فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | نَسُوا | unutunca |
|
3 | مَا |
|
|
4 | ذُكِّرُوا | yapılan uyarıları |
|
5 | بِهِ | kendileri |
|
6 | فَتَحْنَا | açıverdik |
|
7 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
8 | أَبْوَابَ | kapılarını |
|
9 | كُلِّ | her |
|
10 | شَيْءٍ | şeyin |
|
11 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
12 | إِذَا | sırada |
|
13 | فَرِحُوا | sevince daldıkları |
|
14 | بِمَا | şey ile |
|
15 | أُوتُوا | kendilerine verilen |
|
16 | أَخَذْنَاهُمْ | onları yakaladık |
|
17 | بَغْتَةً | ansızın |
|
18 | فَإِذَا | böylece |
|
19 | هُمْ | onlar |
|
20 | مُبْلِسُونَ | bütün umutlarnı yitirdiler |
|
İnsanlar kıtlıktan bolluğa, hastalıktan sağlığa, sıkıntıdan esenliğe kavuştukları zaman, bunlarda kendileri için imtihanlar bulunduğunu düşünmeli ve her zamankinden daha dikkatli, daha sorumlu hareket etmeli, bu nimet ve imkânları veren Allah’a minnet ve şükran hissi duymalıdırlar. Âyette söz konusu edilen kavimler, bu imkânların bir imtihan olduğunu düşünerek uyarılara önem verecekleri yerde, kendileri için bir istidrâc (insanın günahlarını daha da arttırmasına yol açabilecek nimetler; bilgi için bk. A‘râf 7/182), bir imtihan olan bu bolluk ve rahatlığa aldandılar; “sonunda kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları sırada” Allah Teâlâ onları ansızın yakaladı. “Bir anda bütün ümitlerini yitirdiler; böylece artık zulmeden –yani şükretmeleri gerekirken küfredip başkaldıran– kavmin kökü kesildi.” Bu şekilde ıslah olma ümidi kalmamış olan kötülerin Allah tarafından yok edilmesi iyiler hakkında bir rahmet olduğu için, bu gelişmeleri anlatan âyetlerin sonunda “Her türlü övgü, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur” buyurulmuştur. Rivayete göre Hz. Peygamber, “Bir topluluk günah işlemekte ısrar ederken yine de Allah’ın onlara istedikleri şeyleri verdiğini görürseniz bilin ki bu bir istidrâcdır” buyurmuşlar, ardından da bu âyeti okumuşlardır (İbn Atıyye, II, 292)
Kuran Yolu Diyanet Tefsiri
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
نَسُوا şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ذُكِّرُوا بِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
ذُكِّرُوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru ذُكِّرُوا fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ ’dir. فَتَحْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru فَتَحْنَا fiiline müteallıktır. اَبْوَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır.
كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.
فَرِحُوا şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَرِحُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte فَرِحُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُٓوا damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً ’dir. sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بَغْتَةً hal olup fetha ile mansubtur.
فَ atıf harfidir. اِذَا isim cümlesine dahil olduğunda mufacee harfi olur. ‘Birdenbire, aniden’ anlamı verir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُبْلِسُونَ haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُبْلِسُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bu cümlenin isim cümlesi olarak varid olması, bu korkunç halin sürekli olduğuna delalet eder. (Çünkü isim cümlesi, süreklilik manasını verir.)
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ
فَ atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan ذُكِّرُوا mazi fiil cümlesidir.
Cevap cümlesi olan فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ önemine binaen mef’ûl olan اَبْوَابَ ’ye takdim edilmiştir.
نَسُوا - ذُكِّرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَتَحْنَا kelimesi burada keder ve gamı giderme manasına istiaredir. (Âşûr)
كُلِّ lafzı, kesret manasına veya hakiki manada kullanılmıştır. Sıfatı mahzuftur. Takdiri; “كُلَّ شَيْءٍ صالِحٍ” dır. (Âşûr)
Bil ki, bu söz de birinci kıssanın tamamlayıcısıdır. Orada yüce Allah yalvarsınlar diye onları fakirlik ve hastalıklarla muaheze ettiğini, yakaladığını beyan buyurmuştu. Sonra da bu ayette, onlar, kendilerine hatırlatılmış olan hastalık ve yoksulluğu unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açarak, onları fakirlik ve yoksulluktan kurtarıp rahat, bolluk ve çeşitli nimetlere sevk edeceğini beyan buyurdu. Bundan maksat ise şudur: Allah Teâlâ, onlara bazan musibet ve belaları musallat kılmak suretiyle muamele etmiş; ama onlar bundan gereken istifadeyi elde edememişlerdir. Bunun üzerine de Allah onları, bu durumun aksi olan başka bir hale geçirmiştir ki bu da, onlara her türlü hayrın kapılarını açması; onlar için sürür ve saadet vesilelerini kolaylaştırmasıdır.. Ama onlar bundan da yararlanamamışlardır. Bu tıpkı, şefkatli bir babanın çocuğuna karşı olan şu davranışına benzer: Baba, çocuğunun iyiliği için ona bazan sert bazan da yumuşak davranır.. Onlar kendilerine verilen hayır ve nimetler sebebiyle sevinip, herhangi bir şükür edasında bulunmaksızın ve de herhangi bir mazeret beyanında bulunmaya, tövbe etmeye yönelmeksizin, sevinme ve şımarmadan fazla bir şey yapmadılar... İşte bu sebeple de, biz onları ansızın yakaladık...(Fahreddin er-Râzî)
حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
حَتّٰٓى ibtidaiyye, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Aynı zamanda muzâfun ileyh olan şart cümlesi فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bil ki, "üzerlerine her şeyin kapılarını açtık..." buyruğunun manası, "Onlara kapalı olan bütün hayırların ve her şeyin kapılarını açtık..." demektir, "ferahlandıkları zaman" sözünün manası ise, "Onlar, başlarına gelen bu fakirlik ve hastalıkların, Allah'tan bir intikam almak üzere olmadığını zannedip, Allah da onlara her türlü hayırların kapılarını açınca, bunu kendilerinin hak etmiş olduklarını zannedince, işte o vakit onların kalplerinin katılaşıp öldüğü ve artık kalplerinden hiçbir uyanıklık ve intibahın ümit edilemeyeceği ortaya çıkar.. İşte bu sebeple Allah, fark edemeyecekleri bir yönden, onların başına ansızın azabını getirivermiştir" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Mecrur müşterek ism-i mevsûl مَٓا, tevcih ihtiva eder. Sılası, müspet mazi fiil sıygasında, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
Cevap cümlesi olan اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin fasılası olan فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ , şartın cevabına فَ ile atfedilmiştir. Cümleye dahil olan اِذَا, mufacee harfidir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ cümlesi isim cümlesi olarak gelerek bu korkunç halin devamlı olduğuna delalet eder. (Ebüssuûd)
Ferra: "Müblis" ümitleri sona eren kimse demektir. İşte bundan dolayı, delili sona erdiğinde susup kalan kimseye denildiğini söylerken; Zeccac: "Müblis"in, çok şiddetli bir üzüntü ve tahassür duyan kimse manasına geldiğini" söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
"İblâs" kelimesi Arapçada şu manalara gelir: a) Helak edici musibetler geldiğinde, kurtulma ümidini yitirme... b) Delilin sona ermesi, bitmesi, tükenmesi... c) Kişinin, başına gelen belalardan dolayı hayrete düşmesi, şaşması... Bütün bunlar ise, birbirlerine yakın manalardır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette iki farklı görevdeki اِذَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَرِحُوا - مُبْلِسُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
41. ayetten itibaren son dört ayet arasında lüzum mâ lâ yelzem vardır.