Münâfikûn Sûresi 8. Ayet

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟  ...

Onlar, “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır” diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَقُولُونَ diyorlar ki ق و ل
2 لَئِنْ andolsun eğer
3 رَجَعْنَا dönersek ر ج ع
4 إِلَى
5 الْمَدِينَةِ Medine’ye م د ن
6 لَيُخْرِجَنَّ mutlaka çıkaracaktır خ ر ج
7 الْأَعَزُّ üstün olan ع ز ز
8 مِنْهَا oradan
9 الْأَذَلَّ alçak olanı ذ ل ل
10 وَلِلَّهِ Allah’a mahsustur
11 الْعِزَّةُ üstünlük ع ز ز
12 وَلِرَسُولِهِ ve Elçisine ر س ل
13 وَلِلْمُؤْمِنِينَ ve ve mü’minlere ا م ن
14 وَلَٰكِنَّ fakat
15 الْمُنَافِقِينَ münafıklar ن ف ق
16 لَا
17 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م
 
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/63-munafikun-suresi
 
Ashâb-ı kirâmdan Zeyd ibni Erkam Benî Mustalil gazvesinde bulundukları sırada münafıkların reisi Abdullah ibni Übeyy’in, diğer münafıklara, Peygamber’in yanında bulunanlara ( bedevilere) birşey vermeyin ki dağılıp gitsinler, Medine’ye dönersek, üstün ve şerefli olanlar, aşağılık kimseleri oradan çıkaracak ( Münafikün 67/7-8) dediğini duydu ve bunu yakınları vasıtasıyla Resûl-i Ekrem’e iletti. Allah’ın Resûlü önce Zeyd ibni Erkam’ı, sonra onları söyleyen Abdullah ibni Übeyy’i yanına çağırıp dinledi. Fakat münafıkların başı, söylediklerini inkâr etti. Yalancı durumuna düşen Zeyd ibni Erkam buna çok üzülüp evine çekildi. Çok geçmeden bu sûre nâzil oldu. Peygamber Efendimiz onu yanına çağırarak “ Allah senin doğru söylediğini ortaya çıkardı “ buyurdu. 
(Buhari, Tefsir 63/1-4; Müslim, Münafikin 1).
 

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ 


Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekul-ul kavli  لَئِنْ رَجَعْنَٓا ‘dır.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَجَعْنَٓا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى الْمَد۪ينَةِ  car mecruru  رَجَعْنَٓا  fiiline mütealliktir. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يُخْرِجَنَّ  fiili fetha ile mebni, muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.  الْاَعَزُّ  fail olup lafzen merfûdur. مِنْهَا  car mecruru  يُخْرِجَنَّ  fiiline mütealliktir.  الْاَذَلَّۜ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُخْرِجَنَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

الْعِزَّةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  لِرَسُولِه۪  ve  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri atıf harfi و ‘la  لِلّٰهِ ‘ye matuftur. 


وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟


Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُنَافِق۪ينَ  kelimesi  لٰكِنَّ ‘nin ismi olup  ى  ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

لَا يَعْلَمُونَ۟  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ۟  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ  cümlesi, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kasemle tekid edilen şart cümlesinde şart fiili  لَئِنْ رَجَعْنَٓا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.

Buradaki muzari fiil bu acaip durumun zihinde canlandırılması içindir. (Âşûr)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْهَا  car mecruru ihtimam için, mef’ûl olan  الْاَذَلَّ ‘ye takdim edilmiştir.

الْاَعَزُّ - الْاَذَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümleye daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Alimler demişlerdir ki, izzet kibirden başkadır. Ebû Hafs es-Sühreverdi bunu şöyle açıklamıştır: "İzzet, kibrin dışında bir şeydir. Çünkü izzet, insanın kendi nefsinin hakikatini tanıması ve onu acele kısmetler için hakarete düşürmeyip kerim ve kıymetli tutmasıdır. Nitekim kibir insanın kendini bilmemesi ve onu kendi mevkiinin üstünde tutmasıdır. İzzetin zıddı zillet, kibrin zıddı da alçakgönüllülüktür." (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْعِزَّةُ , muahhar mübtedadır. 

Car mecrur takdimi kasr-ı kalb ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  لِلّٰهِ , maksurun aleyh/sıfat,  الْعِزَّةُ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

 وَلِرَسُولِه۪  ve  وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ , lafz-ı celâle atfedilmiştir. Cihet-i camia tezâyüftür.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِزَّةُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümle cedel ilminde kavl-i bi’l mûcib denilen üslupta gelmiş bir cevaptır. (Âşûr)


 وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟


Ayetin son cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İstidrak manasındaki, tekid ifade eden  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ۟ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا يَعْلَمُونَ۟  fiilinin takdiri  ذَلِكَ (bunu) olan mef’ûlu mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْمُنَافِق۪ينَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)