وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O |
|
2 | اللَّهُ | (tek) Allah’tır |
|
3 | فِي |
|
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerde de |
|
5 | وَفِي | ve |
|
6 | الْأَرْضِ | yerde |
|
7 | يَعْلَمُ | bilir |
|
8 | سِرَّكُمْ | sizin gizlinizi |
|
9 | وَجَهْرَكُمْ | ve açığınızı |
|
10 | وَيَعْلَمُ | ve bilir |
|
11 | مَا | ne |
|
12 | تَكْسِبُونَ | kazandığınızı |
|
Allah, göklerin de yerin de mutlak hâkimi, yaratıcısı ve yöneticisidir. O, hem ilâhtır hem de rabdir; yani her şeyi yapıp yönettiği gibi bütün evren ve evrendekiler O’nun yasalarına boyun eğer, bu suretle farkında olarak veya olmayarak O’na kulluk ve itaat eder; aslında inkâr edenler bile O’nun yasalarının dışına çıkamazlar. İlm-i ilâhîsi ile de O her şeyi kuşattığı gibi, –bilmeli ve dikkatli olmalıyız ki– bizim gizlimizi açığımızı, ne yapıp ne ettiğimizi de hep bilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 374
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru lafza-i celalin mabud manasına müteallıktır.(Mahmut Sâfî) فِي الْاَرْضِ car mecruru atıf harfi وَ ’la فِي السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. سِرَّكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَهْرَكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la سِرَّكُمْ ‘e matuftur.
وَ atıf harfidir. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تَكْسِبُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَكْسِبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
Ayet önceki ayetteki istînâfa matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber talebî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
هُوَ zamiri mübteda olup اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ sözündeki ismi celâl’e aittir. Fasıl zamiri değildir. Fasıl zamiri atıf harfinden sonra gelmez. اللّٰهُ lafzı mübtedanın haberidir. Mübteda Allah ismine ait zamir olduğunda yaratan ve hükmeden Allah olduğundan maksat haber vermek olmaz. Çünkü O, yaratan ve hükmedendir. Bu mana; zamirin ait olduğu kelimeden anlaşılır. O halde bu haberi vermekten yani ‘’onun Allah olduğunu’’ söylemekten maksat makamı ifade etmektir.Ve bu adeta 1. Ayette اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ "Yaratan Allah'a hamd olsun" sözüyle başlayarak verilen haberlerin neticesidir. (Âşûr)
İki taraf da yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr oluşmuştur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat, hakiki kasrdır.
Müsnedin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastına matuftur. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Car-mecrur فِي السَّمٰوَاتِ haber olan lafza-i celalin mabud manasına müteallıktır. (Mahmut Sâfî)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ cümlesi هُوَ için ikinci haberdir.
Ayette geçen سِرَّ ‘dan murad, kalplerde bulunan bir şeyi yapmaya ve yapmamaya götüren sebepler, niyetler ve düşüncelerdir. جَهْرَ (açık, sır olmayan) sözü ile de, insanın uzuvlarının yaptığı şeyler kastedilmiştir. Allah Teâlâ, ayette سِرَّ kelimesini جَهْرَ ‘den önce zikretmiştir. Çünkü işlerin yapılmasında müessir olan; sebepler ve bu iki gücün toplamıdır. O halde sırlardan sayılan sebep, "cehr" diye adlandırılan zahirî amellerde müessir olan şeydir. Sebebi bilmenin, bunun neticesini bilmeye sebep olduğu sabit olmuştur. Sebep ise neticeden öncedir. O halde aslında önce olanın, lafız bakımından da önce zikredilmesi gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt tecessüm ve istimrar ifade eder.
Makabline matuf, aynı üsluptaki son cümledeki مَا ism-i mevsûlu, mef’ûl konumundadır. Tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ ve سِرَّكُمْ - جَهْرَكُمْ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَعْلَمُ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كْسِبُ insanın bizzat çalışıp kazandığıdır. Amelden daha farklıdır. İnsana mahsustur. Tasarlayarak yapmak demektir.
Burada umumdan hususa doğru bir derecelendirme vardır. Gizlinizi ve açığınızı buyurulduktan sonra bir de kazandığınızı buyurulmuştur.(Âşûr)
يَعْلَمُ [Bilir] ifadesiyle, ‘gereğini yapar’ manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Burada idmâc olduğu da söylenebilir. İdmâc; tek lafızla iki manayı birden ifade etme sanatıdır. İdmâc kelimesi lügatta ‘bir şeyi bir şeyin içine sokmak, sıkıştırmak’, demektir. Cümle; kötü şey yaparsan cezasını, iyi şey yaparsan mükafatını vereceğim manasını taşır.
Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır.