7 Nisan 2026
Cum'a Sûresi 1-8 (552. Sayfa)
Cum'a Sûresi
Medine döneminde inmiştir. 11 âyettir. Sûre, adını 9. âyette geçen “elCumu’a”kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Hz. Muhammed’in peygamberolarak gönderilişi, Yahudilerin Allah’ın dininden yan çizmeleri ve Cumanamazı ile ilgili bazı hükümler konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada altmış ikinci, iniş sırasına göre yüz onuncu sûredir. Muhtemelen hicretin 1. yılında nâzil olmuştur (bk. Emin Işık, “Cum‘a Sûresi”, DİA, VIII, 92). Derveze, sûrede yahudilerden bahsedildiği, Hendek Savaşı’ndan sonra ise Medine’de yahudi kalmadığı noktasından hareketle en azından bu savaştan söz eden Ahzâb sûresinden önce inmiş olması gerektiğini ifade eder (VIII, 227). Aynı kanaati paylaşan Süleyman Ateş, Ebû Hüreyre’den yapılan –sûrenin kendisinin müslüman olmasından sonraki bir tarihte indiği bilgisini içeren– rivayetin sahih olamayacağını, çünkü onun Hayber’in fethi sırasında Hz. Peygamber’e gelip müslüman olduğunu ifade eder ve bu rivayeti ona yapılmış bir iftira olarak niteler (IX, 429, 431). Fakat İbn Âşûr’a göre, Hendek Savaşı’ndan sonra da bazı müslümanların Hayber yahudileriyle ortak ziraî faaliyetlerinin devam ettiği ve aralarında sıkı bir iletişimin bulunduğu dikkate alındığında (XXVIII, 169), sûrede onlardan söz edilmesini yadırgamamak gerekir ve Ebû Hüreyre’nin rivayeti esas alınarak bu sûrenin Hayber’in fethedildiği yıl nâzil olduğu düşünülebilir (XXVIII, 204, 205).

Esmâ-i hüsnâdan dört ismin yer aldığı bir tesbih ifadesiyle başlayan sûrede Hz. Peygamber’in gönderilmesinin hikmetlerine değinilmekte, kendilerine Tevrat verilenlerin bu ilâhî emanetin sorumluluğunu taşıyamadıkları belirtilip yahudilerin bazı bencilce iddiaları eleştirilmekte, cuma namazının müslümanlar açısından taşıdığı önem ve bu ibadetin anlamı üzerinde durulmaktadır.

Bazı müfessirlere göre bu sûrede yahudilerin kendileri için övünç konusu yaptıkları şu üç iddia çürütülmüştür: a) Yalnız kendilerinin kutsal kitap sahibi oldukları ve başka bir toplumun içinden peygamber çıkamayacağı, b) Kendilerinin Allah’ın has ve imtiyazlı kulları oldukları, c) Allah’ın kendileri için kutsal bir gün (cumartesi) belirlediği ve müslümanların kutsal kitaplarında ise böyle bir belirleme bulunmadığı (bk. Zemahşerî, IV, 97).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Cum'a Sûresi 1. Ayet

يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  ...


Göklerdeki ve yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ı tespih eder.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُسَبِّحُ tesbih etmektedir س ب ح
2 لِلَّهِ Allah’ı
3 مَا ne varsa
4 فِي
5 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
6 وَمَا ve ne varsa
7 فِي
8 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
9 الْمَلِكِ padişah م ل ك
10 الْقُدُّوسِ mukaddes ق د س
11 الْعَزِيزِ aziz ع ز ز
12 الْحَكِيمِ hakim ح ك م
Evrendeki bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiğine ilişkin ifadelerde –önceki sûrenin başında olduğu gibi– yer yer geçmiş zaman fiili kullanılmış; ama Arap dilinde bu zaman kalıbıyla daima geçmişte olup bitme anlamı değil bazan fiilin konusunun gerçekleştiğini kesin biçimde belirtme anlamı kastedildiğinden orada ve benzeri yerlerde bu fiil “tesbih etmektedir” şeklinde çevrilmiştir. Bu ve benzeri âyetlerde ise “tesbih ediyor” veya “tesbih eder” anlamına gelen bir fiil kullanılması, tesbih olgusunun halen devam ettiğine ve böyle sürüp gideceğine özel vurgu yapan bir ifade olarak anlaşılmıştır (Râzî, XXX, 2; “tesbîh” hakkında bk. İsrâ 17/44; bu âyette geçen esmâ-i hüsnâdan “melik, kuddûs, azîz ve hakîm”in anlamları için bk. Haşr 59/22-24).

يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

Fiil cümlesidir. يُسَبِّـحُ  damme ile merfû muzari fiildir. لِلّٰهِ  car mecruru  يُسَبِّـحُ  fiiline mütealliktir. مَا  müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. 

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  lafza-i celâlin sıfatları olup kesra ile mecrurdurlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسَبِّـحُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.  

الْقُدُّوسِ - الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسَبِّـحُ  şeklinde muzari fiilin tercih edilmesi, semavat ve arz ehlinin Allah’a hamdlerini yinelediklerini ve O’ndan vazgeçmediklerini belirtmek içindir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Car mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir.  لِلّٰهِ  car mecruru  يُسَبِّـحُ  fiiline mütealliktir. Harf-i cerin zaid, lafza-i celâlin mef’ûl olması da caizdir.

Fail olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Gayr-ı akiller için kullanılan ism-i mevsul  مَا , tağlib sanatı yoluyla akıllıları da kapsamıştır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.

İkinci mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası, tezat nedeniyle birinci mevsûle atfedilmiştir.

السَّمٰوَاتِ  -  الْاَرْضِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

السَّمٰوَاتِ ’den sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

فِي السَّمٰوَاتِ - فِي الْاَرْضِۚ  ibarelerindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü ve gökyüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  yeryüzü ve gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

مَا  ve  فِي  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمَلِكِ - الْقُدُّوسِ - الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِ  kelimeleri lafza-i celâlin sıfatlarıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْقُدُّوسِ - الْعَز۪يزِ- الْحَك۪يمِ  sıfatları, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِ  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.

الْمَلِكِ ; O ilâh, her şeyin sahibidir. Meydana getirmek ve yok et­mek suretiyle yaratmada tasarruf sahibidir. الْقُدُّوسِ  noksanlardan uzak tutu­lan ve olgunluk sıfatlarıyla nitelenendir. الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  mülkünde güçlü, yaptı­ğında hikmet sahibidir. (Safvetü’t Tefâsir)

Kur’an’ı Kerim’de mevsûl isimler ard arda geldiğinde bazen zikredilmiş bazen de hazf edilmiştir. Hazf edildiğinde ona delalet eden bir karinenin olması gerekir. Mezkûr olmasının da mahzuf olmasının bir illeti vardır. Örneğin mevsûl isimden ferd kastedildiğinde mevsûl isim mezkûr olurken, cins kast edildiğinde mahzuf oluyor. (Davut Yıldız, Fâdil Sâlih Es-Samarraî Ve Me‘âni’n-Nahv Adlı Eserinde Merfuat’a İlişkin Farkındalık Oluşturan Görüşleri)

Bazı surelerin başında, geçmiş zaman kalıbıyla  سَبَّحَ , bazılarında ise muzari kalıbıyla يُسَبِّحُ  gelmiştir. Her ikisinde de anlam şöyledir: Tesbîh fiilinin isnad edilebileceği her varlığa Allah’ı tesbih etmek yakışır. Bu, bütün varlıkların adet ve uygulamasıdır. Fiil bazen  لِ  harf-i ceriyle geçişli yapılmış bazen de  تُسَبِّحُوهُ [Ve O’nu tesbih edesiniz] (Fetih 48/9) ayetinde olduğu gibi doğrudan doğruya geçişli kılınmıştır. Aslolan, doğrudan geçişli olmasıdır; çünkü  سَبَّحَتُهُ  ifadesi, “O’nu kötülükten uzak tuttu.” anlamındadır. Bu fiilin sülâsîsi  سَبَّحَ  olup “gitti ve uzaklaştı” demektir. Mef‘ûlünün başına bazen getirilen  لِ , ya “Ona nasihat ettim.” anlamında kullanılan  نصحته  ve  نصحت له  kullanımındaki lâm’a benzer ya da  سَبَّحَ لِلّٰهِ  ifadesinde kasıt, sırf Allah için ve tamamen O’nun rızasını kazanmak amacıyla tesbîh ettiğidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yani tesbih edebilen ve tesbih etmesi mümkün olan her şey demektir. (Keşşaf)

Ayetin bu ilk cümlesi, bazı değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 
Cum'a Sûresi 2. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ  ...


O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 الَّذِي
3 بَعَثَ gönderendir ب ع ث
4 فِي içinde
5 الْأُمِّيِّينَ ümmiler ا م م
6 رَسُولًا bir elçi ر س ل
7 مِنْهُمْ kendilerinden olan
8 يَتْلُو okuyan ت ل و
9 عَلَيْهِمْ onlara
10 ايَاتِهِ O’nun ayetlerini ا ي ي
11 وَيُزَكِّيهِمْ ve onları yücelten ز ك و
12 وَيُعَلِّمُهُمُ ve onlara öğreten ع ل م
13 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
14 وَالْحِكْمَةَ ve hikmeti ح ك م
15 وَإِنْ oysa
16 كَانُوا onlar idiler ك و ن
17 مِنْ
18 قَبْلُ önceden ق ب ل
19 لَفِي içinde
20 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
21 مُبِينٍ açık ب ي ن

Peygamberin temel görevi Allah’ın âyetlerini okuma yani aldığı vahyi olduğu gibi bildirme, insanları arındırma yani ruhen yücelmeleri, davranış güzelliğine erişmeleri ve insana yaraşmayan hallerden kurtulmaları için onları eğitme, tebliğ ve eğitimle yetinmeyip aynı zamanda öğretme ve açıklama (kitabı ve hikmeti öğretme) şeklinde özetlenmekte, Resûl-i Ekrem’in yalnız ilk muhataplarına değil daha sonra geleceklere de elçi olarak gönderildiği belirtilmekte, peygamber ve vahiy gönderme veya peygamberlik görevi vermenin ilâhî bir lutuf olduğu, bunun da ancak Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğu bildirilmektedir. Ümmî kelimesi bu bağlamda, “büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen Araplar” veya “kendilerine ait ilâhî bir kitabı olmayan topluluk” anlamlarıyla açıklanmıştır (peygamberin belirtilen görevleri ve muhatapların daha önce açık bir sapkınlık içinde olmaları hakkında bk. Bakara 2/129, 151; Âl-i İmrân 3/164; “hikmet” hakkında bk. Bakara 2/269; “ümmîler” kelimesinin anlamları hakkında bk. Bakara 2/78; Âl-i İmrân 3/20, 75; “ümmî peygamber” tabiri hakkında bk. A‘râf 7/157, 158).

3. âyetin “(O, ileride) onlardan (olacak), henüz kendilerine katılmamış bulunan daha başkalarına da (gönderilmiştir)” şeklinde çevrilen kısmı önceki âyete gramer açısından şu şekillerde bağlanabilmektedir: 

a) Ümmîlere ve –henüz kendilerine katılmamış olan– daha başkalarına da gönderilmiş bir elçi, b) Ümmîlere ve –henüz kendilerine katılmamış olan– daha başkalarına da Allah’ın âyetlerini okuyan (...) bir elçi (Şevkânî, V, 259). İbn Âşûr Arap dili kurallarına göre birinci şıkkı doğru bulmaz. Fakat her iki ihtimale göre âyetin mesajı açısından farklı bir sonuç çıkmamaktadır; kendisinin de belirttiği üzere burada amaç, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin belirli bir dönem ve belirli bir toplumla sınırlı olmadığını ifade etmektir (XXVIII, 210-211). Bu anlamı daraltıcı yorumlar yapılmış olmakla beraber, bunlar sağlam bir delile dayanmamaktadır. Taberî de bu yorumları naklettikten sonra âyetin anlamının genel olduğunu belirtir (XXVIII, 95-96).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 344-345

هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası بَعَثَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

بَعَثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. فِي الْاُمِّيّ۪نَ  car mecruru  بَعَثَ  fiiline müteallik olup cer alameti  يّ۪ ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

رَسُولاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  رَسُولاً ‘nin mahzuf sfatına mütealliktir.  يَتْلُوا  fiili  رَسُولاً ‘nin ikinci sıfatı olup mahallen mansubdur. 

يَتْلُوا  mahzuf elif üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَتْلُوا  fiiline mütealliktir.  اٰيَاتِه۪  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يُزَكّ۪يهِمْ  atıf harfi وَ ‘la  يَتْلُوا ‘ye matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُزَكّ۪يهِمْ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُعَلِّمُهُمُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

يُعَلِّمُهُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحِكْمَةَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

يُزَكّ۪يهِمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زكو ’dir. 

يُعَلِّمُهُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

 

وَ  haliyedir.  اِنَّ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنْ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur.Takdiri; إنّهم (Muhakkak ki Onlar) şeklindedir.  كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle muhaffefe  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  ضَلَالٍ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

قَبْلَ  muzâfun ileyhi hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. 

ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  كَانُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir.  مُب۪ينٍۙ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin isim cümlesi olması için lafza-i celâle ait zamirle başlaması hükmü takviye ve tekid ifade eder. Yani cümle ‘’Şüphesiz ki Nebi (sav) Allah tarafından gönderilmiştir’’ manasındadır. (Âşûr) 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ  cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  فِي الْاُمِّيّ۪نَ , ihtimam için, mef’ûl olan  رَسُولاً  ‘e takdim edilmiştir.

فِي الْاُمِّيّ۪نَ  car mecruru  بَعَثَ  fiiline mütealliktir.  بَعَثَ  fiilinin mef’ûlü olan  رَسُولاً ’deki nekrelik, tazim ve teşrif ifade eder.  مِنْهُمْ  car mecruru,  رَسُولاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

فِي الْاُمِّيّ۪نَ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْاُمِّيّ۪نَ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  kişiler , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.  

فِي الْاُمِّيّ۪نَ  sözündeki  فِي  harfi zarfiye içindir. Yani,cemaatin ve o cemaatin bireylerinin durumuna işaret etmektedir. Bu zarfiyyeden birliktelik anlamı anlaşılır. Yani, onlardan ayrılmayan bir resuldür. Bir kavme bir söz söyleyip veya bir şey teslim edip ayrılan giden bir elçi gibi değildir. (Âşûr)

الْاُمِّيّ۪نَ  kelimesi; akıllılara ait cemi sıyganın delaletiyle mahzuf bir mevsufun sıfatıdır. Yani, ümmi insanlar demektir. Kur’an’da cemi müzekker sıyga tağlip yoluyla kadınları da kapsar. Yani, ümmi erkekler ve kadınlar demektir. (Âşûr) 

يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ  cümlesi,  رَسُولاً  için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  اٰيَاتِه۪ ‘e takdim edilmiştir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَتْلُوا  fiiline mütealliktir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  اٰيَاتِه۪  izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır. Ayetlerin azamet zamirine izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırmıştır.  

يُزَكّ۪يهِمْ  ve  وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ  cümleleri atıf harfi  وَ  ile  يَتْلُوا  fiiline atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَۗ - رَسُولاً - اٰيَاتِه۪  ve  الْكِتَابَ - يَتْلُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İçlerinden gönderilen peygamberin onlar için yapacakları sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

يُعَلِّمُهُمُ -  الْاُمِّيّ۪نَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Ümmiliğin tilavet, kitap ve hikmeti öğretmek, nefsin tezkiye edilmesi olarak vasfedilmesi tıbâkın güzelliklerine bir örnektir. Çünkü bilinen şey ümmilik için zıtlık ifade eder. (Âşûr) 

يُزَكّ۪يهِمْ  tezkiye, nefsi, ameli kuvveti cihetinden kemale erdirmek ve bu kemâle bağlı olarak, nazarî kuvvet cihetinden arındırmaktır. Nefsin bu şekilde kemale erdirilmesi, tilavete (okumaya) terettüp eden talim ile hasıl olmaktadır. Vücut (gerçekleşme) olarak tertip ve sıra böyle iken, ayetin, metninde okumak ile tâlim arasında tezkiyenin zikredilmesi, birbirine terettüp eden hususların her birinin, kendi başına büyük bir nimet olup şükrü gerektirdiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)  


وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

 

Cümle matufla, matufun aleyh arasında itiraziyyedir. (Âşûr) İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

اِنْ , muhaffefe  اِنَّ ’dir.  اِنْ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّ ’nin ismi mahzuftur. Haberi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin mahzuf haberine müteallik olan car mecrur  لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ’deki  لَ , lam-ı farikadır. اِنْ ’in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna işaret eder.  كَان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

مِنْ قَبْلُ  car mecruru,  ضَلَالٍ  kelimesinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

قَبْلُ  cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, sapıklığın onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.

ضَلَالٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade eder. 

ضَلَالٍ  için sıfat olan  مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Dalaletin  مُب۪ينٍ ‘le sıfatlanması, onların sapkınlığının gözle görülür bir hal aldığını ifade eder.

لَف۪ي ’deki lâm lâm-ı farikadır; yani onlar, senin daha vahimini göremeyeceğin bir sapkınlık  içindedirler. (Keşşâf)

 
Cum'a Sûresi 3. Ayet

وَاٰخَر۪ينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  ...


(Allah, o peygamberi) onlardan henüz kendilerine katılmayan başkalarına da göndermiştir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخَرِينَ ve diğerlerine ا خ ر
2 مِنْهُمْ onlardan
3 لَمَّا henüz
4 يَلْحَقُوا katılmayan ل ح ق
5 بِهِمْ kendilerine
6 وَهُوَ ve O
7 الْعَزِيزُ azizdir ع ز ز
8 الْحَكِيمُ hakimdir ح ك م
Ebû Hüreyre (ra) şöyle demiştir: Bir defasında biz Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin yanında otururken ona Cum’a sûresi nâzil oldu. Allah’ın Resûlü “ Allah o peygamberi, henüz bunlara katılmamış, ama daha sonra katılacak olan başkalarına da göndermiştir” ( Cum’a 62/3) 
âyetini okuyunca , sahâbiler, kendilerinden söz edilen bu kimselerin kimler olduğunu sordular. Resûlullah Efendimiz cebap vermeyince, soruyu soran kimse sorusunu üç kez tekrarladı. O sırada aramızda Selman-ı Fârisî de bulunuyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elini onun omuzuna koydu ve şöyle buyurdu:” Şunlardan öyle yiğitler vardır ki, iman Süreyya yıldızının yanında olsa bile, muhakkak ona ulaşırlar. 
(Buhari, Tefsir 62/1; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 230,231).

وَاٰخَر۪ينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْۜ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  الْاُمِّيّ۪نَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْهُمْ  car mecruru  اٰخَر۪ينَ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْ  cümlesi  اٰخَر۪ينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.  

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; cahd-ı müstağraktır. Fiili muzariyi cezm eder.  يَلْحَقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِهِمْ  car mecruru  يَلْحَقُوا  fiiline mütealliktir.  


 وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاٰخَر۪ينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْۜ 

 

Önceki ayetin devamı olan bu ayette  اٰخَر۪ينَ , önceki ayetteki  الْاُمِّيّ۪نَ ’ye atfedilmiştir.

 مِنْهُمْ  car mecruru  اٰخَر۪ينَ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.    

لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْۜ  cümlesi,  اٰخَر۪ينَ ’nin halidir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Nefi ve cezm harfi lemma ‘nın dahil olduğu cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَلْحَقُوا  fiiline müteallik olan  بِهِمْۜ ‘deki  مِنْ  harf-i ceri baziyet içindir. (Âşûr) 

Ayetteki  اٰخَر۪ينَ (diğerlerine) ifadesi, geçen ayetteki  الْاُمِّيّ۪نَ (ümmîler) ifadesine atfedilmiş olup, "o peygamber onlardan başkalarına da peygamber olarak gönderilmiştir" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

اٰخَر۪ينَ (başkalarına da) ifadesi  الْاُمِّيّ۪نَ  üzerine atfedilmiş olup mecrurdur; yani Allah onu kendi zamanındaki ümmîlere ve henüz bunlara katılmamış, fakat yakında katılacak olan diğer ümmîlere de peygamber göndermiştir ki onlar Sahabe-i Kiram’dan sonra gelecek olanlardır. Yine bunların sahâbeden sonra kıyamet gününe değin gelecek kimseler olduğu da söylenmiştir.  اٰخَر۪ينَ ’nin,  يُعَلِّمُهُمُ ’un mansub zamiri üzerine atfedilmiş olarak mansub kılınması da caizdir; yani “onlara ve başkalarına... öğreten.” Çünkü öğretme zamanın sonuna değin aynı minvalde sürdüğünde, bunun tamamı öncesine istinat etmiş olur ve böylece sanki Hazret-i Peygamber o öğretme adına mevcut olan her şeyi üstlenen kişi olmuş olur. (Keşşâf)  

اٰخَر۪ينَ ‘nin  الْاُمِّيّ۪نَ ‘e atfedilmesi caiz değildir. Çünkü  اٰخَر۪ينَ  kelimesinin mukabilinden farklı olması gerekir. Ümmî yani Arap olmaması gerekir. Resul (sav) Arap olmayanlardan değildir. O halde  اٰخَر۪ينَ  kelimesi  الْاُمِّيّ۪نَ ‘e atfedilmemiştir.

اٰخَر۪ينَ  kelimesi ya ikinci ayetteki  يَتْلُوا عَلَيْهِمْ  ifadesindeki  عَلَيْهِمْ ‘deki zamire atfedilmiştir. Takdir söyledir; ‘’Diğerlerine okurlar’’. Ya da  اٰخَر۪ينَ mef’ûlun meah’tır.  وَ  maiyyedir. Burada üç  fiil arasında tenâzu vardır:  يَتْلُوا , يُزَكّ۪ي  , وَيُعَلِّمُ  . Takdir şöyledir: ‘’Ümmîlere ayetlerimizi okur, onları tezkiye eder, onlara kitabı ve hikmeti diğerleriyle beraber öğretir.’’ (Âşûr) 


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ


Ayetin fasılası, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki …هُوَ الَّذ۪ي  cümlesine, atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟  isimleri marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu iki vasfın Allah Teâlâ’daki mevcudiyetinin kemâline işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

Bu iki sıfat elif-lâm ile marife olarak gelmiş,  عَز۪يزُ -  حَك۪يمٌ  buyurulmamıştır. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Nekre olarak gelseydi bu sıfatlarda benzerinin olduğu ihtimalini taşırdı. Bu açıklamadan sonra niçin aynı surede bu iki ismin nekre olarak da geldiği sorulabilir. Lokman Suresi 27. Ayette  عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  şeklinde gelmiştir. Bu soruya ayetlerin siyakının farklı olduğunu söyleyerek cevap verebiliriz. Önceki ayet, Allah'ın ayetlerini alay konusu edinen kibirliler konusunu takiben gelmiştir. Bu kişiler ve dalalete düşürdükleri kişilerin karşılaşacağı cezalarla tehdit ve bu kişilerin dostlarının başına gelmesine sebep oldukları cezalar zikredilmiş ve bu da bu iki sıfatın marife olmasını gerektirmiştir. Çünkü bu sıfatların sahibi olan zat, bu fiilleri yapan her sınıfı cezalandıracak ve kimse O’na engel olamayacaktır. Böylece hiç kimsenin, O’nun yaptıklarına engel olabilecek başka bir  عَز۪يزُ  ve  حَك۪يمُ  olduğunu zannetmemesi gerekmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi , c. 2, s. 400)

 
Cum'a Sûresi 4. Ayet

ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ  ...


İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu
2 فَضْلُ lutfudur ف ض ل
3 اللَّهِ Allah’ın
4 يُؤْتِيهِ vereceği ا ت ي
5 مَنْ kimseye
6 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
7 وَاللَّهُ ve Allah
8 ذُو sahibidir
9 الْفَضْلِ lutuf ف ض ل
10 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م

ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ 


İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  فَضْلُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

يُؤْت۪يهِ  cümlesi mübteda olan  ذٰلِكَ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْت۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

يُؤْت۪يهِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ


وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. ذُوا  haber olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan ref alameti و ‘dır. 

Aynı zamanda muzâftır. الْفَضْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْعَظ۪يمِ  kelimesi  الْفَضْلِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek  içindir.

ذٰلِكَ  mübteda,  فَضْلُ اللّٰهِ  haberdir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  فَضْلُ اللّٰهِ   izafetinde  فَضْلُ ’nun Allah lafzına muzâf olması, onu tazim ve teşrif içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle mertebesinin yüksekliğini belirtir. 

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile Allah'ın faziletine işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim kazandıracak kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi mübtedanın ikinci haberidir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 


 وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ

 

وَ  atıf harfidir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اللّٰهُ  mübteda,  ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ  haberdir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Zamir makamında hükmün illetini bildirmek için zahir isimle lafz-ı celalin zikredilmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti  وَ ’dır.  الْفَضْلِ  muzâfun ileyhtir.  

الْفَضْلِ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. ism-i fail vezni ayrıca bu özelliğin, istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْفَضْلِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cum'a Sûresi 5. Ayet

مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَاراًۜ بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ  ...


Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu م ث ل
2 الَّذِينَ
3 حُمِّلُوا yükletilenlerin ح م ل
4 التَّوْرَاةَ Tevrat
5 ثُمَّ sonra da
6 لَمْ
7 يَحْمِلُوهَا onu taşımayanların ح م ل
8 كَمَثَلِ durumu gibidir م ث ل
9 الْحِمَارِ eşeğin ح م ر
10 يَحْمِلُ taşıyan ح م ل
11 أَسْفَارًا kitaplar س ف ر
12 بِئْسَ ne kötüdür ب ا س
13 مَثَلُ durumu م ث ل
14 الْقَوْمِ kavmin ق و م
15 الَّذِينَ
16 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
17 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
18 اللَّهِ Allah’ın
19 وَاللَّهُ ve Allah
20 لَا
21 يَهْدِي doğru yola iletmez ه د ي
22 الْقَوْمَ topluluğunu ق و م
23 الظَّالِمِينَ zalimler ظ ل م

Esasen yahudi telakkisine göre iman esaslarının ayrıca bildirilmesine gerek yoktur; zira her yahudi dünyaya gelişiyle birlikte, Allah’la çeşitli peygamberler, özellikle Hz. Mûsâ arasında yapılan ilâhî ahde bağlı olmaktadır. Hatta bu sebeple ayrıca bir iman ikrarı ve bunun için gerekli formül uzun süre tesbit edilememiştir. Söz konusu ahid tabii ki öncelikli olarak Allah’ın, peygamberleri aracılığıyla bildirdiklerine sahip çıkma, onları gizlememe ve gereğini yerine getirme taahhüdünü içeriyordu (bk. Âl-i İmrân 3/81, 187). Ne var ki kendilerine Tevrat yüklenen yani onunla yükümlü tutulan (Zemahşerî, IV, 96-97) yahudiler bu sözlerini hatırlamak istemediler. Ama bu yükümlülüğü inkâr da edemedikleri için Tevrat’ın yükü sırtlarında kalmış oldu. Bu yük omuzlarında hissettikleri bir sorumluluk olmaktan çok sırtlarında taşıdıkları bir ağırlık halinde kaldığı için, bu tutumu benimseyenler 5. âyette oldukça ağır bir benzetme yapılarak eleştirilmiştir. Sırtında koca koca kitaplar taşıdığı halde onların sadece maddî ağırlığı altında ezilen ama kendisiyle onların içerikleri arasında bir bağ kurma yeteneğine sahip olmayan merkep benzetmesi, bir mesel (somut düşünmeyi ve sonuçlar çıkarmayı kolaylaştıran canlı bir örnek) olduğu için kuşkusuz sırf Tevrat’la yükümlü tutulanlara değil benzer tutumu benimseyen bütün ilâhî dinlerin mensuplarına yöneltilmiş bir eleştiri ve uyarı niteliğindedir. Âyetin son cümlesi de bu uyarının genel olduğunu göstermektedir.

Bakara sûresinin 94. âyetinde de yahudilere, şayet Allah katında âhiret yurdunun başka insanlara değil de sırf kendilerine ait olduğu iddiasında samimi iseler, ölümü istemeleri çağrısı yapılmış ve 95. âyetinde bunu asla yapamayacakları belirtilmiştir. Bu ifadeden onların âhiret mutluluğunun sırf kendilerinin olacağını iddia ettikleri anlaşılmaktadır. Burada ise âhiretle ilgili kuruntularına değil, bütün insanlar içinde yalnız kendilerinin Allah’ın dostları oldukları iddiasına gönderme yapılmakta, ama kendisinden kaçıp durdukları ölümü asla temenni etmeyecekleri hatırlatılarak bu iddialarında da samimi olmadıklarına dikkat çekilmektedir.

Kur’an’ın değişik âyetlerinden anlaşıldığına göre ilâhî dinlerin temel iman esasları aynıdır, Hz. Mûsâ’ya bildirilenle Hz. Muhammed’e bildirilen arasında bu açıdan fark yoktur. Halbuki Bakara sûresinin 96. âyetinin tefsiri sırasında belirtildiği üzere Hz. Mûsâ’ya nisbet edilen bugünkü Tevrat’ta âhiret fikri zayıf ve müphem olup ölüm sonrası diriliş ve âhiret hayatıyla ilgili bilgiler ve inanç esasları ancak tarih olarak oldukça geç dönemlere ait kutsal kitap metinlerinde yer tutabilmiştir. Kanaatimizce, birçok çağdaş Kitâb-ı Mukaddes araştırmacısı tarafından kabul edilen mevcut Tevrat’ın, farklı metinlerin bir araya getirilmesi sonucunda oluşturulduğu ve aynı kaynaktan gelmediği yönündeki tesbit de dikkate alındığında, Tevrat’taki bu durum ile yahudilerin kendi yapıp ettikleri yüzünden ölüm sonrasına ait beklentilerinin zayıflamasından söz edilen bir bağlamda Tevrat’la ilgili sorumluluklarının bilincinde davranmadıkları eleştirisine yer verilmesi arasında bir bağ kurularak, yahudilerin Tevrat’ın bu konuya ilişkin içeriğini korumada kusurlu davrandıkları uyarısının yapıldığı sonucuna ulaşılabilir. 5. âyetin “Allah’ın âyetlerini yalan sayan kavmin misali ne kötü!” şeklinde çevrilen son cümlesi de bu kanaati desteklemektedir. Şu var ki bu husus, 5. âyette belirtildiği üzere, (yazılı) Tevrat ile sınırlıdır ve Yahudilik’te âhiret inancının bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Hatta aksine, konuya ilişkin araştırmalar yahudi tarihi boyunca –ifade ediliş biçimi, içinde yaşanan çağa, coğrafyaya ve kültüre göre farklılıklar taşısa da– öldükten sonra hayatın devam ettiği fikrinin ve âhiret inancının var olduğunu ortaya koymaktadır (bu konuda bilgi, özellikle Tora’da (Tevrat) ölüm sonrası hayatın varlığını gösteren bazı pasaj ve ifadelere dikkat çeken açıklamalar için bk. İsmail Taşpınar, Duvarın Öteki Yüzü / Yahudi Kaynaklarına Göre Yahudilik’te Ahiret İnancı, İstanbul 2003).

Bakara sûresindeki çağrı ile burada yapılan çağrı arasındaki ortak nokta ise, ölümü asla istemeyeceklerinin asıl sebebi öteki hayata dönük ümitlerini söndürecek derecede kötü işler yapmış ve âhiret hayatının varlığını bildikleri halde dünya hayatına taparcasına bağlanmış olmalarıdır. Bu son nokta Bakara sûresinin 96. âyetinde, “Yemin olsun ki, onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun” şeklinde, burada 8. âyette de “kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm” denerek ifade edilmiştir (Tevrat ve Yahudilik hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4; Ömer Faruk Harman, “Tevrat”, İFAV Ans., IV, 363-367; a.mlf., “Yahudilik”, İFAV Ans., IV, 464-470; ölümün mahiyeti hakkında bk. Âl-i İmrân 3/185; nefis-ruh-insan ilişkisi için bk. Nisâ 4/1; İsrâ 17/85).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 345-347

مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَاراًۜ

 

İsim cümlesidir. مَثَلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Cemi  müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i  mevsûlun sılası حُمِّلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

حُمِّلُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  التَّوْرٰيةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَحْمِلُوهَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

كَمَثَلِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. الْحِمَارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile  mecrurdur.  يَحْمِلُ  fiili  الْحِمَارِ ‘ın hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَحْمِلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَسْفَاراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

حُمِّلُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حمل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ 

 

بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fildir. Mahsusu mahzuftur. Takdiri, هذا المثل (Bu misal) şeklindedir.  مَثَلُ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi  2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi  3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi  4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi. Burada  بِئْسَ  fiilinin faili  ال ‘lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  لَا يَهْدِي  haber olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِي  fiili  ي  üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَاراًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , müsnedün ileyh olan  مَثَلُ ‘nun muzâfun ileyhdir Cer mahallindeki mevsûlün sılası olan  حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

حُمِّلُوا  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi  كَ  ile mecrur mahaldeki كَمَثَلِ الْحِمَارِ  izafeti mahzuf habere mütealliktir. 

يَحْمِلُ اَسْفَاراًۜ  cümlesi  الْحِمَارِ ‘nın halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Fiilin mef’ûlü olan  اَسْفَاراًۜ ‘daki nekrelik cins ve kesret ifade eder.

لَمْ يَحْمِلُو -  حُمِّلُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb,  حُمِّلُوا - لَمْ يَحْمِلُوهَا - يَحْمِلُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْحِمَارِ - يَحْمِلُ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet-i kerimede de kastedilen belirli değil, herhangi bir eşektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَاراً  [Kendilerine Tevrat yükletilen, sonra onu taşımayanların durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir.] ayetinde teşbîh-i temsili vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır. Yani, onların Tevrat'tan faydalanamama hususundaki durumu, sırtında koca koca kitaplar taşıyan ve bundan yorgunluk ve meşakkatten başka bir şey elde etmeyen eşeğe benzer. (Safvetü’t Tefâsir) 

Tevrat’ı yüklenen ve onu göğüslerinde korumayı üstlenen, sonra da onunla amel etmeyen ve ne kasdettiğini anlamayan Yahudiler; faydalı ilim kitapları taşıyıp bu sebeple yorulan ama onların içinde ne olduğundan habersiz olan eşeklere benzetilmiştir. Vech-u şebeh; sıkıntısını taşıyıp yorulduğu hâlde, son derece faydalı olan yükünden zerre kadar faydalanamamaktan hasıl olan heyettir. Bu vech-u şebeh, tarafların düşünülmesiyle ortaya çıkan aklî ve mürekkeb bir heyettir. Bu heyetin; eşya taşımak, bu eşyanın faydasının büyüklüğü, hamalın bunları taşırken elde ettiği yorgunluk, meşakkat çekmek, bu faydalı şeyle olan yakınlığına rağmen bir menfaat elde edememekten oluştuğunu söyleyebiliriz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اَسْفَاراً ”Koca koca kitaplar" diye ifade edilen kelime سفر 'in çoğuludur. سفر , kitap manasınadır. Râğıb der ki: ‘’ سفر , gerçekleri açığa çıkaran kitap demektir." Ayette  اَسْفَاراً kelimesinin özellikle kullanılması, Tevrat, her ne kadar okunduğu zaman manası açığa çıkar ve içindeki hakikatler gerçekleşebilir ise de, cahil kişinin sırtında, kitap taşıyan eşek gibi onun manasını hemen hemen açık olarak anlayamadığına dikkatleri çekmek içindir. (Rûhu’l Beyân) 

الْحِمَارِ (eşek) kelimesiyle cehalet ifade edilir. Araplar şöyle söyler: ”O, eşekten daha kâfirdir." Yani daha cahildir. Çünkü küfür cehalettendir. Tevrat'taki ayetlerle amel etmeyen Yahudilerin eşeğe benzetilmeleri, onlara ağır bir hakaret, ihanet, alay ve kafasızlıkla itham edip azarlamadır. Çünkü eşek kafasızlıkla anılır. Sığır da her ne kadar kafasızlıkla meşhur olsada yük taşımaya elverişli değildir. (Rûhu’l Beyân) 

Ayetteki ”durumu" diye tercüme edilen  مَثَلُ الَّذ۪ينَ  ifadesi, ”şaşılacak durumları" manasınadır. (Rûhu’l Beyân)

Bu temsil, onların halinin kötülüğü içindir. Aklînin bilinen bir hissîye benzetilmesidir. Bundan dolayı onların durumu zem ile tezyîl edildi. (بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ) ‘’Allah’ın ayetlerini inkâr eden kavmin durumu ne kötüdür.’’ (Âşûr) 


بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil  بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, هذا  المثل ’dur.

الْقَوْمِ  için sıfat konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَذَّبُوا  fiiline müteallik olan  بِاٰيَاتِ  izafetinde, ayetlerin lafzı celâle muzâf olması, onlara tazim ve teşrif ifade eder. Lafz-ı celâle muzâf olması, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna da işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مَثَلُ - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması mehabet duyguları uyandırmak ve ikaz içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned  لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İsim cümleleri sübut ifade eder. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمَ  için sıfattır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الظَّالِم۪ينَ - كَذَّبُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَهْدِي - كَذَّبُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Cum'a Sûresi 6. Ayet

قُلْ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


De ki: “Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü isteyin!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 الَّذِينَ olanlar
4 هَادُوا yahudi ه و د
5 إِنْ eğer
6 زَعَمْتُمْ sanıyorsanız ز ع م
7 أَنَّكُمْ yalnız sizsiniz
8 أَوْلِيَاءُ dostları و ل ي
9 لِلَّهِ Allah’ın
10 مِنْ
11 دُونِ başka olarak د و ن
12 النَّاسِ insanlardan ن و س
13 فَتَمَنَّوُا temenni edin م ن ي
14 الْمَوْتَ ölümü م و ت
15 إِنْ eğer
16 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
17 صَادِقِينَ samimi(ler) ص د ق

قُلْ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l kavli, nida ve cevabı ‘dır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هَادُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَادُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Nidanın cevabı  اِنْ زَعَمْتُمْ ‘dır.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

زَعَمْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel amili  زَعَمْتُمْ ‘in iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  كُمْ  muttasıl zamir  أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. وْلِيَٓاءُ  kelimesi  أَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. 

لِلّٰهِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءُ ‘ye mütealliktir. مِنْ دُونِ  car mecruru  وْلِيَٓاءُ ‘ye mütealliktir. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  تَمَنَّوُا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı önceki şartın delaletiyle mahzuftur.

تَمَنَّوُا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  مني ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli …يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  هَادُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı, şart üslubunda gelmiştir.  اِنْ  şart harfinin dahil olduğu  اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ  şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ , masdar teviliyle  زَعَمْتُمْ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin ismi  كُمْ  zamiri, haberi  اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ  cümlesidir.  لِلّٰهِ  ve  مِنْ دُونِ النَّاسِ  car mecrurları  اَوْلِيَٓاءُ ’ya veya onun mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Arapçada ”muhâdât"  مهادات  meyletme, yönelme ve sapma manasına gelir. Bu manadan dolayıdır ki bazı müfessirler demişlerdir ki: ”تهودوا -Yahudileştiler" demek, hakkı ve İslâm'ı bırakıp Yahudi oldular demektir. Râğıb demiştir ki: ”el-Hûd, yumuşaklıkla dönmek demektir. Örfte tövbe etmek manasında kullanılmıştır." Bazı bilginler şöyle demişlerdir: ”Aslında  يهود  İsrailoğulları'nın: [...Biz tevbe edip sana döndük…] (A'râf: 156) sözlerinden gelmektedir. Buna göre  يهود , övgü ifade eden bir kelime olur. Daha sonra Yahudilerin şeriatı nesh olunca övgü manası kalktığı halde onlar hakkında bu kelime kullanılmaya devam etmiştir. Nitekim  نصارى  kelimesi de havarilerin [Biz Allah'ın ensârı-yardımcılarıyız] (Saff: 14) sözlerinden gelmektedir. Sonra şeriatleri nesh olunduğu halde bu isim onlar için kullanılmaya devam etmiştir." (Rûhu’l Beyân) 

Râğıb El-İsfehani dedi ki:  زَعَمْ , yalan ihtimali olan bir sözün hikaye edilmesidir. Bunun içindir ki, Kur'an-ı Kerim'de kullanılan her yerde onu söyleyenleri kınama kastedilmiştir. Bir şeyin sorumluluğunu üstlenen kişiye ve başkana da  زاعم  denmiştir. Çünkü bunların sözlerinde yalan olma ihtimaline inanılmaktadır. (Rûhu’l Beyân)

فَتَمَنَّوُا  ‘deki emir taciz hakkında kullanılmıştır.  فَأْتُوا بِالتَّوْراةِ فاتْلُوها إنْ كُنْتُمْ صادِقِينَ  [Ali-imran 93) kavlindeki gibi tekzipten kinayedir. (Âşûr)  


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi olan  كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.  Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.    

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi olan  صَادِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul (sav) gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

اِنْ  harfi burada, asla gerçekleşmeyecek bir fiilin başında gelmiştir. Halbuki bu harf aslında vuku bulma ihtimali şüpheli olan fiillerin başında gelir. Bu da şüphe ifade eden olayın ve onların doğru sözlü olma ihtimalinin olumsuzluğu konusunda kesinlik ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.77)

 
Cum'a Sûresi 7. Ayet

وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ  ...


Ama onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü istemezler. Allah, zalimleri hakkıyla bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 يَتَمَنَّوْنَهُ temenni etmezler م ن ي
3 أَبَدًا asla ا ب د
4 بِمَا yüzünden
5 قَدَّمَتْ öne sürdükleri ق د م
6 أَيْدِيهِمْ ellerinin ي د ي
7 وَاللَّهُ ve Allah
8 عَلِيمٌ bilir ع ل م
9 بِالظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م

وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَمَنَّوْنَهُٓ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَبَداً  zaman zarfı  يَتَمَنَّوْنَهُٓ  fiiline mütealliktir.  بِ  sebebiyyedir.  مَا  ve masdar-ı müevvel  يَتَمَنَّوْنَهُٓ  fiiline mütealliktir. 

قَدَّمَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَيْد۪يهِمْ  mef’ûlun bih olup  ي  üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ألأيدي  kelimesi mankus isimlerdendir. Çoğuldur. Nekre geldiği zaman sonundaki  ي  harfi hazf edilir. Ref ve cer hallerinde sonunda damme ve kesra takdir edilir. Mansub olduğunda  ي  harfi hazf olmaz. Görünür ve sonuna tenvin elifi gelir.  يد  kelimesinin bir diğer çoğulu  أياد  şeklindedir. Aynı şekilde îrab edilir. Ancak gayri munsarif olduğu için tenvin almaz. 

يَتَمَنَّوْنَهُٓ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  مني ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.  

قَدَّمَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  بِالظَّالِم۪ينَ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘e müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اَبَداً  zaman zarfı  يَتَمَنَّوْنَهُٓ  fiiline mütealliktir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  يَتَمَنَّوْنَهُٓ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

6. ayetteki فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ  [ölümü isteyin] - لَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَداً [onu asla istemezler] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

Önceki ayetteki muhatap zamirinden, bu ayette gaib zamire iltifat sanatı vardır.

بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ  cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Elleriyle kazandıkları şey demektir. Bu, cüz’ü söyleyip kül’ü murad etme kabilindendir. Zemahşerî şöyle der: Amellerin çoğu el ile işlendiği için bütün ameller, ellerin kazanması şeklinde ifade olundu. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Kasas/47-Âşûr)

Bu ayet, Yahudilerden meydana gelecek durumu haber vermektedir.  اَبَداً kelimesi, uzun zaman manasında zarftır. Mutlak zaman manasında değildir. Burada, ”dünyada kaldıkları müddetçe" demektir. (Rûhu’l Beyân) 

بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ ‘deki  بَ , sebebiyyedir. Menfi olan  يَتَمَنَّوْنَهُٓ  fiiline mütealliktir. (Âşûr) 

Yahudilerin bu suredeki iddiaları, noksan ve tereddütlüdür. Burada iddialarıyla kastedilen, Allah'ın dostları oldukları iddiası ve kanaatleridir. Onun için olumsuzluğu ifadede  لَا  ile yetinilmiştir. (Rûhu-l Beyân) 


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ


وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması korkutma ve tehdit içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

اللّٰهُ  mübteda,  عَل۪يمٌ  haberdir. İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istikrar ifade eden  بِالظَّالِم۪ينَ  car mecruru  عَل۪يمٌ ’a mütealliktir.

[Allah zalimleri bilir.] lafzıyla, “Onlara gereken karşılığı verir.” anlamı kastedilmiştir. Bu lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

عَلٖيمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. “Allah zalimlerin ciğerini bilir.” şeklinde tercüme edilebilir. 

Ayette  هم  şeklinde zamir değil de  الظَّالِمٖينَ  şeklinde zahir ismin kullanılması, onları zemmetmek kastıyla yapılan ıtnâbdır.

 
Cum'a Sûresi 8. Ayet

قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟  ...


De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنَّ şüphesiz
3 الْمَوْتَ ölüm م و ت
4 الَّذِي
5 تَفِرُّونَ sizin kaçtığınız ف ر ر
6 مِنْهُ kendisinden
7 فَإِنَّهُ mutlaka
8 مُلَاقِيكُمْ sizi bulacaktır ل ق ي
9 ثُمَّ sonra
10 تُرَدُّونَ döndürüleceksiniz ر د د
11 إِلَىٰ
12 عَالِمِ bilen’e ع ل م
13 الْغَيْبِ görünmeyeni غ ي ب
14 وَالشَّهَادَةِ ve görüneni ش ه د
15 فَيُنَبِّئُكُمْ ve O size haber verecektir ن ب ا
16 بِمَا şeyleri
17 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
18 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.   Mekulü’l-kavli  اِنَّ الْمَوْتَ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الْمَوْتَ  kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  الْمَوْتَ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَفِرُّونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَفِرُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru  تَفِرُّونَ  fiiline mütealliktir. 

فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ  cümlesi birinci  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  فَ  zaiddir. Çünkü ismi ism-i mevsûl ile vasıflayarak şarta benzeyen hükmü almışdır.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مُلَاق۪يكُمْ  kelimesi ikinci  اِنَّ ’nin haberi olup  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُلَاق۪يكُمْ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

Fiil cümlesidir.  تُرَدُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  اِلٰى عَالِمِ  car mecruru  تُرَدُّونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الشَّهَادَةِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَبِّئُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  يُنَبِّئُكُمْ   fiiline mütealliktir. 

كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ۟  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَعْمَلُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُنَبِّئُكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi  الْمَوْتَ ’dir. الْمَوْتَ için sıfatı konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ي  ‘nin sılası olan  تَفِرُّونَ مِنْهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْهُ  car mecruru  تَفِرُّونَ  fiiline mütealliktir. 

فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir.  فَ  zaid harftir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.  هُ  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مُلَاق۪يكُمْ  haberidir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , zaid harf ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُلَاق۪يكُمْ - تَفِرُّونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

تَفِرُّونَ مِنْهُ  cümlesiyle, فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.


 ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ 


Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ , atıf harfidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُرَدُّونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اِلٰى عَالِمِ  car mecruru  تُرَدُّونَ  fiiline mütealliktir.  الشَّهَادَةِ  makabline matuftur.

الْغَيْبِ - الشَّهَادَةِ ve  عَالِمِ - الْغَيْبِ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟


Ayetin son cümlesi  فَ  ile … تُرَدُّونَ  cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

 فَيُنَبِّئُكُمْ  fiiline müteallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  

كان ’nin haberi olan  تَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

Bu ayet, her iki fırka için de hem vaat hem de vaîddir. Yine ayet, hiç kimsenin başkasının amelinden dolayı sorumlu tutulamayacağını beyan eder. (Ebüssuûd; Maide Suresi, 105)

تَعْمَلُونَ۟ - عَالِمِ  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟  [O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.] sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanları bildiğine haber vereceğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Yaptıkları hakkında haber vermek sorumlu tutulmaktan kinayedir. Bu üslup tehdit ile tarizdir. (Âşûr)  

Bu cümle hidayette olanlar için bir mazeret, dalalette olanlar için uyarıdır. (Âşûr, Maide/105)

 
Günün Mesajı
Yahudiler, kendilerine Kitap verilmiş, yani Ehl-i Kitap bir topluluktu. Ayrıca, pek çoğu okuma-yazma biliyordu. Fakat 5'inci ayette ifade buyurulacağı üzere, Tevrat kendilerine öğretilmiş olmakla birlikte, özellikle Tevrat'a âlim olan pek çok önde gelenlerinin Tevrat'la münasebeti, sırtında kıymetli kitaplar taşıyan ve ne taşıdığının hiç farkında olmayan bir merkeple o kitapların münasebeti gibiydi. Öte yandan, Araplar, hem kendilerine o ana kadar Kitap verilmemiş, hem de pek çoğunun okuma-yazma bilmiyor olması itibariyle ümmi idiler. Buna rağmen onlar, Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm vasıtasıyla kendilerine gönderilen Kitabı o dönemde tam sahiplendiler; onu zihinlerine, kalplerine ve yollarına ışık, kendilerine rehber yaptılar.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Evzâî şöyle demiştir: “Bu ilim, insanların ağzından alındığı ve müzakare edildiği zaman, bu ilim şerefli idi. Ne zaman ki, kitaplara girdi nuru gitti ve ehil olmayanların eline düştü.”

Allahım! Doğru ilmi, doğru kitaplarda aramamızda yardımcımız ol. Zihnimizi boş bilgilerle doldurma. Boş bilgiyi elde etmenin kolaylaştığı bu zamanda, zihnimizi ve kalbimizi koru. Herkesin kitap yazdığı bu dönemde, doğru kişilerin kitaplarını karşımıza çıkart. ‘Kitap okumak’ adı altında israf etmekten koru. ‘Çok kitap okuyorum’ adı altında vaktimizi boşa harcamaktan koru. ‘Ne diyorlarmış bilmek lazım’ adı altında zihnimizi batıl bilgilerle doldurup şaşırmaktan koru.

Hakkı öğrenmek için çaba gösteren ve gayret edenler olmamızda yolumuzu kolaylaştır. Öğrendiğimiz hakikat bilgileriyle zihnimizi, kalbimizi, amellerimizi, duygu ve düşüncelerimizi, hayallerimizi ve yürüdüğümüz yolu şekillendirmemizi nasip et. Hakkı barındıran cümleler gözlerimizden kalbimize aksın. Okuduklarımız amellerimizi, gözlerimizi, yolumuzu ve ufkumuzu aydınlatsın. Hakiki huzura ulaştırsın. Okuduklarımız, bize Seni daha çok sevdirsin. İslam’ı sevdirsin. Dininden ve müslüman oluşundan gurur duyanlardan oldursun. Şükrümüzü arttırsın.

Allahım! Kitap yüklü eşeklerden olmaktan Sana sığınırım. 

Hayatının her alanında olması gerektiği gibi kitap seçerken ve okurken de gözü, zihni ve kalbi uyanık müminlerden olmamızı nasip et.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji