قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَدْ | gerçekten |
|
2 | خَسِرَ | ziyana uğradı(lar) |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | كَذَّبُوا | yalanlayan(lar) |
|
5 | بِلِقَاءِ | huzuruna çıkmayı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
8 | إِذَا | zaman |
|
9 | جَاءَتْهُمُ | kendilerine geldiği |
|
10 | السَّاعَةُ | o sa’at |
|
11 | بَغْتَةً | ansızın |
|
12 | قَالُوا | dediler |
|
13 | يَا حَسْرَتَنَا | vah bize |
|
14 | عَلَىٰ | dolayı |
|
15 | مَا |
|
|
16 | فَرَّطْنَا | kusurlarımızdan |
|
17 | فِيهَا | orada |
|
18 | وَهُمْ | ve onlar |
|
19 | يَحْمِلُونَ | yüklenecekler |
|
20 | أَوْزَارَهُمْ | günahlarını |
|
21 | عَلَىٰ |
|
|
22 | ظُهُورِهِمْ | sırtlarına |
|
23 | أَلَا | bakın |
|
24 | سَاءَ | ne kötü |
|
25 | مَا | şeyler |
|
26 | يَزِرُونَ | yüklenip taşıyorlar |
|
İnkârcıların öldükten sonraki durumlarıyla ilgili gelişmeler geçmiş zaman fiilleriyle anlatılmaktadır. Müfessirler, bu ifadelerde, ba‘s ve âhiret olaylarının sanki vuku bulmuş kadar kesin olduğunu vurgulamak için geçmiş zaman fiillerinin kullanıldığını belirtirler. Bununla birlikte âyetlerin, yalnız kıyamete hasredilmesi yerine, her inkârcının ölümünden yani ruhunun bedeninden ayrılmasından sonraki durumunu anlattığını düşünmek de mümkündür. Buna göre, ölen her insan gibi müşriklerin ruhları da bedenlerinden ayrıldıktan sonra ölümün ardından ikinci bir hayat daha olduğunu apaçık görmüş, dünyadayken bu hayata inanmamakla yanıldıklarını anlamış ve bu yanılgılarını yüce Allah’ın huzurunda itiraf etmişlerdir. Şimdiye kadar ölmüş olanlar bu hali yaşamış olduğu gibi şimdiden sonra ölecek olanlar da yaşayacaklardır. İnsanlardan Allah’ın huzuruna çıkarılacaklarına inanmayanlar, bunu yalanlayanlar hüsrana uğramışlardır. Sonunda o belli saat yani ölüm ansızın gelip de dünyadan ayrıldıklarında yahut yeniden diriltilip Allah’ın huzuruna çıkarıldıklarında, sırtlarına günahlarını yüklenmiş bir halde “Dünyadaki kusurlarımız, terkettiklerimiz yüzünden vah başımıza gelenlere!” diyeceklerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 393-394
وزر vezera: وَزَرٌ kendisine sığınılan bir sığınak olan dağ demektir. وِزْرٌ Ağırlıktır. Dağın kendisine sığınanın ağır yükünü yüklenmesine ya da dağın kendi ağırlığına benzetilerek teşbih yoluyla bu şekilde isimlendirilmiştir. Günah da ağırlık manasına gelen ثَقَلٌ kelimesiyle ifade edildiği gibi bununla da edilir. وَزِيرٌ emirin, hükümdarın ağırlığını ve işlerini yüklenen kişidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vezir, vezâret ve vüzerâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَسِرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِلِقَٓاءِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.
جَٓاءَتْهُمُ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَتْهُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. السَّاعَةُ fail olup merfûdur. بَغْتَةً hal yerindedir. Takdiri, مباغتة şeklindedir.
Şartın cevabı قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا’dır. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا حَسْرَتَنَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfidir. حَسْرَتَنَا münadadır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde حَسْرَتَنَا’ya müteallıktır. فَرَّطْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru فَرَّطْنَا fiiline müteallıktır.
فَرَّطْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi فرط’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ
هُمْ يَحْمِلُونَ cümlesi قَالُٓوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubtur. İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَحْمِلُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَحْمِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَوْزَارَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى ظُهُورِهِمْ car mecruru يَحْمِلُونَ fiiline müteallıktır.
اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
اَلَا tenbih harfidir. سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. سَٓاءَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, حملهم ذاك (Bunu yüklendiler.) şeklindedir.
مَا harfi, سَٓاءَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.
يَزِرُونَ fiili, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi,
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi,
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi,
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası da mazi fiil sıygasında gelmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sözü geçenleri tahkir amacına matuftur. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ ibaresi “ِba’s” yerinde istiare olarak kullanılmış, istiare-i temsiliyedir. Allah’ın vaad ve vaidinin yerine gelmesi için huzur-u ilahiye gelme hali, hesap vermek üzere ceza için kölenin efendisinin huzuruna çıkmasına benzetildi. Bu temsil Kur’an’da ve hadislerde yaygındır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an, Âşûr)
Buradaki hüsran, dünyadaki iyilikler değil ahiretteki iyiliklerden mahrumiyettir. (Âşûr)
Ayette bahsedilen “hüsran”dan maksat, büyük mükâfatın elden kaçırılıp, onun yerine büyük bir azabın gelmesidir. Ayetteki, “Allah'ın huzuruna çıkılacağını yalan sayanlar gerçekten en büyük ziyana uğramıştır.” buyruğu ile öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti inkâr eden kimseler kastedilmişlerdir. Biz, لِقَٓاءِ (huzura çıkma)’nın ne manaya olduğunu, “Onlar hakikaten Rabblerine mülâki (kavuşucu) olduklarını bilirler.” (Bakara Suresi, 46) ayetinin tefsirinde iyice izah etmiştik. Bu kinaye (lika kelimesinin kıyametteki “durmaktan” kinaye edilmesi), yerinde ve güzel bir kinayedir. Zira kıyamet durağı, kendisinde Allah'tan başka hiç kimsenin hüküm verme yetkisinin bulunmadığı ve Allah’tan başka hiç kimsenin fayda ve zarar vermeye, alçaltıp yükseltmeye kadir olamayacağı bir duraktır. (Fahreddin er-Râzî)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ
حَتّٰٓى bu cümlede ibtida harfidir. Akabindeki cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan جَٓاءَتْهُمُ, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَتّٰٓى ibtidaiyyedir. Gaye ifade etmez sadece sebebiyye ifade eder. (Âşûr)
Saat kelimesi, kıyamet gününden kinayedir. Saatin gelmesi mecazî isnaddır.
بَغْتَةً ıtnâb sanatı olan haldir.
Şartın cevabı …قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebi inşaî isnaddır.
قَالُوا kavli اِذَا ’nın cevabıdır. يَا حَسْرَتَنَا’deki nida ile pişmanlık ve taaccüp kastedilir. (Âşûr)
حَسْرَتَنَا münadadır. Mecrur mahaldeki مَا, masdar harfidir. مَا ve masdar-ı müevvel فَرَّطْنَا ف۪يهَا cümlesi, حَسْرَتَنَا ’ya müteallıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ
قَالُوا fiilinin failinden hal olan bu cümle hal وَ’ıyla gelmiştir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber olan …يَحْمِلُونَ, müspet muzari fiil cümlesidir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette temsilî istiare vardır. Günah, sırta yüklenmiş ağır yüke benzetilmiştir. Müşebbeh olan günah hazfedilmiş, müşebbehün bih yani ağır yük zikredilmiştir.
Ayette özellikle, “sırt” diye zikredilmesinin nedeni, nasıl ki insanını hayatını kazanması elleriyle olmakta ise ağır yüklerin taşınması da sırt iledir. Aslında bu, mecazî manada bir ifade olup kişinin işlediği hatalarının her zaman yüzüne vurulacağı ve yüzünün kızarmasıdır. Nitekim şöyle anlatılır: Kâfir bir kimse kabrinden kalkıp doğrulduğunda kendisini suratı oldukça çirkin, iğrenç kokulu bir şey kendisini karşılayacak ve ona: “Ben senin işlediğin kötü amelinim, şüphesiz sen dünyada uzun bir süre benim sırtımda taşındın durdun. Bugün ise artık ben senin sırtına bineceğim.” diyecektir. “Aklınızı başınıza devşirin, yüklendikleri şey ne kötüdür.” Taşımakta oldukları günah yükü ne kötüdür. (Nesefî, Medariku’t Tenzîl ve Hakaiku’t Te’vîl)
اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
Bu cümle tezyîldir. (Âşûr)
Fasılla gelen cümlede اَلَا tenbih harfidir. Zem fiili سَاۤءَ ’nin dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır. سَاۤءَتۡ fiilinin, حملهم ذاك şeklinde takdir edilen mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مَا nekre-i mevsûfe olup سَٓاءَ fiilinin faili konumundadır.
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fildir. مَا harfi, سَٓاءَ fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfedir. يَزِرُونَ fiili, مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur.
اَلَا istiftah harfidir. Haberin önemi için tenbih ifade eder. سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ zem manasındadır. يَزِرُونَ yüklenirler manasındadır. Onların hallerinin haml yani taşımaya benzetilmesi ne kötüdür demektir. مَا يَزِرُونَ kelimesi سَٓاءَ’nin failidir. Zemmin mahsusu hazfedilmiştir. Takdiri, حِمْلُهم ’dur. (Âşûr)
سَٓاءَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَزِرُونَ - اَوْزَارَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَحْمِلُونَ - اَوْزَارَهُمْ ve حَسْرَتَنَا - خَسِرَ - فَرَّطْنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.