اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْحَمْدُ | hamdolsun |
|
2 | لِلَّهِ | o Allah’a |
|
3 | الَّذِي | ki |
|
4 | خَلَقَ | yarattı |
|
5 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
6 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
7 | وَجَعَلَ | ve var etti |
|
8 | الظُّلُمَاتِ | karanlıkları |
|
9 | وَالنُّورَ | ve aydınlığı |
|
10 | ثُمَّ | yine de |
|
11 | الَّذِينَ | kimseler |
|
12 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
13 | بِرَبِّهِمْ | Rablerine |
|
14 | يَعْدِلُونَ | eşler tutuyorlar |
|
Sûre, her yönden övgüye lâyık bulunanın sadece Allah olduğunu insanlara bildirmekle başlıyor. Çünkü O, bütün varlıklar âleminin yaratıcısıdır ve bundan dolayı ulûhiyyet vasfı yalnızca O’na aittir. Sûrenin ilk âyeti özel olarak, sözde kendilerine yardım ettiğini hayal ettikleri putlara inanan, onlara ulûhiyyet vasfı yükleyen ve darda kaldıklarında onlardan yardım dileyen müşriklere karşı bir reddiyedir. Nitekim Uhud Savaşı’nda kısmî bir başarı sağlayan müşriklerin kumandanı Ebû Süfyân, bu başarıyı putlarından bilerek müslümanlara karşı “Şanın yüce olsun Hübel! (müslümanlara seslenerek) Bizim Uzzâmız var, sizin Uzzânız yok” diyerek övünmüştü (Buhârî, “Megåzî”, 17). Ayrıca nimet ve yardım kimden gelirse gelsin, asıl nimet sahibinin Allah Teâlâ olduğunu düşünerek öncelikle O’na hamd ve teşekkür etmek gerektiğine de işaret edilmiştir.
Yüce Allah bütün mevcudatın, başka bir deyişle, var olan her bir şeyin yaratıcısı olduğu halde âyette O’nun, yer ve gökleri, karanlıkları ve ışığı yaratan olduğu hatırlatılmakla yetinilmiştir. Çünkü “yer” ve “gökler”, diğer yaratılmışları da kapsayan en kuşatıcı kavramlardır. Ayrıca realiteler âleminin pek çok nitelikleri bulunmakla birlikte, bunlar içinde bütün insanların en kolay ve yakından algılayabildikleri, genel olarak varlık kavramından sonra insan zihninin en temel gerçekler olarak farkına vardığı durumlar ışık ve karanlıktır. Nitekim ışık ve karanlığın varlık âlemiyle yakın ilgisinden dolayı bazı eski felsefî akımlarda ışık varlığın ilkesi, karanlık da yokluğun ilkesi sayılmış; yine bazı eski Doğu dinlerinde, özellikle Maniheizm’de biri “ışık tanrısı”, diğeri “karanlıklar tanrısı” olmak üzere iki tanrı kabul edilmiştir ki, söz konusu âyette ışığı da karanlıkları da yaratanın sadece Allah olduğu belirtilerek bu iki tanrı inancı reddedilmektedir. Öte yandan Hz. Îsâ ve Rûhulkudüs’e ulûhiyyet isnat eden Hıristiyanlık’la birlikte, insanlık tarihinde önemli bir yer tutmuş olan yıldız-gezegen kültüne dayalı paganist inançlar da çürütülmüş; böylece her ne suretle olursa olsun, rablerine eş koşan, başka varlıkları O’nun ulûhiyyetine denk tutarak fâni şeylere tanrı gibi sarılıp bunlara kul olan bütün zümreler tevhid ilkesinden saptıkları için “kâfirler” diye nitelenmiştir. Bu arada karanlıklar kelimesiyle inkâr çeşitlerine, ışıkla da imana işaret bulunduğu belirtilir. Nitekim birtek doğru inanç yolu bulunduğu için âyette ışık tekille (nur), birçok bâtıl inanç bulunduğu için de karanlık çoğulla (zulümât) ifade edilmiştir.(Kuran Yolu Tefsiri/Diyanet)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ
İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
الْاَرْضَ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
جَعَلَ الظُّلُمَاتِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الظُّلُمَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
النُّورَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الظُّلُمَاتِ ’ye matuftur.
ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade edebilir. (Âşûr)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِرَبِّهِمْ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَعْدِلُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْدِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ
Ayet ibtidaiyyedir. Surenin ilk ayeti sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اَلْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere müteallıktır.
İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: "Bu sure Mekkî olup, toptan indirilmiştir. Bu sure gelirken bütün bir vadi (meleklerle) dolmuş, onu Cebrail ile beraber yetmiş bin melek teşyî etmişti. Böylece, melekler indiler de Mekke'yi kuşatan o iki dağın arası meleklerle dolup taştı.. Bunun üzerine Allah'ın Resulü (sav) kâtiplerini çağırdı ve altı ayet hariç, surenin hepsini yazdılar.. Çünkü bu altı ayet Medenîdir. Bu ayetler: Enam 91, 93, 151, 152, 153 ve 154.) ayetleridir. (Ebüssuûd)
Kur'an'da beş sure hamd kelimesi ile başlamıştır. Birincisi Fatiha'da "Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." İkincisi bu surede "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru var eden Allah'a mahsustur." Üçüncüsü Kehf suresinde "Hamd, kuluna Kitap indiren Allah'a mahsustur". Dördüncüsü Sebe suresinde "Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsi kendisinin olan Allah'a mahsustur". Beşincisi Fâtır sûresinde,"Hamd gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ,dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur". (Elmalılı)
Medh, hamd ve şükür kelimeleri arasındaki mana farkı vardır. Medh, hamdden; hamd de, şükürden, daha umumi bir manadadır.
Medhin, hamd kelimesinden daha umumi oluşu medhin (övme), hem akıl sahibi varlıklar, hem de aklı olmayan varlıklar (cansızlar, hayvanlar) için yapılabilir olmasıdır.
Hamd ise ancak, kendisinden sadır olan nimetlere karşılık, Fail-i Muhtar (yapıp yapmaması iradesine bağlı) olan Allah'a yapılabilir. Böylece medhin, hamd kelimesinden daha umumi manaya geldiği sabit olur.Hamdin, şükür kelimesinden daha umumi manada olması ise hamd nimeti sebebiyle Fail-i Muhtar'a tazim etmekten ibarettir.
Şükür ise sadece sana ulaşan ve sende hasıl olan nimetten ötürü nimet sahibini tazim etmendir.(Fahreddin er-Râzî)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ifadesinin manası; bütün hamdleri Allah’tan başka kimsenin hak etmediğidir. Bu izafî kasrdır. Onlara lütuf ve zafer verdiğini, musibetleri hafiflettiğini vehmettikleri putları öven müşrikleri reddiyedir. Kemal manayı ifade ederek hakiki kasr olması da caizdir. Nimet verici olarak Allah’tan gayrını övmek hoşgörü nedeniyledir. Çünkü hakikatte Allah’ın nimetinin birisine ulaşması konusunda o kişi bir vasıtadır. Maksat yine Allah Teâlâ’dır. Müşriklere reddiyedir. (Âşûr)
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikri tecrîd sanatıdır.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ifadesinde özellikle göklerin ve yerin yaratılmasından bahsedilmesi, göklerin ve yerin bütün ulvî ve süflî eserleri, tekmil açık ve gizli nimetleri ihtiva etmesindendir. Bu nimetlerin en büyüğü, var olma nimetidir. Var olma nimeti, her insana hamdi vâcip kılmak için başlı başına yeterli bir nimettir. Şu halde varoluş nimetinin devamı olarak, insanların dünyevî ve uhrevî işlerinin bağlı bulunduğu enfüsî (dahilî) ve afakî (haricî) nimetlerin nasıl hamdi mûcib olmaz? Allah Teâlâ, basiret sahiplerinin gönül gözünü açmak, onlara ibret alınacak misaller vermek için gökleri ve yeri, bunların içlerindeki sayısız güzellikleri, akılları hayrette bırakan gariplik ve tuhaflıkları barındıran bu harika nizamı yaratmıştır. (Ebüssuûd)
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâl icin sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Mevsûlün sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki müteakip وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Halk edilenlerin semavat, yeryüzü, karanlık ve aydınlık şeklindeki belirtilmesi taksim sanatıdır.
Göklerin السَّمٰوَاتِ şeklinde çoğul olarak vürudu, tabakalarının müteaddit, eserlerinin ve hareketlerinin değişik olmasındandır. Yine göklerin yerden önce zikri, şerefinden, mekânının yüksekliğinden ve yerden önce yaratılmış olmasındandır. (Ebüssuûd, Beyzâvî)
جَعَلَ fiili, َ ُّوَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ayetindeki gibi, احدث (var etti) ve انشئ (meydana getirdi) anlamları taşıdığı zaman bir mef'ûl alırken, وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاًۜ [Rahman’ın kulları olan melekleri dişi haline çevirdiler.] (Zuhruf, 43/19) ayetindeki gibi, صيّر (çevirme, başkalaştırma) anlamına geldiğinde, iki mef'ûl alır. خَلَقَ ile جَعَلَ arasındaki fark şudur: خَلَقَ lafzında, takdir (ölçüp biçme, belirleme) anlamı bulunurken, جَعَلَ kelimesinde tazmin (içine katma) anlamı vardır. Tıpkı, bir şeyden bir şeyi meydana getirmek veya halden hale sokmak yahut bir yerden bir yere nakletmek gibi. Bu ayette bu anlamlar vardır. Çünkü karanlıklar, iç içe geçmiş yoğun varlıklardır; nûr ise ateşten meydana gelmiştir. Nûr kelimesiyle cins anlamı kastedildiğinden ya da karanlıklar çok olduğundan tekil kullanılmıştır. Çünkü varlıklar içinde bulunan her bir cinsin bir gölgesi vardır ve onun gölgesi bir karanlıktır. Nûr ise böyle değildir. Çünkü nûr tek bir cinsten meydana gelmiştir ki oda ateştir. (Keşşâf, Âşûr)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْض ve الظُّلُمَاتِ - النُّورَۜ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ ve خَلَقَ - جَعَلَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ [Karanlık ve nûr] yokluk ve varlık diye tefsir edildiği gibi, hidayet ve zıddı olarak da tefsir edilir. Karanlığın önce zikredilmesi; eşyanın yokluğunun varlığından önce olması sebebiyledir.
ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Cümle اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesine terahi ve استبعاد istib’âd (uzaklık, ihtimal dışı) ifade eden ثُمَّ harfi ile atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Bu cümle, bundan önce hamdin ve ibadetin Allah Teâlâ'ya tahsisini gerektiren muazzam yaratılışı ve nimetleri anlatan cümleye atıftır. (Ebüssuûd)
Buradaki ثُمَّ ‘sonra’ manasında değil, şirki anlamsız kılan bunca delile rağmen şirke koşanları yadırgamak için gelmiştir. (Ebüssuûd)
ثُمَّ [sonra] demesinin anlamı; Kudretinin belirtileri açığa çıktıktan sonra, onların Yüce Allah’a ortak koşmalarının imkânsız olduğu anlamını vurgulamaktadır. [Böyleyken siz şüphe ediyorsunuz!] (En‘âm 6/2) ayetinde de aynı anlamdadır. Onların, kendilerine hayat veren, öldüren ve tekrar diriltenin Allah Teâlâ olduğu kesinlik kazandıktan sonra, O’nun hakkında şüphe etmeleri imkânsız görülmektedir. (Keşşâf)
Müsnedün ileyhin arkadan gelecek olan habere işaret eden ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan كَفَرُوا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Kâfirlerin rablerine başka şeyleri denk tutmalarının sürekliliğini belirtmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.
بِرَبِّهِمْ şeklindeki izafet kâfirleri tahkir içindir. Zamir makamında Rab isminin zikri, onların halini daha da çirkin göstermek maksadıyladır. (Ebüssuûd)
Neyi denk tuttukları söylenmemiştir. Putlar, mallar, çocuklar vs her şey düşünülebilir.
بِرَبِّهِمْ önemi sebebiyle takdim edilmiştir. Böylece fasılaya da uyum sağlanmıştır.
يَعْدِلُونَ cümlesi haberdir. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder.