وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّماً فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | كَبُرَ | ağır geldiyse |
|
4 | عَلَيْكَ | sana |
|
5 | إِعْرَاضُهُمْ | onların yüz çevirmesi |
|
6 | فَإِنِ | haydi |
|
7 | اسْتَطَعْتَ | yapabilirsen |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | تَبْتَغِيَ | ara ki |
|
10 | نَفَقًا | bir delik |
|
11 | فِي | içine |
|
12 | الْأَرْضِ | yerin |
|
13 | أَوْ | ya da |
|
14 | سُلَّمًا | bir merdiven |
|
15 | فِي |
|
|
16 | السَّمَاءِ | göğe |
|
17 | فَتَأْتِيَهُمْ | onlara getiresin |
|
18 | بِايَةٍ | bir mu’cize |
|
19 | وَلَوْ | şayet |
|
20 | شَاءَ | dileseydi |
|
21 | اللَّهُ | Allah |
|
22 | لَجَمَعَهُمْ | elbette onları toplardı |
|
23 | عَلَى | üzerinde |
|
24 | الْهُدَىٰ | hidayet |
|
25 | فَلَا |
|
|
26 | تَكُونَنَّ | o halde olma |
|
27 | مِنَ | -den |
|
28 | الْجَاهِلِينَ | cahiller- |
|
İlk âyete göre Hz. Peygamber, bir kısım insanların doğru yolu kabul etmemelerinden dolayı ne kadar üzülse de onun bu husustaki gücü sınırlıdır. O, Allah’ın izni olmadan insanları hidayete kavuşturamayacağı gibi yine Allah murat etmedikçe mûcize de gösteremez. Bütün insanları hidayette toplama kudreti yalnız Allah’a aittir. Bununla birlikte O, insanları hidayette toplanıp birleşmeye zorlamamış; doğru yolu kendi akıl ve iradeleriyle bulmalarını tercih etmiştir. Nitekim 36. âyette “Ancak (samimiyetle) dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O’na döndürülecekler” buyurularak hakikat karşısında kulakları ve kalpleri açık olanların, akıl ve iradeleriyle doğru yolu bulacakları belirtilirken, İslâm’ın sesine kulaklarını ve gönüllerini kapatanlardan “ölüler” diye söz edilmiş; bunların işinin âhirete kaldığına işaret edilmiştir.
(Kuran yolu tefsiri/ Diyanet)
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّماً فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو dir. كَبُرَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
كَبُرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْكَ car mecruru كَبُرَ fiiline müteallıktır. اِعْرَاضُهُمْ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
اسْتَطَعْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.
Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اسْتَطَعْتَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
تَبْتَغِيَ mansub muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
نَفَقاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. فِي الْاَرْضِ car mecruru تَبْتَغِيَ fiiline müteallıktır. اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. سُلَّماً kelimesi نَفَقاً ’a matuftur.
فِي السَّمَٓاءِ car mecruru تَبْتَغِيَ fiiline müteallıktır.
تَأْتِيَهُمْ fiili atıf harfi فَ ile تَبْتَغِيَ fiiline matuftur. تَأْتِيَهُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِاٰيَةٍ car mecruru تَأْتِيَهُمْ fiiline müteallıktır.
اسْتَطَعْتَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili طوع ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ [Eğer Sana ağır geldiyse] büyük ve zor geldiyse اِعْرَاضُهُمْ [onların yüz çevirmeleri] senden ve getirdiğin şeylere imandan فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّماً فِي السَّمَٓاءِ [Eğer yerde bir tünel yahut gökte bir merdiven arayıp da onlara bir mucize getirebilirsen yap.] “Yerin dibine gideceğin bir delik bulur da onlara getirecek bir mucize fark edersen yahut göğe çıkacak bir şey (asansör) bulur da ondan indirecek bir mucize bulursan.” demektir.
فِي الْاَرْضِ kelimesi نَفَقاً’ın sıfatıdır, فِي السَّمَٓاءِ’de سُلَّماً’in sıfatıdır. İkisinin de تَبْتَغِيَ ’ye müteallık olması veya ikisinin de gizli zamirden hal olması caizdir. İkinci şartın cevabı da mahzuftur, takdiri de افعل (yap) demektir. Cümle birinci şartın cevabıdır. Maksat; kavminin İslama gösterdiği hırstır. Yerin altından veyahut göğün üstünden getirebilseydi, imanlarının hatırı için bunu yapardı. (Beyzâvî)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
وَ atıf harfidir. لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شَٓاءَ şart fiilidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. جَمَعَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى الْهُدٰى car mecruru جَمَعَهُمْ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عرفت إرادة الله بعدم هدايتهم فلا تكونن (Eğer Allah'ın onları hidayete erdirmeme iradesini biliyorsanız, o halde asla…. olmayın.) şeklindedir.
لَا nehy harfi olup olum emir manasındadır. تَكُونَنَّ fiilinin sonundaki نَّ tekid ifade eden nûn-u sakiledir. تَكُونَنَّ ’nin ismi müstetir olup takdiri أنت’dir.
Tekid نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنَ الْجَاهِل۪ينَ car mecruru تَكُونَنَّ fiiline müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْجَاهِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan جهل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّماً فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ
Ayetin ilk cümlesi 33. ayetteki قد نعلم ’ya matuftur. (Mahmud Safi) Cümlenin müstenefe olduğu da söylenmiştir.
Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sıygasına gelen cümlesi كَانَ ’nin haberidir. Mazi fiil hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir. Cümlede car-mecrur faile önemine binaen takdim edilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi اسْتَطَعْتَ, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri, فافعل [yap] şeklindedir.
Ayette, şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Gönüllerde malum olduğu için bu cevabın hazfedilmesi (zikredilmemesi) güzel olmuştur, النفق kelimesi, yer altındaki (gizli) yol manasındadır. Bu yolların başka bir yere açılan bir çıkışı vardır. Nitekim Arapçadaki “köstebek yuvası” ifadesi de bu kelimeden alınmadır. Çünkü köstebek, yerin dibine doğru bir delik (tünel) açar, sonra o dipten yeryüzüne (doğru tünel açarak) çıkar. Böylece sanki o bir tünel açarak yeryüzünü (yiyip) tüketmektedir. Yani kendisi için bir başka taraftan bir geçit yapıyor. “Münafık” da bu kökten ötürü bu şekilde isimlendirilmiştir. Çünkü o da köstebeğin yapmış olduğu yuva gibi ortaya koyduğu halden başka bir hali ve inancı içinde saklamaktadır. السلم kelimesi السلامة kelimesinden türemiştir. Binaenaleyh السلم kelimesi, “seni çıkacağın yere ulaştıran şey” manasınadır. Allah'ın bu sözden maksadı ise o kâfirlerin iman etmeleri hususunda Resulullah’ın arzusunu kesip atmak, böylece imandan yüz çevirmeleri ve küfre yönelmeleri sebebi ile sıkıntı ve üzüntü duymamasını sağlamaktır. (Fahreddin er-Râzî)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi تَبْتَغِيَ نَفَقاً فِي الْاَرْضِ, masdar teviliyle اسْتَطَعْتَ fiilinin mef’ûlüdür. Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Görüldüğü gibi ayet-i kerimede muzari yerine mazi fiil gelmiştir. Bunda da Peygamber Efendimizin kavminin imanına ne kadar hırslı olduğuna tariz vardır. Hasıl olmamış birşey hasıl olmuş gibi gösterilmiştir. Şart fiili كَانَ olduğu zaman اِنْ harfi genel kurallara uygun olarak müstakbel için kullanılmaz. Mazi için kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍ cümlesi masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
نَفَقاً - سُلَّماً - بِاٰيَةٍ kelimelerindeki tenvin cins ifade eder.
بِاٰيَةٍ kelimesinin tenvini de tazim içindir. (Ebüssuûd)
الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى
Şart üslubunda gelen bu cümle …وَاِنْ كَانَ كَبُرَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. لَوۡ şartiyyedir. لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildiren bir edattır. Rabıta lamı ile gelen cevap cümlesi لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart fiili شَاۤءَ ’nin mef’ûlu mahzuftur. Bu hazif muhatabın muhayyilesini sınırlamadan düşünmesini sağlamak için yapılan îcaz sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesine dahil olan لَ, rabıtadır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında konunun önemini de vurgulamaktadır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
عَلَى الْهُدٰى ibaresinde istiare ve tecessüm sanatı vardır.
عَلَى; istila manası taşır. Onlar hidayeti kaplamışlar gibi ifade edilmiştir. Hidayeti bir binek gibi düşünün. O insanlar adeta hidayetin üzerine binmişlerdir. Bineğin kontrolü onların elindedir. Tersini söyleyerek mübalağa sanatı (kalp) yapılmıştır. Kalp sanatı dikkat çekmek için yapılır. Mef’ûllerin yeri değiştirilerek ters söylenir. Mesela deveye havuzu gösterdi yerine, havuza deveyi gösterdi demektir. Burada da sanki biraz öyle yapılmış, takva sahipleri hidayetin üzerine binmiş, tamamen onu hakim olmuş gibi ifade edilmiştir. Halbuki hidayet onlara hakim olmuştur.
فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Bu kelâm, Resulullah’ı (s.a.), onların İslam’ı kabulü için bu kadar hırslı olmaktan ve imana gelmelerini umarak istedikleri mucizeleri göstermeye bu derece temayülden nehyetmektedir.
Yani vurgulanan şudur: Allah Teâlâ’nın, söz konusu iki vecihten biriyle onların hidayet ve imanını istemediği ortaya çıktıktan sonra artık onların İslam’a aşırı hırs göstermek veya o söyledikleri mucizelerin inmesini beklemek suretiyle ilâhî iradenin ve işlerin ne yolda tezahür ettiğini bilmeyen cahillerden olma.(Ebüssuûd)
فَ mahzuf şarta rabıtadır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nûn-u sakile ile tekid edilmiştir. كَانَ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde car mecrurun müteallakı mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir.
لَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ kavli, önceki cümle için bir tezyîldir. (Âşûr)