بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | نُودِيَ | çağrıldığı(nız) |
|
6 | لِلصَّلَاةِ | namaz için |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | يَوْمِ | günü |
|
9 | الْجُمُعَةِ | Cuma |
|
10 | فَاسْعَوْا | hemen koşun |
|
11 | إِلَىٰ |
|
|
12 | ذِكْرِ | anmağa |
|
13 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
14 | وَذَرُوا | ve bırakın |
|
15 | الْبَيْعَ | alışverişi |
|
16 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
17 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
18 | لَكُمْ | sizin için |
|
19 | إِنْ | eğer |
|
20 | كُنْتُمْ |
|
|
21 | تَعْلَمُونَ | bilirseniz |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُودِيَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. لِلصَّلٰوةِ car mecruru نُودِيَ fiiline mütealliktir. Naib-i faildir. مِنْ يَوْمِ car mecruru صَّلٰوةِ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. الْجُمُعَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اسْعَوْا illet fiilinin hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اِلٰى ذِكْرِ car mecruru اسْعَوْا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذَرُوا atıf harfi وَ ‘la اسْعَوْا ‘a matuftur. ذَرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْبَيْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. İsm-i tafdildir. Çok kullanıldığından dolayı bu vezinde gelir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ‘a mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur Takdiri, إن كنتم تعلمون أنّه خير لكم فاسعوا إلى ذكر اللَّه (Sizin için hayırlı olduğunu bilirseniz hemen Allah’ın zikrine koşun.)
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa إن kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَعْلَمُونَ fiili كان ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı şart üslubunda gelmiştir. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ cümlesi, şarttır.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Veciz ifade kastına matuf ذِكْرِ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan ذِكْرِ , tazim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki وَذَرُوا الْبَيْعَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
ذَرُوا الْبَيْعَۜ [Satışı bırakın] cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü Yüce Allah burada satışı zikredip; alış-veriş, kiralama ve diğer bütün muameleleri kastetmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
لِلصَّلٰوةِ kelimesinin başındaki lamı tarif ahd içindir. Cuma gününe özel olan cuma namazıdır. (Âşûr)
السَّعْيُ kelimesi gayretli ve hızlı yürümektir. Burada mecazî olarak hırslı, istekli, dikkatli yürümek ve geç kalmaktan sakınmak anlamındadır. (Âşûr)
مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ ifadesindeki مِن harf-i ceri ba’diyet içindir. Namaz da dahil olmak üzere, cuma gününün içinde amellerin gerçekleştiği bir vakti ifade eder. Yani o zaman diliminde olanlar onun parçası gibidir. (Âşûr)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olan ذلك ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir.
لَكُمْ car mecruru, haber olan خَيْرٌ ‘a mütealliktir.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
Haber olan خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelmiştir.
خَيْرٌ lafzı ism-i tafdildir. Bu kelimenin aslı أخْيَرُ dur. Çok kullanıldığından hemzesi hazf edilmiştir. Kendinden önce gelen mufaddal الصَّلاةُ lafzı, yani namazın sevabıdır. Mufaddalun aleyh ise sözün gelişinden anlaşıldığı için hazf edilmiştir. Takdiri: Satıcı ve alıcı için satışın faydalarıdır. (Âşûr)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.
Öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
تَعْلَمُونَ fiilinin mef’ûlu, kendisinden önceki kelimenin delaletiyle mahzuftur. Fiilin lâzım fiilerden sayılması da mümkündür. Yani, “eğer siz ilim ve tefekkür ehli iseniz.’’ manasındadır. (Âşûr, Ankebut/16)
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | قُضِيَتِ | kıldığınız |
|
3 | الصَّلَاةُ | namazı |
|
4 | فَانْتَشِرُوا | dağılın |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْأَرْضِ | yeryüzüne |
|
7 | وَابْتَغُوا | ve arayın |
|
8 | مِنْ | -ndan |
|
9 | فَضْلِ | lutfu- |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَاذْكُرُوا | ve anın |
|
12 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
13 | كَثِيرًا | çokça |
|
14 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
15 | تُفْلِحُونَ | başarıya erersiniz |
|
فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُضِيَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُضِيَتِ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الصَّلٰوةُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. انْتَشِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru انْتَشِرُوا fiiline mütealliktir.
ابْتَغُوا atıf harfi وَ ‘la انْتَشِرُوا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ابْتَغُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ فَضْلِ car mecruru ابْتَغُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اذْكُرُوا atıf harfi وَ ‘la انْتَشِرُوا ‘ya matuftur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
كَث۪يراً sıfatı olan masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَانْتَشِرُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نشر ’dir.
ابْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ‘dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً
فَ atıf harfidir. Şart üslubunda gelen cümlede, şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ , şart cümlesidir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
قُضِيَتِ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَ karînesiyle gelen فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir değil, ibaha ifade ettiği için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَرْضِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Müminlerin namazlarını kılacakları zahiren bilinmediği için meçhul sıygası ile gelmiştir. (Osman Ertuğrul/Belâgatta Meânî İlmi)
Aynı üsluptaki وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la, şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Veciz anlatım kastıyla gelen فَضْلُ اللّٰهِ izafetinde فَضْلُ ’nun Allah lafzına muzâf olması, kelimeye tazim kazandırmıştır.
فَضْلِ اللَّهِ ifadesinden maksat mal ve rızık kazanmaktır. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la انْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, telezzüz teberrük, muhabbet ve tazim için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib olan كَث۪يراً , onun sıfatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Amili, ذَكَرَ ’dir. Takdiri, ذكرًا كثيرًا (çok zikir)’dir.
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً ibaresinden murad; Allah'ı anmayı unutturan, namazdan uzaklaştıran dünyevi meşguliyetlere kapılmaktan kaçınmaktır. Çünkü asıl kurtuluş, yönünü Cenab-ı Hakk'ın rızasını aramaya yönlendirmektir. (Âşûr)
Ayet-i kerimedeki فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ emri, yasaklamadan sonra gelen bir emir olup vücûb değil ibâha ifade eder. Usûl-i fıkıhta “yasaktan (hazr) sonra gelen emir ibâha ifade eder” diyenler bu ayetle istidlâl eder.
Yani Cuma namazını eda edip bitirdiğiniz zaman ticaret için ve maişetinize dair diğer ihtiyaçlarınızı temin etmek için yeryüzüne dağılmanıza izin verilmiş ve bu size mübah kılınmıştır demektir. Allah’ın lütfundan istemekten maksat Allah’ın kullarına aralarındaki muamelelerde ve kazançlarında bahşettiği karlardır. Bu işleriniz ve alışverişiniz esnasında, size dünyevî ve uhrevî hayırları göstermesine şükretmek için O’nu çokça zikretmeyi unutmayın. Ayrıca iki dünyada da hayırlara nail olmak için hamd, tesbih, tekbir ve istiğfar gibi sizi Allah’a yaklaştıracak zikirler yapmayı ihmal etmeyin. Burada, müminin dünya işlerini yaparken dünya sevgisinin ağır basmaması için Allah Tealâ’yı ve O’nun gözetiminde olduğunu unutmaması gerektiğine işaret vardır. Zira Allah’ın murakabesinde olduğu bilinciyle yaşamak dünya ve ahirette kurtuluşa vesile olur. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تُفْلِحُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
Hak Teâlâ,"Alışverişi bırakın" buyurmuştur. Cenab-ı Hak, insanların işleri arasından, niçin özellikle "alışveriş" işini zikretmiştir? Deriz ki: Çünkü bu, kişinin gündüzün, geçimle ilgili olarak meşgul olduğu en önemli işlerindendir ve burada ticaretin, o vakitte yapılmaması gerektiğine bir işaret vardır. Bir de alışveriş (ticaret) genelde, çarşı-pazarda yapılır. Çarşı-pazarda olanların, namazı unutmaları daha fazladır. Binaenaleyh ayetteki bu ifade, gafil olanları uyarmak içindir. Dolayısıyla özellikle alış-verişin zikredilmesi, uygun düşmüştür. Bu esnada alışveriş yapmak, "haram li-aynihi" değildir. Fakat bu esnada farzdan gaflet etme söz konusudur. Binaenaleyh bu ticaretin hükmü, gasp edilmiş bir arazide kılınan namaz gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
"Allah'ı da çok anın ki, felaha eresiniz." ifadesi Allah'ı çokça, yahut çok zamanda anın ve Allah'ı anmanızı yalnız namaza tahsis etmeyiniz ki, iki cihan saadetine eresiniz demektir. (Ebüssuûd)
وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | رَأَوْا | gördükleri |
|
3 | تِجَارَةً | bir ticaret |
|
4 | أَوْ | veya |
|
5 | لَهْوًا | eğlence |
|
6 | انْفَضُّوا | dağılıp |
|
7 | إِلَيْهَا | ona giderler |
|
8 | وَتَرَكُوكَ | ve seni bırakırlar |
|
9 | قَائِمًا | ayakta |
|
10 | قُلْ | de ki |
|
11 | مَا | bulunan |
|
12 | عِنْدَ | yanında |
|
13 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
14 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
15 | مِنَ | -den |
|
16 | اللَّهْوِ | eğlence- |
|
17 | وَمِنَ | ve |
|
18 | التِّجَارَةِ | ticaretten |
|
19 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
20 | خَيْرُ | en hayırlısıdır |
|
21 | الرَّازِقِينَ | rızık verenlerin |
|
وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ
وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَوْا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. رَاَوْا bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تِجَارَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَهْواً atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karînesi olmadan gelen انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا cümlesi şartın cevabıdır. انْفَضُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَيْهَا car mecruru انْفَضُّٓوا fiiline mütealliktir. تَرَكُوكَ fiili قَدْ takdiri ile انْفَضُّٓوا ‘daki failin hali olarak mahallen masubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyedir. تَرَكُوكَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَٓائِماً kelimesi تَرَكُوكَ ‘deki hitap zamirinin hali olarak lafzen mansubdur.
انْفَضُّٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi فضض ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. قَٓائِماً kelimesi, sülasi mücerredi قوم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. مِنَ اللَّهْوِ car mecruru خَيْرٌ ‘a mütealliktir. مِنَ التِّجَارَةِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. خَيْرُ haber olup lafzen merfûdur. خَيْرُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
Aynı zamanda muzâftır. الرَّازِق۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الرَّازِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi رزق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen ilk cümlede اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَوْ , muhayyerlik bildiren atıf harfidir. Tezâyüf nedeniyle birbirine atfedilen mef’ûller تِجَارَةً ve لَهْواًۨ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan cinse işaret eder.
تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ ibaresinde taksim vardır. Yani bazıları ticaret uğruna ayrıldı. Bazıları eğlenmek için ayrıldı. Ticaret lafzının müennes olarak önce gelmesinde tağlîb vardır.
Çünkü ticaret bunların dağılmasının en güçlü nedeniydi. (Âşûr)
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
وَ ’la gelen وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ cümlesi, قَدْ takdiriyle انْفَضُّٓوا fiilinin failinden haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَٓائِماً , mef’ûlun halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ
Cümle istî’nâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَا müsnedün ileyh, خَيْرٌ müsneddir.
Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِنْدَ , tazim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında tazim ve teşvik içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عِنْدَ اللّٰهِ izafeti vaadi tazim içindir.
Müsned olan خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Birbirine tezayüf nedeniyle atfedilen مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ car mecrurları خَيْرٌ ’a mütealliktir.
اللَّهْوِ- مِنَ - التِّجَارَةِۜ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet-i kerîmenin baş tarafında وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ buyurulmuş, ikinci kısımda ise مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ buyurulmuştur. Yani ayetin birinci kısmında ticaret eğlenceden önce zikredilmiştir. Çünkü o asıl kastedilendir. İkinci kısımda ise eğlence ticaretten önce zikredilmiştir. Çünkü kendisinde fayda bulunmayan şeydeki ziyan daha büyüktür. Böylece ayetin her iki kısmında mühim olan unsur önce zikredilmiş olmaktadır.
Bu ayetin iniş sebebebinin şu olduğunu biliyoruz: Medine’de fakirlik ve ihtiyaç bulunan bir dönemde Dihye el-Kelbî (ra) Şam’dan bir ticaret ile gelmiş ve bu geliş Cuma günü Resulullah (sav) hutbe okurken olmuştu. Bunun üzerine on iki erkek ve yedi kadın haricinde herkes gelen kervanın yanına gitmişti. Onlardan bazısı da sırf eğlenceyi dinlemek için hutbeyi terk etmişti. Nitekim onlardan kimisinin sadece davul dinlemek ve eğlenceyi seyretmek için, kimisinin de ihtiyaçlarından dolayı ticaret için hutbeyi terk ettiklerine işaret için ayette, تِجَارَةً اَوْ لَهْوًا buyurulmuştur. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
وَ , haliyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsned olan خَيْرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Az sözle çok anlam ifade eden خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
الرَّازِق۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmid ve tehlil, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç sunan bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا جَٓاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَـكَاذِبُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذَا | zaman |
|
2 | جَاءَكَ | sana geldikleri |
|
3 | الْمُنَافِقُونَ | münafıklar |
|
4 | قَالُوا | derler |
|
5 | نَشْهَدُ | tanıklık ederiz |
|
6 | إِنَّكَ | muhakkak ki senin |
|
7 | لَرَسُولُ | elçisi olduğuna |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
10 | يَعْلَمُ | bilir (ki) |
|
11 | إِنَّكَ | sen muhakkak |
|
12 | لَرَسُولُهُ | onun elçisisin |
|
13 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
14 | يَشْهَدُ | tanıklık eder |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | الْمُنَافِقِينَ | münafıkların |
|
17 | لَكَاذِبُونَ | yalancılıklarına |
|
اِذَا جَٓاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُوا cümlesi şartın cevabıdır. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. نَشْهَدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. رَسُولُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُنَافِقُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُۜ
İsim cümlesidir. وَ itiraziyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَعْلَمُ haber olarak mahallen merfûdur. اِنَّكَ لَرَسُولُهُ cümlesi amili يَعْلَمُ iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. رَسُولُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَـكَاذِبُونَۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَشْهَدُ haber olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْمُنَافِق۪ينَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كَاذِبُونَ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَاذِبُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا جَٓاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan جَٓاءَكَ الْمُنَافِقُونَ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ cümlesinde نَشْهَدُ fiili kaseme işaret eder.
اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ cümlesi kasem menzilindedir. Cevabı ayetin son cümlesidir. اِنَّ ve lam-ı kasem ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayetteki üç lâmın ilki ve sonuncusu kasem içindir, ikincisi ise muzahlakadır.
اِنَّ ’nin ismi كَ zamiri, haberi لَرَسُولُ اللّٰهِۢ ’dir.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim ifade eden kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
رَسُولُ اللّٰهِۢ izafetinde lafza-i celâle muzâf olmakla رَسُولُ şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَرَسُولُ - اللّٰهِۢ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı kasem sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve kasem lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna kasem lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Süyûtî, el-İtkan, İtkan, c. 2, s. 176)
Kur’ânı Kerim’de yedi sure, şart edatı ile başlamıştır. Bunlar; Vâkıa, Munâfikûn, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Zilzal ve Nasr sureleridir. (İtqan)وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُۜ
وَ itiraziyye, cümle önceki ve sonraki iki cümle arasında muterizadır.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُۜ [Allah biliyor ki, Şüphesiz sen O'nun Peygamberisin] cümlesi, bir ara cümlesidir. Münafıkların, o sözü inanarak söylemediklerini açıklamak, Muhammed (sav)'in peygamberliğine şahitlik ettikleri iddialarında yalanladıkları vehmini ortadan kaldırmak için şart cümlesi ile cevap cümlesi arasında gelmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اللّٰهُ mübteda, يَعْلَمُ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve tazim içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّكَ لَرَسُولُهُ cümlesi يَعْلَمُ fiilinin iki mefulü yerindedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
رَسُولُهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
رَسُولُ kelimesinin ayetteki önemine binaen tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ يَشْهَدُ
Cümle atıf harfi وَ ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اللّٰهُ mübteda, يَشْهَدُ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsnedün ileyhin fiil olan habere takdim edilmesi hükmü takviye içindir. (Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْهَدُ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَشْهَدُ - نَشْهَدُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَـكَاذِبُونَۚ
Cümle, kasemin cevabıdır. اِنَّ ve lam-ı kasem ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı kasem sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid veya kasem lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid veya kasem lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Süyûtî, el-İtkan , İtkan, c. 2, s. 176)
الْمُنَافِق۪ينَ ve كَاذِبُونَۚ kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
لْمُنَافِق۪ينَ - كَاذِبُونَۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, مُنَافِق۪ينَ kelimesinin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اتَّخَذُوا | yaptılar |
|
2 | أَيْمَانَهُمْ | yeminlerini |
|
3 | جُنَّةً | kalkan |
|
4 | فَصَدُّوا | engel oldular |
|
5 | عَنْ | -ndan |
|
6 | سَبِيلِ | yolu- |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | إِنَّهُمْ | elbette onların |
|
9 | سَاءَ | ne kötüdür |
|
10 | مَا | şeyler |
|
11 | كَانُوا | oldukları |
|
12 | يَعْمَلُونَ | yapmış |
|
اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. اِتَّخَذُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِتَّخَذُٓوا değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَيْمَانَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جُنَّةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. صَدُّوا atıf harfi ف ile اِتَّخَذُٓوا ‘ye matuftur.
صَدُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَنْ سَب۪يلِ car mecruru صَدُّوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِتَّخَذُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. سَٓاءَ مَا cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَا harfi, سَٓاءَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfedir. سَٓاءَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, النفاق- أو عدم الثبات على الإيمان (Nifak veya iman üzere sabit olmaması) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا’ nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
اَيْمَانَهُمْ izafeti kısa yoldan izah içindir. Ikinci mef’ûl جُنَّةً ’deki nekrelik nev ve tahkir içindir.
اِتَّخَذُٓوا fiili; isteyerek ve kabul ederek yapmaktır.
اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً [yeminlerini kalkan edindiler.] cümlesinde istiare vardır. Çünkü aslında جُنَّةً , kişinin kendisiyle korunup siper edindiği kalkan gibi bir şeydir. Burada Yüce Allah onu müsteâr olarak kullanmıştır. Çünkü onlar mallarını ve canlarını korumak için, müslüman görünüyorlardı. (Safvetü’t Tefâsir)
جُنَّةً اليمين sözünün manası şöyledir; münafıklar, içine girene yer veren, ona sığınanları koruması altına alan İslam’ı zahiren kabul etmişler gibi görünmek suretiyle, içlerinde zıddını (inkârı) taşıdıkları (sözde) imanlarını, korumasına sığındıkları ve sayesinde nüfuz zırhına büründükleri bir kalkan yapmışlardır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Yeminlerini kendilerine gelecek zararlardan koruyan kalkan gibi yaptılar. Teşbih-i beliğ yoluyla iman kalkana benzetilmiştir. Bu; yeminin kalkan edinmeye benzetilmesidir. اتَّخَذُوا istiare-i tebeiyyedir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَب۪يلِ kelimesi din manasında istiaredir. سَب۪يلِ aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır.
اِتَّخَذُٓوا - فَصَدُّوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اِتَّخَذُٓوا - صَدُّوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, gayrı talebî inşaî isnaddır. سَٓاءَ , mazi sıygada, nakıs zem fiilidir. Mahsusunun hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi muhataba onların hallerinin çok çirkin olduğunu belirtmek için tezyîldir. (Âşûr)
اِنَّ , isim cümlesi, zem fiili ve isnadın tekrarı sebebiyle birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
سَٓاءَ zem fiili, yergi maksatlı cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Bu kelamda şiddetli bir tehdit vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,
سَٓاءَ ‘nin faili konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan يَعْمَلُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
يَعْمَلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle mübteda ذٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ muttasıl zamir أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اٰمَنُوا fiili أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طُبِعَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru طُبِعَ fiiline mütealliktir. Naib-i faildir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَفْقَهُونَ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَفْقَهُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular. İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile münafıkların kötü amellerine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup harfi cerle birlikte ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar-ı müevvel olan اَنَّهُمْ اٰمَنُوا cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ‘nin haberinin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen ثُمَّ كَفَرُوا cümlesi tezat nedeniyle اَنَّ ’nin haberine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
كَفَرُوا - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
بِأنَّهم آمَنُوا sözü işaret isminin haberidir. بِ 'nin manası sebebiyyedir. ثُمَّ ise rütbeten terahi içindir. Bu yüzden imanı göstererek küfrü iptal etmek, apaçık küfürden daha büyüktür. Onların küfürleri, gösterdikleri imandan daha derin bir şekilde içlerinde yerleşmiştir. (Âşûr)
İman, hakikat ve mecaz manasıyla kullanılmıştır. Çünkü münafıkların dereceleri, münafıklık ve küfrün şiddeti bakımından farklılık gösterir. İçlerinde Kur'an ayetlerini işittiğinde veya Peygamber Efendimiz'den (sav) nur gördüğünde iman ederler ama bu iman kalplerinde kalmaz. (Âşûr)
Buna benzer gruplar için kullanılan iman kelimesi mecazdır. (Âşûr)
فَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
Cümle ta’liliyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu cümlede istiare-i tasrîhiyye vardır. Çünkü kalplere gerçek anlamda mühürleme mümkün olmaz. Allah'ın emirlerini yerine getirmedikleri, cihat çağrısına uymadıkları için onların kalpleri kapatılmış, kendisine yararı olan herhangi bir şeyin içeri girmesinin mümkün olmadığı, mühürlenmiş bir kaba benzetilmiştir. Allah Teâlâ, istiare-i tasrîhiyye yoluyla طُبِـعَ kelimesini müstear olarak kullanmıştır.
وَطُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ (Kalplerine mühür vuruldu.) ibaresinde kalpler mühürlü bir kaba benzetilmiştir. Hidayet onun içine sızmaz. Yani istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
طُبِـعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ ifadesinde istiare vardır. Kalp, hidayetin içine konulacağı, mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara Suresi 7. ayetteki ختم اللهغلى قلةبهم ifadesine benzemekle beraber bu fiilde mana açısından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise ختم fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Makabline matuf olan فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Anlamında sabitlik ve devamlılık olan isim cümlesi, yenilenme ve tekrarlanma ifade eden fiil cümlesine atfedilmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned لَا يَفْقَهُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.
Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَهم لا يَفْقَهُونَ cümlesi آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا cümlesine tefrîdir. بِ harf-i cerinin sebep manasına uygun olarak, imandan sonra inkar etmeleri, kötü amellerine sebep olmuştur. Bu da tefrî harfi ف ‘nin gereğince nazarî gerçeklerin farkında olmamalarının bir sebebidir. (Âşûr)
وَاِذَا رَاَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ اَجْسَامُهُمْۜ وَاِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْۜ كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌۜ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْۜ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْۜ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَـكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | رَأَيْتَهُمْ | onları gördüğün |
|
3 | تُعْجِبُكَ | hoşuna gider |
|
4 | أَجْسَامُهُمْ | cisimleri |
|
5 | وَإِنْ | ve eğer |
|
6 | يَقُولُوا | konuşsalar |
|
7 | تَسْمَعْ | dinlersin |
|
8 | لِقَوْلِهِمْ | sözlerini |
|
9 | كَأَنَّهُمْ | onlar gibidirler |
|
10 | خُشُبٌ | odunlar |
|
11 | مُسَنَّدَةٌ | dayatılmış |
|
12 | يَحْسَبُونَ | sanırlar |
|
13 | كُلَّ | her |
|
14 | صَيْحَةٍ | bağırtıyı |
|
15 | عَلَيْهِمْ | kendi aleyhlerinde |
|
16 | هُمُ | onlar |
|
17 | الْعَدُوُّ | düşmandır |
|
18 | فَاحْذَرْهُمْ | onlardan sakın |
|
19 | قَاتَلَهُمُ | onları kahretsin |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | أَنَّىٰ | nasıl da? |
|
22 | يُؤْفَكُونَ | döndürülüyorlar |
|
Ceseme جسم :
Cisim جِسمٌ, boyu, eni ve derinliği olan nesnedir. Bir parça son haddine kadar parça parça kesilse veya parçalansa bile, bu parçalarından hiçbirinin cisimliği sona ermez. Çoğulu أجْسامٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 2 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri cisim, cismani, tecessüm, mücessem, cesamet ve cesimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Haşebe خشب :
Odun/kereste anlamındaki خُشُبٌ sözcüğü خَشَبٌ'un çoğuludur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli ahşaptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Senede سند :
سَنَدَ fiili dayanmak/yaslanmak anlamına gelir.
İsim olarak سَنَدٌ sözcüğü destek, dayanak ve aralık demektir. (Dağarcık)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri senet, isnad, istinad ve mesneddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا رَاَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ اَجْسَامُهُمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَيْتَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَيْتَهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُعْجِبُكَ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَجْسَامُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُعْجِبُكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عجب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُوا şart fiili olup fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen تَسْمَعْ cümlesi şartın cevabıdır. تَسْمَعْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لِقَوْلِهِمْ car mecruru تَسْمَعْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌۜ
كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder. هُمْ muttasıl zamir كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
خُشُبٌ kelimesi كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. مُسَنَّدَةٌ kelimesi خُشُبٌ ‘nun sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسَنَّدَةٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mefûludur.
يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْۜ
Fiil cümlesidir. يَحْسَبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَحْسَبُونَ sanmak manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. صَيْحَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir.
هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَدُوُّ haber olup lafzen merfûdur.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. احْذَرْ atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبه لهذا فاحذرهم (Buna dikkat et ve sakın!) şeklindedir.
احْذَرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَـكُونَ
Fiil cümlesidir. قَاتَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
اَنّٰى istifham ismi, zarfı mekân olarak يُؤْفَـكُونَ ‘deki failin mahzuf haline müteallik olup mahallen mansubdur.
يُؤْفَـكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَاتَلَهُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ اَجْسَامُهُمْۜ
Hükümde ortaklık nedeniyle ikinci ayetteki … اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen bu cümlenin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan رَاَيْتَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen تُعْجِبُكَ اَجْسَامُهُمْ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
[Onları gördüğünde, kalıpları hoşuna gider] ifadesinde hitap Peygamber’e (s.a.v) yahut her bir muhataba yöneliktir. (Keşşâf)
وإذا رَأيْتَهُمْ cümlesi فَهم لا يَفْقَهُونَ (Munafikun/3) ayetine matufdur. İhtiras (dikkat) ve dış görünüşüne (zahirlerine) aldanan kimselerinin yanılgısına engel olmak için tetmim maksadıyla gelmiştir. (Âşûr)
وَاِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْۜ
Atıf harfi وَ ‘la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan يَقُولُوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi olan تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَوْلِ - يَقُولُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَقُولُوا - تَسْمَعْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ‘nin ismi هُمْ zamiri, haberi خُشُبٌ ‘dir. مُسَنَّدَةٌ kelimesi خُشُبٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. هُمْ müşebbeh, خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌۜ müşebbehün bihtir
اِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْۜ كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌ [Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Tıpkı sıralanmış kof kütük gibidirler.] ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Bu, parlak teşbihlerdendir. (Safvetü’t Tefâsir)
يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كُلَّ صَيْحَةٍ izafeti, يَحْسَبُونَ fiilinin mef’ûlüdür. Car mecrur olan عَلَيْهِمْ mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. هُمُ mübteda, الْعَدُوُّ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, onların bu özelliğinin biliniyor olmasının yanında, kemâl vasıflara sahip olduğuna işarettir.
فَاحْذَرْهُمْۜ cümlesi, takdiri تنبه لهذ (Buna dikkat et!..) olan mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَـكُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Haberî formda geldiği halde cümle haber manasından çıkarak beddua manası kazanmıştır. Muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşması nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama amacı taşır. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması korku ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَنّٰى يُؤْفَـكُونَ cümlesi haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Zarf-ı mekan olan istifham ismi اَنّٰى , fiildeki fail zamirin mahzuf haline mütealliktir. Fiile takdimi, istifham isminin sadaret hakkı nedeniyledir.
يُؤْفَكُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Ayetin bu son cümlesi, Tevbe Suresi 30. ayette aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ [Allah onları öldürsün.] cümlesi dua cümlesidir. Onlara lanet, rezillik ve helak isteği ile yapılmış bir bedduadır. (Safvetü’t Tefâsir)
“Nasıl da ters-yüz ediliyorlar!” Yani nasıl da haktan sapıyorlar! Bu onların bilgisizliği ve sapkınlığına şaşma kabilinden söylenmiştir. (Keşşâf)
“Geliştirilen ve hayatımızın her köşesine serpiştirilen reklamlar sayesinde, dünyanın eğlencesine dalmak ve alışverişle oyalanmak artık iyice kolaylaştı. Gerçek manada tanımadığın binbir değişik fikirlere sahip insanlara ulaşmak ve aslında evine almak istemeyeceğin kişilerin özel hayatlarını takip etmek yaygın bir alışkanlık haline geldi.”
Bu sözleri defterine yazarken, yeğeni yanına geldi ve bir soru sormak istediğini söyledi: “Münafık kimdir?” Az önce yazdığı kelimelere bakarken aklına gelen cevabı toparladı:
“Daha iyi anlaman için bir örnek vererek açıklamaya çalışacağım. Takipçi sayısı çok fazla olan bir sosyal medya hesabı düşün. Bu hesabı gördüğünde sende bir izlenim bıraktı ve o izlenime kandın. Anlattıklarına kulak verdin ve ona güvendin. Paylaşımlarının arasındaki tutarsızlıkları görmezden geldin. Hep anlatan ama hiç dinleyen taraf olmamasını garipsemedin. Günümüz tabiriyle fenomen diye adlandırdığın bu kişiyle, günün birinde tanıştığını farzet. Baktın ki, sosyal medyada gördüğünle, tanıştığın kişinin; ne kendisi, ne de hayatı aynı değil. Meğer, takipçi sayısını arttırmak için çok yalanlar söylemiş ve çok taklalar atmış. İşte, sosyal medya hesabı insanın dış dünyaya gösterdiği hali; senin tanıştığın ise gerçek düşünce ve duygularını sakladığı kalbi.”
Ey Allahım! Bizi münafıkların şerrinden ve amellerinden muhafaza buyur. Hallerimizi, kalplerimizi ve amellerimizi; münafıklık alametlerinden arındır. Zihnimize ve kalbimize atılan nifak tohumları karşısında uyanık olmamızı nasip et ve doğru adımları atmamız için yardımcımız ol. İmanı kalbine yerleşen, razı olduğun amellerle ömrünü süsleyen maddi ve manevi alemi tutarlı yani içi dışı bir olan kulların kat.
Amin.
***
Bir defterin köşesine şöyle yazılmıştır:
Allah için yaşadığının ve nihai hedefin ahiret olduğu bilinci ile uhrevi ve dünyevi işler arasında doğru dengeyi tuttur. Ancak o zaman kalbin huzura, aklın rahata kavuşur.
Seni, Allah yolundan ve Allah’ın emirlerine itaatten uzaklaştıran insanları ve durumları elemediğin sürece büyük bir tehlikedesindir. Ayağım kaymaz diyene kibri çelme takmıştır.
İbadeti ve itaati telkin eden uyarıları ertelemek dürtüsüne karşı koyup nefsinin keyfine değil, hakikati bilen kalbinin sesine kulak ver. Ancak dinlediğin şey konuşur, dinlemediğin ise susar.
Yeryüzünde herhangi bir şeyin mükemmel halini aramayı bırakmadığın sürece mutluluk diye gördüklerinin hepsi kapıda kalır. Zira dünyalıklar içinde her şeyiyle ‘tam’ olan yoktur.
Yaptığın her işte, bulunduğun her mekanda ve baktığın her köşede; diline ve kalbine Allah’ın adını söylettir. Allah’tan sakın, Allah’a sığın. Allah’tan iste, Allah’a arzet.
Allah’ı bilen ve seven kalbin ile Allah’a ibadet eden bedeninin kıymetini bil ve onları taşıdığın yerlere dikkat et. Allah’ın rızasının olmadığı haller, kendine zulümden başka bir şey değildir.
Ey Allahım! Kendimize ve etrafımızdakilere, maddi ve manevi herhangi bir zulümde bulunmaktan muhafaza buyur. Bizi, Sana samimiyet ile teslim olan kullarından eyle. Dilimiz, bedenimiz ve kalbimiz, Seninle ve bizi Senin rızana ulaştıracak işlerle meşgul olsun. Bildiğimiz ve bilmediğimiz her türlü tehlikeden ve zarardan, Sana sığınırız. Kendimizden, Sana kaçarız. Bizi koru. Bizi affet. Bize kolaylaştır. Bize sevdir. Sevdiklerini ve hakkımızda hayırlı olanları sevdir. Bizden razı ol. Bizi sevdiklerin arasına kat. Ve bizi huzuruna kabul eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji