En'âm Sûresi 5. Ayet

فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓـؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  ...

Nitekim hak (Kur’an) kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat alay ettikleri şeyin haberleri kendilerine ilerde gelecektir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَدْ işte elbette
2 كَذَّبُوا yalanladılar ك ذ ب
3 بِالْحَقِّ hakkı ح ق ق
4 لَمَّا ne zaman ki
5 جَاءَهُمْ kendilerine geldi ج ي ا
6 فَسَوْفَ fakat yakında
7 يَأْتِيهِمْ kendilerine gelecektir ا ت ي
8 أَنْبَاءُ haberleri ن ب ا
9 مَا şeyin
10 كَانُوا ك و ن
11 بِهِ onunla
12 يَسْتَهْزِئُونَ alay ettikleri ه ز ا
 

Burada geçen âyet, bilhassa Allah’ın tek tanrı olduğuna delâlet eden kanıtlar, Hz. Peygamber’in verdiği haberlerin, özellikle vahdâniyetle (Allah’ın birliği) ilgili bilgilerin doğruluğunu gösteren ve müşrikleri, fesahat ve belâgatta bir örneğini ortaya koymaktan âciz bırakan Kur’an âyetleri veya Resûlullah’ın Kur’an dışındaki mûcizeleri şeklinde tefsir edilmiş; “âyetlerden yüz çevirme” ise Mekke putperestlerinin göze hitap eden mûcizeleri reddetmeleri, Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemeye tahammül edemeyip ona kulak vermekten veya onu dinledikleri halde sırf inat ve kibirlerinden ötürü onun bir mûcize ve gerçek olduğunu itiraftan kaçınmaları şeklinde açıklanmıştır. “Alay ettikleri şeyin haberleri” ise, kıyametin vukuu ve âhiret azabı veya İslâm’ın doğması ve isminin yükselmesi sırasında şirkin ve küfrün çöküşü ya da inkârcıların müslümanlar karşısındaki hezimetleriyle ilgili olarak Kur’an’ın verdiği haberlerdir. Bu bilgiler ışığında bu âyetler şu şekilde açıklanmıştır: 

 

O müşriklere ve inkârcılara, üzerinde düşünüp taşınmaları gereken bir âyet, bir delil veya mûcize geldiğinde muhakkak surette rablerinden gelen bu türlü âyetlerden yüz çevirirler; onların doğru olup olmadığı hususunda ciddi ve samimi olarak zihin yormadan, akıllarını kullanarak düşünüp taşınmadan hemen red ve inkâr ederler. İşte böylece onlar bütün âyetlerin, delil ve mûcizelerin en yücesi ve en şereflisi olan hak yani Kur’an kendilerine geldiği zaman onu da yalanlayıp inkâr etmişlerdir. Ancak böyle yalanladıkları, üstelik bir de alaya aldıkları Kur’an’ın bildirdiği haberler, yani kıyamet ve âhiret azabını ya da İslâm’ın doğuşu ve onun adının yükselişi sırasında inkârcıların başlarına gelecek azap ve yıkımı, müslümanlar karşısında uğrayacakları hezimeti görünce ne ile alay ettiklerinin farkına varacaklardır!

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 375

 

فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ

 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; 

 إن كانوا معرضين عن الآيات فلا تعجب فقد كذبوا بالحقّ  (Ayetlerden yüz çevirirlerse şaşırmayın, çünkü onlar hakkı yalanladılar.) şeklindedir. Veya ta’lîliyyedir.  قَدِ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْحَقِّ  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cezmetmeyen şart edatıdır.

جَٓاءَهُمْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef'ûlün bih olarak mahallen mansubtur. 


 فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓـؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ


 فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; 

 إن كانوا معرضين عن الآيات فلا تعجب فقد كذبوا بالحقّ  (Ayetlerden yüz çevirirlerse şaşırmayın, çünkü onlar hakkı yalanladılar.) şeklindedir.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

يَأْت۪يهِمْ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اَنْبٰٓـؤُ۬ا  fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiiline müteallıktır. 

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili  هزأ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
 

فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ


فَ  fasiha veya ta’lîliyyedir. Ayet tahkik harfiyle tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayetin başındaki  فَ  harfi, mabadi (kendisinden sonraki) nin makabline terettüp ettiğini beyan eder. Bu, lâzımın melzûma terettübü kabilindendir. Amaç, işi daha korkunç göstermektir. Hakkı tekzib, haktan yüz çevirmekten çirkin olduğu için batıl olduğu apaçık bir şey onun lâzımı derecesine çıkarılmış ve  فَ  harfi ile ona bağlanmıştır. Sonra o, düşünmeden (ayet gelir gelmez tekzib) kaydı ile takyid edilmiştir. Bu, hem onun kötülüğünü tekid hem de onların tekzib ettiği şeyin, mutlaka başlarına gelecek büyük sonuçları olacağını belirtmeye hazırlık içindir.

(Ebüssuûd)

لَمَّا  rabıta veya zaman zarfıdır.  جَٓاءَهُمْۜ  cümlesine muzâf olmuştur. Öncesinin delaletiyle mahzuf olan şartın cevabı olduğu da söylenmiştir.

لَمَّا  [o anda] kelimesi, onların ayetleri yalanlamak konusunda acele ettiklerini bildirir.

Kur’an'ın  حَقِّ  olarak ifadesi, onların tekzibinin son derece çirkin bir iş olduğunu gösterir. Çünkü hakkın tekzibi, hiç kimseden beklenmeyen bir şeydir. (Ebüssuûd)


فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓـؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

Cümle  فَ  ile makabline atfedilmiştir.

İstikbal bildiren  سَوْفَ  tehdit makamında tekid ifade eder. Yani onların, akıbetlerini hiç düşünmeden yalanladıkları şeylerin doğru olduğunu gösteren deliller, mutlaka onların başlarına gelecektir. (Ebüssuûd)

Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اَنْبٰٓـؤُ۬ا ’nun muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Onlara gelecek haberler, dünyada uğrayacakları azap veya cezalardır. Bunların اَنْبٰٓـؤُ۬ا [haberler] olarak ifade edilmesi, cezaların son derece ağır olduğunu bildirmek içindir. Çünkü "nebe' " kelimesi, yalnız büyük hadiseler için kullanılır. (Ebüssuûd)

Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Car mecrur olan  بِه۪  önemine binaen amili olan  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’ye takdim edilmiştir. 

نبئ  kelimesinin çoğulu olan  اَنْبٰٓـؤُ۬ا , önemli haber demektir. Sıradan haberler için kullanılmaz.