فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَوْلَا | hiç olmazsa |
|
2 | إِذْ | zaman |
|
3 | جَاءَهُمْ | kendilerine geldiği |
|
4 | بَأْسُنَا | baskınımız |
|
5 | تَضَرَّعُوا | yalvarsalardı |
|
6 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
7 | قَسَتْ | katılaştı |
|
8 | قُلُوبُهُمْ | kalbleri |
|
9 | وَزَيَّنَ | ve süslü gösterdi |
|
10 | لَهُمُ | onlara |
|
11 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
12 | مَا | şeyleri |
|
13 | كَانُوا | oldukları |
|
14 | يَعْمَلُونَ | yapmış |
|
Bu ümmetlerin, musibet gibi görünen bu fırsatlardan yararlanarak Allah’a tazarru ve niyazda bulunmaları gerekirdi. Çünkü az çok basîreti olanların, olaylardan ibret almaya yatkınlığı bulunanların, bunun bir uyarı olduğunu farketmeleri gerekirdi. Nitekim bazı âyetlerde insanların genellikle, hiç olmazsa zor durumda kaldıklarında, Allah’ın dinini tanıyarak ihlâsla O’na yalvardıkları bildirilmektedir (meselâ bk. İsrâ17/67; Ankebût 29/65; Lokmân 31/32). Ancak burada ifade buyurulduğuna göre söz konusu eski ümmetlerin “kalpleri iyice katılaşmış, şeytan da onlara yaptıklarını (tuttukları bâtıl yolu) şirin göstermiş” ve bu yüzden onlar kötüyü iyi görmüşlerdi. Sonuçta terbiye olmaları için uğratıldıkları musibetler de kâr etmedi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 403-404
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا
فَ atıf harfidir. لَوْلَٓا tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir.
اِذْ zaman zarfı تَضَرَّعُوا fiiline müteallıktır. جَٓاءَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بَأْسُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَضَرَّعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَضَرَّعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ضرع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. قَسَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قُلُوبُ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline müteallıktır.
الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen masubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.
يَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
زَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ‘dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا
فَ atıftır. فَلَوْلَٓا tevbih ve pişmanlığa teşvik için gelmiştir. تَضَرَّعُوا müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Zaman zarfi تَضَرَّعُوا , اِذْ ’ya müteallıktır. جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا cümlesi muzâfun ileyh konumundadır.
بَأْسُنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan بَأْسُ tazim kazanmıştır.
بَأْسُنَا - تَضَرَّعُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Azabımız kendilerine geldiğinde yalvarıp yakarsalardı ya!] cümlesi yalvarıp yakarmanın olmadığını anlatmaktadır. Burada adeta “azabımız onlara geldiğinde yalvarıp yakarmadılar” denmektedir. يَتَضَرَّعُونَ fiili لَوْلَٓ edatıyla kullanılmıştır ki yakarmayı terk ederken -inatlarından, kalplerinin katı oluşundan ve şeytanın kendilerine cazip gösterdiği tutum ve davranışlarını beğenmekten başka- hiçbir mazeretleri bulunmadığı gösterilmiş olsun. (Keşşâf)
Cübbaî, "olur ki, böylece yalvarırlar" buyruğuna tutunarak şöyle demektedir: "Bu ifade, Cenab-ı Hakk'ın, onların yalvarıp yakarmalarını ve iman etmelerini dilediği için, onlara peygamberler gönderdiğine ve onlara yoksulluğu ve çeşitli hastalıkları musallat ettiğine delalet eder.. Bu da, Allah Teâlâ'nın, herkesin taatte bulunup iman etmesini dilediğini gösterir." (Fahreddin er-Râzî)
Bu cümle, makablindeki ibhamı giderir. Yani, onların kalpleri katı olduğu ve daha da katılaştığı için boyun eğmediler ve yalvarmadılar. demektir. (Ebüssuûd)
وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ ’la makabline atfedilen cümleye dahil olan لٰكِنْ istidrak harfidir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki …وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ cümlesi قَسَتْ قُلُوبُهُمْ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. زَيَّنَ fiilinin mef’ûlü olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
قَسَتْ قُلُوبُهُمْ ibaresinde istiare vardır. قسي; sertlik olup taşın özelliğidir. Taş değil, taşın sıfatı zikredildiği için istiare vardır. Çimento sertleştikten sonra yani sıvı iken kullanılmadıysa taşlaşır ve hiçbir işe yaramaz. Kalpler de böyle olur. Kalbimiz havuz gibidir. Beş duyudan gelen hislerle dolar. Gelen su berraksa havuz da berrak olur. Ama kalbe gelen olumsuzluklar kin ve düşmanlık oluşmasına ve kalbin katılaşmasına sebep olur.