En'âm Sûresi 160. Ayet

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ...

Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 جَاءَ gelirse ج ي ا
3 بِالْحَسَنَةِ bir iyilikle ح س ن
4 فَلَهُ ona vardır
5 عَشْرُ on (katı) ع ش ر
6 أَمْثَالِهَا o(getirdiği)nin م ث ل
7 وَمَنْ ve kim
8 جَاءَ gelirse ج ي ا
9 بِالسَّيِّئَةِ bir kötülükle س و ا
10 فَلَا
11 يُجْزَىٰ cezalandırılmaz ج ز ي
12 إِلَّا dışında
13 مِثْلَهَا onun dengi م ث ل
14 وَهُمْ ve onlar
15 لَا
16 يُظْلَمُونَ haksızlığa uğratılmazlar ظ ل م
 

Hasene, dinin ve aklıselimin iyi ve doğru kabul ettiği her türlü inanç, tutum ve davranışı, seyyie de bunların zıddını ifade eder. Her ne kadar bazı âlimler buradaki haseneyi “kelime-i tevhid”, seyyieyi de “küfür” ve “şirk” şeklinde açıklamışlarsa da âyetin genel olan lafzını bu şekilde tahsis etmek için sebep yoktur (Râzî, XIV, 8). Nitekim Taberî’nin bu âyet münasebetiyle aktardığı bir rivayete göre ashabdan Ebû Zer’in “Yâ Resûlellah! ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü hasenâttan mıdır?” sorusuna Hz. Peygamber’in verdiği “Hem de en üstünü!” şeklindeki cevap (VIII, 108), hasenenin, kelime-i tevhidi de içine alan geniş kapsamlı bir kavram olduğunu göstermektedir. 

 

 Burada da görüldüğü gibi bazı âyet ve hadislerde kötülüğün karşılığının dengi ile, iyiliğin karşılığınınsa fazlasıyla verileceği bildirilmiş; bu fazlalık yukarıdaki âyette “on misli” olarak belirtilmiştir. Diğer âyetlerde ise, böyle bir miktar belirtilmeden hasenenin “kat kat fazlasıyla” (Nisâ 4/40), “daha iyisiyle” (Neml 27/89), “daha güzeliyle” (Şûrâ 42/23) karşılık bulacağı bildirilmekle yetinilir. Bütün ilgili kaynaklarda, 160. âyete dayanılarak, bir iyiliğin mükâfatının en az on misli fazla olacağı, ikinci âyetler grubunun bundan daha büyük miktarları gösterdiği ifade edilmiştir. Hatta Enes b. Mâlik’in rivayet ettiği bir hadiste, cennet ehlinin dilekleri üzerine Hz. Peygamber’in şefaati sayesinde, “kalbinde zerre kadar bir hayır (iman) bulunan kimse”nin bile cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 19; Müslim, “Îmân”, 304).

 Hadis şârihlerinin ayrıntılı olarak incelediği (meselâ bk. Nevevî, Şerhu Müslim, I, 148-152; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XXIV, 115-123) bazı hadislere göre istenip de yapılmayan kötülük yazılmayacak, yapılan da bir tek kötülük olarak yazılacak; buna mukabil yine istenip de yapılmayan iyilik bir iyilik olarak, yapılan da on mislinden 700 misline kadar katlanarak yazılacaktır. Bu hadislerin birinde “700 misli”nden sonra bir de “daha çok katlanarak” ifadesi yer alır (Buhârî “Rikåk”, 31; “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 203-207). İbn Hacer’in oldukça mâkul gelen bir görüşüne göre iyilik, bir fiil ve davranış olarak 700 misline kadar ödüllendirilir. Şu var ki, bu davranışın arkasındaki iyi niyet, ihlâs, azim ve kararlılık, gönül huzuru gibi yüksek duygu ve düşüncelere, ayrıca yapılan işin kalitesine, hayır ve menfaatinin kapsamına vb. müsbet niteliklerine göre ecri de yüksek olur (Fethu’l-bârî, XXIV, 118). 

 Şuna da işaret etmek gerekir ki, daha başka benzerleri yanında, özellikle “Kim (ilâhî huzura) iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir… Ama kimler de kötülükle gelirse işte onlar yüzüstü cehenneme atılırlar. Yaptıklarınızın karşılığından başkasını mı göreceksiniz?” (Neml 27/89-90) meâlindeki âyetle Kasas sûresinin aynı mahiyetteki 84. âyetini dikkate alarak iyiliklerin karşılığının fazlasıyla verilmesi, şefaat ve af gibi konularda, insanları dinî ve ahlâkî görevlerini ihmal etmeye kadar götürebilecek aşırı iyimserliklerden, boş ümitlerden de kaçınmak gerekmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 494-495

 
Riyazus Salihin, 414 Nolu Hadis
Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
“Kim bir hayır işlerse, ona onun on misli vardır veya daha da artırırım. Kim bir kötülük işlerse, ona da onun misli vardır. Ya da tamamen affederim. Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım; kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım. Kim bana hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla dünya dolusu günahla gelirse, ben kendisini o kadar mağfiretle karşılarım.”
Müslim, Zikir 22
 
 

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ


مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

بِالْحَسَنَةِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

عَشْرُ  muahhar mübtedadır. Aynı zamanda muzâftır.  اَمْثَالِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا

 

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

بِالسَّيِّئَةِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُجْزٰٓى  fiili  ی  üzere mukadder damme ile meçhul merfû muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  

اِلَّا  hasr edatıdır.  مِثْلَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  يجزى مثل جزائها  (Onlarınki gibi cezalandırılırlar.) şeklindedir.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt)  ف ‘si gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt)  ف’si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt)  ف’si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يُظْلَمُونَ۟  haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُظْلَمُونَ۟   fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
 

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.  مَنْ, umum ifade eden şart ismidir. 

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade ederler. (Halidi, Vakafat, s. 112) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ  cümlesi, şarttır.

Buradaki  بِ  harfi musahabe içindir. Temsili bir ifade vardır. Gelmek fiili hakiki manada da olabilir. Hesaba gelmek ile kastedilen, sayfalarında amellerin yazılı olduğu kitabı getirmektir. (Âşûr)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ, sübut ifade eden faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Faide-i   haber ibtidaî kelamdır.

Bu ifade, ya lafza tutunarak veya bunun kendisine uygun bir vasfa göre getirilmiş bir hüküm olup hükmün bu vasıfla muallel olmasını gerektirdiğinden bunun umumi manaya hamledilmesi gerekir. Binaenaleyh illet umumi olduğu için hükmün de umumi olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

عَشْرُ “On” sayısıyla takdir edilmekten murad, bu sayıyı sınırlamak değildir. Aksine bununla, mutlak manada kat kat vermek manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 


وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  لَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا, kasr ile tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkarî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Bu terkip aynı zamanda  مَنْ ’in haberidir.

Nehiy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Yani fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu hasr üslubu hakiki hasrdır. İlahi adaleti ortaya koymak için gelmiştir. Burada itikadın reddi değil durumu haber verme manası vardır. (Âşûr) 

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ  cümlesiyle, وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

بِالسَّيِّئَةِ -بِالْحَسَنَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. 

cümleye dahil olan  وَ, hal veya istînâfiyyedir.

Ceza verilirken aralarında  لَا يُظْلَمُونَ […hiç haksızlık edilmeden] adaletli davranılır; herkesin alacağı karşılık işlediği amele denk olur. (Keşşâf)