بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | كَذَّبُوكَ | seni yalanladılarsa |
|
3 | فَقُلْ | de ki |
|
4 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
5 | ذُو | sahibidir |
|
6 | رَحْمَةٍ | rahmet |
|
7 | وَاسِعَةٍ | bol |
|
8 | وَلَا | (fakat) |
|
9 | يُرَدُّ | geri çevrilmez |
|
10 | بَأْسُهُ | O’nun azabı |
|
11 | عَنِ | -dan |
|
12 | الْقَوْمِ | toplum- |
|
13 | الْمُجْرِمِينَ | suçlu |
|
Hz. Peygamber’den, eğer müşrikler İslâm’ın çağrısına uyarak eski bâtıl uygulamalarından vazgeçer ve yeni dinin hükümlerini tatbik ederlerse Allah’ın rahmetinin son derece geniş olduğunu, bundan yararlanma imkânlarının bulunduğunu, şayet kendisini yalanlayarak eski fikirlerinde devam ederlerse, O’nun son derece şiddetli olan azabından bütün mücrimler gibi onların da kurtulmalarının mümkün olmadığını hatırlatması istenmektedir
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 482
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ
فَ atıf harfidir.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَذَّبُوكَ şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli, رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
رَبُّكُمْ mübteda olup olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذُو kelimesi haber olup ref alameti و ’dır. Harfle îrab olan beş isimden biridir. رَحْمَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاسِعَةٍ kelimesi رَحْمَةٍ ‘in sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
كَذَّبُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاسِعَةٍۚ kelimesi sülâsî mücerred olan وسع fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
وَ atıf harfidir.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُرَدُّ meçhul, merfû muzari fiildir.
بَأْسُهُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنِ الْقَوْمِ car mecruru يُرَدُّ fiiline müteallıktır.
عَنْ harf-i ceri mecruruna mücaveze, sebep, kaynak-rivayet, bedel, hal, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُجْرِم۪ينَ kelimesinin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُجْرِم۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُورَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ
Ayet فَ ile 145. ayetteki ayetteki قل cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâ üslubunda olmak bakımından ittifak vardır. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan كَذَّبُوكَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذَّبُوكَ fiili istimrar manasındadır. Yani; bu hüccetten sonra da hala yalanlamaya devam ederlerse, demektir. (Âşûr)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesinde mekulü’l-kavl, isme isnad edilmiş isim cümlesi formunda gelerek olayın vukuunun kesinliğine işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması telezzüz, destek ve muhabbet içindir.
رَبَّكَ izafetinde Peygamber Efendimizi teşrif manası vardır. Allah’ın ona olan büyük lütfuna işaret eder.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzaf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir
رَحْمَةٍ ve وَاسِعَةٍۚ kelimelerindeki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Mekulü’l-kavle matuf olan cümle menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْقَوْمِ ,الْمُجْرِم۪ينَ ’in sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
رَحْمَةٍ - وَاسِعَةٍۚ ve الْمُجْرِم۪ينَ - كَذَّبُوكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yüce Allah’ın rahmeti çok geniş olmakla beraber, günahkârlara er veya geç azabı da kesindir. Şu halde Allah’ın iradesini ilgilendiren şeylerin bazılarının ceza ve azab olduğu da muhakkaktır. İlâhî takdirde insan için serbestlik de var, zorlama da vardır. Ayette özetlendiği üzere ilâhî, buyruklar, emir ve yasak, helal ve haram, sevap ve ceza mecburiyette değil serbestlikte vardır. Taat, bu buyruklara serbestçe uymak; günah ise bu buyruklara yine serbestçe karşı gelmektir. Böyle serbest davranışları ve kulun dilemesini yaratmayı takdir, İlâhî iradeyi, kulun iradesine bağlamak ve tertib demek olduğundan bunlar da kaza ve kaderdir, sırf zorlama değildir. Gerçi Allah dilemeyince kimse bir şey yapamaz. Ancak suçun takdir edilmesi ve ilâhî iradeye yakınlığı Allah’ın rızası değil, suçlunun rızası bakımındandır. (Elmalılı)
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَيَقُولُ | diyecekler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | أَشْرَكُوا | ortak koşan(lar) |
|
4 | لَوْ | şayet |
|
5 | شَاءَ | isteseydi |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | مَا |
|
|
8 | أَشْرَكْنَا | biz ortak koşmazdık |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | ابَاؤُنَا | babalarımız da |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | حَرَّمْنَا | haram yapmazdık |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | شَيْءٍ | şeyi |
|
15 | كَذَٰلِكَ | öyle (demişlerdi) |
|
16 | كَذَّبَ | yalanlayanlar |
|
17 | الَّذِينَ |
|
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | قَبْلِهِمْ | onlardan önce |
|
20 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
21 | ذَاقُوا | tadmışlardı |
|
22 | بَأْسَنَا | azabımızı |
|
23 | قُلْ | de ki |
|
24 | هَلْ | var mı? |
|
25 | عِنْدَكُمْ | yanınızda |
|
26 | مِنْ | hiç |
|
27 | عِلْمٍ | bir bilgi |
|
28 | فَتُخْرِجُوهُ | çıka(rıp gösterece)ğiniz |
|
29 | لَنَا | bize |
|
30 | إِنْ |
|
|
31 | تَتَّبِعُونَ | siz uyuyorsunuz |
|
32 | إِلَّا | sadece |
|
33 | الظَّنَّ | zanna |
|
34 | وَإِنْ | ve eğer |
|
35 | أَنْتُمْ | siz |
|
36 | إِلَّا | sadece |
|
37 | تَخْرُصُونَ | saçmalıyorsunuz |
|
Yüce Allah, Hz. Peygamber’le tartışırken, her şeyin Allah’ın dilemesine bağlı olduğu gerçeğini, kendi bâtıl uygulamalarının haklılığına gerekçe olarak gösteren ve sanki “Böyle inanıp böyle yaşamamız Allah’ın dilemesi olduğuna göre biz O’nun iradesine uyuyor, böylece günah işlemiş de olmuyoruz” diyerek söz konusu gerçeği hedefinden saptıran, istismara kalkışan müşriklerin kötü niyetlerini yüzlerine vurmakta, onların böyle bir gerekçeye dayanarak Hz. Peygamber’i ve onun tebliğlerini yalanlamaya hakları olmadığını bildirmekte; nitekim daha önce de aynı mantıkla yalanlamada bulunan milletlerin azaba mâruz kalmaktan kurtulamadıklarını hatırlatmaktadır. Elbette evrende bütün olup bitenler, Allah’ın hür ve mutlak iradesiyle koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. İnsanın, kendi irade ve aklını kullanarak doğru ve yanlış olanı birbirinden ayırması, doğruyu seçme imkânına sahip olması da aynı kanunun bir parçasıdır. Bu sebeple inkârcıların kendi kötülüklerini Allah’ın irade ve meşîetine yüklemeye kalkışarak kendilerini mâzur göstermeleri, O’nun azabını gerektirecek bir suçtur. Nitekim âyetin devamı da, müşriklerin bu istidlâllerinin, ilmî bir değer taşımayıp sadece bir zan ve kuruntudan ibaret olduğunu göstermektedir (âyetteki hars kavramı hakkında 116. âyetin tefsirine bk.).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 483-484
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ
Fiil cümlesidir. سَيَقُولُ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Merfû muzari fiildir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l kavli, لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ’dur. سَيَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شَٓاءَ şart fiilidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı مَٓا اَشْرَكْنَا’dır. مَٓا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَشْرَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
اٰبَٓاؤُ۬نَا kelimesi اَشْرَكْنَا’daki zamire matuftur.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. حَرَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ zaiddir.
شَيْءٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَشْرَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi شرك ‘dir.
İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili كَذَّبَ olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; كذّب الذين من قبلهم تكذيبا كذلك التكذيب الذي فعله هؤلاء (Onlardan öncekiler de bu kimselerin de inkar ettikleri gibi inkar ettiler.) şeklindedir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. ذَاقُوا mazi fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde كَذَّبَ fiiline müteallıktır.
ذَاقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
بَأْسَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l kavli, هَلْ عِنْدَكُمْ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
هَلْ istifham harfidir. عِنْدَكُمْ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ zaiddir. عِلْمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فَ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki kelama matuftur. Takdiri; هل عندكم من علم فإخراجه لنا (ilminiz varsa bize versenize) şeklindedir.
تُخْرِجُوهُ fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لَنَا car mecruru تُخْرِجُوهُ fiiline müteallıktır.
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتَّبِعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الظَّنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. تَخْرُصُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَخْرُصُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّبِعُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiile dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade eder.
سَيَقُولُ fiilinin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası اَشْرَكُوا’, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsulle marife olması bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
سَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda haberî isnaddır. شَٓاءَ اللّٰهُ müspet mazi fiil sıygasında şart fiilidir. Cevap cümlesi مَٓا اَشْرَكْنَا ise menfi mazi fiil sıgasında gelmiştir.
اَشْرَكُوا - اَشْرَكْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet-i kerime, müşriklerin küfürlerinden başka bir çeşidini anlatır. Ayetin, henüz gerçekleşmemiş bir hadiseyi önceden haber vermesi ve olayın,”Allah’a ortak koşanlar şöyle dediler: Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmazdık. O’nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık.” ayetinde belirtildiği gibi aynen gerçekleşmesi onun Allah Teâlâ katından olduğuna apaçık bir delildir. (Ebüssuûd)
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, s. 114)
لَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا ’ya dahil olan nefy harfi لَٓا zaiddir. Tekid ifade eder.
وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ cümlesi aynı üslupta gelerek اَشْرَكْنَا ’ya atfedilmiştir.
شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder. Kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, selbin umumuna işaret eder. Kelimeye dahil olan مِنْ harfi de bu manayı kuvvetlendirir.
كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ
كَذٰلِكَ amili mukadder bir fiil olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; كذّب الذين من قبلهم تكذيبا كذلك التكذيب الذي فعله هؤلاء [Onlardan öncekiler de bu kimselerin inkâr ettikleri gibi inkâr ettiler.] şeklindedir.
كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida kelamdır.
İstînâf veya itiraziyye olan cümlede كَذٰلِكَ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur.
مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki ذَاقُوا بَأْسَنَا cümlesi, masdar tevilinde olup gaye ve cer harfi olan حَتّٰى ile birlikte كَذٰلِكَ fiiline müteallıktır. Cümle, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَا ifadesi, yalanmanın son noktasıdır. Maksat, varlıklarının son vaktine kadar azabın devam etmesidir. Öyle ki onlar Allah’ın azabını tattıklarında helak olur ve gözden kaybolurlar. Buradaki gaye, yasaklamak ve fiilden dönmek için değil, onlara azap ulaştıktan sonra geri dönmeyi hayal edemeyeceklerini izhar etmek içindir. (Âşûr)
ذَاقُوا بَأْسَنَا [Azabı tattılar] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili, kişinin azabı ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir.
كَذَّبَ - اَشْرَكُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ
Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هَلْ inkâri manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında, inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
(Fahreddin er-Râzî)
Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. عِنْدَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنْ عِلْمٍ muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhe dahil olan مِنْ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
مِنْ عِلْمٍ [İlimden bir parça] manası مِنْ harfinin ba’ziyet manasında kullanımı dolayısıyladır.
İlim cehlin mukabilidir. Onu çıkarmak; ilan etmek demektir. Bilmeyen kişiye malumu ifade etmek, gizli bir şeyi ortaya çıkarmaya benzetilmiştir. Bu; Resulullah’ın (sav) وعِلْمٌ بَثَّهُ في صُدُورِ الرِّجالِ (İlim insanların göğüslerinde, kalplerinde yayılır.) sözüne benzer. Bundan dolayı lafzın عِنْدَكُمْ ile gelmesi, güzel olmuştur. Çünkü عِنْدَ asılda, izafe edilen lafza ait hususi bir mekâna delalet eder ki onu gizlemek uygun olur. Mecazî anlamdaki kullanımı o kadar yaygındır ki adeta hakiki manası olmuştur. عِنْدَ’nin zikri, burada bilgiyi çıkarmanın ilan manasında kullanıldığı istiareyi, istiare-i muraşşaha yapar. (Âşûr)
فَ ; fa-i sebebiyye nedeniyle masdar tevilindeki فَتُخْرِجُوهُ لَنَا cümlesi ref mahallinde, kelamın öncesinde varid olan masdara matuftur. Yani: هل عندكم من علم فإخراجه لنا... [İlminiz varsa bize versenize] demektir.
اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الظَّنَّ - عِلْمٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayet, mutlak olarak her çeşit zanna uymanın dinen yasak olduğuna delalet etmez; fakat karşısında kesin delil bulunan zanna uymanın yasaklandığına delalet eder. (Ebüssuûd)
Makabline matuf olan son cümle de kasr üslubuyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّٓا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَذَّبَ - تَخْرُصُونَ - الظَّنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalan söylemek manasındaki خْرُصُ kelimesi Kur’an’da ikisi bu surede olmak üzere dört kere geçmiş, her biri de kasr cümlesi şeklinde gelmiştir.
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Asıl güvenilecek olan üstün ve gerçek delil, Allah’ındır; O’nun ortaya koyduğu, akla, ilme, irfana dayalı delildir ki o da Allah’ın gerek vahyedilen bilgilerde, gerekse akıl ve basîret sahiplerine hitap eden tabiat düzeninde sergilediği gerçeklerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 484
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli şart ve cevabıdır. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن لم تكن لكم حجّة فلله الحجّة (Sizin bir deliliniz yoksa da Allah’ın delili vardır.) şeklindedir.
لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْحُجَّةُ muahhar mübtedadır. الْبَالِغَةُ kelimesi الْحُجَّةُ ‘nun sıfatıdır.
فَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شَٓاءَ şart fiilidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. هَدٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَجْمَع۪ينَ kelimesi هَدٰيكُمْ ’deki muhatap zamiri için tekittir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar. الْبَالِغَ kelimesi sülâsî mücerred olan بلغ fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ
Fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Fiilin mekulü’l-kavli ise şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri; …إن لم تكن لكم حجّة [Sizin bir deliliniz yoksa da Allah’ın delili vardır.] olan şart cümlesi mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.
لِلّٰهِ şeklindeki car mecrurun mübtedaya takdimi tahsis ifade eder. Yani: hüccet sizin değil Allah’ındır, demektir. Böylelikle onların hüccetlerinin geçersiz olduğu anlaşılmış olur. (Âşûr)
Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْحُجَّةُ muahhar mübtedadır.
الْحُجَّةُ [delil ]’den maksat Kitap, Resul ve Sünnet’tir. (Ebüssuûd)
فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
Mekulü’l-kavle matuf olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. شَٓاءَ şart cümlesidir. Şart fiilinin mef’ûlü mahzuftur.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. اَجْمَع۪ينَ lafzî tekiddir.
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | هَلُمَّ | haydi getirin |
|
3 | شُهَدَاءَكُمُ | tanrılarınızı |
|
4 | الَّذِينَ | o ki |
|
5 | يَشْهَدُونَ | şahidlik edecek |
|
6 | أَنَّ |
|
|
7 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
8 | حَرَّمَ | yasakladığına |
|
9 | هَٰذَا | bunu |
|
10 | فَإِنْ | eğer |
|
11 | شَهِدُوا | şahidlik ederlerse |
|
12 | فَلَا |
|
|
13 | تَشْهَدْ | sen şahidlik etme |
|
14 | مَعَهُمْ | onlarla beraber |
|
15 | وَلَا | ve |
|
16 | تَتَّبِعْ | uyma |
|
17 | أَهْوَاءَ | keyiflerine |
|
18 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
19 | كَذَّبُوا | yalanlayan(ların) |
|
20 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
21 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
22 | لَا |
|
|
23 | يُؤْمِنُونَ | ve inanmayanların |
|
24 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
25 | وَهُمْ | ve onlar |
|
26 | بِرَبِّهِمْ | Rablerine |
|
27 | يَعْدِلُونَ | eş tutmaktadırlar |
|
Müşrikler, haram olduğunu ileri sürdükleri şeylerden herhangi biri için “Allah şunu yasak etti” diyebilecek herhangi bir tanık gösteremezler; tanık diye ortaya çıkardıklarına da asla itibar edilemez. Eşyada asıl olan mubahlıktır; eğer bir şeyin haram olduğu ileri sürülüyorsa bunun Allah tarafından haram kılındığının kanıtlanması gerekir. Burada, müşriklerin, daha önceki âyetlerde belirtilen bazı hayvanlarla ilgili hüküm ve kanaatlerinin asılsız olduğu, bunların Allah’ın hükümleri olmadığı belirtilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 484
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli, هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
هَلُمَّ emir isim fiildir. أحضروا (getirin) manasındadır. Faili müstetir olup takdiri أنتم ’dir.
شُهَدَٓاءَكُمُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Buradaki هَلُمَّ ifadesi emir manasında isim fiil olup هَاتُوا (getirin) anlamında kullanılmıştır. İsim fiilde Hicazlılara göre müfred ve cemi, müzekker ve müennes birdir. Benî Temim ise bunların müennesini ve cemisini de kullanır. (Sinan Yıldız, Vehbe ez-Zuhaylî’nin et-Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, شُهَدَٓاءَكُمُ ’un sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشْهَدُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشْهَدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte يَشْهَدُونَ fiiline müteallıktır.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
حَرَّمَ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
İşaret ismi هٰذَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ
فَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. شَهِدُوا şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَشْهَدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. مَعَهُمْ mekân zarfı, تَشْهَدْ fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir هُمْۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِعْ meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اَهْوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, birinci ism-i mevsûle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِرَبِّهِمْ car mecruru يَعْدِلُونَ۟ fiiline müteallıktır.
يَعْدِلُونَ۟ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْدِلُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّبِعْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ
Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. هَلُمَّ isim-fiildir. أحضروا (getirin) manasındadır.
قُلْ fiilinin atıfsız olarak tekrarı, işitmeyi sağlamak ve diyalog tarzı içindir. (Âşûr)
هَلُمَّ; gelin, getirin demektir. Ayetteki bu kelime, bir şeye çağırmayı ve davet etmeyi ifade eder. هَلُمَّ ,هيهات ,هي vb. kelimeler fiil isimdir. Bunların çekimi yoktur. Fiil manasındadırlar. Fiilden daha kuvvetli mana ifade ederler. Mebnidirler, cinsiyet ayrımı da yoktur. (Ebüssuûd)
Bu emir taciz (aciz bırakmak) için gelmiştir.
شُهَدَٓاءَكُمُ ’un sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası يَشْهَدُونَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
شُهَدَٓاءَ lafzının muhatap zamirine izafeti onların acziyetini daha kuvvetle ifade etmek içindir. Çünkü doğrunun gereği onları bilen şahitlerin olmasıdır. Bu şahitler hakkı tasdik etmeye çağrıldıklarında hazır olurlar. (Âşûr)
Onların şahitleri, sözlerini tuttukları liderleridir. Liderlerin çağrılmalarının sebepleri; hüccetin onlar aleyhine sabit olması, önderlerle onlara uyanlar arasındaki irtibatın kesilmesi ve onların dalalette olduklarının ortaya çıkması, onların sözlerinin bir dayanağı olmadığının anlaşılması içindir. İşte bundan dolayı “şahitleriniz” buyrulmuştur. (Ebüssuûd)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, takdir edilen ب harfi ile birlikte يَشْهَدُونَ fiiline müteallıktır.
اَنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve emre itaate teşvik kastıyladır.
فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ
Cümle فَ ile istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi شَهِدُوا müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلَا تَشْهَدْ nehiy cümlesii, müşriklerin yalancılığından kinaye olarak gelmiştir. Kinayenin karînesi zahirdir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
شَهِدُوا - شُهَدَٓاءَكُمُ - يَشْهَدُونَ - تَشْهَدْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تَشْهَدْ - شَهِدُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
Şartın cevabına matuf cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَهْوَٓاءَ ’nin muzâfun ileyhi olan mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا, izhar makamında muzmar ifadedir. Onların Allah’ın ayetlerini yalanlamaları ve ayetlerden yüz çevirmeleri sadece اَهْوَٓاءَ lafzıyla ifade edilmiştir.
Cümledeki ikinci ism-i mevsûl وَ ’la birinciye atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür. Menfi muzari fiil sıygasında gelen sılası لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Mevsûllerde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
كَذَّبُوا - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi makabline matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi menfi muzari fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010, s. 190-191)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَبِّهِمْ izafeti önemine binaen amiline takdim edilmiştir. Bu izafet, muzâfun ileyhi tahkir manasını taşır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | تَعَالَوْا | gelin |
|
3 | أَتْلُ | okuyayım |
|
4 | مَا | şeyleri |
|
5 | حَرَّمَ | haram kıldığı |
|
6 | رَبُّكُمْ | Rabbinizin |
|
7 | عَلَيْكُمْ | size |
|
8 | أَلَّا | asla |
|
9 | تُشْرِكُوا | ortak koşmayın |
|
10 | بِهِ | O’na |
|
11 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
12 | وَبِالْوَالِدَيْنِ | ve ana babaya |
|
13 | إِحْسَانًا | iyilik edin |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | تَقْتُلُوا | öldürmeyin |
|
16 | أَوْلَادَكُمْ | çocuklarınızı |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | إِمْلَاقٍ | fakirlik korkusuyla |
|
19 | نَحْنُ | biz |
|
20 | نَرْزُقُكُمْ | sizi besliyoruz |
|
21 | وَإِيَّاهُمْ | onları |
|
22 | وَلَا |
|
|
23 | تَقْرَبُوا | yaklaşmayın |
|
24 | الْفَوَاحِشَ | fuhuşlara |
|
25 | مَا | ne |
|
26 | ظَهَرَ | açığına |
|
27 | مِنْهَا | onun |
|
28 | وَمَا | ve nede |
|
29 | بَطَنَ | kapalısına |
|
30 | وَلَا |
|
|
31 | تَقْتُلُوا | ve kıymayın |
|
32 | النَّفْسَ | cana |
|
33 | الَّتِي |
|
|
34 | حَرَّمَ | yasakladığı |
|
35 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
36 | إِلَّا | olmadan |
|
37 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
38 | ذَٰلِكُمْ | işte |
|
39 | وَصَّاكُمْ | size tavsiye etti |
|
40 | بِهِ | bunları |
|
41 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
42 | تَعْقِلُونَ | düşünürsünüz |
|
Yukarıda müşriklerin temelsiz hükümleri ve kuralları eleştirildikten sonra bu âyetlerde asıl benimsenmesi gereken başlıca ilâhî kurallar ve hükümler yer almakta; biri tevhid inancına, diğerleri ahlâka dair olmak üzere İslâm’ın dokuz temel buyruğu sıralanmakta, son olarak da bütün bu buyurulanları kapsayıcı küllî bir ödev olmak üzere, Allah’ın dosdoğru olan yolundan gidilmesi emredilmektedir. 151. âyetin başındaki “Gelin, rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım” meâlindeki ifade muhatapların ilgisini, müteakip ifadelerdeki ilkeleri ihtiva eden yolun tek doğru ve izlenmesi zorunlu yol olduğu gerçeğine çekme gayesini gütmektedir. Bu âyetlerde sıralanan buyruklar şunlardır: 1. “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın.” Bu, İslâm’ın ana ilkesi olanAllah’ın her yönden birliği inancının bir gereği olup müslüman olmanın da ilk şartıdır. Fahreddin er-Râzî, ilgili âyetlere göndermeler yaparak, bu sûrede çeşitli müşrik zümrelerin en iyi şekilde açıklandığını belirttikten sonra bunları şöyle sıralamaktadır: Putperestler, yıldızperestler, Yezdân ve Ehrimen’in tanrılığını iddia edenler, Allah’a erkek ve kız çocuk isnat edenler (Râzî, XIII, 232). 2. “Anne babaya iyilik edin.” Âyetin bu kısmında geçen ihsân “güzellik, iyilik” anlamına gelen hüsn kelimesinden türetilmiş olup en geniş anlamda “iyilik etmek, güzel davranmak” demektir. Âyette bu buyruğun, Allah’ın birliğine inanmayı emreden ifadeden hemen sonra gelmesi, anne baba hakkının önemini gösterir (geniş bilgi için bk. İsrâ 17/23). 3. “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.” Özellikle geçim kaygısıyla çocuk öldürmenin, Allah’ın hazinesinin herkesi rızıklandıracak kadar zengin olduğundan şüphelenme anlamı taşıdığına bir işaret vardır. Ayrıca burada, sadece eski tefsirlerde söz konusu edilen Câhiliye dönemindeki çocuk öldürme uygulaması (bilgi için bk. En‘âm 6/137, 140) kastedilmeyip özellikle “fakirlik korkusuyla” veya “geçim kaygısıyla” şeklindeki kayıttan hareketle, anne karnındaki çocuğun öldürülmesinin de yasaklandığı dikkate alınmalıdır; ayrıca böyle bir uygulamanın Câhiliye döneminde de mevcut olduğu düşünülebilir. Günümüzde bir baba veya annenin kendi çocuğunu öldürmesi bütün dünyada suç sayılmakta ve nâdiren vuku bulmaktaysa da, bu ve benzeri âyetler, doğum kontrolü ve nüfus planlaması gibi meseleler dolayısıyla güncelliğini korumakta ve bu bakımdan ilgili âyet ve hadislere dayanılarak söz konusu meseleler hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Hz. Peygamber’in, doğum kontrolünün en basit şekli olan azil (meniyi rahimin dışına akıtma) uygulamasına izin verdiğine dair hadisler vardır (Buhârî, “Nikâh”, 96, “Megåzî”, 32; Müslim, “Nikâh”, 125, 134, 136, Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 49; Tirmizî, “Nikâh”, 39; Müsned, III, 33, 51, 53, 309; el-Muvatta’, “Talâk”, 95). Çeşitli mezheplerin âlimlerinin çoğunluğu da azlin câiz olduğunu kabul etmişlerdir (geniş bilgi için bk. Gazzâlî, İhyâ’, II, 47-49). Azlin mubah olması, gebe kalmamak için –başka bir yasak çiğnenmedikçe ve zararlı olmamak kaydıyla– daha başka tıbbî önlemlere başvurmanın da câiz olduğunu gösterir. Çünkü Kur’an’da gebe kalmamak değil, çocuk öldürmek yasaklanmıştır. Bununla birlikte evlenmenin asıl amacı, neslin devamı ve gelişmesi için çocuk yapmaktır. Bu sebeple kadının güzelliğinin bozulması, çocuğun bir ayak bağı telakki edilmesi gibi keyfî sebeplerle fıtratın tabii akışına müdahale etmek, özellikle müslüman nüfusun artmasının gerekli olduğu hal ve şartlarda çocuk yapmaktan kaçınmak doğru değildir. Âyetteki “Çocuklarınızı öldürmeyin” emri, günümüzde yaygın olarak uygulanan ve ciddi tartışmalara yol açan kürtaj konusuyla yakından ilgilidir. Günümüz âlimlerinin büyük çoğunluğu, hamileliğin hangi safhasında olursa olsun, çocuk düşürme ve aldırmanın haram olduğu görüşündedirler. 4. “Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın.” Burada geçen fevâhiş kelimesi fuhş kökünden gelmekte olup “çirkin ve yüz kızartıcı, utanç verici söz ve davranışlar”ı ifade eder. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre Câhiliye Arapları açıktan zina edilmesini hoş karşılamaz, ancak gizli gizli zina ederlerdi (İbn Âşûr, V, 160). Âyette onların bu anlayış ve tutumları reddedilmiştir. Bununla birlikte, âyetteki fevâhiş lafzı çoğul olduğundan ve ayrıca bununla sadece zinanın kastedildiğini gösteren belirleyici bir ifade bulunmadığından, bu yasağı zina ile sınırlamak doğru değildir. Burada kötülüklerin gizlisinin de açığının da özellikle tasrih edilmesi ilgi çekicidir. Çünkü eğer bir insan, açıktan işlemeye çekindiği bir kötülüğü gizli olarak yapabiliyorsa, bu onun, insanlar tarafından kınanmaktan çekindiği halde Allah’ın buyruğunu ihlâl etmekten çekinmediğini gösterir. Ayrıca kötülüğü “yapmayın” veya “işlemeyin” yerine “yaklaşmayın” buyurulması, insanı kaçınılmaz olarak kötülük işlemeye sevkedebilecek ortam ve şartlardan uzak durmayı öngörmektedir. 5. “Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın yasakladığı cana kıymayın.” Buradaki tahrîmde “yasaklama” yanında “muhterem ve dokunulmaz kılma” anlamı da vardır. Bunun özellikle belirtilmesi, insan hayatının Hz. Âdem’den beri dokunulmaz olduğunu ima eder (İbn Âşûr, VIII, 161). Âyetteki hak kelimesi bâtılın zıddı olup din ve aklın doğru, gerçek, meşrû saydığı durumu ifade eder. Burada “doğru, gerçek, geçerli, meşrû sebep” anlamında kullanılmıştır (geniş bilgi için bk. Mâide 5/32).
Kuran Yolu Diyanet Tefsiri
Riyazus Salihin, 415 Nolu Hadis
Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir bedevî geldi ve:Ey Allah’ın Resûlü! Kişinin cennete veya cehenneme girmesini gerektiren iki etken nedir? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girer; Allah’a şirk koşarak ölen de cehennemi boylar” buyurdu.
(Müslim, Îmân 151)
Abdullah İbni Mes’ud şöyle demiştir: “ Resûl-i Ekrem Efendimize:’ En büyük günah nedir?’ diye sordum. Efendimiz de: “Allah seni yarattığı halde O’na ortak koşmandır “ diye cevap verdi. ‘Sonra hangisidir?’diye sordum: “ Yemeğine ortak olacak endişesiyle çocuğunu öldürmendir “ buyurdu.
( Buhâri ,Tefsir 2/3, 25/2, Edeb 20; Müslim ,Îman 141,142).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
بَطْنٌ kelimesinin aslı bildiğimiz karındır. Çoğulu بُطُونٌ şeklinde gelir. Ayrıca بَطْنٌ sözcüğü her şeyde ظَهْرٌ un karşıtını ifade eder. بِطَانَة içlik ve astar demektir. Yine bu kelime istiâre yoluyla bir kişinin kendi işinin iç yüzüne ( باطِن ) muttâli olabilme ayrıcalığı verdiği kimse manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri batın, bâtınî, battaniye ve badanadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فُحْشٌ – فاحِشَةٌ – فَحْشاءُ kelimeleri çirkinliği, fenalığı büyük olan fiiller ve sözler demektir. فاحِشَةٌ kelimesi pek çok ayette zinadan kinaye olarak kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fuhûş, fâhiş ve fahişedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Mekulü’l-kavli تَعَالَوْا’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
تَعَالَوْا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَتْلُ talebin cevabı olduğu için illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası حَرَّمَ رَبُّكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru حَرَّمَ fiiline müteallıktır.
اَنْ masdar harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, مَا حَرَّمَ ’den bedeldir. تُشْرِكُوا fiili نْ harfinin hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru تُشْرِكُوا fiiline müteallıktır. شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ
وَ atıf harfidir. بِالْوَالِدَيْنِ car mecruru mahzuf أحسنوا fiiline müteallıktır. وَالِدَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mecrurdur.
اِحْسَانًا mahzuf fiilin mef'ûlu mutlakıdır.
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَوْلَادَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ اِمْلَاقٍ car mecruru تَقْتُلُٓوا fiiline müteallıktır.
نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَرْزُقُكُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
نَرْزُقُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Munfasıl zamir اِيَّاهُمْ atıf harfi وَ ’la نَرْزُقُكُمْ ’deki muttasıl zamire matuf olup mahallen mansubtur.
وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقْرَبُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْفَوَاحِشَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, الْفَوَاحِشَ ’den bedel-i iştimal olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ظَهَرَ مِنْهَا ’dır. İrabtan mahalli yoktur.
ظَهَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنْهَا car mecruru failin mahzuf haline müteallıktır.
مَا بَطَنَۚ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَقْتُلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. النَّفْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الَّت۪ي müfret müennes has ism-i mevsûlu, النَّفْسَ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası حَرَّمَ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. بِالْحَقّ car mecruru تَقْتُلُوا’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, لا تقتلوها إلّا متلبسين بالحقّ (Onları sadece hak ettikleri takdirde öldürün.) şeklindedir.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
وَصّٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Ayrıca mübteda olan ذٰلِكُمْ ‘nin haberidir.
بِه۪ car mecruru وَصّٰيكُمْ fiiline müteallıktır.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَعْقِلُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَصّٰيكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi وصي ‘dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاًۜ
Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli تَعَالَوْا ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emrin cevap cümlesi …اَتْلُ مَا حَرَّمَ muzari fiil sıygasında faidei haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayette, kâfirlerin Allah'a ortak koşmak ve bazı şeyleri haram saymak gibi fiil ve hareketlerinin O’nun emri ve dilemesiyle gerçekleştiği yolundaki iddialarının batıl olduğu ifade edilmişti. Bu ayette ise hikmetli bir üslup ile Resulullah’a haramları beyan etmesi emir buyuruluyor. Amaç, onların bu haramlardan sakınmaları gerektiğini bildirmektir. (Ebüssuûd)
اَتْلُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6) Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
رَبُّكُمْ izafetinde, muhataplarla ünsiyet ve emre itaate teşvik kastı vardır.
أن tefsiriyedir. Akabindeki اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Îrabdan mahalli yoktur.
Veya أن masdariyyedir. Akabindeki cümle masdar teviliyle مَا حَرَّمَ ’den bedeldir. (İrabu’l Müyesser)
Son üç ayet قُلْ emriyle başlamıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قُلْ تَعالَوْا أتْلُ ما حَرَّمَ رَبُّكم عَلَيْكُمْ ile başlayan ve birbirine atfedilen cümlelerde yer alan hükümler üç kısma ayrılmıştır.
İlki, umumi olarak insanlar arasındaki ictimai durumun düzeltilmesidir: اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً ile başlar.
İkincisi, insanların birbiriyle ilişkilerinde nizamın korunmasıdır: وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ ile başlar.
Üçüncüsü, hidayetin tümünü kapsayan İslam’ın aslına tabi olup dalalet yollarından kaçınmaktır. وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يماً فَاتَّبِعُوهُۚ sözüyle başlar
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ sözü ise bu kısımlardan her biri için tezyîldir. (Âşûr)
وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ
Tefsiriyeye matuf olan bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Vasıl sebebi temâsüldür.
بِالْوَالِدَيْنِ takdiri أوصيكم [Size vasiyet ediyorum.] olan fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan اِحْسَاناًۚ ‘deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. اِحْسَاناًۚ kelimesinin mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olduğu da söylenmiştir.
Tefsiriyyeye matuf olan cümle nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Vasıl sebebi temâsüldür.
مِنْ sebebiyyedir.
اَوْلَادَكُمْ - الْوَالِدَيْنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ
Bu cümle ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ sözündeki geçen gaib zamirden نَرْزُقُكُمْ ‘daki mütekellim zamirine dönülmesi bu sözlerin tümünü emredeni hatırlatır. (Âşûr)
Munfasıl zamir اِيَّاهُمْۚ , fiildeki mef’ûl zamirine matuftur.
Takdim, azamet ve ihtimam içindir. Burada Hak Teâlâ önce “Sizi Biz rızıklandırırız.” buyurmuş, sonra da “Onları da (Biz rızıklandırırız).” buyurmuştur. (Âşûr)
‘’Sizi de onları da Biz rızıklandırıyoruz.’’ Bunun benzeri olan ayet Kehf Suresinde bunun tersi bir sıralama ile gelmiş; ‘’onları ve sizi Biz rızıklandırıyoruz’’, buyurulmuştur.
Zengin olanlara hitap ederken önce “sizi”, fakir kişilere hitap ederken önce “onları” buyurulmuştur. Zengin kişiler fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürürken kendilerinde olan paranın biteceği korkusu taşıyorlar. Allah diyor ki: ‘’Size bu zenginliği veren Biziz, onlara da Biz vereceğiz.’’ Ama fakirlikte insanların zaten kaybedeceği bir şey yok. O yüzden diyor ki: ‘’Sen onların rızkını düşünme. Onları Biz rızıklandırıyoruz, sizi de Biz rızıklandırıyoruz.’’ (Fâdıl Sâlih Sâmerrrâî, Ebüssuûd)
Benzer bir ayet İsrâ Sûresi’nde de geçer. Ancak bu iki ayet arasında nazım bakımından fark vardır:
İsrâ Sûresi’nde خَشْيَةَ إمْلاقٍ , En’âm/151’de مِن إمْلاقٍ buyurulmuştur. Bu da kızlarını öldürenlerin iki amacı olduğunu gösterir:
Ya bu kişiler fakirdir, kızlarına infak edecek gelirleri yoktur ve bu kızların büyüdüğü zaman da kendilerinin para kazanmasına yardım edeceğini düşünmüyorlardır. En’âm/151’deki مِن إمْلاقٍ sözü bunun için gelmiştir. Çünkü مِن ta’liliyedir. Yoksulluğun kızlarını öldürme sebebi olduğunu ifade eder.
Ya da bu öldürmenin sebebi babanın yoksulluğu değildir. Ama fakirleşmekten veya kendisinin ölümüyle kızının fakirleşmesinden korkuyordur. Çünkü cahiliyede kız çocuklarına miras bırakamıyorlardu.
En’âm/151’de نَحْنُ نَرْزُقُكم وإيّاهُمْ şeklinde buyurularak babalara ait zamir çocuklara ait zamire takdim edilmiştir. İsrâ Sûresi’nde ise نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْۜ buyurularak zamirlerin sırası değişmiştir. Çünkü İsrâ Sûresi’nde bahsedilen fakirleşme, gerçekleşmesinden korkulan fakirleşmedir ve en çok da beyitlerde gördüğünüz gibi kız çocuklarının fakirleşmesidir. Bu nedenle çocukların rızkını Allah'ın verdiği takdim edilmiş, babalarına verdiği rızık tahir edilmiştir ki bu da Kur'an'ın nüktelerindendir. (Âşûr).
وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ
Tefsiriyeye matuf bu cümle nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Vasıl sebebi temâsüldür.
الْفَوَاحِشَ ’den bedel-i iştimal olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası ظَهَرَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6) Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur.
Zina yasağının وَلَا تَقْرَبُوا [yaklaşmayın] kelimesiyle ifadesi, ya zina isteği kuvvetli olduğundan yasağı da kuvvetlice vurgulamak ya da yaklaşmak, bilfiil işlemeye sebep olduğu içindir. (Ebüssuûd)
Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
ظَهَرَ- بَطَنَۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Büyük, açık günahlara yaklaşmayın (Zina gibi. Yaklaştıkça içine düşersiniz, kurtulmak çok zordur. Bunun için yapmayın değil, yaklaşmayın buyurulmuştur.)
[َFuhşiyata yaklaşmayın] nehyi, “fuhşiyat yapmayın” nehyinden daha tesirli ve daha sakındırıcıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ
Tefsiriyeye matuf bu cümle de nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Vasıl sebebi temâsüldür.
النَّفْسَ için sıfat olan has ism-i mevsûl الَّت۪ي ‘nin sılası حَرَّمَ اللّٰهُ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
النَّفْسَ ‘teki marifelik cins içindir. İstiğrak da ifade eder. (Âşûr)
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
تَقْتُلُوا ,بِالْحَقّ fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır.
الْحَقّ ‘teki marifelik cins içindir. Bununla kastedilen öncesinde belirtilen hakkın mahiyetini açıklamaktır. Hak, İslam hakkında kullanıldığında, İslam nazarındaki mahiyeti kastedilir. (Âşûr)
Nefy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Fiille müteallakı arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. لَا تَقْتُلُوا maksûr, haber olan بِالْحَقّ maksûrun aleyhtir.
حَرَّمَ - لَا تَقْتُلُوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اللّٰهُ - رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Cümle, itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemine ve yüceliğine işaret eder. Mübteda olan ذٰلِكُمْ ile beş yasak işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret isminde cem vardır. Cem’ meat taksim ve tamim olmuştur.
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Umulur ki anlamında olan bu harf, Allah Teâlâya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle va’z edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
تَعۡقِلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Anne babaya iyilik yapmak onlara güzel davranıp Allah teâlâ'ya isyan olmayan hususlarda itaat etmek bir zorunluluktur.
Fakirlik veya başka bir sebeple çocukları öldürmek haram kılınmıştır.
Kişinin kendisini öldürmesi ve başkalarının canına kast etmesi de haram kılınmıştır.
Allahım! Bizi; dünya üzerinde uymadığımız sınırlar, yapmadığımız ibadetler ve işlediğimiz günahlar için bahaneler üretmekten muhafaza buyur.
Rabbim! Şirk koşanlardan değil, Sana hakkıyla kulluk edenlerden. Zanna uyanlardan değil, hakikati araştıranlardan. Bahanelere sığınanlardan değil, elinden geleni yapanlardan. Cahilliğiyle övünenlerden değil, düşünüp de anlayanlardan olmamızı nasip et.
Allahım! Nefsimizin cahilliğine ve aceleciliğine yenik düşmeden; Anne babasına iyilikte bulunanlardan. Rızkın, Senden geldiğini hatırlayarak, Sana güvenenlerden. Kötülüğün açığından da, gizlisinden de – günahın büyüğünden de, küçüğünden de uzak duranlardan. Her cana, sırf Sen yarattın bilinciyle, değer verenlerden. Ve hiçbir canın – bilerek ya da bilmeyerek – hakkına girmeden huzuruna gelenlerden olmamızda yar ve yardımcımız ol.
Amin.
***
Hasan el Benna’nın ‘Hatıralarım: Müslüman Kardeşler’ kitabında şu manada toplanan cümleler geçmektedir: “Kimi müslümanlar, Batı dünyasına şiddetli bir hayranlık duymaktadır. O kadar ki, sanki onlar İslam’ı kabul etse ve iyi bir şey olduğunu söylese, rahatlayacaklar ve ancak o zaman tam anlamıyla teslim olup mensup oldukları din ile övünecek ve İslam yolunda çalışacaklar.”
Bu hayranlık, toplumları dinlerinden ve kültürlerinden uzaklaştırmaktadır. ‘Modern olmak’ adı altında üstün kabul edilenlerin uydurduğu kalıplara sıkışılmaktadır. Batı’nın kabul ettiği, reklamını yaptığı ve kınadığı konular hakkında doğru yorumlar yapılması şarttır. Sosyal medyada daha başarılı olmak ve belki de daha çabuk kabul görmek bile buna bağlıdır.
Allah’ın haram kıldıklarında, dünyevi sebeplerden dolayı, ‘modern’ yaklaşımlar benimsenerek tavizler verilmektedir. Halbuki ‘modern olmak’ zamanın teknolojisinden ve bilimin getirdiği kolaylıklardan faydalanmaktır. Bir başkasının dünyalık heveslerden dolayı daha doğru olduğunu iddia ettiği ve yarın fikrini değiştireceği kılık kıyafette dolaşmak veya uç fikirlerini sahiplenmek değildir.
Bazen bulunduğun zamanı bir kenara koyarak düşünmek gerekir. Tek Allah yolunda yürümenin, eskilerin masalı olduğu 1400 sene ve daha öncesinde de inkarcılar tarafından dile getirilmiştir. İnsan ve uydurduğu bahaneleri, her zaman ve her yerde, özünde aynıdır. Herkesin hakikati kabul edeceği günden önce Allah’a tam anlamıyla teslim olmak ve bir müslüman olarak bilinçlenme-bilinçlendirme zamanı gelmiştir.
Ey Allahım! Emirlerinle süslediğin hakikat yolun ile kullarının iki cihandaki hayatlarını; maddi-manevi anlamda kolaylaştıran, zenginleştiren ve güzelleştirensin. Bir gün her şey gibi ölüp yeryüzünden silinecek yaratılmışların ardından giderek, dünyasını ve ahiretini tehlikeye atanlara benzemekten ve onların fikirlerine meyil etmekten koru. Bizi Sana hakiki manada teslim olan ve ihlasla emirlerine itaat eden kullarından eyle. Hakikatin anlaşılacağı gün yüzleri ve gönülleri; nurun, huzurun ve kurtuluşa ermenin rahatlığı ile dolup aydınlananlardan eyle.
Amin.