binaen takdim edilmiştir.
لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يُؤْمِنُونَ۟ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَبِّهِمْ izafeti onları tazim içindir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58)
بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ [Rableriyle buluşacağına] tabiri önemi ve maksat o olduğu için takdim edilmiştir. Bu tabirde lâzım zikredilmiş, melzûm olan Rabblerinin hesaba çekeceği ve cezasını vereceği manası kastedilmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ mecruru, ba’s ve cezanın önemi dolayısıyla amiline takdim edilmiştir. (Âşûr)
يُؤْمِنُونَ۟ - الْكِتَابَ - هُدًى - رَحْمَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابٌ haber olup lafzen merfûdur.
اَنْزَلْنَاهُ fiili كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. اَنْزَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُبَارَكٌ kelimesi كِتَابٌ ‘un sıfatıdır.
مُبَارَكٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, fiilden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إذا أردتم الاستفادة من الكتاب والتبرك به فاتبعوه (Kitaptan istifade etmek ve bereketlenmek istiyorsanız ona tabi olun.) şeklindedir.
اتَّبِعُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Kökü وقي olup, iftial babından gelmiştir. Not: a) İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
b) İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت si د harfine çevrilir.
c) İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir.
1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek.
Burda gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.
İLGİLİ TEFSİR YORUMU: Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.
Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُرْحَمُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُرْحَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اتَّبِعُوهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin ism-i işaretle başlaması, fiilin onun üzerine bina edilmesi, كِتَابٌ kelimesinin اَنْزَلْنَاهُ fiilinin mef’ûlü olması gerekirken mübteda olması, kitabın önemi ve yüceltilmesi içindir. Tıpkı En’am suresinin 92. ayeti gibi: وهَذا كِتابٌ أنْزَلْناهُ مُبارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması, işaret edilene tazim ifade ederek önemini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.
اَنْزَلْنَاهُ şeklindeki mazi fiil cümlesi, كِتَابٌ için sıfat konumundadır. كِتَابٌ , مُبَارَكٌ için ikinci sıfattır.
Bil ki, Cenab-ı Hakk’ın bu ayette geçen Kitap kelimesinden maksadının, Kur’an olduğu hususunda şüphe yoktur. Bunu, kutlu (mübarek) diye vasfetmenin faydası ise, diğer iki kitap (Tevrat ve İncil) gibi kendisinden sonra gelecek bir kitap, neshe maruz bir kitap olmadığını ifade etmek içindir. Yahut da bununla, o kitabın hayrının ve faydasının çok olduğu murad edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَنْزَلْنَاهُ fiilindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2, S. 467)
İlk sıfat fiil cümlesi şeklinde gelerek inzalin an be an yenilendiğine, diğer sıfat isim formunda gelerek berektin devamındaki istimrara ve sübuta delalet etmiştir. (Mahmut Sâfî)
Sıfatlar anlamı zenginleştiren, açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Ayetin ism-i işaretle başlaması tazim ve yakınlık içindir. Kitabullahın, fıtratımıza ne kadar yakın olduğunu anlatmak ve kitaba tâbi olanların rahmete nail olacaklarını tenbih için gelmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا
فَ rabıtadır. Mahzufla birlikte şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.
فَاتَّبِعُوهُ cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şartın takdiri; إذا أردتم الاستفادة من الكتاب والتبرك به [Kitaptan istifade etmek ve bereketlenmek isterseniz] şeklindedir.
الِاتِّباعُ kelimesi ifade ettiği şeylerle amel etmek manasında mecazdır. (Âşûr)
أنْ تَقُولُوا إنَّما أُنْزِلَ الكِتابُ عَلى طائِفَتَيْنِ مِن قَبْلِنا sözünün karînesiyle فاتَّبِعُوهُ sözünde hitap müşrikleredir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَاتَّقُوا cümlesi, وَ ’la cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
فَاتَّبِعُوهُ - اتَّقُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاتَّبِعُوهُ - اتَّقُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşa cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّكم تُرْحَمُونَ sözü kendisine uyulmasına bir vad ve ona uymayanlar için ise dünya ve ahiret azabı ile tehdit ifade eder. (Âşûr)
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
‘’Umulur ki’’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724) ise; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır der. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
تُرْحَمُونَۙ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَنْ |
|
|
2 | تَقُولُوا | demeyesiniz |
|
3 | إِنَّمَا | yalnız |
|
4 | أُنْزِلَ | indirildi |
|
5 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
6 | عَلَىٰ | üzerine |
|
7 | طَائِفَتَيْنِ | iki topluluk |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | قَبْلِنَا | bizden önceki |
|
10 | وَإِنْ |
|
|
11 | كُنَّا | biz ise idik |
|
12 | عَنْ |
|
|
13 | دِرَاسَتِهِمْ | onların okumasından |
|
14 | لَغَافِلِينَ | habersiz |
|
Bir önceki âyette Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bereketli ve hayırlı bir kitap olduğu belirtildikten sonra bu âyetlerde de onun indiriliş gerekçelerinden ikisi zikredilmektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre müşrikler Tevrat ve İncil’in Allah kelâmı olduğuna inanıyor, ancak o günkü şartların el vermemesi, özellikle dillerinin farklı olması sebebiyle bu kitaplardan yararlanamadıklarını söyleyerek güya bundan üzüntü duyuyorlardı; ayrıca onlar, yahudilerle hıristiyanların din konusundaki gevşekliklerini de biliyor ve eğer kendilerine bir kitap gelecek olsa onlardan daha kararlı bir şekilde doğru yolda yaşayacaklarını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah, müşriklerin bu türlü yakınmalarla mazeretler ileri sürmelerini (bazı müfessirlere göre bu mazeretleri âhirette de tekrar etmelerini) önlemek için “İşte size rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi” buyurarak onların özlemlerinin gerçekleştiğini, mazeretlerinin ortadan kalktığını belirtmekte; buna rağmen Allah’ın âyetlerini inkâr eder ve ondan yüz çevirirlerse en büyük haksızlığı işlemiş olacaklarını ve bunun cezasını da ağır bir şekilde göreceklerini bildirmektedir.
157. âyette Kur’ân-ı Kerîm’in üç kelimeyle nitelendirildiği görülmektedir: Beyyine, hüdâ, rahmet. Beyyine “gerçeği apaçık ifadelerle ortaya koyan kesin belge” demektir. Kur’an, gerek eşsiz edebî üstünlüğü gerekse yalnızca gerçeği, iyiyi ve güzeli dile getiren muhtevası itibariyle apaçık bir delil ve belge olduğu için beyyine; bu vasfıyla şaşmaz bir rehber olduğu için hüdâ (hidayet kaynağı); bütün bunların bir neticesi olarak kendisine inanıp bağlanan kişi ve toplumlara sadece hayır ve saadet getirdiği için de rahmet diye nitelendirilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 491
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfı hazfedilmiş sebebiyet bildiren mef’ûlun lieclihtir. Takdiri; أنزلناه خشية قولكم (Onu sizin sözünüzden haşyet duyarak indirdik.) şeklindedir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1): Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
NOT: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlun leh olan belli başlı cümleler vardır. Bunlar:
1) كَيْ ve لِكَيْ ile başlayan fiil cümleleri.
2) Lam-ı ta’lil (لِ ) , (لِاَنْ) ile başlayan fiil cümleleri.
3) Sebep bildiren حَتَّى ile başlayan fiil cümlesi.
4) لِاَنَّ ile başlayan isim cümlesi.
لِكَيْلَا تَحْزَنُوا cümlesi burada لِكَيْ ile başladığı için mef’ûlun lehdir.
Bu ayet lam-ı ta’lil ile gelmiştir. Fakat اَنْ harfinin başındaki ta’lil lamı hazfedilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُولُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اَنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اَنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.
اُنْزِلَ meçhul mazi fiildir. الْكِتَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. طَٓائِفَتَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mecrurdur.
مِنْ قَبْلِنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mecrurdur.
وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. İsmi olan zamiri mahzuftur. Takdiri; إننا şeklindedir.
كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle isim cümlesidir.
كُنَّا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir.
عَنْ دِرَاسَتِهِمْ car mecruru غَافِل۪ينَۙ ‘ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.
غَافِل۪ينَ kelimesi كُنَّا ‘nın haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
غَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غفل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet, önceki ayetin mazmununu tekid için gelmiştir. (Mahmut Sâfî) Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh konumundadır. Muzâfı mahzuftur. Mukadder bir fiilin sebep bildiren mef’ûlun lieclihdir. Fiilin ve muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Burada خشية şeklinde bir hazif vardır. Böyle söylemekten korkmanız için demektir. Ayetteki olumsuz mana bu şekilde açıklanır.
Masdar-ı müevvelin amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَقُولُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Kasr, fiil ile naib-i fail arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. الْكِتَابُ mevsuf/maksûrun aleyh, اُنْزِلَ sıfat/maksûrdur.
Zikredilen mevsufta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsuflarda bulunabilir. اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الكِتابُ kelimesinin başındaki harf-i tarif ile Tevrat, İncil ve Zebur ile sınırlı olan cins kastedilmiştir. Kitabın onlara indirilmesi de; peygamberlerine indirilen bu semavî kitaplarla onlara hitap edildiği, Arapların ise kendilerinden başkasına vahyedilenlere muhatap olmadığı manasıdır. Bu; onların ilk gerekçesidir. Güzel ahlak ve salih işlerden vazgeçmek için başka sebepleri de vardır. Ayetin devamında bu zikredilmiştir. (Âşûr)
وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
وَ atıftır. Cümle mekulü’l-kavle matuftur. اِنَّ , اِن ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri إننا olan ismi’nin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberi كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lam-ı farikanın dahil olduğu كان , لَغَافِل۪ينَۙ ’nin haberidir.
Car mecrur عَنْ دِرَاسَتِهِمْ amili olan لَغَافِل۪ينَۙ ’ye önemine binaen takdim edilmişitir.
اَنْ تَقُولُٓوا [dersiniz diye…] Yani demenizi hoş görmeyerek…عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ [iki topluluğa…] sözleriyle Tevrat’ın ve İncil’in sahiplerini, taraftarlarını murad ediyorlar. وَاِنْ كُنَّا ifadesindeki اِنَّ , اِن ’nin tahfif edilmiş şeklidir. لَغَافِل۪ينَۙ ifadesindeki lâm ise bununla olumsuzluk bildiren اِن ’in arasını ayırmak için gelmiştir.
İfadenin aslı َوَاِنَّه كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ غَافِل۪ينَۙ biz onların öğretilerinden tamamen gafiliz şeklinde olup اِنَّه kelimesindeki zamir, şan zamiridir. عَنْ دِرَاسَتِهِمْ [Onların öğretilerinden] yani onları okumaktan gafiliz; onların okuduğu gibi biz bunları okumayı bilmiyoruz. (Keşşâf)
َوَاِنَّه كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ غَافِل۪ينَۙ Bu ifadelerden murad ise, Mekkeliler’in, kıyamet gününde, “Tevrat ve İncil, bizden önceki iki taifeye indirilmiştir. Biz onlarda ne var ne yok bilmiyorduk” dememeleri için, Hz. Muhammed’e Kur’an’ı indirmek suretiyle onların aleyhine delil getirmektir. Böylece Cenab-ı Hak, onlara Kur’an’ı indirmek suretiyle, onların (bu husustaki) mazeretlerini ortadan kaldırmıştır. “Biz ise, onların okuduklarından katiyyen habersizdik” buyruğu, “Biz onun (onların) ne olduğunu bilmiyorduk; zira, onların kitapları bizim dilimizde değildi...” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
دِرَاسَ ; ezberlemek veya tefekkür etmek için tekrarlayarak okumak demektir. (Âşûr)
Gaflet, anlayışsızlıktan hasıl olan hatadır. Yani biz onların (Ehli kitabın) kitaplarının içeriğini bilmiyorduk ki hidayetine tâbi olalım demektir. Böylece Kur'an'ın gelişi onları kâmil hidayet konusunda uyarmış ve Ehli kitabın kitaplarını incelemelerine gerek kalmamıştır. (Âşûr)
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوْ | yahut |
|
2 | تَقُولُوا | demeyesiniz |
|
3 | لَوْ | eğer |
|
4 | أَنَّا | şüphesiz ki |
|
5 | أُنْزِلَ | indirilseydi |
|
6 | عَلَيْنَا | bize |
|
7 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
8 | لَكُنَّا | biz olurduk |
|
9 | أَهْدَىٰ | daha doğru yolda |
|
10 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
11 | فَقَدْ | işte |
|
12 | جَاءَكُمْ | size de geldi |
|
13 | بَيِّنَةٌ | açık delil |
|
14 | مِنْ | -den |
|
15 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
16 | وَهُدًى | ve hidayet |
|
17 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmet |
|
18 | فَمَنْ | kim olabilir? |
|
19 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
20 | مِمَّنْ | kimseden |
|
21 | كَذَّبَ | yalanlayıp |
|
22 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | وَصَدَفَ | ve yüz çeviren |
|
25 | عَنْهَا | onlardan |
|
26 | سَنَجْزِي | cezalandıracağız |
|
27 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
28 | يَصْدِفُونَ | yüz çevirenleri |
|
29 | عَنْ | -den |
|
30 | ايَاتِنَا | ayetlerimiz- |
|
31 | سُوءَ | en kötüsüyle |
|
32 | الْعَذَابِ | azabın |
|
33 | بِمَا | ötürü |
|
34 | كَانُوا |
|
|
35 | يَصْدِفُونَ | yüz çevirmelerinden |
|
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. تَقُولُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf ve matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri ثبت (Sabit oldu.) şeklindedir. نَا mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اُنْزِلَ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُنْزِلَ meçhul, mebni mazi fiildir. عَلَيْنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. الْكِتَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
كُنَّٓا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir. اَهْدٰى kelimesi كُنَّا ’nin haberi olup elif üzere fetha ile mansubtur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْهُمْۚ car mecruru اَهْدٰى ‘ya müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ism-i tafdilden sonra geldiği için karşılaştırma manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدقتم فيما زعمتم من كونكم أهدى من الطائفتين فقد جاءكم بيّنة (Eğer iki fırkadan daha çok hidayette olduğunu iddia ettiğiniz şeylerde doğru iseniz, size deliller gelmiştir.) şeklindedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بَيِّنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُدًى وَرَحْمَةً kelimeleri atıf harfi وَ ’la بَيِّنَةٌ ‘e matuftur.
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ
فَ istînâfiyye, مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ ism-i tafdiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel (karşılık), iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ism-i tafdilden sonra geldiği için karşılaştırma manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰيَاتِ اللّٰهِ car mecruru كَذَّبَ fiiline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
صَدَفَ عَنْهَا cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
صَدَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَنْهَا car mecruru صَدَفَ fiiline müteallıktır.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Fiil cümlesidir. سَنَجْزِي fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
نَجْزِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَصْدِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ اٰيَاتِنَا car mecruru يَصْدِفُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سُٓوءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte سَنَجْزِي fiiline müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و ; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَصْدِفُونَ fiili كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
يَصْدِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ
Ayet اَوْ atıf harfiyle önceki ayetteki اَنْ تَقُولُٓوا ’ye atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli şart üslubunda haberî isnaddır. Şart, اَنَّٓ ile tekid edilmiş isim cümlesi, lamla gelen cevap ise كَان ile gelmiş bir isim cümlesidir.
اَنَّٓ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili konumundadır. Cümlenin takdiri şöyledir:
لو ثبت إنزال الكتاب علينا لكنّا أهدى منهم … [Eğer bize kitap nazil olsaydı muhakkak ki onlardan daha çok hidayette olurduk.]
تَقُولُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Kendilerindeki bozukluğun ifadesinde onlara bir telkin vardır. لَقَدْ أنْزَلْنا إلَيْكم كِتابًا فِيهِ ذِكْرُكم أفَلا تَعْقِلُونَ ayetindeki gibi onları Kur’an'la mutlu olduklarını anlamalarını sağlamak ve diğer milletler arasındaki fazilet ve şerefi idrak etmeleri için bir ikaz vardır. Kuran'a uyanlar, Yahudi ve Hristiyanlardan derece bakımından çok daha doğru yoldadırlar. (Âşûr)
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ
فَ taliliye, قَدْ tahkik harfidir. Cümle mahzuf için taliliye konumundadır. Yani لا تعتذروا فقد جاءكم [İtiraz etmeyin, muhakkak ki size … geldi] anlamındadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Bu cümlenin mahzuf şartın cevabı olduğu da söylenmiştir. Bu durumda îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بَيِّنَةٌ - هُدًى - رَحْمَةٌۚ - الْكِتَابُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Size de Rabbinizden apaçık bir delil geldi” ifadesi, Müşrikleri delille susturmak için gelmiştir. Mana şöyledir: “Kendinizle alakalı öteden beri sayıp döktüğünüz hususta ben sizi doğrulasam bile, işte size Rabbinizden apaçık bir delil geldi. [Haydi, gösterin kendinizi!]” Burada şart cümlesi hazfedilmiştir ki bu, haziflerin en güzellerindendir. (Keşşâf)
”İşte size de Rabbinizden apaçık bir delil gelmiştir” buyurmuştur. Burada bahsedilen بَيِّنَةٌ , Kur’an ile Hz. Peygamber’in getirdiği şeyler, açıklamalardır. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُدًى وَ رَحْمَةٌ ”bir hidayet, bir rahmet...” buyurulmuştur.
Buna göre şayet, بَيِّنَةٌ ve هُدًى kelimeleri aynı manalardadır. O halde bunları tekrarlamanın hikmeti ve faydası nedir?” denilirse, biz deriz ki:
Kur’an-ı Kerim, naklen bilinen hususlarda bir beyyine; naklen ve aklen bilinen hususlarda ise bir hidayettir. Bu iki kelimenin fayda ve anlamları farklı farklı olunca, böyle bir atıf yerinde ve güzel olmuştur. Biz رَحْمَةٌ kelimesinin manasının, dinî bakımdan bir nimet olduğunu daha önce beyan etmiştik. (Fahreddin er-Râzî)
Beyyine, içindeki açıklama ve gerçeğin ortaya çıkması demektir. Kur'an, Allah katından gelerek Arap edebiyatçılarını aciz bıraktığı ve hayır yollarına yönelttiği için beyyinedir, içinde zorluk barındırmayan bir şeriat getiren rahmettir ve kolaylıkla ümmetin ıslahını sağlar. Bu, en şaşırtıcı şeriatlardan biridir ve bu da onun her şeyi bilen Allah katından olduğuna delildir. (Âşûr)
Kur’an'ın, açık bir delil olmakla vasıflandırılması, onların onu okuyup anlamak imkânına tamamen sahip olduklarını bildirmek içindir. Kur’an'ın hidayet ve rahmet olarak vasıflandırılması ise Tevrat'ın içerdiği hidayet ve rahmeti de içerdiğine, hatta hidayet ve rahmetin kendisi olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ
فَ istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
İstifham ismi مَنْ mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
Müsnedi olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
صَدَفَ عَنْ - كَذَّبَ - اَظْلَمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafeti, ayetler için şan ve şeref ifade eder.
وَصَدَفَ عَنْهَاۜ cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صَدَفَ fiilinde irsâd sanatı vardır.
صَدَفَ ; bir anlamı devenin ayaklarındaki eğrilik demek olan sadef gibi düzeltilemez ya da denizden çıkan sadef gibi sert bir şekilde yüz çevirdi demektir. (Müfredat)
Türkçede kullanılan şekilleri sedef ve tesadüftür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Kur’ân’da 5 kere, bu surede 4 kere, bu ayette üç kere geçmiştir. Beşincisi Kehf suresinde “yamaç” manasında gelmiştir. Yüz çevirme anlamı ile sadece bu surede geçmiştir. Benzer manada olan صَد عَنْ fiili Kur’ân’da 42 kere geçmiş ama bu surede hiç geçmemiştir.
Onlardan daha zalimin olmadığı şeklindeki haberin mazeretiyle alakalı bir teferruattır. فَمَن أظْلَمُ cümlesindeki فَ tefrî' içindir. Soru istifhâm-ı inkâridir. Yani Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimse yoktur demektir. (Âşûr)
Kur’an'ın, ayetler olarak ifade edilmesi, durumun korkunçluğunu vurgulamak ve Allah Teâlâ'nın her hangi bir ayetini yalanlamanın, daha zalim olmak için yeterli bulunduğuna dikkat çekmek içindir. Şu halde bütün Kur’an'ı tekzip eden kimse sence nasıl olmalıdır? (Ebüssuûd)
سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Taliliye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümleye dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade eder.
سَنَجْزِي fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
اٰيَاتِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ifadesindeki lafza-i celalden bu cümlede azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2, S. 467).
سُٓوءَ الْعَذَابِ fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası كَانُوا يَصْدِفُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ cümlesinde كَان ’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur
ب harfi, sebebiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl olan ما ’da tevcih sanatı vardır.
كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat s. 112)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M.Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı)
‘’Biz ayetlerimizden yüz çevirenleri bu sebeple, yaman bir azap ile cezalandıracağız” buyurmuştur. Bu tıpkı, “kâfir olup da, Allah’ın yolundan men edenler (yok mu?) Biz onların (çektikleri) azabın üstünde, (dünyada) çıkarabildikleri fesadlara mukabil), bir azap daha katıp arttırdık” (Nahl, 88) ayeti gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
كان ’li cümlelerde o durumun onlarda iyice yerleşmiş olduğuna işaret vardır.
صَدَفَ - يَصْدِفُونَ ve لَكُنَّٓا - كَانُوا ve هُدًى - اَهْدٰى kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَصْدِفُونَ - اٰيَاتِ - مَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Surenin bu sayfasındaki ayetlerde, ونَ ve ينَ fasılaları güzel bir ahenk oluşturmuştur.
Bu fasılalar arasında lüzum mâ lâ yelzem ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İnsanın bir derdi çıkar. Düşünür, taşınır. Onlarca, belki yüzlerce senaryo yazar. Her ihtimali değerlendirmeye çalışır. Yorulur. Yıpranır. Belki de yıpratır. Şaşırır. Üzülür. Belki de üzer. Aradan zaman geçer. Belki, dert diye düşündüğü şeyin, aslında nimet olduğunu idrak eder. Belki, öyle farklı şeyler yaşar ki, o dert dediği, artık umurunda bile değildir. Belki de, onunla yaşamaya alışır ve barışır, kendinden götürdüklerine değil de, getirdiklerine bakar. Bir gün, ne olursa olsun, zamanın akıp gittiğini farkeder. Ne derdin olası zorluklarını beklemenin, ne de onlardan şikayet etmenin anlamı olmadığını görür. Kendisine imtihan dünyasında olduğunu hatırlatır. Rabbinin rızasını, yardımını ve merhametini umarak, anını değerlendirmek için çabalamaya başlar.
Allahım! Ne olacağını bilmediğim ve ne yaşayacağımdan emin olmadığım geleceğe dair vesveselerden. Ve aniden yaşadıklarıma ya da yaşama ihtimalim olanlara karşı aceleci tepkiler vererek, sonrasında ‘keşke o kadar tepki vermeseymişim’ pişmanlığını yaşamaktan Sana sığınırım.
Belirsiz olarak algıladıklarımdan uzaklaşarak, Senin katında her şeyin belirli olduğuna iman ederek, Sana tevekkül eder ve yalnız Senden isterim.
Allahım, bizi; Dosdoğru yoluna iman edenlerden ve o yolda yürüyenlerden. Kur’an-ı Kerim’in her güzelliğinden faydalananlardan. Senin katında kıymetli olan yetimleri gözetenlerden. Her işini adaletle gerçekleştirenlerden. Zorlandığı her anında, Senin fazlasını yüklemeyeceğini hatırlayanlardan ve bundan güç alarak kazananlardan ve kurtuluşa erenlerden eyle.
Rabbim! Dertlilere derman ol. Gönüllere huzur ol. Vesveseleri sustur, acıları dindir.
Bizi, her anında Seni hatırlayanlardan eyle ve bizden razı ol.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji