Münâfikûn Sûresi 7. Ayet

هُمُ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ وَلِلّٰهِ خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَفْقَهُونَ  ...

Onlar, “Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُمُ onlar
2 الَّذِينَ ki
3 يَقُولُونَ diyorlar ق و ل
4 لَا
5 تُنْفِقُوا bir şey vermeyin ن ف ق
6 عَلَىٰ
7 مَنْ bulunanlara
8 عِنْدَ yanında ع ن د
9 رَسُولِ Elçisinin ر س ل
10 اللَّهِ Allah’ın
11 حَتَّىٰ
12 يَنْفَضُّوا dağılıp gitsinler ف ض ض
13 وَلِلَّهِ Allah’ındır
14 خَزَائِنُ hazineleri خ ز ن
15 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
16 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
17 وَلَٰكِنَّ fakat
18 الْمُنَافِقِينَ münafıklar ن ف ق
19 لَا
20 يَفْقَهُونَ anlamazlar ف ق ه
 
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/63-munafikun-suresi
 

هُمُ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un subûtuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekul-ul kavli  لَا تُنْفِقُوا ‘dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُنْفِقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  عَلٰى  harfi ceriyle birlikte  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir.  عِنْدَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  رَسُولِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَنْفَضُّوا  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  حَتّٰى  harf-i ceriyle  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir.  يَنْفَضُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلِلّٰهِ خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ


İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. خَزَٓائِنُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاَرْضِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَفْقَهُونَ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لَـٰكِنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُنَافِق۪ينَ  kelimesi  لٰكِنَّ ‘nin ismi olup  ى  ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَفْقَهُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  
 

هُمُ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ 

  

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  هُمُ  mübteda,  الَّذ۪ينَ  haberdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir ifade eder.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü, başındaki  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfi  عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ  , bu mahzuf sılaya mütealliktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Lafz-ı celâle muzâf olması  رَسُولِ  için şan, şeref tazim ifade eder.  عِنْدَ ‘nin de  رَسُولِ ‘ye muzaf olması ona tazim kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يَنْفَضُّوا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir.

Münafıkların Hazret-i Peygamber'e ‘’Resulullah’’ demeleri, "Onlar yeminlerini siper edindiler" ayetince dıştan gösterdikleri şehadeti korumak için bir siperdir. 

إنْفضاض , sökülüp dağılmak demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Burada  حَتّى  kelimesi mecazi mürsel yoluyla ta’lil manasında kullanılmıştır. Çünkü  حَتّى  kelimesi, kendisinden önce bahsedilen eylemin sonunu, failin o fiili yapmayı bıraktığını ifade eder. Bu kelime bu fiilin sona erme sebebi ve illetidir. Maksat onlar etrafından dağıldıktan sonra infak etmesi değildir. إنْفضاض , ayrılmak ve uzaklaşmak demektir. (Âşûr)


 وَلِلّٰهِ خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ


وَ  istînafiyyedir. Cümle, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ  izafeti, muahhar mübtedadır.

Car mecrurun takdimi kasr-ı kalb ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لِلّٰهِ , maksurun aleyh/sıfat, خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim içindir.

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle muzâfun ileyhe atfedilmiştir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ ‘nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümledeki hazine kelimesi, Allah’a ait olan bütün varlıktan kinayedir.


وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَفْقَهُونَ

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İstidrak manasındaki, tekid ifade eden  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَفْقَهُونَ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil sıygasında olması anlama, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا يَفْقَهُونَ  fiilinin takdiri  ذَلِكَ (bunu) olan mef’ûlü mahzuftur. (Âşûr). Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْمُنَافِق۪ينَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)