وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | تَرَىٰ | (onları) bir görsen |
|
3 | إِذْ | iken |
|
4 | وُقِفُوا | durdurulmuş |
|
5 | عَلَىٰ | huzurunda |
|
6 | رَبِّهِمْ | Rablerinin |
|
7 | قَالَ | dedi |
|
8 | أَلَيْسَ | değil miymiş? |
|
9 | هَٰذَا | bu |
|
10 | بِالْحَقِّ | gerçek |
|
11 | قَالُوا | dediler ki |
|
12 | بَلَىٰ | evet gerçektir |
|
13 | وَرَبِّنَا | Rabbimiz hakkı için |
|
14 | قَالَ | dedi |
|
15 | فَذُوقُوا | öyle ise tadın |
|
16 | الْعَذَابَ | azabı |
|
17 | بِمَا | dolayı |
|
18 | كُنْتُمْ | ettiğinizden |
|
19 | تَكْفُرُونَ | inkar |
|
İnkârcıların öldükten sonraki durumlarıyla ilgili gelişmeler geçmiş zaman fiilleriyle anlatılmaktadır. Müfessirler, bu ifadelerde, ba‘s ve âhiret olaylarının sanki vuku bulmuş kadar kesin olduğunu vurgulamak için geçmiş zaman fiillerinin kullanıldığını belirtirler. Bununla birlikte âyetlerin, yalnız kıyamete hasredilmesi yerine, her inkârcının ölümünden yani ruhunun bedeninden ayrılmasından sonraki durumunu anlattığını düşünmek de mümkündür. Buna göre, ölen her insan gibi müşriklerin ruhları da bedenlerinden ayrıldıktan sonra ölümün ardından ikinci bir hayat daha olduğunu apaçık görmüş, dünyadayken bu hayata inanmamakla yanıldıklarını anlamış ve bu yanılgılarını yüce Allah’ın huzurunda itiraf etmişlerdir. Şimdiye kadar ölmüş olanlar bu hali yaşamış olduğu gibi şimdiden sonra ölecek olanlar da yaşayacaklardır. İnsanlardan Allah’ın huzuruna çıkarılacaklarına inanmayanlar, bunu yalanlayanlar hüsrana uğramışlardır. Sonunda o belli saat yani ölüm ansızın gelip de dünyadan ayrıldıklarında yahut yeniden diriltilip Allah’ın huzuruna çıkarıldıklarında, sırtlarına günahlarını yüklenmiş bir halde “Dünyadaki kusurlarımız, terkettiklerimiz yüzünden vah başımıza gelenlere!” diyeceklerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 393-394
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
تَرٰٓى şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir şey görürdün.) şeklindedir.
اِذْ zaman zarfı تَرٰٓى fiiline müteallıktır. وُقِفُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وُقِفُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
عَلٰى رَبِّهِمْ car mecruru وُقِفُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli, اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقّ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
Hemze istifham harfidir. لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
هٰذَا işaret ismi لَیۡسَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. الْحَقّ lafzen mecrur olup لَیۡسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, بَلٰى وَرَبِّنَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
بَلٰى nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
وَ kasem harfidir. رَبِّنَا car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdir, نقسم (Yemin ederiz) şeklindedir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, إن كنتم كفرتم في الدنيا فذوقوا (Eğer dünyadayken inkâr ettiyseniz tadın…) şeklindedir. ذُوقُوا fiili ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte ذُوقُوا fiiline müteallıktır. كُنْتُمْ nakıs fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْفُرُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
تَكْفُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri sebebiyye, مَا masdariyyedir. Yani küfürleriniz sebebiyle demektir. (Âşûr)
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ
İstînâfiyye olarak و ’la gelen cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi تَرٰٓى , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder ve tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.
Şartın cevabının mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır.
وُقِفُوا عَلَى النَّارِ cümlesi, zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Bu ayet-i kerimede لَوْ harfi; fiilin mazide zaman zaman devam etmesi sebebiyle yani istimrar ifade ettiği için muzariye dahil olmuştur. Çünkü istimrar ifadesi, mazi değil, muzari fiilde mevcuttur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
وُقِفُوا fiili meçhul olarak gelerek onların orada zorla durdurulduğuna işaret etmiştir.
رَبِّهِمْ izafeti onların tahkiri, gayrının şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için رَبِّ isminde tecrîd sanatı vardır.
لَوْ mazi fiil için şart edatıdır. Muzari manada gelişi istiaredir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
Bu duruş, mecazî olup kınama ve sorgulama için alıkonulma anlamındadır. Tıpkı kölenin, cezalandırılmak için efendisinin huzurunda durdurulması gibi. (Ebüssuûd)
قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقّ cümlesi istînâfi beyaniyyedir. Çünkü 27. ayetteki ولَوْ تَرى إذْ وُقِفُوا sözü korkunç, muazzam bir manzarayı ilan eder. Bu durumda şöyle bir soru sorabilir: “Rabbleriyle karşılaştıklarında bu nedir?” derler. Buna cevap olarak Rabbleri, “Bu gerçek değil midir?” der. (Âşûr)
Bu bir istînâf cümlesidir. Sanki “O zaman Rabbleri onlara ne dedi?” suali sorulmuş da cevabında Allah Teâlâ da ahiret hayatını yalanlamalarından dolayı onları azarlamak için müşahede ettikleri yeniden dirilişi ve onun devamı olan halleri göstererek böyle buyurmuştur. (Ebüssuûd)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli
istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
لَيْسَ’nin ismi işaret ismiyle marife olmuştur. لَيْسَ’nin haberine dahil olan بِ harfi zaiddir.
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu; mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
İşaret ismi ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ
Cümle beyanî istînâfdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavline dahil olan bela, olumsuz soruya olumlu cevap harfidir.
Cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. رَبِّنَا izafeti mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Takdiri, نقسم (yemin ederiz) şeklindedir.
Kasemin kullanılması lâzım-ı faide-i haberi pekiştirmek içindir. (Âşûr)
قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili kişinin azabı ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’ hissetmektir. (Âşûr)
Ayette henüz gerçekleşmemiş olaylar mazi fiille gelmiştir.
Bu ayetin benzeri Kur’an’da çoktur. Muzari yerine mazi fiil gelmesi; mazi menzilesine konması (yani kesinlik ifadesi) içindir. Zira Allah’ın sözünde asla değişiklik olmaz.
قَالُوا - قَالَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet ile 27. ayetin başı aynıdır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.