قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنَّنِي | muhakkak beni |
|
3 | هَدَانِي | beni iletti |
|
4 | رَبِّي | Rabbim |
|
5 | إِلَىٰ |
|
|
6 | صِرَاطٍ | yola |
|
7 | مُسْتَقِيمٍ | dosdoğru |
|
8 | دِينًا | dine |
|
9 | قِيَمًا | dosdoğru |
|
10 | مِلَّةَ | dinine |
|
11 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’in |
|
12 | حَنِيفًا | hanif |
|
13 | وَمَا |
|
|
14 | كَانَ | O değildi |
|
15 | مِنَ | -dan |
|
16 | الْمُشْرِكِينَ | ortak koşanlar- |
|
Millet-i İbrâhîm” ifadesi, başta tevhid inancı olmak üzere bütün peygamberlerin benimseyip tebliğ ettikleri ilâhî ve değişmez ilkeleri, mesajları kapsar ve genellikle Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri benimseyip tebliğ ettiği ve bu bakımdan geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nüsük kelimesi hem genel olarak “tapınma” hem de özellikle “kurban” anlamına gelir. Burada müfessirlerce her iki mâna da verilmiştir. Halîfe ise “birinin ardından gelen, onun yerini alan” demektir (halîfe teriminin anlamları konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30).
Sûrenin başından itibaren Allah’ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile İslâm’ın hak din, Hz. Muhammed’in de hak peygamber olduğu; ayrıca İslâm’a aykırı bütün yolların bâtıl olduğu ve bunların insanlara dünyaları için de âhiretleri için de asla hayır getirmeyeceği hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve en ikna edici açıklamalar yapıldıktan, deliller verildikten sonra, bu son âyetlerde de sonuç mahiyetindeki ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelerde Hz. Peygamber’e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah’ın lutfettiği hidayet sayesinde, belli başlı ilkelerine bu sûrede de yer verilen dosdoğru yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını; bunun, hem Araplar’ın hem de yahudiler ve hıristiyanların sözde inandıkları İbrâhim’in, bâtıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dini olduğunu; müşriklerin putlara tapmalarına karşılık kendisinin namazıyla, niyazıyla, kurbanıyla ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah’a adadığını ve bu inançları taşıyan ilk müslüman olduğunu, bu sebeple de Allah’tan başka birini asla tanrı tanımayacağını tam bir inanç ve güvenle açıklaması emrolunmaktadır. Kuşkusuz bu, esas itibariyle bütün müslümanlara yönelik bir buyruktur. Herkes kendi ettiklerinin karşılığını görecek, kimse kimsenin vebalini yüklenmeyecektir. Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir; bu sebeple inkâr ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah’ın huzuruna varacak ve müslümanlarla tartışmaya kalkışıp inkâr ettikleri gerçeği o zaman Allah kendilerine apaçık bildirecektir.
Son âyette Allah, gerek bütün insanlara gerekse insanların bir kısmına bahşettiği üstünlüğü ve seçkin nimetleri hatırlatmaktadır. Buna göre yeryüzünde birçok canlının nesli kesildiği halde yüce Allah, peş peşe yarattığı nesillerle insanları birbirine halef kılmış; dünyayı insanla şenlendirmiş, onları yeryüzünün seçkin varlıkları yapmıştır; ayrıca kimi insanlara, diğerlerine nisbetle dünyevî bakımdan üstün dereceler de vermiştir. Ama bunların hepsi bir imtihan içindir; hepsinin hesabı, sorumluluğu vardır.
Bu son âyetle dolaylı olarak, nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah’ın onları âhiret hayatı için yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye de kadir olduğu hatırlatılmakta ve nihayet Allah’ın cezalandırmasının çok çabuk olduğu uyarısıyla inkârda ısrar edenler bir defa daha uyarılırken, O’nun bağışlayıcı ve esirgeyici olduğu müjdesiyle de müminler sevindirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 496-497
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. Mekulü’l-kavli, اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
هَدٰين۪ي fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Elif üzere mukadder fetha ile mazi mebni fiildir. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.
رَبّ۪ٓي faildir. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru هَدٰين۪ي fiiline müteallıktır. مُسْتَق۪يمٍۚ kelimesi صِرَاطٍ ‘ın sıfatıdır.
مُسْتَق۪يمٍ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ
د۪يناً mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdir, عرّفني (Bana öğretti.) şeklindedir. قِيَماً kelimesi د۪يناً’in sıfatıdır. مِلَّةَ kelimesi د۪يناً’den bedel olup lafzen mansubtur.
اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife, “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَن۪يفًا kelimesi اِبْرٰه۪يمَ ’in hali olarak fetha ile mansubtur. حَن۪يفًا sıfat-ı müşebbehedir.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْمُشْرِك۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪يناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّ’nin haberi olan هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi, hudus ve sübut ifade eder.
رَبّ۪ٓي izafeti, muzâfun ileyhin şanı ve Hz. Peygambere destek içindir.
صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ifadesinde istiare vardır. صِرَاطٍ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazfedilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiâre-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
د۪يناً mahzuf fiilin mef’ûlü olarak mansubtur veya صِرَاطٍ ’den bedeldir.
Sıfat olan قِيَماً ve د۪يناً ’den bedel olan مِلَّةَ sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Hal olan حَن۪يفاًۚ de anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
مِلَّةَ kelimesi, د۪يناً قِيَماً ifadesinden bedeldir, حَن۪يفاًۚ kelimesi de Hz. İbrahim’in hali olduğu için mansubtur. (Elmalılı Hamdi Yazır)
الهِدايَةِ ile الصِّراطِ kelimeleri arasında tam bir münasebet vardır. Çünkü hidayetin aslı yolu bilmektir. Müsnedün ileyhin izafetle marife olarak رَبّ۪ٓي şeklinde gelmesi Resulullah’ın Rabbinin izzeti içindir. Müşriklerin rablerinin onları dalalete sürüklemesine de tariz vardır. Tek olan hakiki Rabbe kulluk etselerdi muhakkak ki hidayete ererlerdi. (Âşûr)
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
وَ ‘la حَن۪يفاًۚ’e atfedilen وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ cümlesi de haldir. Olumsuz كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَانَ ,مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 3/79)
حَن۪يفًا - الْمُشْرِك۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu cümle, Yahudilerin Allah’a ortak koştuklarına açık bir tariz ve İbrahim (a.s.) ile onlar arasında dinî bir bağ olmadığına da sarih bir beyandır. Bundan amaç, Hz. Peygamberin usulde İbrahim’in (a.s.) dininde olduğunu vurgulamaktır. Çünkü İbrahim de (a.s.) yalnız tevhide ve Allah’tan başka bütün mabûdlardan uzak durmaya çağırıyordu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
“Müşrik değildi” sözü tekiddir, vurgu yapılmıştır. Çünkü daha önce zikredilen hanif olması manayı ifade etmiştir.