هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلاًۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | خَلَقَكُمْ | sizi yaratıp |
|
4 | مِنْ | -dan |
|
5 | طِينٍ | çamur- |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | قَضَىٰ | koymuştur |
|
8 | أَجَلًا | bir süre |
|
9 | وَأَجَلٌ | ve bir süre |
|
10 | مُسَمًّى | belirli |
|
11 | عِنْدَهُ | kendi katından |
|
12 | ثُمَّ | böyle iken |
|
13 | أَنْتُمْ | siz hala |
|
14 | تَمْتَرُونَ | kuşkulanıyorsunuz |
|
Varlığının başlangıcından sonuna kadar insanın da yüce Allah’ın yaratma, takdir ve tasarrufunda bulunduğu ifade edilmek üzere “Sizi bir çamurdan yaratan O’dur” buyurulduktan sonra iki ayrı “ecel”den söz edilmektedir.
Müfessirler insanın “çamurdan” yaratılmasına iki değişik yorum getirmişlerdir:
a) Bütün insanların atası olan Hz. Âdem çamurdan yani topraktan yaratıldığına göre onun soyu da esas itibariyle topraktan gelmektedir.
b) Her insanın oluşumu, alınan besinler yoluyla toprağa dayanır. Çünkü hayatın temel ögesi olan kan besinlerden, besinler de doğrudan veya dolaylı yollarla topraktan gelmektedir.
İnsanın yaratılmasına dikkat çekilmesinin sebebi, ba‘si (yeniden dirilme) inkâr eden müşriklere, insanı topraktan yaratan yüce kudretin onu ölümünden sonra tekrar döndüğü bu aslî varlığından yeniden yaratmaya da muktedir olduğunu bildirmektir. Âyetin diğer bir önemli yönü de topraktan canlıların en mükemmeli olan insanın yaratılmasındaki hârikulâde olaya işaret edilmesidir. Arz yaratıldığı zaman üzerinde “hayat”tan eser yoktu. Yok kendi kendini var edemez. Toprakta canı var eden ve onu “insan” yapan; insanda ruhu, aklı, irfanı yaratan yüce Allah’tır. Çünkü gelişmenin her safhasında O alîm, hakîm ve rahîm olan Allah’ın yaratma fiili bulunmaktadır. Bu sebeple yoktan varlığın, basitten bileşiğin, cansızdan canlının, şuursuz tabiattan zekânın kendiliğinden ortaya çıktığına inanmaktan daha bâtıl bir inanç olamaz.
Gerek bu gerek diğer ilgili âyetlerde Allah’ın varlığını ve birliğini, eşsiz kudret ve hikmetli yaratışını ispatlamak için insanın yaratılışına dikkat çekilmesi son derece önemlidir. Zira bütün evrenin bilebildiğimiz en büyük olayı hayatın ortaya çıkışıdır. Bütün varlıklar içinde akıl sahibi tek canlı insan olduğu için o, evrenin göz bebeğidir. Eğer bilim kâinatta dünyadakinden başka bir canlı ve akıllı varlık keşfederse, hiç kuşkusuz ki bu, bütün keşiflerin en muhteşemi olacaktır. Halen bilinen gezegenlerin hiçbirinde canlı ve akıllı varlığa rastlanmadığı için dünyamız değerini ve eşsizliğini korumaktadır. Bu değer, canlılardan özellikle de insandan gelmektedir. Fakat bu canlılar ve insan nasıl oluştu? Neden dünyaya en yakın olan ve –Kur’ân-ı Kerîm’de de işaret buyurulduğu gibi (Enbiyâ 21/30)– bir zamanlar dünyamızla bitişikken sonradan ayrılan diğer semavî kürelerde hayat yok da dünyada var? Bunlara verilebilecek her ilmî cevap yeni sorularla karşılaşır. İlletsiz hiçbir hadise meydana gelemeyeceğine göre, kendi kendine üreme, oluşma (génération spontanée) imkânsız bulunduğuna göre yaratılış illetinin, tabiatın dışında ve üstünde bir güç olması gerektiği, yine yaratılış eşsiz bir düzen ve anlam taşıdığına göre onu yaratanın da mükemmel, sonsuz, ilim ve hikmet sahibi olması gerektiği, mutlak bir gerçektir ve bütün yaratılmışlar, özellikle de hayat, akıl ve zekâ sahibi insanın varlığı, her bir insanın baştan sona yaratılışı, gelişmesi bunun en kesin ve açık delilidir. Diğer canlılar gibi insan da çamurdan, yani topraktan meydana gelmiştir. Bunun nasıl olduğunu, hangi gücün tesiriyle meydana geldiğini deneysel olarak bilemiyorsak da kutsal kitabımız bunun hakiki fâilini, yapıp yaratanını bize bildirmekte; aklımız da bâtıllardan arındığında bu gerçeği açık seçik kavrayabilmektedir.
2. âyette iki defa zikredilen ecel kelimesi sözlükte “bir sürenin sonu” anlamına gelir. Âyetteki iki ecelden nelerin kastedildiği hususunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir:
a) İlk ecel ölüm vakti, ikinci ecel kıyamet vakti.
b) İlk ecel yaratılışla ölüm arası, ikinci ecel ölümle ba‘s arasındaki süre (berzah) veya bu sürenin sonu.
c) İlk ecel ömrünün süresi kesin olanların ve bu sürenin sonunda ölenlerin eceli, ikinci ecel sıla-i rahim (akraba ziyaretleri), sadaka gibi bazı hayırlı işler yaptıkları için ömürleri uzatılacak olanların eceli.
d) İlk ecel insanın normal olarak yaşayıp ömrünün dolmasıyla hayatının sona ermesi (tabii ecel), ikincisi vücut fonksiyonlarının tamamı henüz sağlıklı ve yaşamaya elverişli iken boğulma, yangın gibi kazalar ve dış sebeplerle hayatın son bulması (ihtiramî ecel).
Fahreddin er-Râzî’nin filozoflara nisbet ettiği (XII, 153-154) bu son görüş, M. Hamdi Yazır’ın da belirttiği gibi, sağlığa önem vermeyi, gerektiğinde tedavi olmayı, tehlikelerden korunmayı öngörmesi açısından yararlı olmakla birlikte, buradan, bir insanın ölümüyle ilgili iki farklı ecel bulunduğu sonucunu çıkarmak doğru değildir. Olsa olsa bir insanın, ya tabii veya ihtiramî olmak üzere bir tek ecelinin olduğu söylenebilir. Bunlardan hangisi vuku bulmuşsa Allah’ın takdir ettiği ecel odur; dolayısıyla diğerinin vuku bulması imkânsızdır.
Zemahşerî (II, 3), yukarıda sıralanan ecelle ilgili görüşlerden ilkini; Şevkânî (II, 114), İbn Âşûr (IV, 130-131), M. Hamdi Yazır (III, 1874-1877) gibi bazı müfessirler de ikincisini tercih etmişlerdir. İbn Âşûr, bunun gerekçesini âyette, ikinci ecelle ilgili olarak, bu ecelin “Allah katında belirlenmiş” olduğu, yani insanlar tarafından bilinemeyeceği şeklindeki kayda dayandırır. Buna göre ilk ecel her bir insanın ömrüdür; çünkü kişi öldüğünde insanlar onun ne kadar süre yaşadığını bilirler. İkinci ecel, yani insanların ölümüyle ba‘s arasında geçen sürenin miktarını ne dünyada ne de kıyamet gününde Allah’tan başka kim bilebilir? 2. âyetin sonunda “Siz hâlâ şüphe ediyorsunuz” ifadesiyle müşriklere hitap edilmiştir. Çünkü bu ifadede bir tenkit ve tehdit vardır; müminler âyetlerde bildirilen gerçeklere inandıklarından böyle bir itham ve tehdide mâruz kalmaları düşünülemez.
Burada insanın yaratılışının semâvat ve arzın yaratılışıyla ilgili ifadelerden sonra zikredilmesi, önce İslâm düşünürlerinin deyimiyle “büyük âlem”in, ardından da “küçük âlem”in yaratıldığını belirtmek içindir. Bu şekilde insanın yaratılışına dikkat çekilmesinin sebebi, kâfirlerin ba‘si inkâr etmeleri onlara, müşahede ettikleri, bildikleri bu gerçeği göz önüne alarak ba‘sin mümkün olduğunu ispatlamaktır. İbn Âşûr, ilk yaratılışa inanan müşriklerin ikinci yaratılışa da (ba‘s) inanmalarının aklen gerekli olduğunu hatırlatmaktadır. Âyette “Sizi çamurdan yaratan yalnız O’dur” buyurulmakla Allah’ın yaratmada hiçbir ortağının bulunmadığı vurgulanmıştır. Burada insanların “çamurdan” yaratıldığı özellikle belirtilmiş ve böylece “İnsan toprak olduktan sonra tekrar insan olarak yaratılması imkânsızdır” şeklinde ileri sürdükleri delil çürütülmek istenmiştir. Zira müşrikler insanın öldükten sonra toprağa düştüğünü kabul ediyorlar; ayrıca topraktan yaratıldığını da benimsiyorlar; şu halde ikinci defa yine topraktan yaratılması neden imkânsız olsun?
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 371-374
Riyazus Salihin, 926 Nolu Hadis
Üsâme İbni Zeyd radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah’ın kızlarından biri (Zeynep), Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e adam göndererek, çocuğunun (veya oğlunun) ölmek üzere olduğunu haber verdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haber getiren kimseye:
–“Ona dön ve şunu bildir ki, alan da veren de Allah’tır. Onun katında her şeyin belli bir eceli vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin” buyurdu.
Râvi hadisin tamamını nakletti.
Buhârî, Cenâiz 33, Müslim, Cenâiz, 9,11. Ayrıca bk. Buhârî, Eymân 9, Merdâ 9, Tevhîd 25; Ebû Dâvûd, Cenâiz 24, Edeb 58; Nesâî, Cenâiz 22; İbni Mâce, Cenâiz 53
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلاًۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَكُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنْ ط۪ينٍ car mecruru خَلَقَكُمْ fiiline müteallıktır.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. قَضٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اَجَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. اَجَلٌ mübteda olup lafzen merfûdur. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٌ ‘in sıfatı olup
elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
عِنْدَهُ mekân zarfı mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُسَمًّى kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe(bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَمْتَرُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur. تَمْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَمْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi مري’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلاًۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber talebî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
İki taraf da, yani mübteda da haber de marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale'l mevsûftur. (Âşûr)
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir.
Has ism-i mevsûlün sılası خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَلَقَكُمْ sözünde hitap küfredenlere yöneliktir. Tevbih kastı ile gaipten muhataba iltifat yapılmıştır. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan قَضٰٓى اَجَلاًۜ cümlesi, ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. ثُمَّ burada rütbe olarak derece ifade eder.
Yine sılaya matuf olan وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ cümlesinde mübteda olan اَجَلٌ ’ün sıfatlanmış olması sebebiyle nekre gelmesine cevaz verilmiştir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عِنْدَهُ , mahzuf habere müteallıktır.
عِنْدَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِنْدَ , şeref kazanmıştır.
اَجَلاًۜ kelimesinin nekre gelişi cins ifade eder. Arkadan sıfat tamlamasıyla açıklanmıştır.
Beyzâvî, bu ayeti tefsir ederken şunları kaydeder: اَجَلٌ mübtedası, sıfatla (مُسَمًّى ) tahsis edilmiş nekre bir kelimedir. Bundan dolayı haberin takdimine gerek kalmamıştır. Söze onunla başlanması da onu tazim içindir. Bunun için de اَجَلٌ lafzı nekre kılınmış, مُسَمًّى ile nitelenmiştir yani (o vakit) sabit ve bellidir, değişimi kabul etmez demektir. Ayette اَجَلٌ مُسَمًّى mübteda, عِنْدَهُ haberdir. Mübteda nekre, haber şibih cümle olduğunda haberin, mübtedanın önüne geçmesi vâciptir. Ancak müfessirimizin zikrettiği bu nükteden dolayı, yani nekre olan mübteda sıfatla tahsis edildiği için bu kuralın dışına çıkılmıştır. Zira Zemahşerî’nin beyanına göre nekre bir lafzın sıfatla tahsis edilmesi, onu marifeye yaklaştırır. Bundan dolayı burada mübtedanın haberden sonra zikredilmesine gerek kalmamıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanış)
ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
ثُمَّ harfiyle istînafa atfedilen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki تَمْتَرُونَ cümlesi haberdir. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
ثُمَّ - اَجَلٌ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ماَر : dalgalandı demektir. İki düşünce arasında gidip gelmek demektir. Siz kendinizin neyden yaratıldığınızı biliyorsunuz, bir eceliniz olduğunu da biliyorsunuz yine de şüpheleniyorsunuz. الظُّلُمَاتِ ve النُّورَۜ arasında gidip gelmek için kullanılmıştır.
Müşrikler kesin olarak ahirete inanmıyorlardı ve bu inkârlarını ısrarla sürdürüyorlardı. Gerçek böyleyken müşriklerin şüphe ile vasıflandırılmaları onların inançlarının, inkârda ne mertebe ileri olduğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)
تَمْتَرُونَ İftiâl babındadır. Bu bab, şüphelenmenin sonradan olan ve kabul edilen bir durum olduğuna ve değişebileceğini işaret eder.
Ayet mantık yollu kelamdır.