En'âm Sûresi 79. Ayet

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ  ...

“Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنِّي şüphesiz ben
2 وَجَّهْتُ çevirdim و ج ه
3 وَجْهِيَ yüzümü و ج ه
4 لِلَّذِي
5 فَطَرَ yoktan var edene ف ط ر
6 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
7 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
8 حَنِيفًا tamamen ح ن ف
9 وَمَا ve artık değilim
10 أَنَا ben
11 مِنَ -dan
12 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك
 

Milâttan önce 2100’lerde yaşadığı kabul edilen ve Allah’ın birliği esasına dayalı (Hanîf) dinî geleneğin önderi olarak bilinen Hz. İbrâhim’in kavmi ay, güneş ve yıldızlarla bu gök cisimlerini sembolize eden putlara taparlardı. Tevrat’a göre Hz. İbrâhim’in doğum yeri olan Ur şehrinde yapılan kazılar sonucu bulunan tabletlerde 5000 civarında tanrı ismi geçmektedir. İbrâhim aleyhisselâm, muhtemelen kendisi bu gözlemlere girişmeden önce de tevhid ehlinden olmakla birlikte, kavminin bu bâtıl inançlarından hareket ederek onları tevhid akîdesine ikna etmek düşüncesiyle önce, belki de yıldızlar içinde en parlak olan birinin, sonra ayın ve ardından da güneşin tanrı olup olamayacağını tartmış; gelip geçici ve değişken bir varlığın tanrı olamayacağı, tanrısal bir sevgiyle benimsenemeyeceği şeklindeki temel gerçeğe dayanarak bunların hiçbirini ilâh diye kabul etmenin mümkün olmadığını, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tan başka gerçek ilâh bulunmadığını ispatlamış; nihayet sahip olduğu veya gözlemlerinden sonra ulaştığı yakînî imanı “Ben, Hanîf olarak yüzümü (bütün varlığımla), gökleri ve yeri yoktan yaratan (dolayısıyla sizin tapmakta olduğunuz yıldızları, ayı ve güneşi de yaratan) Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim” ifadesiyle ortaya koymuştur. Böylece Hz. İbrâhim pek çok müslüman ilim ve fikir adamının Allah’ın varlık ve birliğini aklî delillerle ispat etmek bakımından önemle üzerinde durdukları, gözleme dayalı bu istidlâli ile hem putperest kavminin inançlarını çürütmüş hem de hak dinin en temel ilkesi olan doğru bir ulûhiyyet inancının nasıl olması gerektiğini göstermiş bulunmaktadır.

 İbn Âşûr, 78. âyetteki “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” şeklindeki ifadeden, İbrâhim’in bu gözlemi tek başına yapmadığı, yanında kavminden bir grup insanın da bulunduğu sonucunu çıkarmıştır (VII, 319). Ayrıca aynı ifadeden, başka birçok insan topluluğu gibi bu kavmin de aslında Allah’ın varlığına inandıkları, fakat gök cisimlerini ve bunları sembolize eden putları O’na ortak koşmak suretiyle tevhid inancından saptıkları anlaşılmaktadır. Esasen Kur’an’ın hâkim tavrı, tanrı tanımazlardan ziyade şirkle mücadeledir. Bu da Kur’an’ın insanlarda ulûhiyyet fikrinin fıtrî olduğu, ancak bunun birçok şirk çeşidiyle, çok tanrıcılık inancıyla bozulduğu şeklindeki yaklaşımından kaynaklanmaktadır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 430-431

 

Ebû Hureyre radıyallahu anh, “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu” demiştir:
“Her doğan çocuk, mutlaka İslam fıtratı üzere doğar. Ancak anasıyla babası onu Yahudi veya Hristiyan ya da Mecusi yaparlar.”

Cenâb-ı Hakk’ın herkesi Allah’ın varlığını ve birliğini sezip kavramaya imkan veren bir yetenekle yarattığını ortaya koymaktadır.Yine bir kudsî hadiste belirtildiğine göre Allah Teala,” Ben kullarımı hanif ( tek Allah’a inanan kimseler) olarak yarattım. Ama şeytanlar onların yanına giderek kendilerini dinlerinden çevirdiler” buyurmuştur.
(Müslim ,Cennet 63;Ahmed b. Hanbel, Müsned ,IV,162)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
 

 

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. 

وَجَّهْتُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  وَجَّهْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  وَجْهِيَ  mef’ûlun bihtir. Mütekellim zamiri  ي  ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذ۪ي  müfret müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  وَجَّهْتُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

فَطَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. 

الْاَرْضَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.

حَن۪يفاً  kelimesi  وَجَّهْتُ ’deki failin hali olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  اَنَا۬  munfasıl zamiri  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

الْمُشْرِك۪ينَ  kelimesinin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَّهْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  وجه’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
 

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً

 

Ayet, … اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ  cümlesinden bedel veya beyanî istînâftır.  اِنّ۪  ile tekid edilmiş sübut ifade eden, isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede  اِنّ۪ ’nin haberi mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret (Âşûr, Mümtehine Suresi 6) etmiştir.

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ي  şeklindeki has ism-i mevsûl  وَجَّهْتُ’ye müteallıktır. Sılası  فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً  şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Mevsûlün zikri muhatabın müsnedün ileyhe mahsus olan halleri ayrıntılarıyla bilmesi, muhatabı hatadan kurtarmak, haberin medh üzere geldiğini beyan içindir. 

َوَجْهِ  fiili maksut mekân için  الى  ile müteaddi olur. Fiil burada  ل  ile müteaddi olup yönelmek manası kazanmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

Fiillerin harf-i cerle anlamının değişmesi tazmin sanatıdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

وَجَّهْتُ - وَجْهِيَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَجْهِ  (yüz), insanın en şerefli parçasıdır. Yüz de diğer vücut parçaları gibi et ve kemikten oluşur ama yüzde mimikler ve mana vardır. Yüzünü dönmek deyimi cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

حَنَفَ ; yanlıştan doğruya dönmek, cenefe; doğrudan yanlışa dönmek demektir.


وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ

 

وَجَّهْتُ  cümlesine matuf, menfi isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder. Cümlede müsnedin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ  bu mahzuf habere müteallıktır.

الْمُشْرِك۪ينَۚ - حَن۪يفاً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

İstînâfi beyanî olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اَنَا۬  zamirinin başına olumsuzluk harfi  مَٓا  geldiği için kasr cümlesi olmuştur.

الْمُشْرِك۪ينَۚ ‘deki elif lam, ahdi ilmidir.