9 Nisan 2026
Münâfikûn Sûresi 5-11 (554. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Münâfikûn Sûresi 5. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ لَـوَّوْا رُؤُ۫سَهُمْ وَرَاَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ  ...


O münafıklara, “Gelin, Allah’ın Resûlü sizin için bağışlama dilesin” denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 قِيلَ dendiği ق و ل
3 لَهُمْ onlara
4 تَعَالَوْا gelin ع ل و
5 يَسْتَغْفِرْ mağfiret dilesin غ ف ر
6 لَكُمْ sizin için
7 رَسُولُ Elçisi ر س ل
8 اللَّهِ Allah’ın
9 لَوَّوْا çevirirler ل و ي
10 رُءُوسَهُمْ başlarını ر ا س
11 وَرَأَيْتَهُمْ ve onları görürsün ر ا ي
12 يَصُدُّونَ yüz çevirdiklerini ص د د
13 وَهُمْ ve onlar
14 مُسْتَكْبِرُونَ büyüklük taslarlar ك ب ر

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ لَـوَّوْا رُؤُ۫سَهُمْ وَرَاَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  meçhul mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَهُمْ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.

Mekulü’l-kavli  تَعَالَوْا ’dir.  تَعَالَوْا  cümlesi  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

تَعَالَوْا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

فَ  karinesi olmadan gelen  يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تقبلوا يستغفر (Eğer kabul ederlerse affeder) şeklindedir.  

يَسْتَغْفِرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  لَكُمْ  car mecruru  يَسْتَغْفِرْ  fiiline mütealliktir. رَسُولُ fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

فَ  karînesi olmadan gelen  لَـوَّوْا رُؤُ۫سَهُمْ  cümlesi  اِذَا ‘nın cevabıdır.  لَـوَّوْا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

رُؤُ۫سَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَاَيْتَهُمْ  cümlesi atıf harfi و ‘la  لَـوَّوْا  fiiline matuftur.  رَاَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يَصُدُّونَ  cümlesi  رَاَيْتَهُمْ ’daki gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.  

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَصُدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَعَالَوْا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  علو ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَسْتَغْفِرْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

لَـوَّوْا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  لوى ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

 

هُمْ مُسْتَكْبِرُونَ  cümlesi  يَصُدُّونَ ’deki gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.  

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olup mahallen merfûdur.

مُسْتَكْبِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “ و  ve zamir” veya yalnız “ و ” gelir. Bazen “ و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسْتَكْبِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ لَـوَّوْا رُؤُ۫سَهُمْ وَرَاَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ


وَ  atıf,  اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavli  تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ  şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Mekulü’l-kavle dahil olan  يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Takdiri … إن تقبلوا (Eğer kabul ederseniz…) olan mahzuf şart cümlesinin cevabıdır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mezkûr cevap ve mahzuf şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Veciz ifade kastına matuf  رَسُولُ اللّٰهِ  izafetinde, Allah ismine muzâf olan  رَسُولُ , şan ve şeref kazanmıştır.

رَسُولُ - اللّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اِذَا ‘nın,  فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  لَـوَّوْا رُؤُ۫سَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

وَرَاَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَصُدُّونَ  cümlesi  رَاَيْتَهُمْ ‘deki gaib zamirinden haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiiller istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Bu sıyga, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini uyarır. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

Hal وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُسْتَكْبِرُونَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Münâfikûn Sûresi 6. Ayet

سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ اَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ لَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ  ...


Onlara bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَوَاءٌ eşittir س و ي
2 عَلَيْهِمْ onlara
3 أَسْتَغْفَرْتَ mağfiret dilesen de غ ف ر
4 لَهُمْ onlar için
5 أَمْ ya da
6 لَمْ
7 تَسْتَغْفِرْ mağfiret dilemesen de غ ف ر
8 لَهُمْ onlar için
9 لَنْ asla
10 يَغْفِرَ bağışlamayacaktır غ ف ر
11 اللَّهُ Allah
12 لَهُمْ onları
13 إِنَّ çünkü
14 اللَّهَ Allah
15 لَا
16 يَهْدِي yola iletmez ه د ي
17 الْقَوْمَ topluluğu ق و م
18 الْفَاسِقِينَ yoldan çıkan ف س ق

سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ اَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  سَوَٓاءٌ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  سَوَٓاءٌ ’e mütealliktir. Muttasıl zamir  هِم  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Hemze tesviye manasındadır. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar.

Masdar-ı müevvel, muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.  

اَسْتَغْفَرْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru  اَسْتَغْفَرْتَ ’ye mütealliktir.

اَمْ  atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 

1. Muttasıl  اَمْ

2. Munkatı’  اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ تَسْتَغْفِرْ  cümlesi  اَسْتَغْفَرْتَ  cümlesine matuftur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَسْتَغْفِرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  لَهُمْ  car mecruru لَمْ تَسْتَغْفِرْ  fiiline mütealliktir.


لَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. 

يَغْفِرَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  لَهُمْ  car  mecruru  يَغْفِرَ  fiiline mütealliktir.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  لَا يَهْدِي  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْفَاسِق۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمَ ’nin sıfatıdır.  الْفَاسِق۪ينَ  cemi müzekker salim olduğu için  ي  ile nasb olur.

الْفَاسِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ اَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  سَوَٓاءٌ , mukaddem haberdir. 

اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ  cümlesinin başında mahzuf bir tesviye hemzesi vardır. Bu hemze masdariyyedir. Cümle masdar teviliyle muahhar mübteda konumundadır.  سواء استغفارك وعدمه (İstiğfar etmen ve etmemen aynıdır.) demektir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ  cümlesi, cümlesine dahil olan  اَمْ , atıf harfidir. Tezat nedeniyle makabline atfedilen cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لَمْ  edatı,  تَسْتَغْفِرْ  fiilini cezm ederek manasını menfi maziye çevirmiştir. 

اَسْتَغْفَرْتَ - لَمْ تَسْتَغْفِرْ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَلَيْهِمْ  - لَهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 لَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

لَنْ يَغْفِرَ - اَسْتَغْفَرْتَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb,  اَسْتَغْفَرْتَ - تَسْتَغْفِرْ -  يَغْفِرَ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler col muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lafza-i celâl mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ  cümlesi haberdir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

الْقَوْمَ  için sıfat olan  الْفَاسِق۪ينَ  kelimesi, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Münâfikûn Sûresi 7. Ayet

هُمُ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ وَلِلّٰهِ خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَفْقَهُونَ  ...


Onlar, “Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُمُ onlar
2 الَّذِينَ ki
3 يَقُولُونَ diyorlar ق و ل
4 لَا
5 تُنْفِقُوا bir şey vermeyin ن ف ق
6 عَلَىٰ
7 مَنْ bulunanlara
8 عِنْدَ yanında ع ن د
9 رَسُولِ Elçisinin ر س ل
10 اللَّهِ Allah’ın
11 حَتَّىٰ
12 يَنْفَضُّوا dağılıp gitsinler ف ض ض
13 وَلِلَّهِ Allah’ındır
14 خَزَائِنُ hazineleri خ ز ن
15 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
16 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
17 وَلَٰكِنَّ fakat
18 الْمُنَافِقِينَ münafıklar ن ف ق
19 لَا
20 يَفْقَهُونَ anlamazlar ف ق ه

هُمُ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un subûtuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekul-ul kavli  لَا تُنْفِقُوا ‘dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُنْفِقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  عَلٰى  harfi ceriyle birlikte  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir.  عِنْدَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  رَسُولِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَنْفَضُّوا  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  حَتّٰى  harf-i ceriyle  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir.  يَنْفَضُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلِلّٰهِ خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ


İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. خَزَٓائِنُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاَرْضِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَفْقَهُونَ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لَـٰكِنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُنَافِق۪ينَ  kelimesi  لٰكِنَّ ‘nin ismi olup  ى  ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

لَا يَفْقَهُونَ  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَفْقَهُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

هُمُ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ 

  

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  هُمُ  mübteda,  الَّذ۪ينَ  haberdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَقُولُونَ لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir ifade eder.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تُنْفِقُوا عَلٰى مَنْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ حَتّٰى يَنْفَضُّواۜ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü, başındaki  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfi  عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ  , bu mahzuf sılaya mütealliktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Lafz-ı celâle muzâf olması  رَسُولِ  için şan, şeref tazim ifade eder.  عِنْدَ ‘nin de  رَسُولِ ‘ye muzaf olması ona tazim kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يَنْفَضُّوا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  تُنْفِقُوا  fiiline mütealliktir.

Münafıkların Hazret-i Peygamber'e ‘’Resulullah’’ demeleri, "Onlar yeminlerini siper edindiler" ayetince dıştan gösterdikleri şehadeti korumak için bir siperdir. 

إنْفضاض , sökülüp dağılmak demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Burada  حَتّى  kelimesi mecazi mürsel yoluyla ta’lil manasında kullanılmıştır. Çünkü  حَتّى  kelimesi, kendisinden önce bahsedilen eylemin sonunu, failin o fiili yapmayı bıraktığını ifade eder. Bu kelime bu fiilin sona erme sebebi ve illetidir. Maksat onlar etrafından dağıldıktan sonra infak etmesi değildir. إنْفضاض , ayrılmak ve uzaklaşmak demektir. (Âşûr)


 وَلِلّٰهِ خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ


وَ  istînafiyyedir. Cümle, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ  izafeti, muahhar mübtedadır.

Car mecrurun takdimi kasr-ı kalb ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لِلّٰهِ , maksurun aleyh/sıfat, خَزَٓائِنُ السَّمٰوَاتِ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim içindir.

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle muzâfun ileyhe atfedilmiştir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ ‘nın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümledeki hazine kelimesi, Allah’a ait olan bütün varlıktan kinayedir.


وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَفْقَهُونَ

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İstidrak manasındaki, tekid ifade eden  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَفْقَهُونَ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil sıygasında olması anlama, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا يَفْقَهُونَ  fiilinin takdiri  ذَلِكَ (bunu) olan mef’ûlü mahzuftur. (Âşûr). Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْمُنَافِق۪ينَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

 
Münâfikûn Sûresi 8. Ayet

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟  ...


Onlar, “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır” diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَقُولُونَ diyorlar ki ق و ل
2 لَئِنْ andolsun eğer
3 رَجَعْنَا dönersek ر ج ع
4 إِلَى
5 الْمَدِينَةِ Medine’ye م د ن
6 لَيُخْرِجَنَّ mutlaka çıkaracaktır خ ر ج
7 الْأَعَزُّ üstün olan ع ز ز
8 مِنْهَا oradan
9 الْأَذَلَّ alçak olanı ذ ل ل
10 وَلِلَّهِ Allah’a mahsustur
11 الْعِزَّةُ üstünlük ع ز ز
12 وَلِرَسُولِهِ ve Elçisine ر س ل
13 وَلِلْمُؤْمِنِينَ ve ve mü’minlere ا م ن
14 وَلَٰكِنَّ fakat
15 الْمُنَافِقِينَ münafıklar ن ف ق
16 لَا
17 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م
Ashâb-ı kirâmdan Zeyd ibni Erkam Benî Mustalil gazvesinde bulundukları sırada münafıkların reisi Abdullah ibni Übeyy’in, diğer münafıklara, Peygamber’in yanında bulunanlara ( bedevilere) birşey vermeyin ki dağılıp gitsinler, Medine’ye dönersek, üstün ve şerefli olanlar, aşağılık kimseleri oradan çıkaracak ( Münafikün 67/7-8) dediğini duydu ve bunu yakınları vasıtasıyla Resûl-i Ekrem’e iletti. Allah’ın Resûlü önce Zeyd ibni Erkam’ı, sonra onları söyleyen Abdullah ibni Übeyy’i yanına çağırıp dinledi. Fakat münafıkların başı, söylediklerini inkâr etti. Yalancı durumuna düşen Zeyd ibni Erkam buna çok üzülüp evine çekildi. Çok geçmeden bu sûre nâzil oldu. Peygamber Efendimiz onu yanına çağırarak “ Allah senin doğru söylediğini ortaya çıkardı “ buyurdu. 
(Buhari, Tefsir 63/1-4; Müslim, Münafikin 1).

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ 


Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekul-ul kavli  لَئِنْ رَجَعْنَٓا ‘dır.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَجَعْنَٓا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى الْمَد۪ينَةِ  car mecruru  رَجَعْنَٓا  fiiline mütealliktir. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يُخْرِجَنَّ  fiili fetha ile mebni, muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.  الْاَعَزُّ  fail olup lafzen merfûdur. مِنْهَا  car mecruru  يُخْرِجَنَّ  fiiline mütealliktir.  الْاَذَلَّۜ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُخْرِجَنَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

الْعِزَّةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  لِرَسُولِه۪  ve  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri atıf harfi و ‘la  لِلّٰهِ ‘ye matuftur. 


وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟


Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ  istidrak harfidir,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُنَافِق۪ينَ  kelimesi  لٰكِنَّ ‘nin ismi olup  ى  ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

لَا يَعْلَمُونَ۟  cümlesi  لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ۟  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَئِنْ رَجَعْنَٓا اِلَى الْمَد۪ينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّۜ  cümlesi, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kasemle tekid edilen şart cümlesinde şart fiili  لَئِنْ رَجَعْنَٓا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

لَيُخْرِجَنَّ الْاَعَزُّ مِنْهَا الْاَذَلَّ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.

Buradaki muzari fiil bu acaip durumun zihinde canlandırılması içindir. (Âşûr)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْهَا  car mecruru ihtimam için, mef’ûl olan  الْاَذَلَّ ‘ye takdim edilmiştir.

الْاَعَزُّ - الْاَذَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümleye daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Alimler demişlerdir ki, izzet kibirden başkadır. Ebû Hafs es-Sühreverdi bunu şöyle açıklamıştır: "İzzet, kibrin dışında bir şeydir. Çünkü izzet, insanın kendi nefsinin hakikatini tanıması ve onu acele kısmetler için hakarete düşürmeyip kerim ve kıymetli tutmasıdır. Nitekim kibir insanın kendini bilmemesi ve onu kendi mevkiinin üstünde tutmasıdır. İzzetin zıddı zillet, kibrin zıddı da alçakgönüllülüktür." (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِه۪ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْعِزَّةُ , muahhar mübtedadır. 

Car mecrur takdimi kasr-ı kalb ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  لِلّٰهِ , maksurun aleyh/sıfat,  الْعِزَّةُ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

 وَلِرَسُولِه۪  ve  وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ , lafz-ı celâle atfedilmiştir. Cihet-i camia tezâyüftür.

رَسُولِه۪  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِزَّةُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümle cedel ilminde kavl-i bi’l mûcib denilen üslupta gelmiş bir cevaptır. (Âşûr)


 وَلٰكِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ۟


Ayetin son cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İstidrak manasındaki, tekid ifade eden  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ۟ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا يَعْلَمُونَ۟  fiilinin takdiri  ذَلِكَ (bunu) olan mef’ûlu mahzuftur. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْمُنَافِق۪ينَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

 
Münâfikûn Sûresi 9. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ...


Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تُلْهِكُمْ sizi alıkoymasın ل ه و
6 أَمْوَالُكُمْ mallarınız م و ل
7 وَلَا ve ne de
8 أَوْلَادُكُمْ çocuklarınız و ل د
9 عَنْ -tan
10 ذِكْرِ anmak- ذ ك ر
11 اللَّهِ Allah’ı
12 وَمَنْ ve kim
13 يَفْعَلْ yaparsa ف ع ل
14 ذَٰلِكَ bunu
15 فَأُولَٰئِكَ işte
16 هُمُ onlar
17 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlardır خ س ر

Kur’an’da, yer yer dünyaya aşırı düşkünlük göstermenin tehlikelerine ve dünya hayatının varlık sebebi olan sınavın icaplarından olarak insana bazı şeylerin câzip gösterildiğine sık sık değinilir. 9. âyetten açıkça anlaşıldığı üzere burada kişiye yüklenen ödev, onun ailesiyle ilgilenmemesi, kazanç sağlayıcı işlerle meşgul olmaması değil, hayatın tabii akışı içinde ve insanın doğasının bir gereği olarak zaten gösterilmekte olan bu ilgi ve meşguliyetin, hayatın gerçek anlamını unutturacak ve Allah’a kul olma bilincini yitirmeye sebep olacak bir sapmaya yol açmamasıdır (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/14; Enfâl 8/28; Sebe’ 34/37; Tegābün 64/14). İnsan kendisini dünya telâşının anaforuna kaptırırsa, âhiret için bir şeyler yapmak gerektiğine inansa bile, henüz önünde uzun bir ömür bulunduğunu düşünüp varlık amacına ilişkin görevlerini ileriye erteleme gibi yanılgılara kapılır. Değişmez gerçek olan ölümle yüz yüze geldiği zaman ise kendisine ek süre verilmesi için yalvarır. Ama sınav süresi dolmuş, artık sıra değerlendirmeye gelmiştir (bu konuda benzer bir tasvir için bk. Mü’minûn 23/99-100; “ecel” hakkında bk. En‘âm 6/2; A‘râf 7/34). 7. âyette münafıkların başkaları için ve Allah yolunda yapılan harcamalar (infak) konusundaki hasis tutumları kınanmıştı; burada ise insanı lâyık olduğu yerde tutacak olan iki temel davranışa vurgu yapılmaktadır: 1. Allah’ı anmayı yani O’nun kulu olduğunu unutmamak, 2. Sahip olduğu imkânları gönüllü olarak başkalarıyla paylaşmaya çalışmak. İnsanî değerler bakımından düşük düzeyde olan bireyler ve toplumlar, başkalarından ne koparabilecekleri, bu açıdan yüksek düzeyde olanlar ise başkalarına ne verebilecekleri üzerinde yoğunlaşırlar. İnsanlık tarihindeki çekişmelerin ve geliştirilen sosyal düzenlerin özü de bu iki noktadan bağımsız değildir (infak hakkında bk. Bakara 2/245, 254, 261).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 366

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِۚ 


يَا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ ’dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُلْهِكُمْ , illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَمْوَالُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur.  كُمْ  muttasıl zamiri muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَٓا اَوْلَادُكُمْ  ibaresi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. عَنْ ذِكْرِ  car mecruru  تُلْهِكُمْ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَفْعَلْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir.

ذٰلِكَ  işaret ismi, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildirir,  ك  ise muhatap zamiridir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْخَاسِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخَاسِرُونَ  ise haberidir. 

هُمُ الْخَاسِرُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur. الْخَاسِرُونَ   kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا  tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan  لَا تُلْهِكُمْ اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِۚ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ , fail olan  اَمْوَالُكُمْ ‘a matuftur. Cihet-i câmia temâsüldür.  عَنْ ذِكْرِ  car mecruru  تُلْهِكُمْ fiiline mütealliktir. 

وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ ‘daki  لَا , zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

ذِكْرِ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olması, zikrin tazim ve teşrifi içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَمْوَالُكُمْ - اَوْلَادُكُمْ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Allah'ın zikrinden alıkoyacak olanların mal ve evlat olarak belirtilmesi, taksim sanatıdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. ‘’Ey iman edenler’’ ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

الأوْلادِ  kelimesinde idmâc vardır. Çünkü çocuklarla meşguliyet, onlara duyulan şefkat ve işlerini yönetmek, onlarla vakit geçirmek çoğu zaman insana Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlamayı unutturur. Mal ve evlatla meşgul olmak, başka herhangi bir şeyle meşgul olmaktan daha çok olur. Burada ‘’meşgul etmesin’’ emri mal ve evlada yönelik gelmiş olsa da aslında mal ve evladın sahibine yöneliktir. Bu yüzden aklî mecaz vardır. (Âşûr)


وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  يَفْعَلْ ذٰلِكَ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,    يَفْعَلْ ذٰلِكَ  cümlesi haberdir. 

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede mef’ûlün işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini vurgulamıştır. İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterir.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile üsrana uğrama sebeplerine  işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ve ikaz ifade eder.

Cümle kasrla tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki  الْ  takısı kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir.  اُو۬لٰٓئِكَ  maksûr/mevsûf,  الْخَاسِرُونَ  maksurun aleyh/sıfat, yani kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. İddiaî kasrdır. Sanki bu kişilerden başka hiç kimse hüsranda değildir. (Âşûr)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الْخَاسِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Kim de bunu yaparsa…” yani her kimin dünyası dinini meşgul ederse, “bunlardır işte” alış verişlerinde “hüsrana uğrayacaklar!” Çünkü muazzam ve kalıcı olanı önemsiz ve geçici olanla trampa etmişlerdir. (Keşşâf)

 
Münâfikûn Sûresi 10. Ayet

وَاَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ فَاَصَّدَّقَ وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  ...


Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْفِقُوا sadaka verin ن ف ق
2 مِنْ
3 مَا
4 رَزَقْنَاكُمْ size verdiğimiz rızıktan ر ز ق
5 مِنْ
6 قَبْلِ önce ق ب ل
7 أَنْ
8 يَأْتِيَ gelmeden ا ت ي
9 أَحَدَكُمُ birinize ا ح د
10 الْمَوْتُ ölüm م و ت
11 فَيَقُولَ ve demeden ق و ل
12 رَبِّ Rabbim ر ب ب
13 لَوْلَا keşke
14 أَخَّرْتَنِي beni erteleseydin ا خ ر
15 إِلَىٰ kadar
16 أَجَلٍ bir süreye ا ج ل
17 قَرِيبٍ yakın ق ر ب
18 فَأَصَّدَّقَ sadaka verseydim ص د ق
19 وَأَكُنْ ve olsaydım ك و ن
20 مِنَ -den
21 الصَّالِحِينَ iyiler- ص ل ح

وَاَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ فَاَصَّدَّقَ وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اَنْفَقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.     

مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْفِقُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası  رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

رَزَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ قَبْلِ  car mecruru  رَزَقْنَا fiiline mütealliktir. 

اَنْ  ve  masdar-ı müevvel,  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

يَأْتِيَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اَحَدَكُمُ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْمَوْتُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍ  cümlesi  يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ  fiiline matuftur. 

يَقُولَ  fetha ile mansub, muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekul-ul kavli   رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي ‘dir.  يَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبِّ  münada olarak mansubdur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

لَوْلَٓا  cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا yani “değil mi” manasındadır.

اَخَّرْتَـن۪ٓي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.

اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecruru  اَخَّرْتَـن۪ٓي  fiiline mütealliktir.  قَر۪يبٍ  kelimesi  اَجَلٍ  kelimesinin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

فَاَصَّدَّقَ  fiilin başındaki  فَ  sebebiyyedir. Muzari fiili gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel önceki duadan kaynaklanan masdara matuf olup mahallen merfûdur.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  karinesi olmadan gelen  وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. اَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir.  اَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

مِنَ الْجَاهِل۪ينَ  car mecruru  كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْجَاهِل۪ينَ ’nin cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جهل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْفِقُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَخَّرْتَـن۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi أخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ فَاَصَّدَّقَ وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Başındaki harfi cerle birlikte  اَنْفِقُوا  fiiline müteallik olan müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  رَزَقْنَاهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

رَزَقْنَاهُمْ  fiilinin, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.

مِنْ قَبْلِ اَنْ  car mecruru da  اَنْفِقُوا  fiiline mütealliktir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ  cümlesi, masdar tevili ile  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  اَحَدَكُمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

يَأْتِيَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ  ifadesinde istiare vardır. Canlılara mahsus olan gelme fiili, ölüme nispet edilerek cansız olan bir şey, canlı yerinde konmuştur.

اَنْفِقُوا - رَزَقْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ  (Size verdiğimiz rızıklardan) ifadesindeki  مِنْ  kısmîlik bildirir ki maksat vâcip olan infaktır. (Keşşâf) 

Sebep bildiren masdar harfi fa-i sebebiyyenin dahil olduğu  فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ  cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّ لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Cümle nida üslubunda gelmiş olsa da dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  لَوْلَٓا اَخَّرْتَـن۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لَوْلَٓا  tahdid (تحضيض ) harfidir.

اَجَلٍ ‘deki nekrelik, kıllet ve muayyen olmayan nev ifade eder.

قَر۪يبٍ  kelimesi,  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لَوْلاَ  ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

اَجَلٍ - الْمَوْتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَقُولَ - قَبْلِ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu  فَاَصَّدَّقَ  cümlesi, masdar teviliyle, cümlenin öncesindeki duadan kaynaklanan masdara matuftur. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart üslubundaki son cümle dua cümlesine matuftur. 

فِ  karinesi olmadan gelen  وَاَكُنْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مِنَ الْخَاسِر۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin ve şart cümlesinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şartın takdiri  إن أخّرتني (Eğer beni ertelersen…) şeklindedir.

Mezkûr cevap ve mahzuf şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

 
Münâfikûn Sûresi 11. Ayet

وَلَنْ يُؤَخِّرَ اللّٰهُ نَفْساً اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهَاۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ  ...


Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنْ ve asla
2 يُؤَخِّرَ ertelemez ا خ ر
3 اللَّهُ Allah
4 نَفْسًا hiçbir canı ن ف س
5 إِذَا
6 جَاءَ geldiğinde ج ي ا
7 أَجَلُهَا süresi ا ج ل
8 وَاللَّهُ ve Allah
9 خَبِيرٌ haber alandır خ ب ر
10 بِمَا şeyleri
11 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل

  Ecele اجل:

  Ecel (أجَلٌ) bir şey için belirlenmiş ya da ayrılmış süredir. İnsan hayatı için ayrılmış veya tayin edilmiş süreye de ecel (أجَلٌ) denir. Bu sebeple ölümün yaklaştığını ifade etmek için 'eceli yaklaştı' tabiri de kullanılır.

  Bu köke ait müeccel (مُأجَّل) borç  zamana bırakılmış borç anlamına gelir.

  إجْلٌ kelimesi ilerde meydana gelmesinden korkulan suçtur. Buna göre her icl (إجْلٌ) bir suçtur, ancak her suç bir icl (إجْلٌ) değildir.(Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 56 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ecel, te'cil ve müecceldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَنْ يُؤَخِّرَ اللّٰهُ نَفْساً اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهَاۜ 


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. يُؤَخِّرَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

نَفْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

جَٓاءَ اَجَلُهَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَجَلُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

إِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  فلن يؤخّره اللَّه (Allah onu asla geciktirmez) şeklindedir. 


وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  و  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

خَبٖيرٌ  haber olup lafzen merfûdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfiyle birlikte  خَبٖيرٌ  kelimesine mütealliktir. İsm-i  mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

خَبٖيرٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe, benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَنْ يُؤَخِّرَ اللّٰهُ نَفْساً اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهَاۜ 


وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve ikaz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl olan  نَفْساً ‘deki nekrelik, umum ve cins ifade eder. Nefy siyakında nekre, umum ve şümule işarettir.

اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi  جَٓاءَ اَجَلُهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  فلن يؤخّره اللَّه (Allah asla geciktirmez)  şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

[Allah asla geciktirmez] ifadesi, ‘nefyedilen şeyin hikmete aykırı olduğu’ anlamına gelen bir pekiştirmeyle, erteleme olmayacağını bildirmektedir. Mana şöyledir: Siz ölüm vaktini geciktirmenin yolu olmadığını, ölümün mutlaka başa geleceğini, Allah’ın da amellerinizi bildiğini ve gereklilikleri yapmanıza veya yapmamanıza mutlaka karşılık vereceğini bildiğiniz vakit, sizin için artık gerekliliklerin sorumluluğundan kurtulmaya ve Allah’la karşılaşma hazırlıklarını görmeye koşturmaktan öte bir şey kalmamış demektir. (Keşşâf)


 وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet duyguları uyandırmak ve tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında  ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرٌ ‘e mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ ,  tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.

[Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.] ifadesi Allah Teâlâ’nın, her şeyden haberdar olduğunu beyan ederken lâzım-melzûm alakasıyla “yaptıklarınızın karşılığı verilecektir” manası taşır. Mecaz-ı mürsel sanatıdır. Lâzım zikredilmiş, “yaptıklarınıza karşılık verir” manasındaki melzûm kastedilmiştir. 

خَب۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

تَعْمَلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. [Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Denemeler. Gör. Ömer Kara]

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmid ve tehlil, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Suredeki ayetlerin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, sözün güzelliğini, parlaklığını ve ruha etkisini artırmaktadır.  Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Günün Mesajı
8. Ayeti kerime bütün İzzet Şeref ve gücün öncelikle Allah'a Allah'a iman ve teslimetleri sebebiyle de resulullah'a ve müminlere ait olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla İzzet ve şerefin iman ve İslam'da yattığı açıklanmıştır. Bu bakımdan müminler başka bir yerde izzet ve şeref aramamalıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Suçu delillerle kanıtlanmış ama yüzünde herhangi bir pişmanlık izi görünmediği gibi özür dilememekte ısrar edene baktığında kalbi sızladı. Bu haliyle, kendisine münafıkların başını hatırlatan, canından ve kanından olana ağladı. Günlerdir sorup da cevabını alamadığı sorularla yapayalnızdı. Haftalardır başkalarının yargılayan bakışları altında eziliyor ve sorumlusu olmadığı suçu paylaşmaya mecbur bırakılıyordu. Mahkeme sonuçlandıktan sonra tanınmadığı yerlere çekip gitmek için hazırlık içindeydi.

Mahkeme bittikten sonra son bir defa boşlukla dolan gözlerle konuştu: “Rasulullah’ın hayatına bakıldığı zaman günah işleyen ya da hataya düşen kulların uyarıldığı ve hatta cezalandırıldığı görülür ama ayıplandığı görülmez. Ayıplanan: günaha saplanan, yalan söyleyen ve büyüklenerek tevbe etmeyen kullardır. Çaresiz pişmanlığa ulaşmadan yani ecelin gelmeden önce tevbe edenlerden olmanı, Allah’tan diliyorum. O’nun rahmeti ile benliğin, seni pişmanlığından alıkoyan kibirden arınsın ki karanlıktan sıyrılarak doğru yola erişenlerden olasın.”

Ey göklerin ve yerin hazinelerinin sahibi olan Allahım! Bize verdiğin her nimet ve nasip ettiğin her güzellik için hamd olsun. İki cihanda da, bizi, nimetlerin ile sevinenlerden ve Sana sözlü-fiili amellerle devamlı surette şükredenlerden eyle.

Ey asıl güç ve izzet sahibi olan ve dilediğini aziz kılan Allahım! Bizi güç ve izzet sahibi kıldığın mümin kullarından eyle. Rahmetinden mahrum kalanların ve katında alçalanların arasına karışıp kaybolmaktan ve ahiret günü unutulmaktan muhafaza buyur.

Ey anılmaya ve övülmeye en layık olan Allahım! Dünyaya dalıp emrettiğin amelleri geciktirmekten, mallardan ve çocuklardan dolayı Seni anmaktan ve Sana ibadetten alıkoyulmaktan muhafaza buyur. Dünyevi ve uhrevi işleri arasındaki dengeyi sağlayanlardan ve her günün, her anında Senin rızana öncelik verenlerden eyle.

Tevbe edenlerden ve tevbesi kabul olunanlardan olmak duasıyla.

Amin. 

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji